30 Aralık 2008 Salı

HERCA-İ ÇOCUK DÜŞÜNMEYİ ÖĞRENİYOR MASALI


HERCA-İ ÇOCUK DÜŞÜNMEYİ ÖĞRENİYOR MASALI



http://www.sufizmveinsan.com/sohbet/hercaicocuk.html



Kelebek çocuklarım için yazılmış bir masaldır.Tüm masallarımı kendim için yazıyorum, okuyanı hep gönlümdeki O, bir kişi olsun istiyorum.Bugün çoook minik olduğunuz için anlayamadığınız, henüz kendisinin de kendini anlayamadığı annenizin, kendine seyahatine; sizler de bir gün niyet ederseniz diye, sadece size yazılmış, küçük ama koskocaman manalı bir masaldır bu masal..Üzerimde himmeti olan tüm A’Lİ DOST larıma sizi emanet ediyorum..

BİR VAR mış, BİR YOK muş..İKİ ZAMAN ın da gönlünde yaşayan bir çocuk varmış..
Bu çocuk bir kaç yıl evvel, eş zamanlı iki hayal görmüş..Belki de beyninin ona oynadığı akıl oyunlarıymış bunlar..Çünkü çocuk çok hayalperest, suretperest ve putperestmiş..Okuduklarını vehmederek, hayalinde canlandırabiliyormuş ..Duyduğunu,sevdiğini,puta dönüştürüp hayallendirip, kendinden kendine öğretiyormuş..Bu aynı sizin bir masalı okuyup,hayal edip, çizgi filmini izleyip, oyuncağını elle tutarak oynamanıza benziyormuş..

Çocuk ilk mana padişahı babasına gidip yüz sürüp,o güçlü nazar-ı ilahiyeye mazhar olduğunda ve eve geri döndüğünde, artık sevdiği-alıştığı- var sandığı hiçbir şeyi yokmuş,hatta evi bile yokmuş:). bu ne süratli yıkım ya huuu:). Çaresizlik içindeyken,aklı henüz başından yeni uçmuşken ,kel kabak yalın ayakken haber gelmiş ki ,diğer hayali babası da yaşadığı şehre gelmiş ve çocuğu davet ediyormuş..

Çocuk tanımanın çok az kişiye nasip olduğu bu babasını da, kendinden sonrakiler de bilsin istemiş. Ama çocuğun bu masalı yazmasında gizli bir niyeti varmış aslında..Hayalinde terk ettiği, bugün 90 yaşına gelmek üzere olan babasını terk etmediğini göstermek istiyormuş.Çocuğun yazdıkları zuhura dönüşüyormuş ve oda bunu güzel kullanabilmek istiyormuş .Ve o kimseden gidemezmiş..Beraber yürümek istedikleri varmış çocuğun…

Çocuk şehrin bir ucunda misafir edilen, bu en kadim manalı ismi olan adamı ziyarete gidiyormuş..Daha evvel hiç yüz yüze görüşmemişlermiş..Çocuk, onu, tüm mana dostları gibi önce hayalinde vehmetmiş.Ve sonra onun varlığı tesadüf ! sonucu öğretilmiş. İnternetten, sanal olan çocuğa; sanal babasının resimleri gelmiş ve sanal yazıları..Çocuk resmi görünce hayretten hayrete düşmüş, hele de anlaşılmasın diye, en ağır kelimelerle yazılmış kelimelere gömülünce daha çok hayrete düşmüş..Tanıdık bir sima ve tanıdık anlaşılmayan kelimeler..”Ahhh diye çıldırıyormuş çocuk yine, bu aradığım kitap..Kendimden kendime yansıma yaniii:)

”Kendimde buldummmm-kendimde buldummmmm -derd ile dermanı kendimde-gönlümde buldummmm.Diyormuş bir güzel ilahi….

Zorla da olsa telefonunu bulduğu adamı aramış çocuk ..Bu kimselere benzemeyen adam aynı çocuğun gerçek babası kadar aykırıymış, belki de çok daha fazla..Çocuk ona selam vermiş evvela..Adam demiş ki: “Bir büyük selam vermeden, küçük onu selamlayamaz”..”Nasılsınız?” demiş çocuk..”Bir büyük nasılsınız der, çocuk ona bunu soramaz yavrum”. demiş adam..”Nerelisiniz?” demiş çocuk?”Öyle saçma soru mu olur kız?”demiş adam.” Allah’lıyım.. Allah’tan geldim .Allah’a gideceğim.Allah’tayım.” demiş adam…”Yaşınız?” demiş cahil çocuk…”Allah’ın yaşındayım” demiş adam..”Sen de öylesin” diye de eklemiş hemen..

Çocuk, adama derdini anlatmış.Tüm dostlarında olduğu gibi, belki de çocuğun tek torpili saf niyeti ve o niyete sonsuz sadakatiymiş…Hayallerinden utanmadan, onları koskocaman manalı adamlara anlatıyor ve bu hayallerini saf bir sadakatle onlarla gerçekleştiriyormuş..Çocukta her şeye inanmak varmış.Yalana bile yalan olduğunu bilerek inanırmış..İnanmayı çok sevdiği için sık sık çamura bulanır, kalkar ve üstünü silkeleyerek gene yola devam edermiş…

Adam; çocuğa, öğrencilerini çiçeklerle yollamış, bir kitap ve sohbet cd leriyle..

Ve çocuk kitabı okumuş.Bu tuhaf, sanki okunmaması için yazılmış kitabı çocuk anladığını sanıyormuş..Ama adam asla anlayamayacağını söylüyormuş hep..Zira diyormuş ki:” Benim yazdıklarımı hiç kimse anlayamaz,bir kişi bile henüz anlamadı,sen nereden anlayacaksın yavrum.”Çocuk” anlıyorum “diyormuş.”Anlayamazsın ama devam et oku,okudukça kelimeler sana açılır,yazıların özelliği bu” diyormuş adam
.……………………..
Ve çocuk gideceği yere geldiği için düşüncelerinden sıyrılmış..Eve girdiğinde bir masa dolusu insan varmış.Bu yeşil- incelmiş gözlü adam çocuğa ne kadar da benziyormuş.Diğer mana babası da aynen böyle imiş..Adam çocuğu sol yanına oturtmuş!?..Benzerliği konuşmuşlar…Adam yazdıklarından okusun diye kitabının bir yerini işaret edip, çocuğa oku demiş..Çocuk onun gösterdiği yeri değil de, parağraf başı olan diğer sayfadan okumaya başlamış..Adam kızmış: “Hayır, neden benim dediğimi yapmıyorsun.?Benim dediğimi oku, fark olmadığını göreceksin.Bu yazıların özelliği neresinden okursan oku hep aynı şeyi anlatır, fark etmez demiş..

Çocuğa bir şeyler daha söylemiş. Çocuk:”Ben onu anlıyorum, siz bunu anlatıyorsunuz” demiş ve bir kağıda bir şeyler çizmiş..Adam kağıda bakmış: “Bu imkansız”demiş..Çocuk: “Evet böyle” demiş.Adam tekrar: “Bu imkansız” demiş yine de çocuğa eğilip, güzel bir şeyler söylemiş ve çay getirilmesini istemiş..

Bir fincan çay gelmiş..Çocuk sonradan anlamış ki; öğretmeye karar veren önce aşılama yapar..İşte çay buna en güzel vesileymiş demek ki..Adam çocuğa bakmış: “Senin adın ne?”demiş.”Çocuk “demiş çocuk”..Adam çocuğa bakıp:” Hoş geldin çocuk” demiş ve başını sağa doğru akıp giden bir şeye bakar gibi çevirmiş..”Hoş bulduk” demiş çocuk..Ama çocuk öylesine, anlayamadan ona bakıyormuş..Adam bir kez daha:” Hoş geldin çocuk” demiş ve başını yine akıp giden bir şeye bakar gibi çevirmiş..”Hoş bulduk” demiş çocuk yine hayretle bakarak ..Diğerleri de bu çok cahil küçük çocuğa eğlenerek bakıyorlarmış. ”Hoş geldin çocuk” demiş bir kez daha ve akıp gidene bakıyormuş..”Hoş bulduk “demiş çocuk yine…Adam:” işte bak, sen her an görünemeyecek hızla yeniden yaratılıyorsun. Her an yeni bir kurgu ile. Az evvel hoş geldin dediğim sen öldün, şimdi sen yeni bir sensin..O yüzden senle tanışmıyoruz ve her seferinde yeniden tanışmamız lazım..Hatta bunları söylerken bile kaç kere kıyametin koptu ve yeniden haşr edildin biliyor musun?”.”Yok” demiş şaşkın çocuk “yok..”

“Hadi,çayını iç bakalım”..Çocuk bir yudum içmiş ve adam elindeki çay kaşığı ile fincandan bir yudum çay alıp içmiş..”Hımmm, hayatımda ilk kez böyle lezzetli bir çay içiyorum, ya sen? demiş..Çocuk oyundan zevk almaya başladığı için “Ben de “demiş..”Hadi bir daha iç bakalım” ..Çocuk yine içmiş ..Diğerleri gülüşüyorlarmış, çocuk hiç anlamıyor diye..Adam: “Sessizlik” demiş..Adam yine çay kaşığı ile bir yudum çay almış ve içmiş..”Hımm” demiş “Hayatımda ilk kez böyle lezzetli bir çay içiyorum, ya sen? demiş..”Evet”, demiş çocuk. “Ben de.”Adam yine.” İç” demiş ve çocuk bir yudum daha içmiş..Ve adam bir kez daha kaşığını daldırmış, o çay yudumunu da içmiş.”Hımm” demiş,” Hayatımda ilk kez böyle lezzetli bir çay içiyorum..Ne anladın?” Demiş çocuğa.

