17 Kasım 2009 Salı

Masala bağlı masalsı dostluklar için -3-




















Masala bağlı masalsı dostluklar için -3-

Biliyormusun, eskiden de yazdığım gibi, duygularımın rengini hissederdim ve sorardım: şimdi ne rengim? diye..kimse ne renk olduğumu bilemezdi kimse..aynı, şimdi ne yazdığımı senden başka kimsenin bilmediği gibi, değil mi?hatta ben bile, ne yazacağımı - ne yazdığımı yazarak öğreniyorum ve o yüzden yazmaya muhtacım..gelen geçen ve hırpalayarak yoran hayat bana bu güzelliği unutturmuştu.. şimdilerde, Sen yine bana hatırlatıyorsun.. ne güzelsin..Sen geldiğinden beri hayatım senin cennetine dönüştü.. bana bu yeterde artar(desem de inanma- yetmiyor inan) ..Sana da yetmez biliyorum..beni peşinden sürükleyip duruyorsun.. korkuyorum yine, neden biliyor musun?. bitecek diye..Sana ilk geldiğim zamanlardaki gibiyim.. bitecek ve Sen beni bırakıp diğer limanlardakilerle yürüyeceksin diye kıskanıyorum..hem de nasıl…bir bilsen….
geçen gece Hakim’e netten yazdım:ilerlemekten ,yükselmekten korkuyorum..yapayanlız kalacağım anlıyorum..beni bırakacak diye çok korkuyorum..
Hakim:yalnız kalmazsın ki Allah var..çocuk:hep yeniler gelir ve işi biten unutulur gider ama diyor..Hakim:eee mevsimleri düşün,o mevsimlerle gelip geçen renkleri …hep aynı renk ve biçim ve Zaman olsaydı sıkıcı ve bıktırıcı olurdu..nasıl Zaman geçerdi ki..usanmamak lazım.. o yüzden de hep değişir….
çocuk:nübüvveti veli ne demek duydunuz mu?Hakim:nerden çıktı bu..çocuk:bilmiyorum, duydum.. öyle bir şey var mı ne demek?..Hakim:bilmiyorum ama Celvetilerin Tac-ı Şeriflerinin en tepe ortasındaki Noktaya denir diye okumuştum sanırım..nedir o nokta?.. çocuk:……Hakim:ben söylemedim ,sen söyledin..çocuk:sayılmaz çünkü bilmeden söyledim:)

………………
Bugün Mavi Tuareg gibiyim..gece mavisi ve siyahım..ruh halimde öyle demek.... Sahra’nın bu yalnız yaşayan ve kendi sahalarına en yakınlarını bile yaklaştırmayan Mavi Tuaregleri gibiydim..ya da bu yansıyan Sendendi kim bilir..ne kadar uzun zaman geçmişti. Sen, ne sesini duyurmuştun, ne de kendini göstermiştin.. ben yollardaydım, Sana doğru akıyordum..ama dünya hali, tüm yollar inadına yavaştı..Sadece gözlerimin arası hareket edip duruyordu...yüreğime giden tek yol.. ve sen oradan belki de bana akıyordun.. orada senden başka trafik işlemiyordu değil mi?
Arada, onca kalabalığın içinde umarsızca akan gözyaşlarımı siliyorum aynen şimdiki gibi.. çünkü Sen, benden kaçıyorsun ..Sana yetişemeyeceğimi biliyorum…geliyorum ..Sen kalkıyorsun.. bir an, sadece bir dakika görmeme izin veriyorsun..ellerimi çaresizlikle iki yana açıyorum.. yine yetişemedim diyorum..çoooook hoş gülüyorsun “olsun,bir dahakine yetişirsin” diyorsun.. üstelik beni hatırlıyorsun ve halimi bile soruyorsun:)..çok hoşsun..halim Mavi Tuarek bil..çöllerdeki kumlardan, zavallı bir kumdan başka bir şey değilim ki.. Sen üzerime bas da geç diye bekliyorum..bu kum zerresinin üzerine basıp geç ki, kum kumluğunu idrak edip miracını tamamlasın…

geldiğim anda kendimi dışarıda buluyorum..Uşşaki DervişiTerzi Osman Amcama diyorum ki:Allah bizi ne çok seviyor değil mi?bize nasıl da aşık..”evet” diyor dostum” O bizi çook seviyor, hem de nasıl aşık.”.çocuk :,O bize kör kütük aşık..her şeyini bize veriyor …ben olsam hiçbir şeyimi vermezdim,çok kıskanırdım” diyorum gülerek ama aslında bağırarak ağlamak istiyorum biliyor musun..dostum:merak etme diyor kulağıma eğilerek “O’da kendisinden başka kimseye bir şey vermiyor zaten “……

sanki bir teselli var..akabinde Ceviz Ağacı cafe’ye davet ediliyorum…dumansız hava sahası… güzelim, türküm, doğruyum,çalışkanım insanımda yeni açılımlar yapmış, dışarıya sıcak hava yakılıyor..kışın sıcacık sokaklarda oturmak kadar keyifli bir şey olamaz herhalde değil mi?hava ısıtılıyor ve içeriden daha hoş olmuş böylesi.. her şer gözüken şeyden bir incelik doğuyor sanki..rakçı (rockeri:)çocuk ve kardeşlerim var..garson geliyor; kahve istiyorum orta şekerli.. konuşuyoruz..seni göremeyişimi anlatıyorum..birazdan hayatımda gördüğüm en zarif sunumlu kahveyi getiriyorlar..o da ne?.. bu ne ?diyorum.. ne muhteşemsin.. teşekkür ederim…garsona şaşkın bakıyorum: herkese böyle mi sunuyorsunuz ?diyorum..”hayır” diyor garson “sadece özel müşterilerimize”.. peki diyorum nasıl anlıyorsunuz özel olduğunu..”ben anlarım” diyor garson: ben karar veriyorum.. bu kahve sadece sizin için.. size özel.. ben yaptım diyor..çook teşekkür ediyorum..”bir daha gelirsem yine aynı kahveden isterim” diyorum.. garson beni bulursanız ,size aynı sunumu yapacağım. beni bulun olur mu? diyor..gülüyoruz…ne özel bir garson…kararmış bakır küçük bir yuvarlak tepsi içinde; bakır bir cezveden beyaz dumanlar çıkıyor ama ne duman ooofff yani..yanında bir mini oval bakır kap, kapağında bir hilal var ve içinde bir sarı, bir yeşil iki lokum duruyor.. cami kubbesi gibi kapağının da hilal olan zarfın içinde, beyaz bir porselen fincanda miss gibi kahve duruyor..ve incecik camdan küçük bir bardak su..sadece bu zarafeti izliyorum, öylece kalakalıyorum..cama sahip olmak demek aslında hiçbir şeye sahip olmamak demek mişi hatırlıyorum…hüzünlü bir keyif bu ..kardeşim: bu sana hediye.. göremediğin için hediye.. senin için, bak diyor..” evet “diyorum..rakçı çocuk ve kardeşi bu güzel jesti fotoğraflıyorlar…

