30 Haziran 2009 Salı

ŞÜKRED-İ-yorum VE düşü-NÜ-yorum MASALI(2)



















http://www.sufizmveinsan.com/sohbet/sukrediyorum2.html

ŞÜKRED-İ-yorum VE düşü-NÜ-yorum MASALI(2)

Ey gönül, anlamayanlar, seni üzerler, rahatsız ederler; hatta seni deli, divâne ederler, elini ayağını bağlarlar Sen içi tatlı, özlü bir yemişe benzersin, bu yüzden seni hep kırarlar.
Hz. Mevlâna Muhammed Celaleddin-i Rûmî (k.s.)
****************
Her şeyi “Hak “görenler..beni de Hak gördüğünüz için teşekkür ediyor ve şükrediyorum:)bu arada ben sıkı bir bu arada ben sıkı bir tarafımdır yazmak istedim…hoş gör ya huu başka bir şey, taraf olmak başka değil mi? selamla ve sevgiyle
….……………….
çocuk Mürşid’inden akan Çağrı’ya doğru gidiyordu O’ndan başka her şeye sağır ve kördü..bunu gerçekleştiren yegane şey ise muhabbet-i aşktı tabii..o hep özlediği nin-aradığının; tüm müziklerde duyarım diye umduğunun,yakalamaya çalıştığı ama henüz yakalayamadığının KÜN çağrısı olduğunu idrak etmişti..ve tabii bunun için çok şükrediyor ve teşekkür ediyordu..

evvel yılların birinde, çocuk, seri halinde olan bir kitap dizini okuyordu..ezoterik cinsindenmiş; kitapların yazarı öyle diyordu ve çocuk acaib bir merakla, sabahlara dek okuyordu.ve bir cümle vardı. onun kalbini, belki de bozan..diyordu ki kitapta.. aslında Tevrat’ın ilk cümlesi :” tanrılar dünyayı yarattı”idi..! ”lakin, sonra, haham efendiler, Allah dünyayı yarattı diye değiştirdiler…”işte bu cümle çocuğu çok derinden sarsmıştı.uyuya kaldı düşünürken…bedeni yatakta uyuyordu ama kendisinin değişik versiyonları, değişik hallerde etrafta duruyordu.. biri de yan odada, bilgisayarın başındakine bakıyordu ve ona dokunamadığını görerek(bunun bilincindeydi) buna hayret etmiyordu..biri perdeyi kaldırdı, o ne?gökyüzündeki tüm yıldızlar birleşerek Kelime-i Tevhid i yazmışlardı.. LÂ İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDEN RESULULLAH…ve her yıldız, her bir harfteki ölçü noktasıydı..bilgisayarın başındakini, illa kaldırıp göğe baktırmak isteyen; ne kadar bağırırsa bağırsın, sesini duyuramayacağını anlamıştı ve dokunamamanın acısını hisseden duyguya da sahipti..ve bu hayatta da gerçekti ne yazık ki..(ilim bazen kişiyi sağır ve kör ediyordu ..insanın çok çeşitli tanrıları vardı başta muhakkak şehvet, ilim,makam ve para tanrısı geliyordu..)ve perdeyi açıp bu muazzam manzarayı seyreden; bu güzelliğin etkisi ile sarhoştu……………

Yazar; bu kitaptan sonra, hemen yazacağı kitapla tüm sırları açıklayacağını da eklemişti, o kitabın nihayetinde..ve uzun seneler geçti.o yazar, dediğini asla yapamadı ve adı da hiççç anılmaz oldu.. neden bilemiyoruz tabii(çocuk ona ait tüm kitapları ve o tür benzerlerini, dünyasına, Evvel Zaman-ı İlahi’si girdiğinde, bir daha hiçççç okumamak üzere hayatından çıkarttı..)ve seneler geçti…..çocuğun ders proğramı açıklandı:bir zikri,bir rehberi-hanif bir hamisi vardı ve hak ile batılı ayıracaktı.. ama nasıl?ve sene geçti..zikir tamam olmuştu ve yattığı yerin sağında koskocaman bir Kelime-i Tevhid yazıldı. muazzamdı. aynıydı ve tamam olmuştu..akabinde çocuk, bilmem kaç on şiddetinde depremle sarsıldı..yıkılmadık duvarı –dağılmadık zerresi kalmadı..sandı ki kıyamet koptu ve o öldü..oysa gözü açık yatakta neden diriyim diye korku ve dehşetle bekliyordu..neden ölmedim?korkudan yataktan çıkamıyordu ve örtüyü başının üzerine dek çekip, bildiği tüm duaları okuyarak, ölebilmek için duaya başladı…..işte o vakitten sonra avucuna konan tesbihi (taneleri birbirine düğümle-biatle bağlanmış; A’li ruhların, İmamesi Muhammed olan Tarikat-ı Muhammedi Tesbihi)çekecektiJSabrı deneyimleyecekti yani….başına gelmedik kalmadı..öyle zamanlar oluyordu ki evden çıkmıyordu ve hatta yataktan çıkmıyordu ama belalar gelip maddi manevi onu her şekilde buluyordu..gözünü açamıyordu gözünü..hayatını uyuyarak sürdürmek istiyordu..

işte o yüzden uykularımı Sana hediye ettim biliyorsun..ben çok uyudum..artık Sen varsın..Sen’se hiç uyumuyorsun..Sen dinlen..ben Sen’i, Sen’in kadar olmasa da, Sen’in bana verdiğin kadar düşünebilirim:)ve seneler sonra Mürşid’i tesbihin bittiğini anlattı manada..çocuk, inşallah Tevhid yolcusu idi… artık biliyordu..yılanlı yolun doğrulduğunda Sırat-ı Mustakim olduğunu, Asa‘nın dirildiği yol…

çocuk yeni mekanında, perde takmadan yaşayabileceği alanında, salıncağına uzanarak, sabah yıldızını,güneşin doğuşunu ve bulutları ve göğü seyrederek ,bu yeni haline teşekkür ederek şükrediyordu…artık kendi İsra-gece yürüyüşlerine başlamıştı..bir sufiye hiç yakışmayan bedeni incelmese de, bu tefekkür yürüyüşlerinde düşünceleri inceliyordu ..zaten maksatta fikrimin ince gülüydü değil mi?ve bu saatler süren kilometrelerce yürüyüşlerden, her gün yeni manalarla dönüyordu çocuk ama her zamanki gibi onaylanmak istiyordu.. buna muhtaçtı..