Çocuk öyle şaşkın bakıyormuş ki..Adam açıklamış..”Yavrum, sen sürekli yeniden yaratılıyorsun,ben de sürekli yeniden yaratılıyorum.O yüzden aynı fincandan çay içsek bile, ne sen eski bir önceki sensin, ne de ben o çayı içen bir önceki benim, ne de o çay bir önceki çay. Şimdi anlaşıldı mı?” demiş” Evet “demiş çocuk gülerek galiba anlayacak mış da, vakit henüz erkenmiş:)

Eklemiş adam, çayın çay olana dek geçirdiği serüvenini anlatmış..Şimdi o çayı içtikleri için çayın onlara secdesini =miracını, insanda fenasını anlatmış adam.. Çay artık bizim gören gözümüz,tutan elimiz,bedenimizdeki enerjimizdir demiş..Posa olan, bedenimizi terk edip atılan ise secde etmeyen yapılardır demiş..

Adam artık anlatmaya başlamış ..”Haşa Allah, Allah’lığını kimseye vermez” demiş. “Ne de Muhammed, Muhammed’liğini verir..Sen O, olamazsın..Ama sana verilmiş izinle, aldığın emirle kendini nasıl kurguladığını bil,başına gelen her şey senin kurgundur” demiş adam..”Sen yapıyorsun. Suçu  Allah’a atıyorsun,.Allah sana isimleriyle bu yetkiyi vermiş,sen beceremiyorsan,O’nu neden suçluyorsun ki ?”demiş.. Çocuğun dostları her şeye eyvallah diyorlarmış, gülerek “o eyvallahçılara söyle bunu “demiş:)

Ruh’un aşağı iniş serüvenini anlatmaya başlamış..Yazılarında ne kadar anlaşılmaz ve karmaşık, okuyanı sıkıp, yazılarını okutturmayan biri ise; sohbet ederken de tam tersiymiş adam..Dere tepe dümdüz gidiyormuş.. Çocuğu; Ruh’undan aldığı emirle, “nur” iken den alıp, aşağı babasının beline dek getirmiş:)  “Sen babanın belinden nereye geldin söyle? “demiş. “Anneme “demiş çocuk.” Hayır, ondan önce başka bir yerdeydin, söyle” demiş..Çocuk susmuş. Adam söylemiş ve çocuk kırmızı- mor başını eğmiş..”Utanma” demiş adam bu iş böyle..Ve anneye gelip oradan dünyaya gelişini anlatmış..Ne uzun ömürlüymüş meğer insan..Doğana dek ne alemlerden aşağı iniyor ve bin asra yakın bir yaşta doğuyormuş neredeyse (Hz. Nuh,un yaşı bazmış örnekte).. Aslında her insan Allah’ın yaşındaymış..Herkes aynı yaşta yani başı sonu fark etmiyormuş..

Çocuğa anasır-ı erbaayı ve onun zıttı diğer dörtlüyle ezvacını anlatmış.8 li sistemle her şeyin oluşumunu, ama çocuk artık duymuyor ,anlamıyormuş.. Kolunu uzat demiş ve bir cm derisindeki olan,bilmem kaç tirilyon hücre sperm- insancığın, her an bir vuslat halinde oluşunu…Ama bu vuslatın en argo halini anlatmış, böylece çocuk bunu hiççç unutmamış..Çocuk yeniden doğsun diye sürekli işleyen hayatın sistemini anlatmış..18.000 alemin kendi bedeninde olduğunu,ne ararsa ,ne bilirse,canlı Kur’an ın kendisi olduğunu da anlatmış adam..Okuduğu tüm ayetleri bedeninde kendinde bulması gerektiğini anlatmış..

”Haram nedir? demiş adam .”Bilmiyorum” demiş çocuk..”Hakikatteki haram, Allah ın ilm-ü ledününü hak etmeyene öğretmeye kalkmaktır “demiş..”Hak etmeyene vermek haramdır.. “

Demiş ki adam:”Şimdi eve gidecek ve tüm kitaplarını çöpe atacaksın tamam mı? Bak bunların hepsi, sadece beni okuyorlar demiş.”Ne okursan oku öğrenemezsin, sadece o ilim bende var çünkü..”

Çocuk çok edebsiz ya şöyle demiş..”Ama ben, sizi okurken mesnevi okur gibi oluyorum, aynısı “demiş..Adam kızmış:”Nerden çıkardın, alakası yok.””Var” demiş çocuk “Var.Ben,sizi hep öyle okuyorum, çok benziyor” demiş..Çocuk haklıymış.. Çünkü o mürşid kitapları okuyarak, onlarla hayallerinden öğrenebiliyormuş, öğrendiklerini…Adam en sonunda demiş ki “Belki, bir esintisi gelmiş olabilir-rüzgarı, ama beni okuyacaksın. O’nu ve diğerlerini çöpe atacaksın” demiş.Ve saymış büyük kitapları,mürşid kitapları: ”Hepsini çöpe atacaksın..Onlar öldü, bak burada canlısı var..Canlısı varken ölüden öğrenilemez..Onların zamanı geçti çocuk” demiş adam..

”Ya rabbim demiş çocuk, bir babam tevazuda papazları geçmek için yarışıyor. Diğeri de kibirde ….yarışıyor..Daima bu kadar uçlarda mıyım ben yani demiş.. İkisinin ortası olamayacak mıyım?
……………………..

Çocuk daha sonra telefonlaştığında bu babasıyla, ona şu dersi öğretmiş mesela:”Çocuk;bak!  çocuk dedim seni andım ve sen etinle ,bedeninle saçınla gözümün önündesin..Sakın oradayım sanma,benimle berabersin ,yanımdaki senle konuşuyorum haa..Kimseye gidip el öpmek yok tamam mı? demiş…Mürşid felan yok ..Bu ilim sadece ben de var ..Beni oku ,hepsini çöpe at ….

Çocuk adamı sevmiş,ama taaa başından beri bir eksik varmış,aradığı eksikliği anlayamıyor ve sıkılıyormuş..Çocuğun aradığı ilim bu değilmiş, kesin bunu biliyormuş…

Mesela çocuk, kadim makam manalı isme sahip dostunun yazılarından bir bölümü; dünyada makam ve mekanda otorite olan maddi ilim sahibi birine göstermiş.. Otorite adam yazılara şöyle kibirle göz gezdirmiş..Ve masaya atmış yazıları, "nereden buluyorsun böyle kendin gibi deli saçması şeyleri yahu " demiş..Çocuk ilk kez orada anlamış hakikat ilminden nasibi olmayan madde alimlerindeki basiretsizliği…Onlar öylesine kendilerine tapıyorlarmış ki, kelimelerin köklerini, kılı kırk yararak okusalar ve okutsalar da, Aşk-ı Muhammediyye –İnsan-ı Kamil’i, kibirlerinden tanıyamadıkları için hayata geçiremedikleri ilmin kibrinde boğuluyorlarmış..Okuyorlar,araştırıyorlar v.s.,ömür törpüsü…İnsanı, insandan geçmeden geçemeyeceklerini kabul edemiyorlarmış nedense..Allah ın yarattığı-secde emrini verdiği insana secde etmeyen, Allah a secde eder mi?Şeytan da en büyük alim ve meleklerin hocasıyken Allah’ın emrine itaat etmedi değil mi, ademe secde etmedi…

Bir insanın bunca bilmesi neye yarıyormuş peki.?Baktığında diğer sıradan insanlardan hiç farkları yokmuş onlarında..Aynı mana padişahının dünya hayatına tenezzülüne benziyormuş.ahengi-oyunu bozmadan yaşamak mış marifet aslında..Bileceksin, ama bilince susacaksın,kimsenin ahengini,zevkini bozmayacaksın…Her şeyi paketleyip, hediye poşetlerine koyup sunacaksın..Emaneti ehl-i olan alacakmış, diğerleri ne harammış çünkü..Bu çok değerli bir mal..Herkes kendi kozasını kendisi delmeli ki, sağlam olsun kanatları, değil mi?

Çocuk giderken “Allah’ım, ne olur bana bir işaret ver, hangisi gerçek mana babam?” Demiş..

Çünkü çocuktaki proğram, her şeyi zıttı ile öğrenmek üzerineymiş ve önce celalin şiddetinden geçmesi gerekiyormuş.Bir anda telefon gelmiş..Çocuk iç odaya gitmiş..Telefon en güvendiği ve en çok canını yakandan geliyormuş, gel diyormuş hemen gel…Çocuk tamam demiş ve aynaya gözü ilişmiş..”Aaaa oda ne!!?”Giysisini ters giymemiş mi..Çok utanmış.. ev sahibesine :”Neden beni ikaz etmediniz ki, çok ayıp oldu” demiş..Ev sahibesi:”Hiç anlamadık inanın, biz onun modeli öyle sandık “demiş..Çocuk işaretini almış ve hemen kalkmış tabiiii.
Geri döndüğünde son kalan kanatları da koparılmış ve çocuk kuyunun en diplerine yuvarlanıp gitmişşşşşşş…

Az vakit sonra çocuğa hediye gelmiş..Umreye gidecekmiş, 13 günlük ama her şeyi ona hediyeymiş..Çocuk iki babasını da aramış giderken..

Mana-i a’li padişahı sadece .“Biz den selam söyle” demiş.

Hiç bir ilim sahibine benzemeyen,eşsiz,benzersiz,tek ilmi olan babası ise çocuğa şunları söylemiş..”Sen sadece niyet et.Ve Kabe’ye de ki :Ey Kabe, ben sana gelmedim. Senin sahibine geldim..Ey toprak, sana secde etmiyorum,senin sahibine secde ediyorum..Sakın hiçbir konuda bu oldu mu,nasıl oldu diye vesveseyede düşme” demiş çocuğa.”Gelincede hemen beni ara olur mu?”

Çocuk 13 gün sonra ilk evvela mana padişahını aramış,daha sonra diğer ilim babasını..İkisi de ne gariptir ki telefonu açar açmaz çocuğa” kamil hacı oldun, hadi mübarek olsun” demişler..İtiraz etmiş çocuk “ben umreye gittim ..Hacı değilim..””Sakın bir daha öyle söyleme “demişler. “Sen kamil hacı oldun.. sen haccül ekber yaptın!!” Çocuk havada kapmış müjdeyi tabii,onlar öyle diyorsa öyledir, daha ne olsun ki…

Çocuk mana dostlarına bu bitmek bilmeyen,ne mana olursa hep aynı şeyi anlatan yazılardan bahsetmiş..Artık onları okuma demişler ,geçtin sen onları,bu yolda geri dönmek yok,Hep ileriye gideceksin,hiçbir şeye bakıp hayret etmeyeceksin,daima ileri doğru,suretlerini,sevdiğin ,taptığın putlarını kıra kıra gideceksin..

