24 Şubat 2010 Çarşamba

EN SOYUT SANAT İSLAMdır mASALı-3













EN SOYUT SANAT İSLAMdır mASALı-3
Nur Cihan
 
 
başlamak bitirmenin yarısıdır derler  hani, başlarsam devam edebilirim ümidi ile…..
bu hafta çok ilginçti, Sana yazmak istedim..(beni öyle keyifle dinlediğin için minnettarım..Seni seviyorum..)tesadüfler!!!! silsilesi gibiydi yani..her şey için minnettarım..çok teşekkür ediyorum..hiç birine layık olmadığımı öyle çok hissediyorum ki..ama Sen, çok cömertsin ve çok incesin..aslında öylesine dağınıkım ki, toparlayamayacağıma inanıyorum..bence hiç mahsuru yok. Sen anlarsın nasılsa..bana da anlayacağım şekilde geri yansırsın..biraz uçalım mı?çünkü tek yapabileceğim şeyin tefekkür sanatçılığı olduğuna kesin kanaat getirdim…fukara edebiyatı yani:)düşünsene, öyle bir hamin var ki, tüm cömertlik ondan ve sen fukarasın .. “fakr” fukarası.. Sen’den başka hiçbir şeye muhtaçlığı olmayan demek hani..
geçen günlerden bir gün, tek taş alyans sınıfına, içinden Hızır geçen Adam Işık Hoca yine gelmiş.. çocukta, büyük bir hevesle o derse katılmış..artık, minicik de olsa edeb öğrenmeye ayak basmış sanki ve sorularının bazılarını yazarak bazılarını da hatırına geldikçe teneffüslerde Hocaya nakletmiş..nasılsa O, sohbetin içinde bunları cevaplayacakmış…ve ders başlamış..Hoca en çok, Hz. İsa’dan sözlerle muhabbet ediyormuş.. fakat, önünde daima açık bir Hz. Kur’an olduğundan, ana tema hep ayetlerden gidiyormuş..Kur’an ı anlamanın sadece kelime anlamları ile olmadığını, onu sonsuz şekilde anlayabileceğimizi anlatmış..kelimelere –tercümelere takılıp Aziz Kur’an-ı sınırlandırmanın ne kadar yanlış olduğunu da tekrar vurgulamış..
Boyut Osman Hoca sormuş:Hocam, en beğendiğiniz ve bugün için önerebileceğiniz Kur’an meali hangisidir ?..Işık Hoca, bir iki eski mealden anlatmış.. fakat, onlarında bugünün diline çok hatalı çevrildiğini de eklemiş.. “bugün, benim için, en iyi diyebileceğim Muhammed Esed’in mealidir” diye eklemiş..çocuğun da M.Esed’in ,”Mekke’ye Giden Yol kitabı” ile ilginç bir bağı varmış, onu hatırlamış nedense..ilk çıktığında bu kitabı okumuşmuş..bazı kitaplar çok gerçeklermiş ve insanı içine alırlarmış ya hani.işte bu kitapta  M. Esed, kendisine hem yol arkadaşlığı hem de yol göstericiliği yapan, bir çöl arabı olan Zeyd ile sahradaki yolculuğunu çok detaylı anlatıyormuş..orada ,her gece konakladıklarında; Zeyd ,kahve değirmeninde kahve çekirdeklerini çekerek,  yaktığı ateşte kavurarak  ikisine kahve pişiriyormuş.. belki de bu sahra gecelerinin en keyifli yeri burasıymış.. birde yıldızlar..çünkü çocukta, kitaptan kalan iz sadece bu bölümmüş.. o, Zeyd’in yaptığı kahvenin kokusunu bile duyduğu için, ilk kahve içmeye başladığı zamanmış..o yüzdende, bu kitapla arasında  böyle bir bağ varmış..
ve Işık Hoca  pek çok şey anlatmış..eşsiz dür,tertemiz olan, hakikatinde ise emanet olan o kalbin anlamından dem vurmuş…o günahsız ve günah işlemekten men edilmiş bir bebek kalbi gibiymiş..onun ise korunması elzemmiş..ve renkler..o renkli noktaların değişkenliğinden anlatmış…kişinin kendi hakikatiyle yüzleştiği o nokta, kişiye özelmiş..Hz. Pir Mevlana mesela kırmızı posta sahipmiş..ve diğerlerini anlatmış..ama demiş: bu alemde böyledir renkler..yoksa hakikatte beyazdır..aşk beyazdır..postta beyazdır..