Akşam tek taş alyans sınıfına Ahmed Efendi gelmiş..çocuk O’nu ilk gördüğünde sorduğu soruya verdiği cevabı hatırlamış..Ahmed Efendi masadan aşağı sarkarak,ellerini yere doğru uzatmış: o kadar derindesin ki göremiyorum.. çık yukarı, sana ulaşamıyorum demişmiş..işte bu gece gelir gelmez çocuğa takılmış: Evvel Zaman’dan sonra bir yere gittin mi? demiş.. “hayır “demiş çocuk.. hoca:seni nakkaş yapalım olur mu?...çocuk” zaten ben ilk evvela bir nakkaşım yahu” demiş…ders başlamış.. hoca anlatıyormuş:soru sormak isteyen var mı? .... çocuk el kaldırmış.hoca:aman!!.. sen, sorma sakın demiş..sen soru sorunca dersi istediğin yere kaydırıyorsun ve ders uçuyor.. sen nakkaş ol sus:)çocuk: zaten yaratılmış her şey nakkaş değil mi hocam?.. hafi yani gizli zikir yapıyorlar.. biz duymasak da anıyorlar-hiç unutmuyorlar yani..hoca gülmüş, sınıf gülmüş…uzun zamandır yok olan neşe geri dönmüş bu gece.. çok hoş bir zaman geçmiş.. herkes çok mutluymuş sanki…bir güzellik varmış da ne?….kim bilir ne?çocuğun iki gözünün arası hiç durmuyormuş ve çocuk hep Zaman’ı anıyormuş..

en hoş ana gelmiş şimdi çocuk..hoca kürsüde “lahuti alemi “anlatırken cep teli hiç durmuyormuş.. o kapatıyormuş ama tel durmuyormuş..tam lahuti alemin zirvesindeyken:) teli açmak zorunda kalmış hoca,kendisini arayan oğluna:”çok mu acıktın oğlum?..tamam..ne mi yiyeceksin?..bak buzdolabımı aç, şu rafta ekmekler, şu rafta sucuk ve tabakta kaşar var.. tost yap ve ye olur mu?..yatarken güzel örtün,üşütüp hastalanırsın sonra demiş.:)karnını iyice doyur ..aç kalma sakın tamam mı?dersin karizması yerle bir mi oldu sanıyorsunuz.. yooo tam olması gerektiği gibi, yere döndürüldü yani..yine bir çocuk tarafından değil mi?padişahları bile dize getirirmiş çocuklar, hep eskiler öyle derler hani..

çocuk: ya hocam tasavvufta düşünceler ne kadar yüksek olsa da, hiç karın doyurmuyor değil mi? hep aşağıdan seyretmek lazım..istediğin kadar düşüncede yüksel, hep işler fiillere bakıyor, şeriatsız –amelsiz hiçbir şey yürümüyor yani..ancak çalışan, elleri ile işlediğini yiyebiliyor demiş..gerçekten şimdi Haybabam sınıfı olmuşlar yani..herkes gülmekten kırılırken, Ahmed Efendi daha çok gülmüş..”sen nakşi ol” demiş yine.. “sus” diyormuş yani “sus”..ne güzelmiş tasavvufi dünya hayatı ve ne eğlenceli imiş şu tasavvuf Ademleri ve Havvaları..hiç dışarıda eğlence- magazin aramaya gerek yok.. hem de bedava..insanın kendisinden daha komik bir şey bulmasına ise hiç imkan yokmuş..ama bu olayda çocuk celveti ne demek sanki biraz idrak etmiş…halvette celvet yani..yani bir yanın şuursallığınla =gönlünle hep Allahlı olacak ama sen bu cumhuriyetin içindeki ferdiliğinle de; kendi hayatın için mücadeleye devam edeceksin..yaşamak için çalışmak zorundasın....düşüncede istediğin kadar yüksel hayata geçmedikten sonra hiçbir değeri yokmuş..

Kütahya’da Dönenler Camisindelermiş…Arabi uzmanı Hocası ve felsefeci arkadaşı camii seyrediyorlarmış..çocuk Demirli Hocasına demiş ki: her şey dönüyor, her şey semada..hoca: evet ama biliyorsun Arabi Hazretleri sema ya karşı değil, aksine sema yı –işitmeyi- duymayı-dinlemeyi seviyor.. çünkü sema dönmek değil işitmek-dinlemek-itaat etmek demektir ..O, devrana yani dönmeye karşı demiş..çocuk: ama sesi işiten,itaat edip dönüyor ..işte o devranı-dönmeyi de seviyor bence ..”hayır” demiş Demirli Hocası:sevmiyor.. O, devran sevmiyor....”seviyor… eskiden sevmiyordu belki ama artık seviyor” demiş çocuk..”nereden biliyorsun sevdiğini, sevmiyor” demiş hocası…” artık seviyor” demiş çocuk :seviyor işte.çünkü bu bir çocuk masalıymış ve masalda kuralları masalcı koyarmış:)..

dönmek kolay ..zor olansa durmak diyen Hazretimiz Pirimiz Mevlanamızın bu sözü üzerine çookk düşünüyormuş çocuk…evet dönmek ne kolay ..neden duramıyorum ki?..durduğumda ne yer kalır ,ne gök kalır be ya hu yu anladığı içinmiş sanırım…Evvel Zaman, çocuğu kendinden sonrakine yolladığında sorduğu ,Zaman’mış çocuğun..O’nu gösterdikleri için, O’nu sormuş tabii..tüm bedeni zelzele ile titreyerek:yerler ve gökler, kendisi için ayakta duranlardan O, demiş Evvel Zaman …

durduğum da aşkımı yitireceğimi anladım biliyor musun? ..durduğumda Seni asla bulamayacağımı, Mavi bir Tuareg gibi, çölde yıldızlara tek başıma bakacağımı anladım..elimi uzattığımda Seni tutamayacağımı biliyorum..

çocuk:biliyor musunuz, şu an gökyüzünde İki Güneş var…İki Kutuplu Zaman gibi demiş..Demirli Hocası gülmüş:hatta, bazen ikiden çok daha fazla Güneş olabilir demiş..evet demiş çocuk.. ve bir anneden; bir batın dan doğan ikizleri, üçüzleri ve diğerlerini düşünmüş nedense…tuhaf bir düşünce ama neden aklına gelmiş henüz düşünmemiş..ama ilk evvel doğan, bir dakika evvel bile doğsa o daha büyük sayılıyormuş hani..çünkü dünyaya bir dakika evvel teşrif etmişmiş.Alaaddin Keykubat Cami Minberi’ndeki Feleklerin ahşap işçiliğini hatırlamış nedense..Arabi Hocası, çocuğu bugüne yansıyan Horasan Ekolü tarzında görüyormuş..çocuk ise O’nu Endülüsün Sultanının varisi..Horasan Ekolü hakkında sadece Hocasının anlattıklarından izler hatırlıyormuş.. başka bir bilgisi hiiç yokmuş zaten..

şu dönenler üzerine tefekkür etmek istemiş çocuk ve tövbe edenler tabii..mesela Arafat ‘a çıkan kişi arınmış sayılıyormuş.. kim ki: ben hala günahkarım,acaba affedildim mi? diyorsa o Allah’ın sözüne riayet etmediğini varsaydığından en büyük günahı işlemiş sayılıyormuş değil mi?Osmanlı Türk Milletinde de savaşta esir edilen küffarın en kolay kurtuluş yolu Kelime-i Şehadet getirmekmiş..”döndüm artık, Müslüman oldum” diyen başını anında kurtarıyormuş. kimse sorgulamıyormuş bile bu nasıl iman ediş diye..çünkü en büyük günah başkasının ayıbını aramakmış..settar olmayanı Allah’da setretmezmiş..kendi ayıplarımızı bir düşünsek en yakınlarımızın bile yüzüne bakamazdık değil mi?