Allah birdir demek kolaydı ve herkes diyebilirdi..oysa maksat Tanrı=İlah birdir O’da Allah tır diyebilmekmiş..ve çocuk bu cümleyi tefekkür ediyordu ne zamandır..Allah bize verdiği tüm isimlere Camii imiş..bir tek bize İlah=Tanrı esmasını vermemiş (başka anlamda manasını bilen varsa, çocuk öğrenmek isterdi)..çünkü Tanrı’lık iddiasında kimse bulunmasın diye..O’nun gibi olunamayacağını bilsinler diye..surete takılıp-O SURETİN ASLINA- manaya perdelenmesinler diye….Allah İnsan’a İnsan’dan tecelli ediyordu…şeytan en büyük ilim sahibi idi ve bildiği halde o asıl manayı idrak edemeyip surete takılmıştı.işte, insanı meydana getiren madde de-unsurlarda kaldığı için de ilk materyalist şeytan imiş çocuk bunu da yeni öğrenişti..şeytan ve cin, Adem’den çok daha ilim sahibi olabilirdi lakin Adem; varlığını, yokluğu ile beraber birleyerek edeble yokluğunu, varlığının önüne geçirmişti..ve o ebediyete nail olmuştu..İNSAN DA DİĞER VARLIKTA OLMAYAN AKLI VE DUYGULARI-HİSLERİ İDRAK ETTİREN ŞUUR VARDI..MUKAYESE EDEREK-ÖLÇÜP BİÇEREK-TEFEKKÜR EDEREK ÜRETİLİYORDU..DOĞUYORLARDI..AMEL-DÜŞÜNCE-FİİL ÇOCUKLARI OLUYORLARDI..BU AMELİ BEDENLER AHİRETİ İNŞA EDİYORLARDI..işte şeytan da,kendisinde olmayan( idraksizlik-şuursuzluk) yüzünden batıl kalıp yokluğa mahkum edilmişti..YANİ FİİLE DÖKECEĞİ BİR HAYIRLI AMELİ OLAMAYACAĞI İÇİN GELECEĞİNİ KURGULAYAMIYORDU..HAK GELDİ BATIL GİTTİ…
******
İZİN-NAME
Gelmiş Hacı Bektaş-i Dede’leri…
Anlat bize nedir Ali’ler?’
Anlatmış, anlatıldığı gibi hayalini…..‘
Doğrudur’ demiş ve gülmüşler…..
Anlatmış Ali’sine Bektaşi’lerini…
O da gülümsemiş tevazu ile; küçük cahiline!!! (22-1-2008)V

e çoçuk Hz. İbrahim’in putları kırışını hayal etti ve en büyük putu kırmayıp elindeki baltayı onun eline tutuşturmasını tefekkür etti..işte, Hz. İbrahim; Tanrı’nın birliğini böyle delille onlara anlatmıştı..bir tek Tanrı vardı ve O, Allah’tı..Fail Allah’tı..Aklı Kül..tüm işler O’ndandı..”Ben kırmadım” dedi Hz. İbrahim.. “O yaptı..tanrınıza sorun..”ama onlar surete=heykele-puta takılıp, anlamına=Canına-Cananına-Ruh-u Muhammediye ye eremediler..oysa; binler yıl sonra, Hz. Muhammed Mustafa’nın omuzlarında en büyük putu kıran, bunun anlamına erdi.işte O, İnsan-ı Kamillere rehber oldu..O,putu kırdığında Tek ile Çok’un aynı olduğunu müşahede etti..ve manasını da..O şahitti..ve şahitlere, rehberlik edendi..hakikat yolcularını Küll-i Muhammediye’ye taşıyan manaydı..çok şükrediyorum ve sonsuza dek salatüsselam sunuyorum..buna layık olmadığım için bu salatı aynı Sen’in yaptığın gibi yine ancak Sen’den diliyorum..ömrümün sonuna dek bu anlam için teşekkür edeceğim..teşekkür edeceğim…yolumun,meşrebimin Nur’una teşekkür edeceğim…..

Haybabam ağır hastaydı ve aldığı ilaçlardan başını kaldıramıyordu..çocuk onu ziyarete gittiğinde; sabahladıklarında, sabahın son demlerinde yeni düşüncelerini ona anlatırdı..işte şimdi ona Tanrı’yı birlemeyi sordu..çocuk dır dır anlatıyordu:”bak,beni iyi dinle olur mu?hatalarımı söyle, tamam mı?””tamam” dedi babası..”anlat..””La ilahe” aslında dişiliği anlatıyor yani çokluk.. tanrılar yok demek ya? hani aslında, içinde cevabı da var..”tanrılar yok. tek Tanrı var O’ da Allah” değil mi?Haybabam onaylıyor..çocuk devam ediyordu..İnsan-ı Kamil’in manasını tefekkür etmişti çocuk ve çok acı bulmuştu..onu anlattı..anlattı..Babaerenler onayladı..ve arada hüzünle, maalesef- maalesef, evet, doğru diyordu..çocuk, o zaman hiçbir şeyden habersiz yaşamak daha mı doğru? dedi…hayır değil, olur mu? dedi Haybabam..O, malesefleri, aslında İnsan-ı Kamil’i idrak edemeyen zihinler için söylüyormuş çocuk şimdi anladı..evet ne acı maalesef..çocuğun Rehberi de anlatmıştı..insanların yüzde doksanı bu manaya eremeden göçüyordu..maalesef…çocuk İnsan-ı Kamili bulup, o gönüle ermeyi sordu ve onda birlenmeyi onda yok olmayı ve onda tekamülü ..çıkan sonuç dehşetti..(çünkü sorularının içinde cevapları vardı..sordukça fark ediyordu..cümlelerin içinde- kelimelerin içinde –harflerinin içinde manaların anlamları hatta suretleri vardı..mesela bir kelime hakkında koca bir kitap yazılsa; aslında, o kelimenin içinde tüm kitap ve fazlası ve minicik manası ve birde resmi vardı.. ne ilginçti..)

çocuk bunu-İnsan-ı Kamil’i ilk tefekküre şöyle başlamıştı.Evvel Zaman’ı ne zaman ziyarete gitse, dönüşte kapıdan çıkıyor ve orada bir eşyasını unuttuğu için geri dönmek zorunda kalıyordu..ve yukarı çıktığında Evvel Zaman’ı elinde hep aynı fotoğrafla …buluyordu..bu çocuğa çok ilginç geliyordu ve o fotoğrafı istedi çünkü O’nun sevdiği o şeyi çocukta severdi.kural böyle değil mi zaten?tamam dediler ama çocuk onları ayırmaya kıyamadı.. daha sonra alırım olur mu? dedi..Evvel Zaman bu alemden göç edince; törenine katıldığı gün, çocuk yine unuttuğu eşyası için geri döndü ve eşyasını alırken o fotoğrafı gördü.. anladı neden geri döndürüldüğünü.. ve onu istedi “tamam, o zaten senindi” dediler “”al ..senin olsun..”şimdi bu resim tüm kütüphanesini kokulara boğarak sık sık çocuğun buseleriyle- gözyaşları ile ıslanıyormuş..işte Nergis Çiçeği hikayesi ile olayı birleştiren çocuk daha derinlere dalmıştı..