Çocuk yazıları okumayı çoktan bırakmış.Okumasına gerek kalmamış belki de. çünkü adam çocuğa öyle güzel anlatmış,formüle etmiş ki, her şablona uydurmasını kolay hale getirmiş…Çocuk söz dinliyormuş..Okuma dediklerini okumuyormuş dostlarının..Çünkü onlar canlı kitaplarmış..Onları bişnev-dinle!! dinlemesi çocuğu da dinlendiriyormuş..

Ve çocuk istiyormuş ki güzel dostlarından …………………………………….

Ben sizi seviyorum güzel dostum seviyorum…O ilmin içinde aşkın eksik olduğunu anladım..Aşkın olmadığı yerde muhabbet ve ilmi canlanma da olmuyor ki..Ne kadar bilirsen bil, Allah öğretmedikçe o ilim yeşermiyor ne yazık ki..Tonla kitap okunsa ve yazılsa,makam ve diplomalar boyları da geçse, o mana kalbe girmeyince tohum filizlenmiyordu işte. Ariflerin bir cümlesi,bir nazarı her şeyi yakıp geçiyordu …

Şimdi çocuk daha güzel düşünüyormuş…Kıramadığı,taptığı putlarını hep dostları onun yerine kırıyorlarmış.Bazen elinden zorla alıp,bağırta bağıta ,ağlatarak kırıyorlarmış hem de..
Ama padişahı giderken; asıl Ruh’unu yağmalayıp giderken, en büyük putunu yağmalamış çocuğun.En büyük zarafet ve incelmiş nezaket ise çocuğun mana aşkından gelmiş..Dost’unun ardılı, cazibe-i azrail iken ve dostunu nefesine katıp götürürken, kendi putunu da kırıp gelmiş..Çocuk ona secde bile etse, artık onun hakikatine  secde edebilecekmiş..
Çocuk her geçen gün derin bir aşkla gönlüne aktığı “padişahının nefes-i huuuu” “Sunday” mış artık….
O çocuğa huuu demiş huuuuuuuuu……..


Nur Cihan
28.12.2008

21 Aralık 2008 Pazar

İcazet Kasidesi- Ahmed KUDDÛSÎ Hz.




İCAZET KASİDESİ- Ahmed KUDDÛSÎ Hz.

Selamlar efendim.....
İlk önce yazımı üstte yazdığım için, Kuddusi hz lerinden özür diliyorum.
Lakin yazdığım şeyi açıklamak için buna mecburdum..


Bayram dolayısı ile aileme gitmiştim ve yeni tanıştığımız meşreb-i melamiyeden Ehl-i Beyt aşığı bir aileye ziyarete gitmeye karar verdik..Ne kadar güzel ihtiyar olmuş bir çift, anlatamam .Hüseyin Dede bize Ehl-i Beyt’i anlatıp ağladı ..Daha Ehl-i Beyt’i anarken gözleri dolan bu zat-ı muhterem, bizi utandırdı tabii..Eşi Şükran Hanımefendi de çok özel bir hanımdı..Yeşil gözleri gözbebeklerine karışmış ,iyice saydamlaşmıştı..En sevdiğim merceklerden yanii.

Şükran Hanım; geleceğim için, bendenizden bahsettiği bir hanımı da davet etmiş..Niğde –Bor’lu Kuddusi Hazretlerinin torununun yetiştirdiği bu hanımı anlatıyordu bize..Bu hanım memleketimizde bir ilk olarak ,çok özel bir zatın türbedarlığını yapıyordu aynı zamanda..Şu sıra hep yaşayan ölüler hayatıma giriyor nedense:) Niğde- Bor adını duyduğumda, hemen heyecanlandım tabii..Daha geçen hafta, ehlime anlattığım rüyalarımın, Niğde-Bor ekseninde ki hanımla tanışacağımı sezdim.Hatta öyle bir sezişten eminlikti ki, hemen kardeşime telefon açıp gelmesini bile söyledim.. Ben yazarak kaydediyordum, o ise sesli ve görüntülü kayıttaydı:)

Şükran Hanımefendi; Bor’lu hanımın ona hediye ettiği Kuddusi Divanını gösterdi..Öyle tuhaftı ki herşey, içimden:" keşke bu kitabı bana hediye etseler de, Bor’lu hanım, ona yenisini getirse" dedim bilmeden..Şükran Hanımefendiye rehberini sordum..”Benim rehberim ilahiler” dedi..O, çok güzel bir sesle ilahiler okuyabiliyordu..”En çok size rehberlik eden ilahiler kime ait peki" dedim..Beni şaşkınlığa sürükleyen cevabı ise” Ahmed Kuddusi Hz leri” demesiydi..Aslında onun gözlerinden, bu birlikteliği bilerek sağladığını okuyordum..

Neyse, rüyalarımın sultanı geldi..Bu, “iki kutbul arifin sandukanın, ya vedud esmalı- manalı kadınıydı”..Aynı hayalimdeki gibi baştan ayağa siyah giyinmişti..Gözlerinden tanıdım tabii onu ve çıkık elmacık kemiklerinden..O’nu arap sanmıştım, sordum “arap kökenlimisiniz”,” hayır Horasan’lıymışız” dedi..

Gayri ihtiyari, sanki ezelden tanıdığım bu kadının yüzünü tuttum..İki elimi, iki çekik gözlerinin kenarlarına koydum ve dedim ki:”Bu gözler sizin mi?” “Evet “dedi..Ne zamandır? dedim..:)”Kendimi bildiğimden beri” dedi..”Hep böyle miydi” dedim.” Evet hep böyle idi” dedi..Bu simsiyah gözbebekleri ile irisi ayrışmayan, karanlık gözlü kadının gözlerindeki ışık inanılmazdı..Hur-huri kelimesinin bir manası da; göz bebeğinin karalığındaki ışık da demekmiş..Ve, evet karanlığın içinde ışık vardı, bu hanım da öyle ışıyordu işte:)

Sanki birbirimizi hep tanıyorduk..Hemen konuşmaya başladık..İnanılmazdı,kaderimizdeki diğer şahsıda telefonla aradık, O’nla da tanıştı..Ve aşağıdaki”icazetname kasidesinin beyit bölümlerini O yazdı,” açıklamalarını bendeniz yazmaya çalıştım.. hakim dostumuzdaki Kuddusi Divanı çok eski idi ve onun yazdığı bir beyit, bendeki yeni türkçeye çevrilmiş Divanda yoktu..Ben yine de ekledim, çünkü mana olarak konmuştu ve aynı sıralamada idi..Hata varsa hepsi bendendir affola...Gece gözlü hanım, bana Kuddusi Divanı’nı hediye etti..Şükran Hanım’a sabahleyin yenisini getirmiş ,sonra öğrendim..

Hayat hikayesini kısaca anlattı..ikimizinde, DOSTlarımızı bulduğumuz anda, başımıza gelmeyen kalmamıştı:)Ama bundan mutluyduk şimdi ve hamdediyorduk ki O’nları tanımıştık..Vedud manalı o hanım;Kuddusi hz lerinin özelliklerini anlattı ve Kuddusi Divanı’nı açtı..O’nun mürşid bulamayanlara vermiş olduğu izni hepimize okudu ve açıkladı..zira sahte mürşidlerden çok canı yanmışlar için ve dahi çok istemesine rağmen, bir türlü böyle bir manaya henüz erememişlere de açılmış bir nasip kapısıydı bu..ya nasip deyüp kapıdan içeri adım atabilirse ve samimi olursa muhakkak ki gerçek mürşidler de gelip o kişiyi bulup alırlardı.. Ve bazı kasidelerin özelliklerini de anlattı..Bendeniz de, istedim ki, böyle bir sıkıntıya düçar olan kardeşlerimiz varsa paylaşayım.. onlara, Allah’tan böyle kolay bir çözüm sunulmuş ki; haber vereyim 
J………

Çift kutupların aşığı olan ve aşık olunan bu hanıma, bu yazımı ithaf ediyorum..O’nu tanıdığımız için çok bahtiyarız..Allah, hepimize dostlarını bol bol yollasın inşallah ve aminnn..


ŞİMDİ SÖZ, AHMED KUDDUSİ HAZRETLERİNİN........

İcazet Kasidesi- Ahmed KUDDÛSÎ Hz.


Salika! Dinle beni, diyem sana bir hoşça raz!
Çün, gereklidir begayet eyle gönülde rikaz..
Ey doğru yolda olan kişi!Dinle beni,sana güzel bir sır vereceğim.
Söyleyeceğim sır çok önemlidir, bu sırra gönülden bağlan.


Hak Teala Hazreti buyurdu: "Gizli kenz idüm,
Halkı yarattum ki, bilsünler Beni, bi-inhicaz!"
Hakk teala hazretleri buyurdu ki:”Ben gizli bir hazine idim.
Halkı beni hakkıyla bilsinler diye yarattım.”


Bildiler A'nı, bilenler, oldular üç taife
Birisinin bildiği çok, biri evsat, biri az
O’nu bilenler bildiler.O’nu bilenler üç sınıfa ayrılırlar;
Bir sınıf çok iyi,bir sınıf orta, bir sınıf ta az bilir.


Biri taklid ile bildi, biri istidlal ile
Biri tahkik ile bilüp etti Hakk'a inhıyaz
Birisi delil ve senet olmaksızın bildi,birisi delil ile anladı,
birisi araştırarak Hakk’ı anladı,bildi ve bağlandı.