çocuk, Işık Hocaya, ters N çizmiş arada..”bunu nerde gördün” demiş Hoca..çocuk anlatmış…Hoca, bunun aslı şöyledir diyerek N nin iki bacağını aşağıya doğru uzatmış…bir direğin başına şeriat, diğerine hakikat kelimesini Arabça olarak yazmış..ve o aradaki çizgiye değinmiş..sonra H gibi aradan bir net çizgi çizmiş..böyle olsaydı daha büyük torpil olurdu ve çok daha kısa olurdu ama oda çok iyi demiş..ve ders başlamış..Hızır a.s İle Hz. Musa a.s ın kıssasını anlatmış..Şeriat ile Hakikatin nasıl birbirinden ayrılmaz,birbirlerini tamamlayan ve anlamlandıran açıklayan tek  ilim-iki deniz olduğundan demlenmiş..bunu zevk edinmek için kişinin tüm zanlarından sıyrılması gerektiğini de eklemiş…bu kolay değilmiş.. çünkü, Hızır ile yolculuk kolay değilmiş, değil mi?
çocuk: Gönül İlmi mi daha büyüktür yoksa Hızır ilmi mi demiş..Işık Hoca: tabiî ki, Gönül İlmi sonsuzdur. Hızır İlmi ise sadece, O Gönül’den küçücük bir parçadır demiş ve Hz. Kur’an-ı eline almış..herkes Hızır derdinde.. oysaki  o  ilim ,Kuran-ı Kerim’in sadece birkaç ayeti ile yetinmek gibidir aslında.. oysa, Gönül İlminde, Kur’an ın hepsi -binlerce ayeti vardır ki ,Allah sana birkaç ayetle hitap etmemiş.. binlerce ayetle hitap etmiştir..Kur’ana iyi sarılmak lazım demiş..onu her an yeni bir anlamla anlamayı öğrenmek gerekir..
çocuk  O’na yönelmiş ..”içimden size sormam gerektiğini hissettiğim bir sorum var..bir isim duydum …”…” öyle biri var mı?”demiş..gülerek “var” demiş Işık Hoca..”nerde bulabilirim?” diye sormuş çocuk..bir cami adı vermiş Adam: arada bir oraya gelir.. O, çok yaşlı bir Allah dostudur ..illa O’nunla tanışman gerekmiyor ki.. O’nun adının anlamı –mecazları önemli aslında demiş..ve devam etmiş..
Ve bazı hikayeler anlatmış..”karın kardeşliğinden öte bir kardeşlik varmış, o nedir ?sorusuna cevab işte bu hikayelerden çıkacakmış..hal kardeşliğinden bazı örnekler vermiş Işık Hoca..hal kardeşlerinin birbirleri ile aynı oluşlarını ama bu alemde bunun anlaşılamayacağını, lakin onların bunu kendi aralarında zaman mekan haddi hududu içinde- kaza ve kader karşısında nasıl yaşadıklarından güzel ve anlamlı bir hikaye ile açıklamış..bunu kaldırmak bizler için zormuş tabii..birinin kanı aksa diğerinin de akarmış misali gibiymiş sanırım..ve fıkralar anlatmış..Ağası Allah olanların, başka ağaya ihtiyaç duymadıklarını da  bir fıkra ile açıklamış …hal ehli bir tanıdığının yaşantısından örnekler sunmuş..herkesi kendisi gibi sandığından,başkalarının içinde kendisini sergilediğinde onu anlamayanların, onu nasıl incittiklerinden falan bahsetmiş..ama onun yol ve yordamı öğrendiğinde, şaka ile karışık değişik mecazlarla, kendisi gibi dostlarıyla nasıl kendi aralarında eğlenerek sohbet edebileceklerinden, istediği sorulara herkesin içinde başkalarının anlamayacağı ama kendisinin anlayabileceği biçimde cevaplar alabileceğinden bahsetmiş..