çocuk Haybabam’a anlattı.O’da şöyle dedi:” çoğunluk Vahdet-i Vücudu yanlış anladılar..onu madde vücudu sandılar. işte orada kaydılar..o yüzden” dedi “anlayamadılar..yokluğu- vücudsuzluğu kavrayamadılar..”çocuk:” peki neden “dedi “bu dünya?”:”çünkü, Allah, dünya mamur olsun istedi.. devamlı inşa lazım ve tamir.. tekamül etsin insanlar, daha iyi yaşasın ..düzen böyle..öyle diledi..ve icatlar hep yeni teknoloji filan..bunlar hep İnsan-ı Kamil (inşaAllah-maşaAllah)Allah’ın Eli ile O’nun düşüncesinden yayılan ile oluyor..maalesef anlayan yok..ben yaptım,ben düşündüm,ben icat ettim sanıyorlar”..

ve çocuk Rehber’inin sözlerini hatırladı..demişti ki başlangıçta tek bir Tanrı vardı. başka varlık yoktu. OL dedi..yarattı..ve Allah verdiğini asla geri almaz.O, çok cömerttir..insan ezeli değildir ama insan ebedidir..Allahlıdır..burası için hz. Arabi den bir pasaj yazmak isterdim bu düşünceyi bende ilk uyandıran o olduğu için ama yazmayacağım..:)ona teşekkür ediyorum.. hayatıma yön verenlerden ve hükmedenlerden olduğu için çokkk şükrediyorum…..

Beyt-i Mamur’u anlattı Rehber’i..imar edilmiş-tamir edilmiş- ömürlendirilmiş ev demektir dedi..çocuk latif gönlünü andı..camdan can kırıklarının mürşidinin nasıl tamir ettiğini..ve mimarı ve ömürlendirilmişi..(ömürlendirilmiş ve devamlı tamir edilen bir şey sonlu olabilir mi?) ve dünyayı ve arş-ı ve gönlü..hepsi bir ve aynı idi.. sadece, derece derece yorumları farklıydı ve sahibi aslında daima bir kişiydi..gönül kimi seviyorsa güzel o.. yani O.. bir de O tek de, tekamül şarttı..dağılmadan-parçalanmadan…er kişi gibi teklikte..dişi-çoklukta değil..EV lere KAPI larından giriniz ayetini hatırladı çocuk..ama mana aslında bir bütün dü..ev kelimesi mesela dişiydi ve kapı kelimesi ise eril di..sonsuz anlamından bir anlamda buydu belkide..

çocuk babasına inciri anlattı.. aslında incir tekti ve açınca sonsuz incirdi ..zeytini anlattı. tek ti ama çekirdeğinde sonsuz zeytindi.. “evet” dedi babası “doğru.”yani burası çok zordu ama ancak böyle düşününce anlaşılabiliyordu. başka çare yoktu ki..vahdette kesret- kesrette vahdet sanırım..ve İnsan-ı Kamil’i bu örnekle uyarladı çocuk..onlarda TEK ti ama aslında ÇOKtular…ve “ashabım yıldızlar gibidir, hangisine tutunursanız kurtulursunuz diyen Hz. Peygamber vardı.” Beni, tüm sevdiklerinizden daha çok sevmedikçe Allah’a ulaşamazsınız demişti”..”Beni gören,O’nu gördü”demişti.. ve “müminler, müminleri sevmedikçe, cennetin kokusunu bile alamazlar “da demişti..bu da aynı manayı anlatıyordu..ve çocuk devam etti..mesnevi hocasından duymuştu ki Hz. Resul ile peygamberlik kemale ermişti ve insan-ı kamillikte ..kimse ondan daha kemal olamazdı ama o cömertti ve manasının tezahürü olan ümmetiyle birdi ..ümmetim ümmetim dediği kimdi değil mi?ince gül manası…her yıldız aslında bir güneştir unutmamak lazım değil mi?sadece o daha uzaktan gözükür..her gün doğan yeni bir güneştir ve her nefeste tazelenen hayata nefes alan bizler, her dem yeni doğan fikir –düşünce- şuur güneşlerimizle dünyamızı aydınlatmaz mıyız?kimse bir başkasını ne anlayabilir ne çözebilir..herkes kendindeki manaya ancak yolculuk edebilirmiş..çünkü başkasını öğrenmeye değil kendimizi keşfetmeye gelmişiz..anladığı- idrak ettiği aslında kendisinde yeni açılan farkındalıklarıymış ve bu çok şükredilecek yegane rızıkmış ..daha yakin olmak..teşekkür ediyorum..çokkk teşekkür ediyorum..
geçen Haybabam’ın tasavvuf dersine gelen Mevlevi dedesi; aynı vakit şunları anlatmış Fetih Suresi mealinde..Allah Allahlığını kimseye vermez.. ne de Hz. Peygamber Peygamberliğini verir..kimse Allah olamaz.. ben O’yum diyemez..sadece yakin kılınır.yakiin kılınmak demek; O, olmak değildir..O’dan gayrı değilsin evet ama O’ da değilsin..O’nun gibi düşünemezsin.sadece sana verdiği esmalar ile bildirdiği kadar. hatta nasibinde olan açılım kadar …çünkü Hz. Peygamber bile bunu demedi..biz ondan daha akıllı değiliz.. daha Müslüman değiliz.. O’nu asla geçemeyiz.bu yol edeb yoludur..O, kulluğu seçti, Allahlığı değil..biz yaratılmışız ..kuluz. Hz. peygamber bir kul gibi düşünebilmeyi bize öğretti.. bizde O’nun gibi olabilmek için yolunda gitmeliyiz.yapamasak ta niyetinde, gayretinde olmalıyız demişti.HER ŞEY HAK’TI AMA BU MANA HAK’KIN NAZARINDAYDI..biz kulduk ve hak ve batıl bizim içindi..Hz. Peygamber; hak kı batıl dan ayırmak için gelmemiş miydi ki?onca acıyı neden yaşadı peki?.ve namaz mesela yada diğer ibadetler ikilikte –çoklukta ancak olurdu..VARLIĞIN ZATEN KENDİSİ ÇOKLUKTU..tek.. neye –kime namaz kılsın ki.. neden?tek kime ibadet eder ki?.ve Allah’ın bizim ne namazımıza ne ibadetimize ihtiyacı varmış o bizim takvamıza-güzel ahlakımıza bakarmış..kılan kendine kıldı.O’na değil ki…anlamak lazım..insan zaten çokluk kelimesinden geliyormuş..ne tekliği..o mana anlamak için..TEK lik her an kalıp o halde yaşamak için değilmiş..insan tek olmaya nasıl dayanabilir ki?bu mertebe zaten en hızla geçirilen mertebeymiş.. her an yaşamak için, hiç olur mu?yaşarsın ve geçersin..takılmazsın..Allah, bizden bu dünyada hakkı ile yaşamamızdan başka bir şey istemiyor ki?günah işleyin, ben yine de affederim diyor..siz şirktesiniz demiyor ki..çevir gözlerini bak, yine çevir bak,yine bak eksik var mı ?(seni muhatab aldım beni sorgula –düşün-benimle ol-aklın fikrin bende olsun)diyor..bu mamur edilmiş düzeni fark edelim, ne kıymetli sevgilileriz anlayalım, bize duyduğu aşk-ı muhabbeti bilelim istiyor….sana mavi boncuk verdim ..mavi boncuğunu bul ..ey mavi boncuğunu bulan kimse.. benim gönlüm sende diyor:)