Şol mukallidler ki, elden işidüb bildi A'nı
Müstedil naklen ve aklen bilüben oldı türaz.
Taklit edenler ise;Hakk’ı gerçekten çok iyi bilen kişilerden,işitip bildi.
Dileyen rivayet ve hikaye ederek akıl yolu ile buldu O’nu.


Bildi Allah'ı muhakkak, bi- güman, ayne'l yakin
Cümlesinden ala eyledi bi-niyaz.
Şüphesiz ki, Allah’ın yarattıklarına bakıp,eşyada ve olaylarda Allah’ı görenler,hem kalp yolu ile müşahede edenler,Allah Tealayı daha iyi bildiler ve daha iyi tanıdılar.


Kim ki, bu sırra olursa aşina, Hakk'ı bilür
Hakk'ı bilmek diler isen, bunı levh-i dilde yaz.:)

 Kim ki bu sırra sıkıca sahip olursa, Hakk’ı bilir.
Hakk’ı bilmek istersen bu sırrı kalp levhana nakşet.


Ma’rifet verildi insana hemin gayrıda yok
Anın içün, oldı, insan, cümle mahluktan firaz.

Allah,insanlara diğer yarattığı mahlukatlardan ayrı olarak marifet vermiştir.
Bunun içindir ki, insanoğlu diğer mahlukatlardan farklıdır.


Ma’rifet dedikleri, bir feyz-i Rabbanidürür
İlm-i zahir ile ancak, kişi onu bulamaz.

Marifet dedikleri, Allah yolunda ilerlemeyi sağlayıcı Rabbani bir lutuftur.
Müslümanlar,marifeti gözle görülen ilimlerle bulamaz.


İlm-i batın zakirin kalbinde tez hasıl olur
Zühd ü takva etmek ile kimse arif olamaz.

Devamlı Allah Teala Hazretlerini zikreden zakirin kalbinde,
gizli alemin sırları çabucak hasıl olur.Sadece Zühd hayatı yaşayanda olmaz.


Okursan bin cild kitabı, eylesen bin yıl amel
Ma’rifetten zerre tammaz kalbine, gel etme naz!
Bin cilt kitap okusan,okuduklarınla bin yıl amel etsen,
kalbine marifetullahtan bir damla bile damlamaz.


Hem bu denlü olsa ömrün, eylesen hac her sene
Her gece kılsan kamu şart ile bin re’kat namaz,
Hem bin sene ömrün olsa,her sene hac’ca gitsen,
her gece bütün şartlarına riayet ederek bin rekat namaz kılsan,


Sa’im olsan her gün, asla yemesen, hem içmesen
Can kulağı ders-i irfan noktasını duyamaz.
Oruçlu olsan her gün,yemesen,içmesen;
Kalbin marifet,keşf,hads,ilham,sezgi,manevi ve ruhani tecrübe ile elde edilen bilgi noktasına gelemez.


Cümle halk olsa muhibbin, etseler i'zaz seni
Anı izzet sanma! Çün, Hak ile olur i'tizaz.
Bütün halk senin sevenin olsa,sana ikram ve lütufta bulunsalar,
sen bunları değerli sanma!Çünkü aziz olmak sadece Hakk ile olur.


Der isen kim; "Nice tahsil olunur bu marifet?"
Canu dilden dinle: Diyem sana, eyle iktinaz.
Eğer bana sorarsan ki:bu marifet dediğin nasıl öğrenilir?
Beni,can-ı gönülden dinle ve hemen dediklerimi uygulamaya başla.


Marifet gönülde doğar cezbe ile gün gibi,
Cezbe de, zikr ile dolub kalbe eder ihtizaz.
Zikrin envaı dahi çokdur, kamunun efdali
Nefy ile isbat!" buyurdu sakin-i Arz-ı Hicaz.


Allah Teala hazretlerini zikretmenin,O’nu güzelce anmanın,şanını yüceltmenin çeşidi çoktur.
Fakat,kainatın Efendisi Muhammed(s.a.v)Efendimiz,zikirlerin en güzelinin “La ilahe İllallah-Allah’tan başka ilah yoktur.”kelime-i tevhid’inin olduğunu buyurmuştur.

Bu yola şeyhsiz süluk etmekte var havf u hatar
Bir icazet sahibi şeyhden izin al, kıl cihaz.


Bu yola şeyhsiz girmek,korkulu ve tehlikelidir,
icazet sahibi bir şeyh’ten izin alıp yola devam etmek gerekir..


BULAMAZSAN SEYHİ, SANA BENDEN OLSUN İZN-İ TAM,
Eyle imdi zikri bihadd, etme asla ihtiraz.
Eğer olgun bir şeyh bulamaz isen,ben sana tam eksiksiz izin verdim.Şu andan itibaren Allah’ın zikrini dilinden düşürme ve asla itiraz etme.


Bu icazet-i ammedir, virdüm izin isteyene
Ta Kıyamet gününe dek, zakirine var icaz.


Bu icazet,bütün halk için geçerlidir,izin isteyene izin verdim.
Taa kıyamet gününe kadar,zikredenin,”La ilahe İllallah-Allah’tan başka ilah yoktur.”
demesi,bu Kelime-i Tevhid’i söylemeyen inançsızları,gaflette bulunanları benzerini yapmakta aciz bırakacak,yenilgiye uğratacak,olağanüstü güçlü bir cümledir.



YAZANA, OKUYANA, DİNLEYENE VERDÜM İZİN,
Bu, hakikat emridir, zann etmeniz emr-i mecaz
.
Yazana,okuyana,dinleyene izin verdim,
Bu bir hakikat sahibinin emridir,mecazi bir emir sanmayınız
.



Dedi Peygamber ki:"Taşa, hüsn-i zan eden dahi
Nef'ini bulur, o taşın, menzili olur nişaz."

Peygamberimiz buyurmuştur ki:”Taşa sevgi ile bakan,o taştan fayda bulur”.


Her kim eyler bu icazetnameye hoş hüsni zan
Anı Allah, ehl-i irfandan eder, mahrum komaz.
Her kim ki bu icazetnameye sevgi ile hoş bakarsa,
Allah,onu irfan ehli zümresine katar ve mahrum bırakmaz.


GİRMEK İSTERSEN, ERENLER ZÜMRESİNE EY AZİZ!
DURMA DAİM, EYLE TEVHİD, GİCE, GÜNDÜZ KIŞ U YAZ!

Ey aziz! Eğer erenler zümresine girmek istersen,
Durma,daima gece-gündüz,kış-yaz demeden kelime-i tevhidi tekrarla.


Dört neferden uzlet eylersen bulursun tez murad
Ehl-i dünya, ehl-i gaflet, ehli bidat, hilebaz.
Eğer,dört askerden kaçarsan isteklerine çabucak ulaşırsın:
Dünyayı sevenlerden, gaflette olanlardan,dinimizin özünü bozanlardan,hile yapanlardan-iki yüzlülükle ibadet edenlerden.


Kesme dilden her nefes, her dem, beher hal zikri sen,
Zakirin kalbine Şeytan masivayı koyamaz.

Dilinden her an,her nefeste”La İlahe İllallah” zikrini düşürme.Çünkü zikredenin kalbine şeytan musallat olup ta dünya sevgisini,günahın,suçları sokamaz.


BULMADIN BİR ŞEYH DİYÜ TERK ETME ZİKRULLAHI,
ÇÜN,SANA KUDDÛSÎ İCAZET VERDİ, OLDUN SEN MÜCAZ.

Kamil bir şeyh bulamadım diye,sakın!Zikrullah’ı terk etme,bu Kuddusi artık sana izin verdi.Sen benim dediklerimi tutup yoluna devam edersen,devamlı izinli olur ve sonunda da irfan ehli olup,mezun olursun.


”KUDDUSİ DİVANI TERCÜMESİ”nden alıntıdır..(Bor’lu Ahmed Kuddusi Vakfı-BOR/NİĞDE)

Hz. Ahmed  Kuddusi’nin Bazı Özellikleri

Hz. Kuddusi’nin diğer farklı bir özelliği de, hem Nakşilik, hem de Kadirilik yönünün olmasıdır. O, Kayseri ulemasından ve şeyhlerinden Mehmet Sadık Efendiye gönderdiği bir mektubunda, bunu şöyle ifade ediyor:

“Peder Efendimiz, fakire, Muhammed Bahaüddin Nakşibendi (k.s) tarikından icazet verdiği için, ben de, ihvanımıza onun evradını okumağa icazet verdim. Birkaç seneden beri de, Şeyh Abdulkadir Geylani (k.s)’un tarikı üzere icazet verir oldum. Nakşi Tarikatında, zühd, takva ve riyazet olmadıkça ve şüpheli şeylerden gereği gibi sakınmadıkça, feyz almanın ve yararlanmanın zorluğu tecrübe ile sabit bulunduğundan, bir gece eşref vakitte, Semi, Basir, Karib ve Mücib olan Allah Teala ve Tekaddes Hazretleri’ne tazarru ve niyaz eyleyip dedim ki :

Ya Rab! Senin veli kulun Bahaüddin’in tarikı pek güzeldir. Fakat biz ve ihvanımız, bir takım gafiller cahiller ve şaşkınlarız. Kalplerimiz masiva kirleriyle bulandı, halkın çoğu dünya zinetine yöneldi ve zikirlerimizde halavat ve huzur kalmadı. Bizler, salih amelli geçmişlerimiz gibi mücahede edemedik. Veli kulun Şeyh Abdulkadir’in tarikı ise, çok geniştir. Kendisinin himmeti, avama ve havassa şamildir. Müridlerine karşı çok derece şefkatlidir ve şöyle demiştir:

”Hayatımda ve vefatımdan sonra, karada ve denizde zorda kalanlara –benden yardım talep etseler yardım ederim. Halifelerimden inabe ederlerse, ben onları, ruhaniyetimle irşad ederim, halifelerim karışmasınlar. Beni çağıran salih kişi olsun, fasık kişi olsun yermem, yardım ederim.