……………………………..
ve  sonra..Bir Dost..Ahh!! Aman!! ne Dost..nikabı açmanın bedelinden bahsetmiş..o bedeli verenin halinden dem vurmuş..çocuk ağlamış..bazı isimleri duyduğundan, kalbinden tüm bedenine yayılan baskıdan kulaklarını elleri ile bastırmak zorunda kalıyormuş…işte bu Yar’den yansıyan tecellidenmiş sanırım..o isimler, onun içinden tüm hücrelerine yayılarak sanki big bang olmak istiyor gibilermiş..tıpkı içine öd katılan boyanın kıyametinin kopup suda açılması gibiymiş sanırım değil mi?istediğin bir serlevha ise ne olacak ki yani..al gitsin..sonunda o dediğin olacaksa..olmasa ne gam..önemli olan Senin mutlu olman benim için..ve bir sevinçli haber..yar üstüne yar olmaz aslında..ama O Yar’e Yar olanlar hepsi Bir Dost olduklarından, ayrı gayrı da yokmuş ya haniii..Nur’un Ala Nur gibi sanırım..basınç çok yüksek tabii…
ne demiş En Sevgili, En Sevdiğine giderken, şahadet parmağını yukarıya kaldırarak:YÜCE DOST…………..

…………………………

ve  tek taş alyans sınıfında bu defa, Arabi hocamca düşünme turları attıran Demirli Hoca varmış.. 
Feridettin Attar - Tezkiretü'l-Evliyaeserinden anlatıyormuş.. o evliyalardan bir tanesinin söylediği bir sözden yola çıkarak, yine sonsuzca düşünme dersleriymiş bunlar..kabz ve bast mış konu..Hoca:sakın bu hallere –mutluluklara ve hüzünlere takılı kalmayın ve düşünmeyin ..ne gelirse o anı yaşayın ve geçin..çünkü haller gelip geçicidir..onlara takılı kalmak ise sizi geri bırakır, oyalar demiş..bu sözlere şu sıra çok ihtiyacı olan çocuk, gözünün önünde dursun diye bu sözleri buraya kaydetmiş..bazen bir söz insanı darmadağınık yaparmış..o söz dosttan yansıdıysa eğer, bu hal kıyamet gibi olurmuş..o sözü dost yüzünüze söylese asla acıtmazmış aslında ..ya başka ellerden duymak ……işte böyle..
ertesi gün…..
mekanda muhteşem bir minyatür sergisi var..bir Siyah  Kalem simurgu var..o latif ve sadece altınla yapılmış..kanat uçlarında- telek bulutları içinde İstanbul’un eski zaman mimari eserleri var..her dinden bir mabed..çok hoş..sergiyi geziyorum ve Allah’a dua ediyorum..”Ya Rabbi, iyi ki beni bu sanatlardan uzak tutmuşsun ..yoksa bu sabırsız- kabiliyetsizliğimle bu ince güzellikleri de kirletirdim”..artık tüm bilgiler kolayca bir araya getirilebildiği için, minyatürlerde tüm zamanları ve mekanları görmek mümkün..öyle güzeller ki.. artık bu sanatın kıyameti kopmuş yani dirilmiş bence..  hatta daha da ileri gitmiş diye düşünüyorum.ka’tı sanatından da bir minyatür var..içlerinde Ali Amcamın derin bir bağla sevdiği, yetiştirmesi için Süheyl Ünver’e emanet ettiği,kendisinden  çok az evvel bu alemden göç eden yeğeni Nusret Çolpan’ında bir minyatürü var…
Süheyl Ünver’i çok seven, dostu A.Güner  Sayar  Bey’in bir sohbeti varmış..konusu ise Bandırmalı  Ali  Öztaylan  Efendi’ymiş..çocuğun Evvel Zamanı yani..Anlatıcı, O’nu Süheyl Bey’i sevdiği-O’nun tarafından da sevildiği için sevmiş aslında..dostun dostunu sevmek geleneksel irfani yolun olmazsa olmazıymış ya hani..anlatmış..anlatmış..ve çocuk konuşmacıdan aldığı metin ve izinle, o hatıralardan şu bölümü bu masala  eklemek istemiş..ayrıca dostları için yazdığı tüm yazıları, benim gibi bir cahile, dilediğim gibi kullanabileyim diye yolladığı için kendisine şükranlarımı sunuyorum..