ama adamın biri çıkmış ve bir kitap yazmış..yazdığı kitabın; dönen oyununun tuzağına düşmüş ya hani sonra..kim dönekmiş oyunu hani?zırcahil insanlar bu kitabı okuyup kafayı yemişler(çocuk okumamış çünkü okusaymış,her okuduğundan çok etkilendiğinden, o da, aynen öyle olurmuş biliyormuş)..kişilerin soy isimlerine bile bakıp bu dönme, bu değil diye karar veriyor ve yargılıyorlarmış ya hani..Allah’ın yapmadığını bu zırzır cahiller yapıyorlarmış değil mi?bazı zengin, okumuş, şımarık,lakin ailelerinin hiç maneviyat vermediği çocukları tuzağına düşürenler varmış..sahte-boyalı yaldız düşkünü rehbercikler yani…o ailelerin tüm imkanlarını, servetlerini ve çocuklarını çalıyorlarmış..onların geniş çevrelerini de ve çocuklara senin ailen dönme onlar müminim dese de sakın inanma.. biz Allahçılık oynuyoruz.. sana, senden çaldığım servetinle sahte cennetler yaptım, gir cennetime diyorlarmış..sen benim yanılsayan yansımalarımın ağına takıldın ya hani…bak bizim çiftliğin içinde her şey serbest.. biz kendimize dönekleriz ama sen sakın ha gerçek imana ve ailene dönme diyorlarmış nedense..ve çocuklar tüm ailelerinin onlara sunduğu tahsil ve bilgi birikimleriyle; oradan al buraya yapıştır ve birleştir altına da maneviyat hırsızı sahiplerinin adını yapıştırla ilerliyorlarmış değil mi?..gerçi öğrenmek için belki başlangıçta, her şey kabul edilebilir gözükse de; yeter artık demenin de bir vakti olmalı..aynı yerde kalmak değil, ilerlemek lazım ya hani..her yanı altın yaldıza boyalı bu sahte-kalp –teneke altınlar çocuğun ağrına gidiyormuş..oysa İslam da hiç hakkını veremesek de(kendi adıma söylüyorum tabii);aile –ehlibeyt(herkesin kendi ailesi, kendi ehlibeytiymiş ya hani) en değerli şeymiş..sürekli onun bütünlüğü anlatılırken, ana- baba hürmeti anlatılırken bu sahte ve tehlikeli yolda aileye sırtını dönüp onları sırtından vurmak ve düşürmek esasmış değil mi?insan ancak kendi çocukları büyürken ve de sahtelerin ağına düştükten sonra böyle şeyleri düşünebiliyor ne yazık ki……
Dönenler Camiinde dönerek dolaşmak lazım aslında:).. burası gerçekte bir Semahane, ahşap ve çok şirin; içinde Mevlevilerin Türbesinin de olduğu bir şaheser…ince insanların işi yani..hiçbir şeyi ayırmayan, her şeyi camiinin-celvetin ,halvethanenin içinde yaşayanların eseri..

çocuğun muhteşem güzel,tertemiz dostları varmış ve bu masalla ilintiliymiş..Üsküdar’daki bir türbenin görevlisi ve o türbenin eski türbedarının manevi evladı ve onun pek muhterem zevceleri Şükran Teyze...önce türbeye gitmiş çocuk.. gidecekleri evde elinde çocuğun masalı ile gelen Tülin’i bulmuş..ve onunla gelen Ahmed Kuddusi hazretleri Divanı kitabıymış hani....beraber Hüseyin Dedelere gitmişler..bir sofra kurulmuş ki, bu kadar sadelik ama bu kadar lezzetlilik çok az sofraya nasip olur herhalde diye düşünmüş çocuk..herkes çok mutluymuş..bir hayalin hayata dönüşümüymüş onların dostlukları aslında..önce hayalmiş,sonra yazılıp masal olmuş ve artık hep genişleyen bir dostluk zincirine dönüşüyormuş..

Üsküdar’lı Bir Aktarın Nazarına denk gelmiş biri varmış çocuğun karşısında..sıkı bir Ehlibeyt Aşığı..çocuk ,O’nun kadar Ehlibeyt aşığı hiç tanımamış şimdiye dek(çocuğun kabul etmediği bölümler varmış bu şiddetli aşkın içinde ama aşka sınır ve tavır koyamayacağını artık öğrendiği için bu konuda susuyormuş burada:)Hüseyin Amca daha isimlerini anarken ağlamaya başlıyormuş…hatta geçen yıl tv de Ehlibeyt proğramını izlerken üzüntüden fenalaşarak ambülansla hastaneye bile kaldırılmış..sohbet muhteşemmiş.. yemekten sonra Hüseyin Dede: size kahve yapayım mı ?demiş..çocuk: ben zaten size kahve içmeye geldim.. sizin elinizden demiş..nasıl içmek istediklerini sormuş Dede..çocuk orta demiş..”tamam” demiş neşeyle Hüseyin Dede: zaten benim kaşık ölçüm değişmez üç kaşıktır..Ya Allah ,Ya Muhammed, Ya Ali şekeri atacağım demiş..hepsi gülmüşler tamam demişler..o kahveleri mutfakta pişirirken, içeride Şükran Teyze ve Tülin çok güzel ilahiler okuyorlarmış..çocuk tavus kuşunun ayakları gibi sesi olduğundan zevkle bu güzel sesleri dinliyormuş..arada coşan Hüseyin Dede; mutfak kapısını açıp ilahilere katılıyormuş, ne sıcak bir ortam anlatılamıyor tabii..

Hüseyin dedem kahvelerle gelmiş..hayatımda içtiğim en sulu, en şekerli kahveydi yani.. ama onu yapan yürek şekerdi ,o yüzdendi bu hal..Hüseyin Dedem bize Aziz Mahmud Hüdai Hazretlerinden pek çok ilahiler okudu..onların birbirlerine düşkünlükleri vardı değil mi?ve Hüseyin Dede içeriden-çok kıymetli odasından, tuttuğu not defterini getirip okumaya başlıyor..hocasından dinlediklerini yazmış..başlık: Hamzavi Melamilik ve okuyor ve anlatıyor..çaktırmıyor:)..biz de zaten anlamıyoruz..O’nu çooook ama çoook seviyoruz ve ilahilerle irşad olduğunu söyleyen Şükran Teyze’yi de…ve Tülin…Ahmed Kuddusi Hazretleriyle gelen kadın…her şey çok güzel tabii..görene.. köre ne demişler ya hani..işte öyle bir durum..her gördüğünü Hızır bil kendini hınzır durumu var ya hani..işte bazen her gördüğümüz Hızır olabilir..önemli olan hınzırlıkta kalmamak yani..hınzırlıkta kaldığımız müddetçe bizde, başkalarına Hızır olamayız ..

İŞİTTİK VE İTAAT ETTİK (DURMALI VE DÖNMELİ ZAMAN)
bir dönmeli insan, bir durmalı galiba..durmalı ki durduğunda dinlensin ve olan biteni hazmetsin ve dönmeli insan..dönmeli ki seyredip zevk etsin…ve aslında ikisinden de kurtulmalı insan..bir varmış bir yok muş davası bir bitsin…ya da hiç bitmesin bu masal, Sen bilirsin…Sen nasıl dilersen….ben hep Zaman’a uyarım çünkü:)

tüm masal severlere ve sevmeyenlere muhabbetle..en çok da sana..senden …aşkla….


Ben özlemedim ki seni
Kedi özledi
Çağır onu gelsin diye
Bana kedi söyledi
Çok severmişsin onu
Doyamaz öpermişsin
Sarılıp uyurmuşsun
Nasıl özlemesin ki seni
O da çok severmiş hani
Derdinde yanındaymış
Sevincinde o da mutlu
Sen özlemedin mi onu
Ben istemedim gitmeni
Kedi istedi
Sonra pişmanım diye
Bana kendi söyledi
Sen bilirsin bu kedi
Karşılıksız sevdi seni
Belki de her kedi gibi biraz bencildi
Sende itiraf et hadi
Suç biraz da senindi
Dayanamıyorum de hadi
Çok özlemesin bu kedi
Şarkıyı okuyan:candan erçetin

……………………
9.mektup
http://umutrehberi.wordpress.com/2009/11/13/9-mektup/

nur cihan
16-11-2009

10 Kasım 2009 Salı

MASAL'A BAĞLI MASALSI DOSTLUKLAR İÇİN-2-










Masala bağlı masalsı dostluklar için -2-

 
 
Sana dilsiz, dudaksız sözler söyleyeceğim
Bütün kulaklardan gizli sırlardan bahsedeceğim
Bu sözleri sana, herkesin içinde söyleyeceğim
Ama senden başka kimse duymayacak…Kimse anlamayacak.
    