” Ya Rab Ya Rab! Şeyh Muhammed Bahaüddin kulun, bir suçumuz olsa bize küser. Şeyh Abdulkadir kulun ise, küsmez; olurda bir günah işleseler mühabbetten geçmez. Kamiller, me’muren fakir Ahmed kuluna onun tarikatından icazet-i kamile verdiler. Kendim halife-i kamile olmayıp terbiye ve seyrü sülük yaptırmaya gücüm yok ise de kamilleri taklit ederek taliplere Kadiri tarikından zikr-i şerife izin vermeyi evla ve ahsen ve ehem görüp veririm. Uzakta ve yakında, Arapta ve Acem’de her ne miktar münip ve me’zunlarım var ise, cümlesine huzur-u izzetinde Kadiri tarikından izin verdim.

İkinci gece rüyada Abdulkadir Efendimiz’i gördüm. Elime yeşil bir levha verdi. Ortasında güzel bir hat ile şu yazılı idi: “Bir kimse “ La ilahe illallah ” zikrini çoğaltırsa, sabikinden ve mukarrabinden olur.” Uyandım ve gördüm ki, gönül evime Tevhid nuru dolmuş ve lisanımda Nil nehri gibi zikir cereyan eder. Ahir zamanda cehalet, gaflet, tembellik, bid’at, zinet ve dünyevi meşguliyetler çok olduğundan dolayı Kadiri tarikı, bu ümmete rahmettir.”

Hz. Kuddusi’nin Nakşilik ve Kadiriliğini ifade ettikten sonra şunu belirtelim ki, hakikatte o, tarikat taassubundan uzak bütün tarikatları kucaklayan bir tevhid eridir.

Bunu bir beyitinde şöyle dile getiriyor:

“Yok ayrı gayrı evliya yollarının hak cümlesi,
Hem Halveti, hem Celveti, hem Kadiri, Hem Nakşiyem.”


                                                   Ahmed Kuddûsî (k.s) Vasiyetnâmesi

Ey evlâdım, eşim, akrabâ-ı taallukatım! Size vasiyet ederim ki: Allahü teâlâya ve Resûlüne sallallahü aleyhi ve sellem itâat edesiniz, benim için ağlamayasınız. Gece vefât edersem, gasl edip sabah namazının akabinde birkaç komşu ile cenâze namazımı kılıp, Eski Mezâr'da uygun bir yere defnedin. Halka zahmet olmasın. Beni medhetmeyin. Zîrâ kabirde bu söylenilen sıfatlar sende var mıydı diye melekler sorarlarmış. Hemen duâ ve istigfâr edin. Kur'ân-ı kerîm ve tevhîd okuyup, rûhuma hediye edersiniz. Nasîhat kitaplarımı okuyup, nasîhat alasınız. İnşâallah bana ve size faydalı olur. Beni seven talebelerim; evlâdıma nasîhat, hüsn-i nazar ve terbiye etsinler. Nasîhatta esrâr ve çok faydalar vardır. Zikr ederken Allahü teâlânın emrine yapışmak niyeti ile etmelidir.

Kefenimi Niğde bezinden yapın. Cesedime ve kefenime yazı yazmayın. Kabristanda tegannî ile Kur'ân-ı kerîm okuyarak, oradaki müslümanları bıktırmayın. Allahü teâlâ benden râzı olur ise, tegannîsiz üç İhlâs-ı şerîf yeter. Allah korusun râzı olmaz ise her biriniz bir hatm-i şerîf okusanız fayda vermez.

İlmi, tâliplerine ve fukarânın sâlihlerine verin. Dostlarınızın ne kadar kusurları çok olursa da, onlara muhabbet besleyin ve ihsân edin. Dervişlerin İslâm dînine uymayanlarından uzaklaşın. Ekseri sihir ve simyâ kullanarak herkesi aldatıp, mürşid-i kâmiliz derler. Kıyâmet, yeryüzünde âlim var iken kopmayıp, câhil üzerine ve Allahü teâlânın ism-i şerîfini bilip söylemeyen kimselerin üzerine kopacakdır. Siz bu durum karşısında mağrur olup, nefsin hevâsına tâbi ve Allahü teâlânın mekrinden emîn olmayasınız. İblis ve emsâlini düşünesiniz. Sâlih amel işledikten sonra hamd ve şükür etmeli. Beşeriyet sebebiyle günâh sâdır olur ise hemenn istigfâr etmeli, Allahü teâlânın rahmetinden ümîd kesmemeli. Bu vasiyetnâmemi mümin kardeşlere gösteresiniz...

nur cihan
nuralem7@hotmail.com





15 Aralık 2008 Pazartesi

ÖLSELER DE ÖLMEYEN GENE ONLAR !







ÖLSELER DE ÖLMEYEN GENE ONLAR !

”Ağacın kıvam bulması meyveyi haber vericidir,ruhun kıvam bulması da hakikati haber vericidir.Şu halde, ruhu hakikatle kıvam bulmuş kimselerdir ki devran onlara ölümsüz bir hayat bahşediyor.
Yaşayan,devam  eden onlar....Ölseler de ölmeyen gene onlar !”

Samiha Ayverdi  Hanımefendi’nin  “YAŞAYAN ÖLÜ”  kitabından alıntıdır..

AHMED KUDDUSİ HZ. LERİ VE HZ.MEVLANA
 
Hz. Kuddusi, bir gün Konya’ya  giderek, Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin kabrini ziyaret etmek ister. Türbenin önüne vardığı zaman, türbedar, kapıları kilitlemiş gitmek üzeredir. Hz. Kuddusi, türbedara, türbeyi açması için ne kadar rica ettiyse de, türbedar: “Akşam oldu, açma izni yoktur.” Diyerek, onun ricasını kesin bir şekilde reddeder. Bunun üzerine Hz. Kuddusi, şu güzel methiyeyi okumaya başlar:

Sensin velîler şâhı,
Yâ hazret-i Mevlânâ!
Affet şu ben gümrâhı,
Yâ hazret-i Mevlânâ!


Bed-kâr-u-âvâreyim,
Pür-zenb ü bî-çâreyim,
Âsî yüzü kâreyim,
Yâ hazret-i Mevlânâ!

Gâyet azîmdir câhın,
Mahbûbısın Allah'ın,
Dâr-ül-emân dergâhın,
Yâ hazret-i Mevlânâ!

Sen şol ulu sultânsın,
Ki server-i merdânsın,
Hem ma'den-i irfânsın,
Yâ hazret-i Mevlânâ!

Çün tıfl iken ey Sultân,
Eflâki etdin seyrân,
Oldu melâik hayrân,
Yâ hazret-i Mevlânâ!

Muhtâcınam in'âm et,
Mihmânınam ikrâm et,
İhsânını itmâm et,
Yâ hazret-i Mevlânâ!

Kapunda çok muhtâcân,
Erer murâda her ân,
Devrinde sürer devrân,
Yâ hazret-i Mevlânâ!

Bencileyin yok gümrah,
Lâkin dedim eyvallah,
Geldim sana şey'en lillah,
Yâ hazret-i Mevlânâ!

Âriflerin sultânı,
Dertlilerin dermânı,
Kuddûsî'nin cânânı,
Yâ hazret-i Mevlânâ!
Hz. Kuddusi, bu şiiri okuyup son dörtlüğü söylediği anda, türbenin kapıları kendiliğinden açılır. Hz. Kuddusi türbedarın şaşkın bakışlarından habersizce ziyaretini yaparak oradan ayrılır. Ertesi gün bu hadiseyi duyan Mevlevi şeyhleri ile bir kısım ulema: “Bu, mutlaka Bor’lu Kuddusi’dir derler.

ALINTIIDIR...

*******************

Ahmed KUDDUSİ  Hz. lerinin ayağının altında yazı yazmam beni çok duygulandırdı, nedendir bilemiyorum bir tarih anısını hatırlattı : Sultan Ahmed  Han, Hz Muhammed  s.a.v mı öyle çok severmiş ki, ayak izini yaptırtıp, yazdığı bir şiirle beraber, onu, sarığının üstünde taşırmış..İşte  bu muhabbetten İstanbul’un  derin-manidar anlamlı SULTAN AHMED CAMİİ olmuş..Başındaki taca ayak izi konmuş  olan bu ismin ,ayağının altına yazmak da aynı şey, bendeniz için..Hayatımıza aniden giren ismi güzel bu Zat-ı A’li ruhu-AHMED KUDDUSİ,  hürmetle anıyorum.Onlar yaşamaları gerekenleri yaşamışlar. Bugün de hala aynı şeyler devretmekte ve bizler farketmemekteyiz ne yazık ki..

Hiç Allah aşkla yarattığı kulundan vazgeçer mi? Allah muhabbetinden Muhammedini yaratmış, O’ndan da bizleri..Hepimiz Hz.Mevlana’nın dediği gibi AŞK ÇOCUĞUYUZ. Bir tekimizden bile vazgeçmez O.

Geçen aralık başında biz de, bir Konya-Mevlana gezisine katılmıştık..Çok az vakitli bir geziydi.İlk gün;Hz.Mevlana nın huzuruna girdiğimde, DEV-ASA bir mıknatısa tutulmuştum..Sandukanın tam karşısındaki köşede, bir sütunun dibinde duvara yapışmış, yok olmayı istemiştim..Bu Dev-Asa mıknatıs beni öylesine çekiyorduki ,ben yoktum..Aynı demir tozu zerreleri gibiydim..Çekim gücünden ne hareket edebiliyor, ne de konuşabiliyordum..Sadece hiç durmadan ağlıyordum ve sandukaya bakıyordum..

Bu esnada yanıma bir hanım geldi ..Derin-mercekleşmiş siyah gözleri olan bu sıradan görünüşlü hanım, bana bakıyordu ve hiç durmadan konuşuyordu..Ama ben onu duyamıyor ve sorularına ağlamaktan cevap veremiyordum..O hanım, Hz Mevlana’ya gelmeden evvel, ilk evvela, Sadreddin Konevi Hazretlerini ziyaret etmemi ,sonra Hz Şems’i ziyaret etmemi, en nihayetin de de Hz Mevlana’ya gelmemi söylüyordu, ben de başımı sallıyordum..Usulü buymuş,edebi buymuş.O esnada,bizim grubun başındaki mevlevi dedesi yanıma gelmişti ve otobüste sormuş olduğum cevabı türbede vereceğini söylediği için, cevabımı anlatıyordu..