“Kendi gidip, ahbabları kalan yar!”“Yar”,Bandırmalı Ali Efendi-Ali Öztaylan,gittiği yer, alemi cemal;kalanlar ise malum:onun sevdikleri,onu sevenler-dost ve akrabaları.
Bandırma’daki saadethanelerinde,ilk  ziyarete gittiğimde,hemen koyulaşan sohbette söz ’dost’un kıymetine gelmişti ki,Ali Efendi:Siz gelmeden bir müddet önce “sala” verildi,ölen zat dost ve akrabalarına duyuruldu.dikkat ettim;müezzin efendi akraba ve dostları demedi.bu da gösteriyor ki,”dost”kıdem itibariyle akrabadan önde bulunuyor” demişti.şimdi, bu aziz ve sevgili dost,93 yıl muammer olduğu bu dünya ile bağlarını koparıyor,Cenab-ı Hakk’ın “ircii”emrine itaatle beka alemine sefer ediyor.O’nun hayatı,şikayet ve pişmanlığa hiç yer vermeden,hüsrana düşmeden rasyonel bir organizasyonu içinde maddi hayatını temin ile zatına mahsus bir ruh ikliminde kamil ruhların takipçisi olarak tamamına erdi.Rahmetli Süheyl Ünver’in hazırladığı el yapması “Balıkesir “defterine düştüğü şu ruhlu notu bu vesile ile zikredelim:ALİ ÖZTAYLAN:MÜSLÜMAN-TÜRK RUMELİMİZİN EN TEMİZ ÖRNEĞİ.EVLİYADAN”
bu sözleri müteakip, camiden sala sesleri salona yayılıyor..bu zarafet çocuğu ve orada bulunan herkesi müteessir kılıyor gerçekte..sala ile huzur bulunuyor..
ve konuşmacı zat: sizler O’nu tanıyanlarsınız ..sizlerde anlatın lütfen diye salona hitap ediyor..oğlu konuşuyor..sonra sohbet karşılıklı devam ediyor..çocuk söz alıyor:az evvel, Siz “vechine, yarin göz izi değmiş dost” aramakla alakalı bir şiir okumuştunuz ya ..işte Ali Amcam, Sizin de anlattığınız gibi yıllarca, hep o göz izi değmişleri aramış bence..çünkü aşk durmaz ,yeni emanetçilerine devredermiş..ve Allah, O’na hediye olarak, O’nun dediği gibi: Kendi Latif- Cismi Latif olan,benim içinse aynı zamanda bir nebi manasında olan Latif Baltutan’ı Dost olarak vermiş..bir ömür birbirlerinin vechin de, gözlerinin izlerini seyretmişler..duaları birdi..Bir’i diğerinden iki ay sonra bu alemden ayrıldı..bizim için, Onların ikisi Ayn’ıydı..birini anmak demek diğerini de anmak demektir..o yüzden Latif Amcamızda burada …ve başka bir konuşmacı söz aldı..o daHaybabam - Latif Sultanın- Ali Sultanın dostluğunun birliğinden bahsetti..işte bizi bir araya getiren yine bu birlikti vesselam..