Hazreti MEVLANAmız...
derler ki ;Hz. Pir, iyi ki Mesneviyi  Hz.Hüsameddin’e söylemiş...ancak bu kadar anlayabiliyoruz..ya birde, Hüsameddin Çelebi yerine Hz. Şems’e söyleseydi; Şems’den başka O’nu anlayacak kimse olmazdı….
………………..
çocuklar  meyhanedeydiler..Pir-i Mugan badeler sunuyordu..gayri resmi çocuğa, diğer resmi yolcular işaret edip fısıldıyorlardı:hadi soru sor..sana izin var..biz soramıyoruz..sen sorunca, biz hiç duymadıklarımızı dinleyerek öğrenebiliyoruz…çocuk gülümsüyordu ve bekliyordu..Hancı çocuğa baktı:soru yok mu bu gece?. hadi sor dedi..çocuk: her şey harflerden oluyor ya, az evvel konuşulan “Hac “kelimesindeki HA ve CİM harfini öğrenmek istiyorum..biraz anlattı Hancı..çocuk: ama daha derin anlam isterim dedi…güldü Rehber:şimdi hatırlayamam ki..kitap açıp okumak lazım dedi..ama sonra :bir tablo vardı duvarda harfleri anlatan, hiç okumadın mı?.. dedi…çocuk: “hayır,görmedim”….”git.. yukarıdaki en arka odaya bak.. orada asılı “dedi..çocuk elinde kağıt kalem  yukarı çıktı.. ışıkları açtı..burası eski dem odasıydı..duvarlarda öyle harfleri anlatan tablo yoktu..ama sehpanın üzerinde bir çerçeve vardı..düşmüştü..çocuk çerçeveyi çevirdi ve gördüğü güzel gülüşe hayran baktı..ne çok özlemişti..ne uzun zaman geçmişti görmeyeli..çerçeveyi gülerek düzeltti ve bu İlahi Latifeye gülümsedi.. aşağı indi :baktım.. yukarıda öyle bir tablo yok dedi..rehber gülerek “orada, iyi bak”dedi..çocuk yine acaib bir saftiriklikle yukarı çıktı.. yine ışığı açtı.. tablo yoktu ama çerçeve vardı..O’na yine uzandı.. demin içinden geçen-utandığı için yapamadığı  şeyi yapacaktı, anladı..gülümseyerek yüzüne tuttu..ve bir buse kondurdu..bir tane daha…ne hoştu ve ne güzel..şimdi özlemi dinmiş miydi “hayır”…çoook güzeldi..daha güzeldi ve daha çok özlemişti…aşağıya indi :yok dedi..” kalsın,  başka zaman yazarım”…” olmaz.. ben şimdi bulurum” dedi Pir-i Mugan..ve gitti..birazdan döndü: şimdi git… odada, bak! dedi..çocuk dışarı çıktı “hangi odaya bakayım?” diye sordu..alt kattaki odayı gösterdiler:) ve tabloyu eline verdiler.. çocuk yere koyduğu tabloya bakarak, yerde yazdı..

HALVETİYYE KELİMESİNİN TEVİLİ
HI-kalbi masivadan temizlemeğe
LAM-zikir lezzetine
VAV-zahir ve batını koruma ve ahde vefaya
TE- temkine
YE-güçlükten kolaylığa
HE-müşahedeye   delalet eder.
kaynak:Reisü’l Küttab Sarı Abdullah Efendi’nin “Semeratül Fer’ad” isimli eseri…
elinde yazılı kağıdı ile geri gelen çocuk  sormaya başladı..önce yazdıklarını okudu..sonra harflerin karşısına yazdıklarını tek tek sordu ve Selamsızın Selamlısı her birini tek tek anlattı..çocuk anladıklarından bazılarını not etti..
Lamelif harfi yani LA yı sordu çocuk..Hz.Nebi Efendimiz” Lamelif’e,O, iki harftir demeyiniz,O tek harftir “ demiş bunu açıklar mısınız? dedi..Rehber tevhidi anlattı..çocuk anladı ki bugün; ben rehberim, ben öğretirim diyen hemen çoğu kişi aslında, henüz Kelime-i Tevhidin LA sına yani, ikisini bir görmek-fenaya ermeğe, erememişler ne yazık ki..çünkü Allah tüm isimlerini yarattıklarına verdiği halde bir tek İlah ismini yaratılmışlarına bahşetmemiş,lakin O’nu, O’ndan ayrı sanarak herkesi sürekli şirke düşmekle suçlayan- horlayanlar asıl şirke düşmüşler değil mi?Tapılacak Tek Tanrı-İlah olan Allah’ı Birleyememişler…çünkü onlar akıllarıyla bulduklarını sandıkları ilimlerine tapıp; Allahın hissi ile hislenmeyi,duyguları yok saymışlar…Allah’ı acımasız bir  sistem makinesine, neredeyse dönüştürmüşler değil mi?
ve çocuk sordu..cevaplar geldi.. her cevap bir diğerini açan- bağlayan- vesilelerdi aslında ve konu halvetin dışına hiç çıkmamıştı..çıkmasına imkan yoktu..çünkü Halvet Dairesinden başka imkan dairesi de yoktu:)
“kal ehli mürşidler fenaya ermemişlerdir ..fenaya erenler ise fenayı kayıtlarlarsa-“LA” DA KALIRLARSA  meczub olurlar..onlar terk ehline karışıp zevk ehline varamayanlardır..oysa zevk ehli hiçbir şeyi kayıtlamaz ve her an,yeni bir şen de olan bu seyrin zevkini çıkartır..Allah hepimize hal ehli mürşid bulmayı nasip etsin” dedi Rehber-i İlahi..…..