Sorum ;”neden sanduka da iki sarık vardı.?”.Cevabım; “çünkü oğlu ve Hz Mevlana aynı yerde meftundur ve o iki sanduka tek bir örtü ile örtülüdür ..”Dedemiz konuşamadığımı görünce gitti.Daha sonra ise otobüste bana bir şiir yazdı..Manası kısaca Hz Mevlana’nın huzurunda saklanmayıp ,açığa çıkmakla alakalıydı:).O hanımsa, sürekli konuşuyordu; bu kapının hacetler kapısı olduğunu anlatıyordu..Ne zaman derdi olsa, sıra ile bu 3  piri ziyaret ettiğini ve müşküllerinin çözüldüğünü söylüyordu, bense onunla konuşmak istemiyor ve yanlız kalmak istiyordum ..Daha doğrusu kadının gözlerinden ve sözlerinden onu istiyordum ama çekim alanımım buna izin vermiyordu.Hanım konuşmalarını bitirince dedi ki”aramıza hoşgeldin”ve dönüp gitti..O hanım, o vakitten beri daima aklımdadır..O zaman, kendisine bakamadığım için özür diliyorum ve kendisine selamlarımı hürmetle sunuyorum..
.........................
Ertesi sabah 9 da istanbul’a geri hareket  edecektik..Sabah kahvaltı yapmadan doğruca, Hz Mevlana’nın türbesine gittim.Müzeler kanunu dolayısı ile türbe kapalıydı..Ben de tam karşısındaki üçler mezarlığına girdim..Hz Metli Dedenin kabrine gidip, kitabesini yazmaya karar verdim..Hayatımda ilk kez başka bir şehirde bir kabristanlıkta yapayanlızdım,kabristanlığın sonuna dek gittiğim halde ,hala Metli Dede’ye rastlamamıştım.Dönmeye karar verdiğin an karşıma  çıktı..Oturup yazmaya başladım..Metin çok uzundu ve vakit kısa idi ve çok azı kalınca bıraktım..Daha sonra nasılsa Emel Hanım bu görevi yerine getirecekmiş, yeni anlamış olduk:)

Hızla Mevlana hz lerinin kapısına  geldim..Kapı yine kapalıydı .içerdeki görevliye kapıyı açmasını söyledim..Açma saatinin gelmediğini söyledi.Kapıya yaslanarak, ağlayarak vedaya başladım..O sırada cep telefonum çaldı ,açtım .Kardeşim:” Şems’e gel, çabuk “diyordu..Ve neler olduğunu anlatıyordu, “sen de iste” diyordu..

Hemen bir taxi durdurdum ..Şems hz lerine gittim..Türbedarın odasına sevinçle girip, çay suyu kaynatma makinesinin düğmesine bastım..Fincamı ,poşet çayımı alıp sandukanın karşısına yere bağdaş kurup oturdum..Hiç durmadan havadan sudan ,neşeyle konuşuyordum..Şımartıldığım için, her zamanki gibi dozumu kaçırıyordum tabiii..

Görevli geldi, “siz misafirsiniz oturun ben servis yapacağım” dedi..Ve hayatımda ki  en lezzetli poşet çayı içtim ve birkaç bisküviyi yedim..Amma önce açılan kuyuyu koklamıştım .içeriden öyle hafif çiçek kokuları geliyordu ki bir kuyu nasıl bu kadar hafif ve çiçek kokardı  anlayamadım !!

 Çay içerken hiç birşey göremesemde çok mutluydum, çünkü aynen şunları hissediyordum.
Sabah namazı sonrası muhakak ki Hz Mevlana ,hocası Hz Şems’in mekanını ziyaret ediyordur..Onlar birbirlerinden hiç ayrılmadıkları için adresim doğrudur..Ve onlar kimseyi kapılarından boş çevirmeyen padişahlardır...

Bu ziyaret benim hatıralarımın en neşeli-güzellerindendir..Ve onu Ahmed Kuddusi hz lerinin ayakları altına sermekten çok bahtiyarım...Allah insana neler neler hediye ediyor da, bizler bunların farkındalığına eremiyoruz..Elle tutulur,gözle görülür hiç bir şey olmasa da, asıl huzur ve mutluluğu yaşayanlarla yaşıyoruz...Duygularımız-hislerimiz olmasaydı madde neye yarardı ki;ilmin manası hislerle-sezgiyle çözülüyordu..İlmin bittiği yer, belki de, aklın ve maddenin bittiği yer olup,aklın-beynin kendisini, latif kalbe teslimiyeti ile hissi oluyordu..Kalbe akıp gelen feyizler kendini ,kendine anlatıyordu..Duyguyu ve hisleri inkar etmek, kendini red  etmek değil midir?Aşk,letafet maddeyle anlaşılabilir mi?

İKİ DENİZDE GEREKLİ AMA İKİ DENİZDEN DEN GEÇMEK DAHA GEREKLİ..Ne mutlu bizlere ki, ülkemizin her yanı İKİ DENİZİ YARIP GEÇEN ALLAH ERLERİ-SEVGİLİLERİ -AŞIKLARI ile dolu..Onlar bizlere hayat hikayeleri ile hala mürşidlik yapıyorlar..Biz ölmedik, ölmeyiz diyorlar..Hala davet ediyorlar,hala öğrencilerini arıyor ve avlıyorlar:)ŞİMDİ AV ZAMANI


Nur Cihan
17.12.2008
nuralem7@hotmail.com



http://www.sufizmveinsan.com/sohbet/olselerdeolmeyengeneonlar.html

7 Aralık 2008 Pazar

ARAF’TAKİ ÇOCUKLARIN BABA’SINA





ARAF’TAKİ ÇOCUKLARIN BABA’SINA



Hac, Allah evini ziyarettir, ev sahibini ziyaretse erlik damarıdır.
Hz. Mevlâna Celaleddin-i Rumî (k.s.)
 
İb-RAHİM + Hac-ER = İs-MAİL
bir Adam vardı
yaratılmışların en güzeliydi sanki
 bir Adam vardı
üç basamaktan dördüncüye uzanan
ne yere değen ne gökte duran
arada boşlukta uyuyan bir Adam vardı
öyle güzeldi ki
 uyuyordu ya da uyuyormuş gibi yapıyordu
çocuk O’na tutkuyla çakılmıştı
çocuk O’na ölümüne mühürlenmişti

bu Adam ney di?
melek mi,peri mi,peygamber mi?
bu Adam kim di?

çocuk O’nun bir metre berisinde oturuyordu
O’na bakıyordu ve O’ndaki Yusuf tecellisinden kıpırdayamıyordu

Adam çok güzeldi ve çok naif
çocuk O’nun yüzünü görünce, kendisinden utandı
ellerini görünce, ellerini arkasına sakladı
ayaklarını görünce, ayaklarını gizledi

çocuk ve tüm dünyada ki  insanlar meğer ne çirkinlermiş, çocuk anladı
dünyanın en güzeli seçilenler bile yaklaşamazmış, bu uyuyan güzelin yanına
eğer şöyle bir salınsa yeryüzünde hayat dururmuş
ve insanlar bedenlerinin utancından intihar bile ederlermiş, bu böyle biline
çocuk O’na aşık olmuş

yanında uzanan  bu güzel
sağ elini hafif yana düşürmüş
 
ve baş parmağı (ALİ)
işaret parmağı (MUHAMMED)

BİRLEŞTİREREK GÖZ YAPMIŞ

(RA’ın GÖZÜ=BİSMİLLAHİRRAHMANİRAHİM)
ve diğer parmaklar içeriye açılan alem-kapılar gibi ardılıymış elinin
diyormuş ki; bak seyreyle, sana, kapı benim –göz benim-anahtar benim

çocuk ayaklarına bakıyormuş güzel Adam’ın
birbire dolanmış bu olağanüstü varlığın
sağ ayağım solun üstünde ve ben ölüyüm diyormuş bu afet
ben ayağımdan mühürlüyüm ve sana yasaklıyım diyormuş
ama hem de ihramlıyım bak, baştan aşağı şimdilik sana haramım
bana yaklaşamazsın ,bana sarılamazsın ve dokunamazsın o yüzden
ben bu alemin malı değilim


ve ezanla can havli ile uyanmış
 O afet-i          ALEM-İ   A’Lİ olmuş
başından ihramını beline  indirmiş
kara kıvırcık saçlarını savurmuş
o naif beden bir aslana dönüşmüş heybetinden
ve kara gözlerinden kıvılcımlar saçmış

ihramını indirmiş, artık haram değilim demiş
artık uyandım
ölüyken dirildim
mahremimsin
çocuk utanmış O’ndan ve ayağa kalkmış
arkasına baka baka
neler olup bittiğini anlayamadan
yürümüş gitmiş..

ama cazibe onu uykusundan uyandırmış
deli divane olmuş
geriye dönmüş ,defalarca aynı yerde dönüp durmuş, beklemiş- beklemiş
O bir daha hiçççççççç gelmemiş.......