ve çocuk kulluğu düşündü ..Babasına anlattı.İnsan-ı Kamiller gerçek kullardı ve Tanrı’nın hizmetkarlarıydılar..Hakikat-i Muhammedi hizmetkarlarıydılar..bir mürşid aslında müridinin tek hizmetkarıydı..bu inanılmaz hüzünlüydü..müridin geçtiği tüm yolları bilen tek kişi mürşidi idi ve onu korumak da onun vazifesiydi..aklı, fikri ve gönlü hep rabıta halinde olmalıydı..çünkü rabıtayı aslında kuran mürşidiydi..müridin nesi vardı ki bilsin?o tenezül edilendi..aşağı eğilinen..hizmet edilen.. bir yolcu daha başarsın diye yoluna kurban olunandı.ama hizmet hakikatte Hak’ka idi..bunu idrak eden bir kişi ancak gerçek kul ve hizmetkar olabiliyordu değil mi?maalesef dedi Haybabam..ve çocuk, Evvel Zaman’a sorduğu bir soruya, verdiği cevabı hatırladı..bir kişi gelir-sonra başka biri daha gelir ve sonra yenileri her birinde, sırttaki yük artar ve omuzlar çöker demişti Dost’u..ve bunları anlatırken sırtını geriye verip omuzlarını tüm halsizliği ile çökertmişti…çocuk o günden sonra belki de O’na hiçbir derdini anlatmadı yada anlatmadığını sandı..çünkü, O, çoktan çocuğun derdini dertlenmişti…


ve Allah ın sisteminde duyguya yer yok muş evet ama Allah ın duygusu- hissi olduğunu tefekkür etiği Hakikat-i Muhammediyet’te saf his ve saf duygu hakimmiş..o yüzden rahim –koruyan-şefkatli- merhametli ve müminlere karşı ÇOK HARİS miş..Allah herkesin Allah ı ama Hz.Muhammed herkesin Peygamberi değil miş..bazı kişilerin Hz. Muhammed’in adını neden ağızlarına alamadıklarını yeni öğrenmiş çocuk. o ağızlar kendilerine bu ismi yakıştıramadıklarından değil, Hz. Allah, Habib’inin ismini o ağızlara yakıştıramadığından mış bu..ve bu hislerin- muhabbetin –duygusallığın en zirvesiymiş..O, herkesin helali değil miş..ve bunu anladığı için her gün ne kadar şükredip teşekkür etse yetmeyeceğini bilerek sonsuzca şükürler diliyormuş…


işte böyle sürüp gidiyor ve düşünceler hiç bitmek bilmiyor..bunları düşünebildiğim için çok şükrediyor ve çokkk teşekkür ediyorum..ya bunlardan bihaber olsaydım hala..eksik kalır mıydım??yooo hayır..Yaratan, bir kişiye vermediği manadan hesaba çekmiyormuş ki..ama verdiğini açmayan-düşünmeyen, onu fiile geçirmeyenden hesabını alıyormuş tabii..çocuk bunları yazarak fiile geçirdiğini sanıyormuş..sonra onlar zuhur ediyorlarmış nasılsa her şey gibi…yada çocuk öyle sanıyor ve kendisini kandırıyor-oyalanıyormuş..

sevdiğim, bak! ne anladım;
sen kelamsın,sen söz,sen ritim,sen ahenk,sen müzik
ve senin ahenkli sözünden, dalga dalga yayılan, o sesin zuhuruydu nur-ışık
karanlığı yaran, senin kelamının ahenkli salınışıydı o
ve sen kelamsın.. ben, senden yayılan ışık
öğretemem, sen anla ve benim kadar yüksel diyorsun tevazuu gösteriyorsun
oysa sonuna dek eğilen, aşağıların aşağısına uzanan bu kelam kimin?
Seni dünden ve bugünden ve yarından daha çok seviyorum
Çokkk şükrediyor ve teşekkür ediyorum



…………………………………….
5. MEKTUPAnkâzâde Halîl Efendi Köstendilî’nin dervişi Tûti İhsan Efendi’ye yazmış olduğu mürşîdâne mektupların beşincisidir.
http://umutrehberi.wordpress.com/2009/06/20/5-mektup/
Nur cihan…

29 Haziran 2009 Pazartesi

ŞÜKRED-İ-yorum VE düşü-NÜ-yorum MASALI -1-




ŞÜKRED-İ-yorum VE düşü-NÜ-yorum MASALI

Kapı’nın içindeki Latif sultan:sizi Nakşi yapalım?Kapı’nın dışındaki:ben Mevlevi olmak istiyorum(bildiği tek şey elbiselerinin çok güzel olduğu ve onlar gibi giyinmeyi çokkk sevdiğiydi)Kapı’nın içindeki:”Ali Amca’nın ek kontenjanından birkaç kişiye yeri vardır..artık rüyalarınızı onunla beraber göreceksiniz..…….

Latif Sultan:”bu nasıl olur?..o, rüyalarında Sıdretül Münteha’ya dek çıkıyor ..”Ali Sultan:”oluyor….evet…..”
……….