çocuk yürüyordu yürüyordu ve düşünüyordu..Evvel Zaman’a ilk evvelinde sormuştu :bu yolda ilerlemek için ne yapayım? demişti..Evvel Zaman Padişahı: hiçbir şey yapmayınız evladım.. sadece sabredip bekleyiniz.. her şey kendiliğinden olacak ..siz yürüyünüz..hatta, hep yürümeyin ..dura dura yürüyün…uçmayı dilemeyiniz.. çünkü uçanlar tayyareler gibi düşerlerdemişti..işte çocuk ,düşe kalka senelerdir yürüyordu..hala rüyalarında bile bir kez olsun uçamamıştı:)yani insan şöyle bir uçurur değil mi?:)üstelik çocuğun mürşidleri hep insin ve cinnin Padişahlarındandı…neden uçurmuyorlardı, anlamıyordu ki?..etrafında ne değişik yollarda gezenler vardı ..ne uçmadıkları, ne dalmadıkları kalmıştı.. ama bizim masal çocuğunda henüz hiiiçç bir boyutsal açılım yoktu..acaba es leri fazlamı tutuyordu ne?çocuk bu ilerleyemeyişini tefekkür etmek istedi..hatta geçen gidişlerinden birinde:ben hiç ilerleyemiyorum diye kendisini, hakikatte ise edebsizce,Rehberini şikayet bile etmişti..ben uçmak ister miyim? dedi kendine..sonra” ben zaten uçuyorum ya huuu…ben zaten uzaylıyım..uzayda baş aşağı bir çekim gücüyle- bir devran topuna bağlı değil miyim ki?...”evet” dedi kendisine..”o zaman?”..  birden Batmayan Güneş’in sözünü hatırladı..O, bu uçup kaçma hikayesi için şöyle demişti..”yok öyle uçup konma falan, ayaklarımız ne güne duruyor..biz ördek miyiz uçalım,biz insanız..bırakın ördekler uçsun :)..”evet.. ben ördek değilim” dedi çocuk: insanım..ayaklarım var..yürürüm ben de..
ne demiş Koca Yunus:ben yürürüm yane yane..aşk boyadı ben kane..ne akilem ne divane..gel gör beni aşk neylediii….
her iş için bir ehliyet lazım diye aklına geldi..ilkokul diploması, orta, lise, üniversite yada bir iş için ustalık diploması değil mi?bunlar kişiye yetkinlik verir..değişik araçları da kullanmak  o aracın ehliyeti ile kanuni olur..ama yürümek öylemi?Allah Teala “yürü ya kulum” dediği herkes yürüyebilir istinasız ve bu umumi bir yürüyüştür.. umumen ,topluca yürümeye izinliyiz demek ki değil mi?..HADİİ-NİYET ET VE YÜRRÜÜÜ..”yolda buluna gör, alırlar seni” yani…
Çocuk düşündü: eğer ben, seyahat etmek istesem, hangi araçla seyr’etmek isterim?..Eski Mısırda “ölüler kitabında “sandal figürü vardı.. uzayı deniz kabul ediyordu onlarda ve öbür tarafa ölüler bu kayıklarla gidiyorlardı ve Nuh’un Gemisi’ni düşündü yani İnsan-ı Kamil’i..Be Teknesini..Be Teknesine binebilmeyi.. ne güzel olurdu değil mi?..zaten her Gemi de birkaç Filika olur.. illa uçacaksak nostaljik olmalı; Anka olmalı insan Anka değil mi?..çocuk yüksek sesli motorlu,gürültülü hiçbir aracı sevmezdi..dikkat çekiyordu hem..”ben burdayım, ben burdayım, gelin ve beni düşürün” der gibi…. Nazar(ama hangi anlamda nazar?)….mesela roketle uzaya çıkmak istemezdi..ya yakıtı biterse,ya o korkunç dar yerde havasızlıktan sinir krizi geçirirse ,içi korkunç gürültülü olan o sıkıcı yerde ne işi vardı ki?..belgeselden izlerim daha iyi ya huu..o, yerden bu temaşayı seyretmek isterdi..daha geniş ve daha konforlu..yerden seyr’etmekle- yukarıdan seyretmek nasıl olur?diye düşündü..eğer becerebilirse hiçbir fark yoktu galiba....hem yukarıda radara yakalanmayan avcı yarasa uçakları varmış ve kaçak uçanları düşürüyorlarmış ve düşüş tamamlanınca ancak buraya yansıması geliyormuş ne garip değil mi?.tıpkı  sönmüş yıldızların yüzlerce sene sonra ışıklarının bize ulaşması gibi değil mi?

hafta sonu, Batmayan Güneş’i ziyarete gitmişlerdi..bir otobüs dolusu farklı meşreb ve neşeden -tek taş alyans sınıfı -kişiydiler..çocuk çok hoş bir konumdaydı..mekanı cennetti – kabri Cennet-ül Bakiii…sağındaki koltukta çook sevdiği, kendisiyle aynı yolda yürümek için dua ettiği Arabi uzmanı Demirli Hocası vardı..O’nun arka koltuğunda ise klasik müzik eğitimi alan bir suficanla, yanında,  elinde bendir sufizme meraklı bir rakçı vardı..her telden terennümler etmişlerdi..önce ilahiler..ardınlar sanat müziği..peşinden pop..çocuk karlı kayın ormanı şarkısını istedi..Demirli Hoca:ya merak ediyorum, sizin seyr-ü sülükteki esmalarınızda bu kadar geniş yelpazelimi ?”biz camii esmasıyla gidiyoruz hocam “dedi çocuk..bu latifeye güldüler. Karlı Kayın Ormanından sonra hak geçmesin diye Çırpınırdın Karadeniz okudular..ve çocuk şarkıları..otobüsteki ağlayan bebek için toplu halde, dandini dandini dastana ninnisini bile söylediler ki bu çoook muhteşem olmuştu..gürültüler bitince Demirli hocadan sohbet istediler..O’da  kimseyi kırmadı..sorular ve cevaplar ve sohbet başladı…
Çocuk, Arabi Hoca gibi düşünebilme uzmanına sordu:O, “ Hz.İsa Kademi üzerindeyim ”demiş ya..işte balık ya hani eski sembolü..işte hepimiz o deryada balıklarız ya ..peki neden bu deryayı fark edemeyen bizler, bu kadar alıklarız?..hoca gülmüş..ve anlatmış üstten üstten..çocuk zorlamış ileri safhalarına..:hani bir hokka içinde mürekkebiz ya ..ve o mürekkebin içinde aslında yazılmamış harfleriz..ve o harfler okunduğunda suretlendi ya hani..hoca gülüyormuş..çocuk anlatıyormuş..çünkü kendisini ,zaafı olduğu Arabi Hazretleriyle sohbet ediyor gibi hayal ediyormuş:)maksat Endülüs’ün Sultanına “evet -evet “dedirtmek, onaylanmakmış sanki..çocukluk işte…”a’ma”yı sormuş çocuk: daha ötesi var mı?”yok” demiş hocası..ya  varsa? demiş çocuk.”yok” demiş hocası..gülerek kaşlarını “cık” diyerek yukarı kaldırmış hocası ”yok”.. ya seyreden varsa, o kim peki? demiş çocuk..hoca gecenin karanlığında gülerek :eeee her balık alık olmuyor işte..alık olmayan balıklar var… işte onlar; hem içten, hem de dıştan, durdukları yerde seyredebiliyorlardemiş…ne muhteşem bir anlatım diye düşünmüş çocuk ..işte beklediğim,sevdiğim,istediğim Arabi Hocamca cevap diye düşünmüş…çocuk her an şükretmesi gerekenlerdenmiş.. çünkü, o, çooook büyük bir zenginliğe sahipmiş..o, Allah’ın sevdiği mütevazi Kullarından bazılarını tanımak bahtına nail olmuş..Onları henüz anlamasa da, Onların sözlerine ve nazarlarına denk gelmek bile İlahi Bir Lütuf değil de neymiş?

Batmayan Güneş, karşısında yarım daire şeklinde dizilmiş sevenlerine hitap ediyormuş..Ay(hilal) ve Yıldız gibiymişler şimdi….önde saz heyeti ve sanatçılar  en güzel parçaları geçiyorlarmış..zikir ve şarkı birmiş onlar için.. çünkü anlamları sadece aşk mış…Batmayan Güneş, bir eliyle diğer elinin derisini tutarak demiş ki
:”ten.”bu ten var ya.. o dışımız.. ama ;nefes alıp vermiş “Huuuu “demiş işte bu nefes ise, canımız ..bunların ikisi birdir..söyleyin, onları ayrı görüp, ayrı düşünebilir misiniz?içimiz dışımız birdir..zahirimiz- batınımız birdir..onlar birdir…ayırmayın..hicretse nefsin ruh’a hicretinden başka bir şey değildir..nefsinizi ruhunuza hicret  ettiriniz.
otobüste; Aşık Murat, önce ney üflemiş sonra ilahiler ve şarkılarla devam etmiş..bir tane enfes bir şey okumuş ve çocuk rica etmiş..Aşık Murad, çocuk için onu kağıda yazmış ..çocuk da; Murad-ı Aşk-ı  İlahisi için masalına eklemiş tabii..
cihanı hiçe satmaktır adı aşk
döküp varlığı gitmektir adı aşk
Bu dünya sanki od’dan bir denizdir
kendini denize itmektir adı aşk
bela gökten yağmur gibi yağar da
başını a’na tutmaktır adı aşk
Elinde sukkari ayrılığa sunup
ağuyu kendi yutmaktır adı aşk
var Eşrefoğlu Rumi bilhakikat
vücudu fani etmekti adı aşk
Eşrefoğlu Rumi Hazretleri/Kadiri Pir-i Sanisi
mefailün-mefailun-feulün