*************
iki denizin birleştiği yerde
dünya ve ahiretin ARAF’ında
Ruh’un çocukları bekliyormuş
Rehber-i AYN’ları Ruh’un Babası’ymış
İB-RAHİM=RAHMAN VE RAHİM
cariyesinden efendi doğuran
HAC-ER miş, ER olan KADIN
kul olan hür olurmuş

 
tüm aleme haykırıyormuş buradan HAC-ER
ve  tüm esmalar benden açığa çıkıyor diyormuş İS
-“MAİL=
BEN’DEN HABER VEREN GELECEK”
DİYE TÜM ALEME MÜJDE VERİYORMUŞ
cariye HAC-ER efendisi ni doğurmuş
ve.......
ARINMIŞ-KORUNMUŞ KUTSAL MEKANI BİR KADIN KURMUŞ
KABE BİR RAHİM
KABE BİR KADIN
HACER BİR KADIN MIŞ
Demiş İB-RAHİM;O BENDEN DİR
O BENİM HAVVAM DIR
HEVESİMDİR,NEFESİMDİR-NEFSİMDİR
ARZULARIMDIR, İSTEĞİMDİR...
DIŞI TAŞ OLAN
İÇİ KEVSER
SABIR TAŞIM DIR HACER
AYAĞINI YERE VUR
VE AB-I HAYAT
SANA AKSIN HACER-KEVSER’İMDEN

aslında yok 2 lik
sadece 1 in 2 ye bölünmesi var

ama SEN SENSİZ GELdemiş ona ruhu
BEN DE BENSİZ GELEYİM
bu ağır iki denizi ,yarıp ta geçelim

1 yok sadece O=0 VAR (arapça 5 demek aynı zamanda)

çocuk ihramını kendisine açana
niyet etmiş evvela
hareminden
seslenmiş O’na
SELAM SELAM, bizden size daima

 


Nur Cihan
07.12.2008




2 Aralık 2008 Salı

ZAMAN’IN İÇİNDEKİ ÇOCUK MASALI

ZAMAN’IN İÇİNDEKİ ÇOCUK MASALI
0 dost, beni sevgi ile, nazla, çeşit çeşit nimetlerle besledi. Etden, deri ve damarlardan dokunmuş çok değerli bir kumaşdan arkama usta bir terzinin diktiği süslü püslü bir elbise giydirdi. Aslında, tenimiz bir hırkadır. Onun İçinde bulunan gönül bir sofudur. Şu gök kubbesinin içindeki bütün âlem, bir ibadet yeridir. Benim Şeyhim'de 0 dur
.................................
Padişahlar, bütün hazineleri, yıkık yerlere, viranelere gömerler.
Bizim viranemiz, yıkık gönlümüzse, dostun hazinesinden ötürü virane olmuştur. Dostun ilâhi emânetine dayanamamış, yıkılmış, bu hâle gelmiştir.
...............................
Herhangi bir kimsede, gizli bir aşk derdi yoksa, o yaşıyormuş gibi görünse de, onun gönlü ve canı yoktur. O âdeta gezen, dolaşan bir ölüdür. Eğer aklın varsa, git de Hak'dan derd iste, çünkü derdsiz olmak, aşk derdine düşmemek, tedavisi imkansız bir hastalıktır.
Hz. Mevlâna Muhammed Celaleddin-i Rûmî (k.s.)

BİR VAR mış BİR YOKmuş
EVVEL ZAMAN içinde AHİR ZAMAN içinde bir çocuk varmış...

Çocuk Zaman’ın ,insin ve cinnin Padişah’ına ziyarete gitmeye karar vermiş..Çocuk Padişahlara giderken ve dönüşte kendisini daima kutsal bir emanet gibi hissedermiş..Yeni Padişah’a gitmek çocuğu hep korkutuyormuş ama LatifHakim dostu illa gideceksin demiş, bakalım neler olacak seyreyle,zuhurata uy..O’nun yüzünde ne göreceğine sen karar vereceksin demiş..Çocuk zaten gitmesi gerektiğini biliyormuş da, işte teslimiyet zor bir şeymiş..O çok havai ve sınırsız bir sorumsuzluğun içinde olduğu zannı ile uçuşup duruyormuş..

Zaman tekno devir olduğu için, çocuk da ona verilmiş izinle Padişah’a akşam geleceğine dair mesaj çekmiş, tabii adını yazmayı unutmuş heyecandan:)Onbinlerce köleden biri acaba kim?....!!!

Köle sananlara içinde gülmüş çocuk abdiyet- kulluk- kölelik makamı Hz Peygamberin olduğu halde herkesi köle yapabilen bu akıllılara ah keşke demiş, ah keşke...

Çocuk Allah’ın lutfü ile şuna sahipmiş..Mesela sesini duyduğu birine ait yazı okuyorsa o sesin sahibiyle okuyabilirmiş bazen ve okuduğu yazılar kimden esinlenilmiş, kim kimi okuyor, nereye meyyal hep anlarmış..Benim mürşidim- rehberim- putum yok diyenlere bakıyormuş ,yazılarına bakıyormuş,ilgi alanlarına bakıyormuş,sayfalarını süsleyen resimlere bakıyormuş ve putu olmayan bu dostlara gülerek selam veriyormuş..Yahuuuu putsuz olmuyor işte. Kabe nedir düşünmek lazım: Hakikatte Kabe’nin yerinde bir şey var mı bilmek lazım..Sen putunun özünü idrak edersen, nereye secde edersen et ,o secde Allah’a dır. O’ndaki tecelliyedir.O’nda ki varlığın hakikatine secdedir. Eşya -esma-insan put değilmidir, düşünmek lazım...Hayatını esmaları çözmeye ayıran kişiler ,sürekli esma çekerek bir şeyler elde etmeye çalışan kişiler, hakikatte ne yapmak istiyorlar acaba diye de düşünmek lazım diyormuş çocuk ..Minicik aklı ve korkak yüreği ile acizane...Allah’tan çocuk çok cahil ve ilimden nasipsizmiş te bu konuda böyle konuşabiliyormuş..Yoksa zaten asla konuşamazmış..:)

VE AKLINA GELMİŞ ÇOCUĞUN YAZARKEN ŞİMDİ, İLİMLERİ PUTA DÖNÜŞMÜŞ OLANLARIN HALİ NEDİR PEKİ DEMİŞ..?O İLİM NEDEN AÇILIP CANLANMIYORMUŞ PEKİİ? AŞK VE MUHABBET ANCAK MUHAMMEDİYETİ DOĞURACAĞINDAN DEMİŞ KALBİ ÇOCUĞUN..AŞK SIZ İLİM GÖZLERİ GÖRMEYEN BİRİNE BENZİYOR DEMİŞ KALBİ.(ama bu bedensel engelli olan amalar için değilmiş).Çocuk ne çok soru sordum, artık sormayacaktım hani demiş ve susmuşşş.:)

Ve çocuk araba çağırmış, olan biten herşeyi seyredecekmiş..Sitenin kapısından çıktığında göğe bakmış çocuk; solda yükselmiş tam bir Dolunay varmış, gözlerine tam karşısındaki okul kapısına tören dolayısı ile asılmış koskocaman Türk bayrağı ve Atatürk resmi çarpmış.Gülmüş çocuk ah demiş işaretler çok güzel, doğru yoldayız..Araba gelmiş, jip gibi yüksek ve lacivertmiş, şöför esmer ve çok küçük yaşlarda bir çocukmuş..Arabaya bindiğinde annesini aramış şöför, yemeğe yetişeceğini annesine haber vermiş..

Ve çocuk düşünmeye başlamış..Hayalinde kendisine Ali kitabını veren Dostu Ali’sine ulaşmadan; kitabını aradığı yılları ve Hz Ali’ye ithaf edilen kitapları okuduğunu ama hiçç anlama ilmine sahip olmadığından kitabının başka bir şey olduğunu, o yüzden de seneler sonra Dostu Ali’sine gittiği zamanı hatırlamış..Çocuk demiş ki Dostu Ali’sine “bana hayalimde vermiş olduğunuz kitabı istiyorum..Evvel Zaman” hiç duymadım evladım neymiş o kitap,ben bilmiyorum” demiş..Çocuk ısrar etmiş “Bilmiyorum evladım, siz daha iyi bilirsiniz “demişEvvel Zaman...Çocuk” hayır siz verdiniz, siz biliyorsunuz” demiş edebsizce..

Ve başka bir şehirden- kitabını istediği o yaz; evine döndüğünde 38 senelik sahip olduğu herşeyin yok olduğunu görmüş..Çocuk elinde çantası öyle kalakalmış..Neler oluyor demiş, neler ama neler olduğunu anlayamamış..Ona verilen yeni mağarasında düşünmek için bir gece kalmaya karar vermiş..Ve o gece hep korktuğu denize girebildiğini ama boğazın derin sularında çok yorulup can havliyle kıyıya tutunduğunu görmüş hayalinde..Çocuk uyandığında belallarına sabretmeye karar vermiş çünkü şimdiye dek hayallerinde denize girmeyi hiç başaramamışmış..Ve madde hayatında da çocuk kimseden dönemezmiş, onu terk etmek gerekmiş, o kendisi kimseyi terkedemezmiş.. Mesela denize girse ancak ileri gidebiliyor, asla geri dönmeyi başaramıyormuş...Geriye dönemediği içinde sadece bir boy kadar denizde yüzebilirmiş..

Çocuk yine geri dönemeden senelerce belalara sabretmiş durmuş..Başına gelen olayların sebeb- sonuç ilişkisini ancak yeni yeni yapabiliyormuş ve bu onu daha hüzünlendiriyormuş..Acaba talep ettiği içinmi olmuş herşey..Oysa çocuk ne talep ettiğini zaten hiççççç bilmiyormuş ki..İnsan en çekiici olana-Azrailine ölmeden evvel ölebilirmiş..Çocuk cazibenin yüzüne bakarken, ayın arka yüzü ne dolaplar çeviriyormuş..Çocuksa aşkından, O’nun sadece parlak yüzünü görüyormuş..

Şimdi de kendi ayakları ile gittiği Yeni Zaman’dan sonra, başına neler geleceğini bilemediği için çokkk korkuyormuş.Ama çocuk O’na derin bir muhabbet duyduğu için artık eminlikte olduğunun sözünü aldığına inanıyormuş..Sadece huzur istiyormuş çocuk sadece huzur ama derin huzur ...

Çocuk, NefEs-i Rahman yazısını tüm kalbimle deyip vaktinde Zaman’a yollamışmış. Okuyup okumadığını merak ediyormuş..Eski Padişah çocuğu kalbi ile okuduğunu söylermiş ve aynı rüyayı görüyorlarmış..Ama Yeni Padişah’dan henüz böyle bir tenezzül görememiş çocuk..