Ve Latif Sultan, çocuğun rüya defterini gülerek, sevgi ile öperek alnına koydu..dedi ki:”bunun içinde, başından sonuna her şey var..temize çekeceksiniz değil mi?bu, basılsa kitap olur..”
…….
Zaman:”rüyalarını( masallarını işaret ederek) bunun gibi yaz….”

Sizin için ..Siz den Siz e….sadece Siz e……..Siz den…..Sen den….Sana…


Herkesin içinde yaşadığı zaman kendi ahir zamanı imiş ya hani;işte bu masalın çocuğu da, Ahir Zaman’ın içinde yaşarmış vesselam….çocuk düşlerini yazmakta serbestmiş..o da, bu masalda, nü-çıplak yorum yazmak istemiş..sınırlarını bilebilmek adına;küçüklüğünde çok sevdiği gibi,evin terasının, ince duvar çevrimlerinde ipe tutunarak gezindiği gibi ..düşmekle kalmak arası yani…

Not:tam 6 sayfa nü-yorum yazmıştım bir tıkladım buraya dek silinmişti..demek ki düşme bölümü oldu. şimdi kalan sağlara geçelim:)

hayatta bunca senedir yaşayan ve hiç şükretmeyen biri olarak nelere şükredeceğimi merak ettim..ve bunu düşündüm..beni ne alakadar ediyormuş, ne mutlu ediyormuş ve neye şükrediyormuşum bilerek şükrümün masalını yazmak istedim ki işe yarasın..

Mürşid’i, manada, tesbihin ve sabrın anlamını anlattığı hafta, çocuğun hayatı değişmeye başladı..29 mayıs İstanbul’un Fethinde’yse, Haremeyn’in Fetih Kapısı’nın içini bekleyen Efendisiydi ..ve uyandı şaşkın düşünüyordu.görüntü devam ediyordu.. Kapı’ya gelen Efendisi, gülerek neşeyle çocuğa el yapımı kırık beyaz fermanname rulosunu uzattı… çocuk ruloyu açtı, sayfa boş ve bembeyazdı... ve dedi ki Nazargah-ı İlahi=Tanrı’nın bakış yeri gülerek:” biz mevleviyiz.”

gerçekten mi?çok teşekkür ediyorum ve şükrediyorum..hayalde olsa muhteşem..benim için bu bile yeter..

ve gece Haybabam’ın tasavvuf sınıfına; 2 sene evvel onları Konya’ya götüren Mevlevi Dedesi teşrif etmiş..sohbete Fetih ayeti ile başlamış..o Mübarek Belde’nin nasıl Emin ve Korunmuş olduğunu, girenin selametini anlatmaya başlamış ve çocuk kalbindeki kahkahayı ilk kez hissederek ufak bir çığlık atmış ,neşeden.. eli ile ağzını kapatarak sevinç gözyaşlarını silmiş..zira Dede’den konuşan Makam-ı İrşad’ı imiş yine ve sorularına cevap gelmiş…ve sohbet bitince Mevlevi dedesine sarılarak teşekkür etmiş..Dede:”sizin şiirleriniz vardı. bana onları hala yollamadınız. yollarsanız düzelteceğim ..daha doğru usulde yazmış olursunuz, yollayın olur mu? Bekliyorum” demiş.. 2 sene sonra ilk kez karşılaştığının bu tenezzülü için “teşekür ediyor ve şükrediyorum..…”


Ve çocuk mağarasından taşınıyordu..ona ev bulunmuştu..tabii ki, yine, o ,seçme hakkına sahip değildi.Mürşidi ne gelirse eyvallah diyeceksin-itiraz yok demişti..çocuk bu ilk bahtına çıkana eyvallah demek üzere yola çıkmıştı ..başka ev bile görmek istemeyecekti-harabe bile olsa eyvallahtı cevabı ve bir şey yapamanın acziyeti ile ağlayarak yürüyordu..parkın kenar süsü bitkisinin üzerine konmuş olan kırmızı gülü uzattı, annesine.. bak yine aynısı dedi..gülümsedi, aldı..ortadaki açmış güle ve iki yanındaki açmak üzere olan güllere baktı..üç gül ama aslında bir güldü, tek saptaydılar ..avucunda nazikçe sıkıp gülü öptü çocuk ve göğsüne koydu..daha çok ağlamaya başladı.. yanlız değildi, anladı..evi görünce şaşırdı. Bu ev eskiden hep oturmak istediği evdi..bir türlü nasip olmamıştı..17 senedir değiştireceği 5.evdi bu..hurma kutusunun sonsuz anlamından ilk mana tezahürüydü anladı çocuk..adı gül dü evin ..dairesi ve no su ayrı ayrı 5 di..ve katı ile no su aynı manada 2 idi..ve A idi..bu kadarı fazla bana dedi ..içine girdi..kusurlar vardı..yapılacak dediler.yapılmasa da:” tamam, beğendim” dedi ve ev tutuldu…her zaman olduğu gibi hayatı ile ilgili hiçbir şeye hüküm veremiyordu..ona bu kadar yüksek estetik seçim hayali veren ,nedense, bu yetisini ona hiç kullandırmıyordu..neden demeyecekti artık, çünkü önemsizdi…

Mağarasındaki son geceyi uyumadan geçirmek istedi..tam üç senedir bir kere tülünü bile açmadığı-tel no sunu ezberlemediği-zerre sevemediği bu mahremiyetsiz ev ona ne kazandırmıştı ne kaybettirmişti..sabaha dek müzik dinledi..düşündü çok ağladı..ağlama yasağını bu sefer delebilirdi..

bu mağarada gerçek ailesini bulmuştu..gerçek dostlarını..