 
 
Nur Cihan
11.11.2009
nuralem7@hotmail.com
 

HARFLER'İME İTHAFIMDIR















Harflerim'e İthafımdır



Selam ve selam
sesli ve sessiz harflerim
beni ben yapan
dna -habli metin- kader zincirim…
kopmayan ipim
selam harflerim…

varlığını noktalarının birliğinden almış sanat kitabım…
yedi nokta dizilmiş olmuş bir ELİF…
ve ELİF uzanmış ayağına,
kul olmuş kendisine…

ELİF kılıcı ile kesmiş kendisinden bir NOKTA…
almış ELİF ayağının altına ve o ELİF artık BE olmuş…
“o kendisine ilk kurban, ilk kevser olmuş o anda ”…
ve anlatmış Ehlibeyt’in anlamını orada…

evine köle ol, bekçi ol, kıtmir ol demiş aslında….
yedi noktanı uyandır ELİF ol -bin BE kayığına
ya da NOKTA ol da dal;
BE’nin atındaki denizine…

O ev Gönül Kabe’n-Kıble’nde hem sana…
kulsun sen demiş, O’na “kul”…
Elif’deki yedi nokta, terbiye olmuş yedi nefsinle
dön dur artık Kabe’n, hanende…
ve düşün bir de latin dilinde “B” yi
tak “B”gözlüğünü,
“B” ile bak her yanına….

biz bilmeyiz ne imla, ne büyük, ne de küçük harf
ilmimiz yoktur zaten, ne de yetkiliyiz sizler den …
sadece harflerin mürşidinden izinli ve torpilliyiz.
yazmış harflerimizle önce, bize hitabımızı,
bir Ali okutturmuş bize kitabımızı…
okuduğunu bir de sen yaz demişler..
bakalım ne anlamışsın görelim diye nazar da eylemişler..
kimse bizi anlamıyor diye hayıflanma sakın,
herkes kendi harflerini okuyabiliyor sadece …
sen de onların kitabını okuyamıyorsun ya zaten…
kendisini okuyup düren belki başkasına uzanabiliyor.

biz anlamayız ne rakamlardan ne de harflerden
sanata bakarız biz sanata
harfin resmine bakarız biz…
bak şu “TA-HA”ya mesela…
“TA” bir balta ..“ELİF”se sapı…
daima ,“H” den evvelinin başını keser “O”
böyle anlarız biz harfleri..
“H”ye gitmek istiyorsan her şeyi feda etmelisin,
ne can, ne canan yok sende, sadece “H” var..

ya da ELİF LAM MİM…
LAM’ın LA’sına bak,
bir eli semada HAK’tan almakta
ve MİM de düğüm olmuş hem de Tesbih,
O Ali ruhlu İnsan-ı Kamil aynasıdır bil
ve MİM’in uzamış da aşağıya bir eli;
HALKA ilim vermekte
hem de böylece Sema’yı öğretmekte…
kendinden kendine sanat eylemekte…
harflerin her biri bir tablodur
ona en büyük sanat eseri gibi bak….
her göz farklı bir yorumla anlatır
Aslında kendi harfini, kendi kitabını okur…
………….

Biz harflerimizi istediğimiz gibi dizebiliriz…
harflerimiz korkmaz kimseden,
istersek başımızı kestirebiliriz….
bazen öyle diziliriz ki rezil rüsva-alaşağı edilebiliriz…
ve bazen harfler öyle denk gelir ki, olursunuz bir anda evliya…
hepsi zan, sen boş ver, harfe gel – harfteki noktaya gel…
evet.. sahi, aslım da bir harfteki noktalardan bir noktaydı değil mi benim?
acaba nedir harfim ve hangi dostlarla yan yana bir harfteyim?
bak gökyüzüne, Kabe örtüsü gibi kara bir atlas gece…
ve üzerinde ayetler altın yıldızlarla yazılmış..
sağa ve solda her yerde “Lailahe illallah” yazılı
bak altında “Muhammedunresulullah” da yazmışlar…
söyle kaç yıldız bir harf eder?…
………

“Kutsal Kitaptaki harflerin resimlerine bak”
demiş, Harflerimin Mürşidi…
“bak harflerin uzadığı yerlerde ferahlık-darlığında sıkıntı da var”..

ve bakıyorum harflerime…
tüm kitabımın kutsallığında kim sayacak?
o kitaptaki harflerin noktalarını…
ve söyleyebilir miyiz “Ashabım Yıldızlar Gibidir”in sayısını?…
tüm harflerim ELİF, BE, TE, SE,CİM, HA, KAF, NUN, MİM, LAM, AYIN….
ya da A, B, C, D, E, K, M, L, O…
hepsi aynı manada, hepsi aynı noktaya aitler
ne güzel bir ilim ve ne dehşetli, sonsuzlukla heybetli…
biz sevinçliyiz bugün ve bayramdayız ey harflerim
uyduğumuz imam bizi ardına kabul buyurmuş…
“Alimin, A’li İmam Oğulları”
gönlümüzü muştulamışlar..
ve “Harflerimin Kutlu Doğumu” da başlamış..
ulaşılmaz sandığım kapının eşiğindeyiz, gülümseyebiliriz..
korkular bitti, korku bizden korksun artık; biz İmamın ardındaki saftayız….
O Eşiğin Kapısında kesilmiş başız…
“uydum İmama sağımda Sen, solumda Sen, secdem Sen”
kim benim derse, o hep yalan- hep hayal der …
işte böyle böyle gidiyoruz biz meçhule
o meçhuldeki “H”içliğine…
tüm harflerimizin önünde en huzurlu dalga boyumuzla secdeye eğiliyoruz…
biz, size geri dönüyoruz…
size sizden, sizin dilinizle yansıyoruz…

Allahım şükrümüzü ve hayretimizi arttır.. Amin….

Nur Cihan
.2008
nuralem7@hotmail.com

3 Kasım 2009 Salı

MASAL'A BAĞLI MASALSI DOSTLUKLAR İÇİN-1-

















Masala bağlı masalsı dostluklar için -1-
Nur Cihan
SEYR'EDENLER İÇİN

BİR DERYA VARDI
MEKANSIZLIĞIN MEKANINDA
VE DENİZ DERYA DAMLA BİRDİ

HER ŞEY HEM AYNIYDI HEM FARKLI
VE HEM BİRBİRİNDEN HABERLİYDİ ORADA HEMDE HABERSİZ

UZUN BİR ZAMANDI AN KADAR KISA BELKİDE

SU VE AKİS Mİ ACABA?
SU VE SEMA MI ACABA?
PERDE VE SEYİR Mİ ACABA?
SEYREDİLENLER HEP BİRDİ ORADA..........
YA SEYREDENLER KİMDİ ACABA?

MEÇHUL BİR AĞ ATMIŞTI DA VARLIK ÇOCUĞUNA..
AĞA TAKILDI AV VE HEP SEYREDENLERİN PEŞİNE DÜŞTÜ....