Ve çocuk gideceği yere gelmiş..Yüzlerce insanın arasına karışmış ..Tüm seromoniler yapılmış ve çocuğun en sevdiği devrana gelmiş sıra ..Çocuk daima ağlıyormuş tabii..Eskiden Evvel Zaman’a gidip dönerken ve O’nunlayken nasıl sebebsiz ağlıyorsa, şimdi de aynen Yeni Padişah’a aynı gözyaşlarıyla ağlıyormuş çocuk..Ama neden ağladığını hala bilmiyormuş..O gözyaşları kendiliklerinden akıyormuş, bu ağlamalar iyi bir şeymiş çünkü, hiç hissetmediği kalbini artık hissedebiliyormuş çocuk..Bazen muhabbeti arttığında,kollarını çapraz yapıp kalbine, göğsüne bastırıyormuş bilmeden ,kalbi sağlam dursun diye mesela..

Yüzlerce kardeşi sükun hali ile oturuştaymış, sonra dirilip ayağa kalkmışlar devrana durmuşlar..Hay Hay ve Sala bölümünde çocuk darmadağınık olurmuş daima..Ve daire açılmış bir ara ve Zaman tam dairenin ortasına gelmiş ve dostu gelmiş ellerini çapraz birleştirip dönmeye başlamışlar ve daire de dönüyormuş..Çocuk ilk kez gördüğü bu sembole çok şaşırmış..Yazımı okumuş demiş kendince, Nefes’in sistemini bana anlatıyor..Halbuki çocuğa bir şey anlatıldığı yokmuş, o zannediyor ve vehmediyormuş..O her şeyi aynı istediği manaya kolayca getirebildiği için, ne gördüğü hiçç önemli değilmiş ki zaten ..Çocuk dilediği anlamı zannedecekmiş nasılsa..Ve ELELE- AYNALAMAyı anlatan bu dönüş birden değişmiş..Dıştaki yüzlerce kişi Hay Allah Hay diyerek içe doğru kapanmaya başlamış. Bast ken Kabz olmuşlar ya da tek bir noktanın dairesel açılımı yapılmış ama yine tek bir noktaya dönülmüş sanki..Ve el ele çapraz tutularak rüzgar gülü yapılmış, çocuğa göre anasır-ı erbaa yani maddeyi oluşturan dört unsurun NEFES-İ RAHMAN ile hareketlenip HAY olması sembolen anlatılmış.Noktaların hareketlenip maddeleşmesi de..Sonra sükun olup yüzlerce kişi ikiye ayrılmışlar aynı iki denizin ayrılması gibi..Ve Zaman ortada İki Denizi (MADDE=ZAHİR-MANA=BATIN)birleştiren HIZIR-İNSAN-I KAMİL –SIRR-I BE gibi ayini yönetmiş yine..

Çocuk her şeye bakıyor ve bir anlam çıkartmaya çalışıyormuş, ritüeller bitip yerlerine oturmuşlar .Sohbet başlamış..Zaman, Azrail’i anlatmış, çocuk yazısının okunduğunu zannetmiş ..Demiş ki insandan Azaril olmaz ama Azrail kötü değildir..Azrail sadece Allah’ ın emrini yerine getirir..O çok güzeldir ve cazibedir.Çocuk daha çok ağlıyormuş ve özür diliyormuş içinden..


.Zaman çocuğu çok sevindiren açıklamalar yapmış ki; hiç böyle yerlerde kolayca konuşulan manalar değildir diye düşünmüş çocuk..Demiş ki Zaman:” Eski antik tanrılar, Allah’ın esmalarının ve meleklerin ve bazı peygamberlerin surete döndürülmüş putlaştırılmış halidir..Bu neden var ?”demiş Zaman .”Neden “demiş çocuk..”Çünkü “demiş Zaman “insanın bir sureti var ve surete tapmak onun doğasında var..Başka bir şey bilmiyor..Evet demiş çocuk az evvel yaşadığı ve daima bocaladığı secde mevzuunu hatırlamış..Çocuk görmediğim rabbime secde etmem düsturundaymış da, hangi haline secde edeceğinde bocalıyormuş daima..Az evvelde bu sorunu burada yaşamış zaten..

Zaman” insana tapılmaz,mürşide secde edilmez sadece Allah’a secde edilir demiş ama neye iman ettiğinide bileceksin demiş yine..Yine sağ gösterip sol vurmuş yanii....Çocuk düşünüyormuş ruhuna mı, nefese mi tapsın yoksa bir suret mi hayal etsin..Ama nefes suretsizmiş yani görünemeyen ve bilinemeyen bir alan mış nefes..Ama ruh öyle değilmiş..Ya da ruhun daha kesif hali şu bedenler mesela..Kabe’yi de kaldırsan aradan demiş çocuk ve meleklerin ademe secdesini düşünmüş..Çocuk işin içinden çıkamamış ve bu konuyu düşünmeme kararı vermiş, oluruna bırakmış..

Çocuk kendince pek çok cevap almış..Çocuktan başka tek bir kişi bile ağlamıyormuş nedense ..Ve sohbet bitmiş..Çocuğun ayakları,onu doğğğruca Zaman’ın hücresine götürmüş..Buraya girmek çok zor bir şeymiş biliyormuş ama kapıya dek gitmiş..Kapıda kimse yokmuş ve kapı aniden içeriden açılmış, çocuğa gel demişler..İçeride gitmek için hazırlanmış olan Padişah ve dostları varmış..Çocuğa eli ile yanındaki koltuğu işaret etmiş Sultan.Çocuk ürkek ama çok rahat oturmuş..Ve eline beyaz bir kağıda yazdığı hayallerini almış..Unutmam sandığı için sadece başlık attığı hayallerini heyecandan hep unutarak çokk eksik anlatmış ama akitname hayalini baştan sona yazdığı için heyecanla okumaya başlamış çocuk..


Bir an gözlerini kaldırdığında Zaman’ın ona bakmakta olduğunu görmüş.Çocuk kopmuş bir filme dönmüş..O bakışı tanıyormuş çocuk..Ama nereden tanıdığını ancak iki gün sonra hatırlayabilecekmiş tabii..Zaman öyle güzel bakıyormuş kii..Aslında O çocuğa değil, çocukta görünen başka bir şeye hayret ve sevinçle bakıyormuş..Çocuk elindeki hayaline gözlerini indirmiş ama okumak yerine ona bakarak anlatmaya, anlatırken de pek çok yeri atlamaya başlamış..Çocuk O’ndan gözünü alamıyormuş..

Okuması bitince: Çocuğun Dostu Ali’sinin çocuktaki himmetini söylemiş. Zaten paramparça olan çocuk artık kendini bırakmış ve dostu için ağlamaya başlamış..Tabii Zaman bu küçük kabın ağzına dek eski ile dolu olduğunu biliyormuş ,çocuğun boş kabla oraya gitmesi lazımmış..Bu hali ile çocuk ne öğrenebilirmiş ki?..O yüzden de çocuk tekrar yıkılmalıymış..

Demiş ki Zaman:” Olmadı ,bunlar bir buçukluk ayarda,tam değil, eksik “demiş.Çocuk toparlanmış”ama daha öncekilerde var, biliyorsunuz “demiş..Zaman “onlar sayılmaz, ilk defa aza olmak için geldiniz “demiş..”Üyelik bir seferde kabul olmaz, hem size gelen haber bana gelmedi ki “demiş..Çocuk telaşla aniden aklına gelen diğer hayallerini sıralamış ama Zaman ayağa kalkmış gitmek için kapıya yürümüş..Çocuk da peşinden..Zaman demiş ki çocuğa “hayır olmadı henüz, daha gidip geleceksin ..Aynı rüyayı görmedik “ ..Çocuk “hayır demiş bunlar sizden ,ben tek başıma bunları göremem “.. ”Zaman demiş ki:”Arzu ve düşünceleriniz onlar sizin”.Ve demiş ki “yansımalar”..Çocuk edebsiz olduğu için”ama sizin yansımalarınız” demiş Zaman gülümsemiş ve çocuğu hiççççççç incitmemiş..”Size gelen haber bana henüz gelmedi “demiş ve kapıdan çıkmış..Çocuk, O’na gelen haberin O’ndan geldiğini zaten biliyormuş.Buraya kendiliğinden gelemeyeceğini bildiği kadar iyi biliyormuş..


Dönüş yolunu da zuhurata bırakmışlarmış bakalım seyredelim demişler..Orada kendisine kardeş olan biri varmış, çocuğa araba bulmuş..Aaaaa bu sefer şöför baba dostuymuş, hemde adı Mesut ve araba ilkinden daha büyük ve yüksekmiş hemde rengi beyaz..Mesut’ta bembeyaz saçlı imiş..Yani çocuk gittiği yerden olgun-İHTİYAR dönmüş..

Çocuk yolda Zaman’ın bakışını düşünüyomuş..Ruhunun ona baktığı esnada, (ruhunun gözünden )beden gözleriyle ruhuna bakışıymış Zaman’da gördüğü şey çocuğun..Çocuk ruhunun sahibinin yüzünde, kendi beden gözleriyle ruhuna bakışını görmüş..YANİ SEN BENSİN BEN DE SEN..Zaman’ında kendisinde ruhunu gördüğünü biliyormuş..O muazzam güzelliği..Ruh nefse aşıktır ve nefsin ona aşık olmasını sabırla bekler..

Bir vakitler Ruhunun Nefsine olan AŞKını,sadıkane ve sabırla bekleyişini görmüş bu çocuk..
Her şey açıklığa kavuşuyormuş, anlıyormuş..Aslında çocuk yeni hiçbir şey yazmıyormuş..İlk 11 bölümlük yazısal miraç masalını yazarak kendisine açıklıyormuş.Çünkü o zamanlar ne yazdığını hiç bilmiyormuş..

Ve ona verilen aşkın zuhur meydanına gelmekte olduğunu seziyormuş..Neden bu kadar ağladığını anlıyormuş..Aşk acıtıyor ama inanılmaz bir haz da veriyormuş..Çocuk AŞK a yolculuğa niyet etmiş..Vesselammmmmmm
Nur Cihan

http://www.sufizmveinsan.com/sohbet/cocukm.html