bu evde yaşayıp yaşayamayacağına karar vermek için bir gece kalmaya karar vermişti..işte o ilk gece, hep korktuğu için giremediği o, boğazın derin mavi sularına girebilmiş ve can havli ile yüzmüşü..çok yorulup kenara tutunmuştu ama olsun, sonuçta denize girmişti..sabah bu rüyanın hatırına evde kalmaya karar vermişti bile..ve gerçekten de Evvel Zaman’la bu evde samimi olmuştu..O, çocuğu son zamanlarında telefonla hep arardı ve ince bir muziplikle:” vaziyetler nasıl evladım” derdi..LatifAli Sultanları bu evde hayatına zuhura çıkıp, yön vermeye başladılar..gerçek mana ailesini bu evde keşfetmeye başladı..böyle de bir ailenin olduğunu ve onları bulmak lazım geldiğini öğrendi..imtihanlar ne derece şiddetli olursa olsun daima korunup gözetildiğini bu evde öğrendi çocuk..öylesine korunmasız ve mahremiyetsiz bir evdi ki inanılmazdı…ama hiçbir sorun çıkmamıştı..çocuğun imtihanı nefsine yönelikti..mesela, bunu idrak etmişti..çok ağır bir nefsi imtihandı..burnunu kaf dağından yere sürtmüştülerdi..ama insan çok nankör. Hemen, yeni ve güzel ile eskiyi unutuyordu..çocuk sabaha dek uyumadı ve olan biten her şeyi düşündü durdu..bu evde muazzam şeyler yaşamıştı..viranesinde hazine saklanmıştı ve o hazine bu evden zamanın A’li Emanetçisi’ne verilmişti..anlamını hiç bilmediği ve hiç öğrenemeyeceği belki de..geldiği gibi sessiz..çocuk.Hz. Niyazi Mısri’de bir şey okumuştu, anlayamadığı..her karında bir kalp vardır cümlesiydi bu..işte hazinelerin huzurla açılan o dairesel ritmi bu karınlara gömülüyordu..ve emanetçide onu oradan aynı dairesel işlemle alıyordu..ne garip değil mi?

hayalinde Makam-ı İrşad ı evi teftiş etmişti ve hüküm verilmişti tabii…..
Hıdrellez de bu gece Hızır’da gelsin inşallah diye masalını asmıştı ya hani çocuk..işte o gece Makam-ı Hızır en lezzetli yemeklerden daha lezzetli bir busegah olarak teşrif ettiler..ayakları yerden kesip bulutları aciz bırakan…hımmmm..


ev çok küçüktü ve sofra örtüsünde ekmekler mayalayıp pişiriyordu..ateşsiz hem de.kendiliğinden. ve üst kattan başına topraklar saçılıyordu çiçeklikten..

ve ona tesbihin manasını-sabrı anlatmıştı.imtihanın bitti dedi çocuğa.şükrediyordu çok çok teşekkür ediyordu.hane ancak, o saraya padişah konduğunda mamur olurdu ,bunu biliyordu artık..o yüzden davet ediyordu…birde, şu manayı idrak etmişti burada.bir padişah asla başkasının evinde- otağında kalmazdı ki..önden giden heyet orada onun için bir otağ kurar sarayının benzerini yaparlardı..insan padişahı bile bunu yapıyorken Yaratan hiç kul yapısına gelir miydi ..O’nun geldiği, kendinin önden yolladığı Arş-ı Rahman olan gönlüydü..o deniz kendisinden başkası değildi..ama yaratılmıştı..onu bir Yaratan vardı..


bela ve şer sandığı aslında o güzelliğin muhafazası içindi, çocuk bunu çoktan anlamıştı..anlamış olmak ne yazık ki yetmiyordu..hayata geçirmek çok zordu..düşünmek çok kolaydı –yazmakta çok kolaydı ama fiile geçirmek en ağır olanıydı..ve düşünmek amele dönüşmedikten sonra zerre önemsizdi.. öğrenmişti..

“Gayb” a imanı öğrenmişti bu evde bir kere..”bilmediğine –Gayb’a” iman edince ve bunu hale dökünce; O Şey, zuhur ediyordu..çünkü siz bildiğinizle amel edin ben size bilmediğinizi öğretirim demişti Yaratan..ve “Gayb bilinir olunca küfür ve iman bir oluyordu..”her şey ortadaydı ve bizler bu kadar sade ve açık net olanı göremiyorduk..görsek bile idrak edemiyorduk ne muazzam bir proğram.. acaip ötesi..ve unutmak muhteşem bir şey..olağanüstü..unutmak üstüne çok düşünmek lazım belki de..ya unutamasaydık..dayanamazdık ki..

işte çocuk her zaman olduğu gibi geçmişi kaydetmiyordu..o aslında hayatında onu üzen –ilgi duymadığı her şeyi reddediyordu..sadece bir konuda çok başarısızdı..ve bu onu sinir küpü yapıyordu..ama onu vakti gelince mürşidi düzeltecekti biliyordu..vakit henüz hamdı..çünkü çocuk büyümek istemiyordu..O’ndan ayrılacağım korkusu ile asla da büyümeyecekti…çocuk bu evde İnsan-ı Kamil ne demek onu öğrenmişti..bu mağara sanki onun imtihanı için yapılmıştı ve o gelip yaşasın diye hep beklemişti..ama ardında bıraktığı mağara bundan sonra her gelen için mübarek bir yuva olacaktı..buna iman ediyordu..içine öyle bir his vardı nedense..”içinden geçtiğim bu mağaraya teşekkür ediyorum ve şükrediyorum..en dibe vurduğum zamanlarda en tepelerde beni dolandırdığı için..beni viranesinde gözlerden-gönüllerden muhafaza edip koruduğu için teşekkür diyorum…”


ve ev taşınırken yine başka yerde beklemeliydi..ve yolunun üzerindeki bir fakültede olan konferansa katıldı çocuk..orada hep akademisyenler ve talebeleri vardı..tek, tebay-ı cahil-ü cühela belki de çocuktu..madde ve mana ilminde yetkin ve dünyada bu makamı işgal eden “nadir prof. Zat”; soru sormak isteyen var mı? dedi..çocuk el kaldırdı..izin verildi..soru:”biliyorsunuz ki Kamil Zatlar halen var ve ehli bunları, sizin bildiğiniz gibi biliyor..ve sizin okulun mezunları, bizi –çocuklarımızı manen eğitiyorlar..yetkin sizsiniz…ama tasavvufun üzerinde tasarruf edenlerle yan yana geldiklerinde cazibe onlarda.. madde ilmi çok yetersiz ve bu çok belli oluyor..neden onları okulunuza davet edip öğrencilerinize hal yükletmiyorsunuz :)?”