PERDEDAR VE PERDE?
YADA GÖNÜL DENİLEN O DERYA?
HAH..AHHHH ...İŞTE BU ....İŞTE BU....
Zamanın birinde Zamanlı yaşayan bir çocuk varmış..o bir hayalperest,bir hayal tasarlayıcısı,bir hayal tüccarıymış..gördüğü hayallerin peşine düşer ve kocaman manalı insanlara gider:)” sizi rüyamda gördüm, hadi rüyamı gerçekleştirelim diyebilirmiş belki de..”çünkü burası masal alemiymiş ve masallarda sınır olmayabilirmiş..çünkü çocuklar masalla büyürlermiş..işte bu çocuğun hayalleri de aslında harflerle başlamış..önce harfler gelmiş..önce harfler…aylarca gelmeye devam etmişler..yazarkasa gibiymiş yanii..
çocuk okuduğu kitaplardan çok etkilenirmiş ve onlar rüyalarına girermiş..çünkü kitaplar canlıymış..ama her kitap değil..bu konuda kendisinin en yetkin rehberi Büyük Şeyh Hocasıymış..bir de Hz. Pir Mevlana var tabii..kitaplarını ve kendisini sevdiği her kişi çocuğun rehberi olurmuş..çünkü çocuk öyle zannedermiş..gerçek rehberler hala kitaplarında ve gönüllerde yaşadığı içinmiş bu devamlılık..birde sahte rehberler varmış aynı Samiri gibi…Cebrail’in yürüdüğü yoldan toprak alırsa buzağıdan ses çıkartabileceğini bilen cinsten, sahte keramet ehli rehberler..onların yol kesiciliği ile çocuk yollarda çok kalakaldığından onlara özel ilgisi varmış..çünkü burnunun dibindeki hakikati reddedip kabul etmeyince ,hakikatten kaçınca; alemde boşluk olmadığından- doğruyu bırakınca, daima yanlışın avı oluyormuşsun tabii..işte onlarında kitapları, haberleri çalıp çırpıp kendilerine mal ettikleri halde, kendince canlıymış..ama bu kitaplar kitap çarpsın cinsindenmişler..yani okuyunca elektirik gibi çarpabiliyorlarmış..o yüzden herkesi okumamak lazımmış..başta evet ama sonra seçici olmak lazımmış..Hak ile batılı ayırdıktan sonra neden yanlışa dönülsün ki?geçmişe –emeğe saygısı olmayanın geleceğe hiç saygısı olmaz değil mi?..önce ana baba hakkı denmemiş mi zaten ve akrabalar ve komşular……vesilelerle örülü insan ilişkileri, herkes bilsin bilmesin birbirine bağlıdır ve  farkına varsın varmasın birbirine hizmet eder…yani kulluk…ama sahte Samirilerin  derdi kulluk değil resulluk ve nebilikmiş tabii..

bu hak ile batıl  geçen sene çocuğu çok zorlamış..hanii her gördüğünü hak bilecen, susacan mevzu var ya..aslında yokmuş öyle şey..Haksızlık  karşısında susan dilsiz şeytandır demiş Hz.Efendimiz..ve nerde kaldı ayetler-hak ile batıl mevzuu..o bir mertebeymiş ve sadece kısa süreliğine müridleri ;rehberleri, o mertebede tutarlarmış..kim dayanabilir ki Hak olmaya …geçen yaz Terzi Osman Amcasına çocuk bunu sormuş..kafası çok karışıkmış..demiş ki:hani her şey Hak ya biri benim canımı çok yakıyor diyelim.. yanındayken bile dili-bakışı-hali  ile beni mahvediyor ve ben ona, “o hak “deyip sabretmeli miyim? ..Terzi Amca şöyle demiş:evet her şey Hak ama bendeki Hak ,sana, hemen benden kaç diyor deyip oradan uzaklaşacaksın :)

((çocuk uzun süre ara verdiği yürüyüşlerine tekrar başlamış..ve bu meseleyi tefekkür ederken birden acaib şeyler düşünmeye başlamış..hatırladıklarımı kaydedeyim ki unutmamayım demiş..ayetlerde anlatılan şu haberleri çalan cinler bahsi hani..ve onların nasıl taşlanıp düşürüldükleri gelmiş birden aklına..çook acaipmiş bu bağ..Nur Suresi’ndeki “O, kendiliğinden yanan, yakıtı ilmi sadr’ından gelen İnsan-ı Kamili düşünmüş..birde Onların A’li -Yüksek İlimleri den yansıyanları yakalayan Samirileri…işte onların yakıtları taşıma yakıt olduğundan bitiyormuş ve onlar, gökyüzünde kayan yıldızlarla tanımlanıyormuş..aslında onlar yıldız değil ,yakıtı kendisi olan göktaşlarıymışlar(sultan güçleri-aşkları-muhabbetleri-gönülleri olmadığından atmosfere çarpıp –ateşi bile çalıyorlarmış.. o sürtünmeden  alev alıyorlarmış..) nar ehli belki de..kendilerini: Ashabım Yıldızlar gibidir hangisine tutunursanız kurtulursunuz dan zannediyorlarmış…))
……………………..
İşte akıl almaz bir tembelliğe,ileri safhada dalgınlığa,unutkanlığa sahip biri olan çocuk okula gitmemekte çok inat etmiş..ne dense dinlememiş ama onun kaderinde okumak varmış..tabii önce hayalinde KİTABI okumayı reddettiği için yediği o şiddetli tokat varmış..zorla okutulanlardanmış belki de..istediği kadar kaçsın okumayı reddetsin okuması lazımmış.. o harfler ona aşık ve oda harflere aşık olduğu için sorumluluk istemeyen her okumaya,her sanata hayranmış..karşılığında not ve diploma olmayan ,sıkıldığı an sorumsuzca çıkabileceği sayısız kursa gitmiş..içinden ödev geçen-sınıf atlanacak hiçbir kursa gitmemiş..masal yazması da bu yüzdenmiş..aslında o harflerle kendisine resimler çiziyormuş..sonra yazdıklarını okuyarak-yaşayarak  da öğreniyormuş..
en büyük gerçek dost kitapmış, bunu bilirmiş..hiçbir lisana vakıf değilmiş..hiçbir matematiksel işlemi yapamazmış ..çünkü hiç ilgi duymamış..hiçbir şeyi ezberleyemezmiş..en iyi yapabildiği şey ne duyarsa, ne görürse görsün hepsini kolayca bileştirir ve istediği aynı manaya getirirmiş..bir bunu becerebiliyormuş..
ama o harfleri severmiş..suretleri de ve hayallerini de…onun okuması harflere suret vermesiyle de olurmuş yada o sırada nasıl canı isterse..önemli olan çocuğun bulduğu şeyden kalbinin emin ve ferah bulması imiş..bulduğu Hz. Kur’an’a ve Hadise uygun olana dek ararmış..her şey aynı manaya gelmeye mahkum olduğundan bu genelde kolaymış..çünkü suretlerde hep aynı surete mahkumlarmış aslında..suretsizliğe…HU ya….
Çocuğun arkadaşı aramış:yeni Arapça hocası bulduk..seninde fikrini almak istiyorum sonra teklif götüreceğim demiş..geçen sene aldıkları Arapça eğitiminde hep uyukladıkları için en fazla iki ay ders alabilmişler..çünkü hoca onlara klasik tarzda imlalı-çekimli öğretiyormuş..oysa yaşları 40’ı geçmiş talebeler bu zorluğa gelemiyorlarmış tabii..çocuk:bak ben nasıl derse gelirim biliyor musun?1- para istemeyecek..2-ders sabah olacak ki öğleden sonrası bana kalsın..3-hiç ödev vermeyecek..4-ezberlemem için de bir şey istemeyecek..arkadaşı” çok şımarıksın” demiş..çocuk:evet, öyleyim ..ve ertesi gün ders vesilesi arkadaşı aramış..hocamız bizi bekliyor, tüm istekleriniz kabul oldu demişJişte Allah bir şeyi lütfederse nankörlük etmemek lazım ya hani..bu büyük lütuftan bahsetmek lazım değil mi?

Arapça Hocamız üniversitende sonra İngiltere’ye gitmiş 30 yaşında gencecik bir hanım; iki lisan iki insandır deyip, birde çok kolay bir teknikle öğretildiği söylenen bu Arapça eğitimini almaya gitmiş..Hocası Tunuslu bir Şeyhmiş..O’ndan bu eğitimi ingilizce almış..aslında bu konuşma Arapça lisanı değilmiş..Kur’an-ı Kerim’i anlama Arapçasıymış..çocuğa göre ise hiç arabça değilmiş..Allahça imiş..bu çocuğun pembe beyaz “vücud kitabı “ve pembe beyaz “o vücudun şifası” kitabıymış..birinin ne anlattığı değilmiş asıl olan.. dinleyen sen- ben ne anlıyormuşuz gerçekte  önemli olan buymuş…işte çocuk da kendi dinlediklerini kendince anlıyormuş tabii…

işte böylece, çocuk ve arkadaşları yeni derslerine başlamışlar..
tahtaya yazıyormuş Hoca…ve çocuk o yazdığı kelimelere, harflere bakıp çılgınca seviniyormuş. her harf de, kelime de ve cümle de şimdiye dek öğrendiği tüm tasavvufi anlamları görüyor ve seyrettiklerini Hocasına anlatıyormuş..ve eklemiş çocuk:Hocam,anladım ki, ben hayatım boyunca bu ders için eğitilmişim, çok heyecanlıyım..hiç durmayabilirim..ve bu dersi tüm dersleri olduğu gibi zıvanadan çıkarabilirim.. öyle bir özelliğim vardır..  beni ne zaman isterseniz susturabilirsiniz..hiç alınmam demiş..Hoca da gözleri ışıl ışıl :olur mu? Ben çok memnunum.. sizde bana bildiklerinizi anlatın demiş..çocuk ve Muhterem Hocası beraberce şakımaya başlamışlar..ve Allah lafzını yazmış tahtaya Hoca…hımmm…bu kadar güzel ve anlamlı tablo olabilir mi?her şeyi içinde barındıran bir kelime..önce H yi yazmış Hoca ..O kapalı Heymiş HUyani..içinde Vav ı  gizli..velisi yani..sonra Hu’nun  ön tarafına EL takısı eklemiş hoca ..işte Arapça da isimlerin başına el takısı gelince o belli bilinen bir şey oluyormuş..şimdi kelime İLAH olmuş..İlah-Tanrı yani..ve anlatmış Hoca: yani bilmeden değil, bilerek tapınılan bir İlah-Tanrı demiş.. yani neye secde ettiğini bilmen lazım..ve yine onlarında başına EL takısı getirmiş..Allah olmuş..lafız tamam yani Allah tan başka tapılacak İlah-Tanrı yok..çocuk sevinçle fırlamış..”işte demiş “lam- ilim” ya hani..o lamlar “batını ve zahiri ilimlerin “hepsi ancak Hu’ya gider O’nu işaret eder..istikamet HUUU “demiş..ve lafzın üstündeki şedde de onlar şiddetle severleri işaret eden aşkla taçlanmaya işaret demiş..işte böyle şiddetle sevenleri aşkın tacı şedde bile başında bir elif(sorguç) gibi taşıyor..bunlar sonsuz anlamlardan sadece biri tabii…gerçeği sadece Allah bilir..

 
Hoca tahtaya KELİME yazmış.. ve altta onu üçe bölmüş..kelime tepedeymiş..sağına  HARF  yazmış..ortaya  İSİM  ve soluna  FİİL ..çocuk  BU VÜCUDA  bakmış ve yine atılmış………..zat sıfatın aynıymış……………………….

sonra düşünmüş…..
ARABÇA-ŞERİAT …..RABÇA-HAKİKAT…..ALLAHÇA-MARİFET….hımmmm….

 
Hoca..Ankara’ya gidiyorum kelimesini önce Türkçe sonra İngilizce sonra Arapça yazmış..çocukk: aa Hocam demiş…Arapça da ve Türkçede gizli özne var ya.. işte İngilizcede bu yok ya..ee demiş Hocası..bu anlatıyor ki Arapça ve Türkçe lisanı seyr-ü sülük yapabiliyor ama İngilizce benlikten kurtulamadığından seyr-ü sülük yapamıyor..çook gülmüşler..Hocası: siz benim duamsınız demiş..çocuk: siz benim senelerdir beklediğim rüyamdınız demiş..işte kutlu kavuşma böyle güzel başlamış…
henüz ilk dersleri olmuş..çocuk Hocasından rica etmiş:bu ilim Hz. İdris Nebinin mesleğiymiş öyle okudum..ders ve dres- elbise.. yani bu ilmi hal olarak giydiren hulle biçici ,terzilerin Piri Peygamber..ona Fatiha okuyalım mı?peki demiş Hocası..ve Pirlerine dua etmişler..tabiiTasavvufun ve tüm maden sanatlarının Piri Hz. Davut(a.s). O’ndakiaşkı da anmışlar..çünkü bu ders de ikisi  de ortak Hocaları olacakmış demek ki..insanın bir inancı olması ne güzel değil mi?geçmişle bağ- vesileler hiiiç kopmuyor..Onları gönüllerde yaşattığımız müddetçe üzerlerimizdeki tasarrufları her an sürüyor..yeter ki biz Onları analım ve Onları sevelim..

çocuk dersten sonra eve gelmiş ve hayatında değişik niyetlerle kıldığı namazlarına yenisini eklemiş..ilk kez aklına gelen bir niyetmiş bu..Acziyet Namazı..Alla Teala’nın lütfu hiç bitmiyor ve hediyelerini ne güzel,ne zarif sunuyormuş..öyle öğrenmiyorsan; Ben sana anlayacağın şekilde öğretecek bir hoca yetiştirdim.. hem de taaa nerelerden getirttim diyormuş sanki..sen yeter ki oku..insan öyle değerliymiş ki; ona verilen değeri anlayamadığı için hep azabda sanıyormuş kendisini..oysa etrafımıza anlayan ve şükreden bakışlarla bir nazar kılsak her şeyin bir hediye- bir lütuftan ibaret olduğunu anlayacakmışız değil mi?ama şüphesiz insan çok nankör ve cahilmiş..

 “siz çok şükretmelisiniz hem de çoook ,şükredin,şükredin”diyen Gönlümün Efendisine çoook teşekkür etmek istiyorum..bana şükretmeyi öğretip sevdirdiği için..o günden beri sürekli şükrediyorum ve şükrettikçe hayatımdaki her şey kolaylaşıp güzelleşiyor..ben hiç akledemesem de her şey beni aklediyor..ben göremesem de o her an beni görüyor ne mutlu bana:)…tüm ihtiyaçlarımı güzel süprizlerle bana yolluyor ve beni gözyaşlarına boğuyor…buna layık olmadığımı sonsuza dek yazabilmek isterdim ve bundan inanılmaz haz alırdım ama böyle konuşmam yasak..çünkü: kim hak ediyor ki ?dendi ya hani..bu bir İlahi Lütuf..ve Allah verdiğini tam veriyor..geride almıyor..O, bizim gibi nekes değil..bizi birbirimize vesile eden Yaratanımıza şükürler olsun…
her şeyi yarım bırakan ben, inşallah bu eğitimi yarım bırakmam..Ya Rabbi.. ben, Seni bıraksam da Sen beni bırakma lütfen, olur mu?aminnnnn:)..

Nur Cihan
04.11.2009
nuralem7@hotmail.com