salonda soğuk bir uğultu esti gibi oldu..ama konuşmacı zevkten mest, iki elini yanlara açarak sevinçle, en yumuşak hali ile güldü çocuğa ..O,ince bir iltifatla güven verdi..ve güzel sözler söyledi..anlattı en akademik lisanla ve çocuk hiççç anlamadı tabii:)ve önünde az evvel okuduğu, bir evvel zaman imamlarından birinin yazdıklarını açtı yine..” işte” dedi” demin ,aynını, buradan size okudum bende..O’da bunu anlatıyor..”zaten çocuk bir O’nu iyi anlamıştı da soruyu öyle sorabilmişti değil mi?”buna kanunlar müsaade etmiyor ..izin yok…”dedi zat-ı muhterem..aslında çocuğun anladığı ve anlatamadığı anlam şu idi..neden madde ilmine sahip din alimleri ehli tasarrufu bu kadar incitmişlerdi ve onların gönüllerinden bu kadar uzakta kalmışlardı..evet, boyları kadar kitap yazabiliyorlardı ama manasının açılmasına izin verilmiyordu ..çünkü manayı reddeden- ben bilirim ucubuna kapılmışlardı..bu ucub denen kibir cinsi sadece alimlere özelmiş, öyle duymuştu çocuk..tabii bu genelleme..özeller vardı; aynı konferansı yöneten zat gibi mesela..
Ve çocuk bekledi..eve dönüyordu..ama hala çok sinirli ve öfkeliydi..eskisinden daha hırçındı ve kavgacı..inanılmaz korkunç bir yaratık olmuştu bence..hani iyi huylu olacaktı,hani sakinlik huzur ve dinginlik..sufiye hiç benzemiyordu..hele seyr-ü sefer yapan o sessiz dervişlerle zaten hiç alakası yoktu..acaba ek kontenjandan olduğu için mi bu kadar sakildi anlayamıyordu ki..burada safi celal vardı safi celal..nerede bizim cemal yahuuuu!!!beraber bir dağa gitmeliyiz ve avazımızın çıktığı kadar, sesimiz kısılana dek günlerce bağırmalıyız bence(ben dedim yine ve hala istiyorum:)hayatında hiç küfretmemişti..çocukken çok isterdi kızdıklarına küfredebilmek ama ne yazık ki küfredemiyordu..o dağda; sen, benim yerime de küfredilmesi gerekenlere söğersin olur mu?(ben yinede küfretmek istemiyorum, lütfen:)

hala hiç kimseyi istemiyordu çocuk sadece o olmalıydı..kendisinden bile nefret eder olmuştu..sadece iyi huylu-sakin ve edebli olabilmek istiyordu..kendisine çok yabancıydı..çok acaib bir histi bu..kendinden kurtulamadığı için daha çok sinirleniyordu işte..binanın girişindeki kırmızı güller yoluna serpilmişti..ağlayan çocuk buna hüzünle gülümsedi..teşekkür etti.bir kaç gün fırtına esti ve çocuk seccade çok şükrederek çok ağladı..ağlaması yasaktı lakin o kontrolünü yitirmişti..bu evde çok mutlu olacağına, çok güleceğine yaratanına söz verdi..başaracağım dedi başaracağım..


padişahların cülüs şenliklerinde dağıtılan akide şekerlerinden kırmızı renklileri en çok severdi..çünkü kırmızı akide şekeri hazzı anlatıyordu çocuk için..hazzın tanımı, çocuk için; acının ve tatlının eşit karışımının tadı idi..iki denizin birliği gibi..tuhaf bir zevk..bağımlılık cinsinden ..ne acısız tek oluyordu, ne de tatlısız değil mi?denge ..lezzet..farkındalık..seviyeler…ayarlar…kontrolsuz kontrol misali..otomatik yönetim..

Ve çocuk geceleri yürümeye karar verdi..onun tek sevdiği şey yalnızlık ve düşünebilmekti..sıcağa dayanamazdı ve yeni evi muhteşem esiyordu..yaşam alanları sadece sabah güneşi alıyordu tam sevdiği gibi…zaten çocuğun güneşi gönlündeydi gerek yoktu..çocuk bu yürüyüşlerde hiç birleştiremediği düşüncelerini kıvama gelmiş buldu ve hayret etti..

Bu bölüm tehlikeliydi belki de öyle olması lazımdı..bu yolda insana en az 40 kişi kafir demeliymiş ya, öyle duymuştu çocuk.o, çok aceleci olduğu için; bu masalla, birkaç yüz kişiden dinden çıkmış-perdeli-şirkte yaftası yiyeceğinin eminliği ile şımarmıştı bile hafiften..


İlk yazmaya başladığında evden hiç çıkmıyordu ,yazdıklarının anlamının dehşetinden hem korkuyor hem de haddini bilmezliğinden utanıyordu-ağlıyordu..Ali’si demişti ki ona:”sizi anlayamayacaklar..diyecekler ki; o, iki tane şey okudu-duydu şımardı-yoldan çıktı-dinden çıktı..aklını yitirdi.sizi çok az kişi bilip anlayacak..”böyle şeyler umurunda bile olmayan çocuk ağlayarak:”beni sadece Siz anlayın .başka kimse anlamasın” demişti Evvel Zaman’a..ve şimdi ona lütfedilen nimetin ne büyük tenezzül olduğunu biliyordu..o, Mana Padişahlarına masal yazıyordu..ve lütfediyorlardı..çocuk neden ben diye çok acı çekmişti..onun ne diplomaları, ne ilmi vardı..ne de öyle izinsiz çekip durduğu esmaları..ne fazla bir ibadeti..bu utanç veriyordu..etrafına bakıyordu..sabahtan akşama dek izinsiz ,nerde ne bulursa çekip -okuyanlara bakıyordu.inanılmaz riyazatlar yapıyorlardı .(sonrada çekiyorlardı tabii. geçen bir rehber şunu anlattı..izinsiz esma sadece negatif enerjilerin işine yarar..”ancak, bir mürşid esma verdiğinde, onun nur unu da beraber verir ve hakiki anlamı açılabilir.. “eğer bir mürşidiniz yoksa, normal ibadetlerin dışında esmalara filan girmeyiniz. dikkat ediniz diye uyarmıştı onları.).camii camii ,türbe türbe gezenlere bakıyordu..(çocuğun şu sıra türbelere gitmesi yasaktı ya belki kıskanıyordur)tüm ilimleri yalayıp yutmuşlara bakıyordu ve onların onca ilimle hala her duydukları rüzgara doğru yön değiştirişine hayretle bakıyordu çocuk hayretle (iman bu kadar kolay mı yön değiştiriyordu.)

bu tenezzülü bir türlü anlayamıyordu..hak etmiyorum düşüncesi onu mahvediyordu..ama hak etmiyorum demesi bile artık yasaklanmıştı..çünkü kim hak ediyordu ki?....kimse.. evet hiç kimse bir haltı hak etmiyordu..çünkü yoktular ki hak etsinler..neyimiz var ki?.. ne diyebilirdik ki..hiç bir şeyimiz..biz yaratılmış tık ve rızkımızda tayin edilmişti ne bir zerre fazla ne eksik.. ne verilmişse o..kimse bir şey yapamazdı.çünkü var bildiğimiz her şey yaratılmıştı..
yaratan bir tek olan Tanrı’ydı..işte Tanrı’yı birlemek en zoruydu..

Şükredebilmem için devam edebilmeye şükrediyor ve teşekkür ediyorum





Nur Cihan24.06.2009nuralem7@hotmail.com

4 Haziran 2009 Perşembe

GÜZELLEME






















GÜZELLEME
03-Haziran-2009

BİR VAR mış
BİR YOK muş
EVVEL ZAMAN içinde
AHİR ZAMAN içinde
bir çocuk varmış....

Hz. İnsan Ali Ulvi Kurucu için
siz güzeldiniz
hem de çok güzel
bizler sizi bilemedik
sizle güzelleşemedik
ama siz hep güzeldiniz

bizi sizle güzelleştirdiniz efendim
hiçbir şey için geç değildir
hoş geldiniz efendim
……………………………………..

Hz. İnsan Latif Baltutan için
bir latif sultan tanıdım
bir konsey azası tanıdım
bir mor giysiler içinde heybet tanıdım
bir nurdan ulu bir sütun tanıdım
bir latif dost tanıdım
bir konuşma arkadaşı tanıdım
bir sır tanıdım
bir sırdaş tanıdım
bir mühürlü ağız nasıl olur tanıdım
bir sırlanmış peygamber manalı adam tanıdım
bir a'li dosta aşık aşk nasıl olur tanıdım
bir asıl bir de o nun gölgesini tanıdım
bir aşkın nasıl kendisini aşkında yok ettiğini tanıdım
bir yok oluşu seyredip o yokluğa
bir a'li nin kendisini yok edişini tanıdım
bir rahmanın nefesini tanıdım
bir bir yok olanların hepsinin o
bir nefesde var olduğunu tanıdım
……………………………..

Hz. İnsan Ali Öztaylan için
BİR A'Lİ TANIDIM
bir gönül tanıdım
bir ruh tanıdım
bir güzel tanıdım
bir ilahi nefes tanıdım
bir seher rüzgarı tanıdım
bir inci den gözyaşı tanıdım
bir baba tanıdım
bir zaman tanıdım
bir cemal tanıdım
bir celal tanıdım
bir cemal tanıdım
bir damla tanıdım
bir derya tanıdım
bir lütuf tanıdım
bir sultan tanıdım
bir bir i tanıdım
bir mana tanıdım
bir anlam tanıdım
bir cevab tanıdım
…………………

HZ. MURAD-I AŞK-I için
simsiyahtı perdeler
ve aşkın rengi mora bulanmıştı
huzmeleri erguvani gülüyordu
ve bir tutamcık lacivert-mavi ydi
sen kapıda bir anlık duran “nur” dun, bir anlık
ben, musikinin derinliğinden anlayamazdım
renklerle oyalandım-seni düşündüm
rengarenktim
ve simsiyahtı perde
sen “bembeyaz ışıktın” yine bir an, kapıda
siyah perdeye indi bir defalık saf mavilik
Ve sonra yine yol yol değişti ışıklar, yeşilin tonlarında
gülümsedim ve bazen ağladım
ben musikiden hiç anlamazdım
senin rengine
işte bugün, ben böyle bulandım
teşekkür ediyorum..(1-6-2009)
………………………….
Anahtarcılar için
1 haziran 2008


Bismillahirrahmanirrahim

1, 2- Rahman Kur’an-ı öğretti.
3- İnsanı yarattı.
4- Ona beyanı(düşünüp ifade etmeyi) öğretti.

ALİ ÖZ-TAYLAN VE O’NUNLA AYNI KİŞİ OLDUĞUNA İNANDIĞIM ŞİMDİ EBEDİYYEN HAY OLAN LATİF BAL-TUTAN HATIRASINA İTHAFTIR..

Mekanımız Ak-saray-Beyaz-zıt
okulumuz Nur’dur bizim
kitabımız A’li dir bizim
rehberimiz İmam ALİ oğlu İmam Ali’dir bizim
* * *
Sizleri yeryüzünde iki melek olarak tanımıştım
tanıdığınız herkese melekliği yaşatıyordunuz
aluyyun veli A’li melektiniz siz
iki ayrı bedende tek ruh gibiydiniz
A’li ruhlar zaten aynıdır değil mi?
sizde tektiniz benim için
beni insan yapan sizin mananızdan akan feyizlerdi
ey LatifAli Sultan
sizi son gördüğümde nurdan bir sütun gibiydiniz
size bakarken ağladım ne kadar yüceydiniz
sanki bambaşka biriydiniz
yoktunuz, sanki ışıkdan biriydiniz
şimdi her daim konseydesiniz ve biz sizlere muhtacız
siz bana rüyamda gelen dosttunuz
dost terk etmez bilirim her daim bizlesiniz
artık konuşma arkadaşım yok mu?.
……..

Ya AliLatif Sultan kalbim yağmalandı…
tam birlemişken parçalandı…
sizi de son gördüğüm aynı günde
sanki “seherin tanıkları” gibi sadece elbiseydiniz
ve sanki o hırkadan başka bir şey de değildiniz
Rahman’ın gelini gibiydiniz aynı anda
sizi kollarıma alıp yükselmek yükselmek istedim o anda
biliyorum bu gece bir yıldız daha kayıp düştü denize
ve seherin tanığı kayıkçı sefere çıktı yine
düşüp akan o yıldızı avuçladı denizden
ve sandalına aldı yeniden
ölüm sizler için değil biliyorum
Hay olan ölürmü hiç;
sadece tesbihin A’li tanesinden
İmam-ı Muhammed’e(s.a.v.) dost olur
siz dost olarak aynı Nur’dan yaratılmışsınız
siz bize gökten inmiş aluyyun veli meleksiniz
aluyyun veli dost melek ne yapar?
hep sema eder o aşktan sarhoştur bilmez hiçbir şey
o perdedir seyran edilir üzerinde seyrin mekanıdır
bir LatifAli daha CemAli oldu
Şeb-i arus O’na Rahman’ın Gelini oldu….

……..

Sizi yaşadığım müddetçe daima kalbimde muhabbetle yaşatacağım ve sizle hep sohbet edeceğim..

Felsefemdir kitab-ı imanım,
Taparım kendi ruhumun sesine,
Secde eyler hakikatim her an,
Kalbimin ateş-i mukaddesine.

Neyzen Tevfik


Nur Cihan

03.06.2009
nuralem7@hotmail.com
http://sufizmveinsan