…………………………………………
ertesi gün olmuş ….kardeşi  Üsküdar’da eski bir kütüphanede, Osmanlıca dersine devam ediyormuş...çocuk bende gideyim bakayım..hocayı seversem belki öğrenebilirim deyip, olaya intikal etmiş..ve mekan, tam sevdiği gibiymiş..her şey tam olması gerektiği gibi..Hz. Hüdai’nin hazinesi buradaymış..hocaları da bu hazinenin bekçisiymiş.. Hoca evvela, her yeni gelene yaptığı gibi- sanırım bu teşvik içindi -bazı yazmalar göstermiş..çok heyecanlanmış çocuk..ve cilt kapaklarını gördüğünde ve içlerindeki o gözle görülemeyecek tezyinata nazar ettiğinde; henüz bu ilmin, bugün o kadar mükemmelliğe dönüşemediğini idrak etmiş mesela..daha çok çalışmak  lazımmış yani.. bu kadar ince işlere de pek talep olmadığını da biliyormuş.. çünkü artık devir göze ,duvara,eşyaya ve paraya göre talep ettiğinden, tablolarda büyümek zorundaymış..minyatürler olmuş maxitür yani..eskiden kitaplar kişiye özelmiş ve gösterişten uzak, sadece okuyacak, o birkaç kişiye  müstesnaymış..ve demir parmaklıkların ardına alınmışlar..nasıl güzel ve huzurlu kokuyormuş..böyle acaib bir canlılık varmış..çocuk biliyormuş ki, o kitaplar, rabbani ilhamla yazıldıkları için canlıymışlar ..kaderinde neden,okuyamadığı halde; hep kitaplardan yana bu kadar bir ganilik olduğunu anlayamıyormuş….
hoca ortada, iki çocuk yanında, Eski Türkçe Osmanlıcası kitabına bakıyorlarmış..çocuk okuyormuş:ben tasavvufi anlatımla öğrenmek istiyorum.. bana öyle anlatın olur mu? demiş..hoca ben hiç öyle şeyler bilmiyorum diyormuş sık sık ..oysa  anlatırken, harfleri acaip bir uçuruşla uçurtuyormuş:)bak şimdi harflerin düşünceleri başında.. henüz düşünüyorlar diyormuş.. ve alfabe aşağı inerken: bak düşünceler hayat bulmaya başladı,şimdi yaşlandık yani öyle düşünmeye vakit yok.. hareket- amel-iş lazım, başını vermek lazım ..sonra alfabe aşağı kayıyormuş,işte bunlarında, bedenlerini de sonra vermeleri lazım diye hoca şiirsel bir anlatımla terennüm ediyormuş..gerçekten de hoca tasavvufu hiç bilmiyormuş:)tasavvur ettiği harflerde sanki tasarruf ediyormuş değil mi?:)arada çocuk onun çizdiği harflere yeni şekiller çiziyormuş ve böylede anladım diyormuş.. hoca da çok eğleniyormuş: ooooo.. diyormuş oooo..çocuklar hocayı tek taş alyans sınıfına ders vermesi için iknaya çalışmışlar..ama davet ve cevab çocuğun hemen o esnada okuduğu metinden yansımış.. öyle mucizeymiş ki, şaşkınlıkla hem daveti hem de alt satırlardan okudukları o davetin kabulünün teyidini almışlar..inanılmaz bir eğlenceli okuyuşmuş bu..hocaya, bu zuhuratın sonucunda gün tayinini söylemek düşmüş:)çook teşekkür ediyoruz …..
çocuk okumuş ,okumuş..kitabı nerede ise, orasından burasından devirmişler..arada hoca, Farsça ve Arapça kelimelerden anlatmış. çünkü Osmanlıca bu üç güzel dilin birliğinden müteşekkilmiş..osmanlıca çok göreceli bir lisanmış..okurken alışana dek, kelime ve harflerde manayı oturtana kadar gezinmek gerekiyormuş..hangi ses en doğru, onu yakalayana dek, hem kelime- hem bilgi hazinesini dürterek uyarmak gerekiyormuş..hoca çocuğa okudukları kitabı imzalayarak hediye etmiş:üç ders sonra, sizle yazma eser okumaya bile başlayabiliriz demiş ki; çocuk henüz buna inanamamış..öyle çabuk mu yani?hoca:madem ki siz bu konuda meraklısınız;bir daha geldiğinizde size bir yazma eser …….çıkaracağım ve onun bir sahife kenarındaki işareti size göstereceğim..bakalım siz o işaretten ne anlayacaksınız.. eğer onu anlarsanız, o mektupta  anlayana bir müjde var..bakalım, bir dahakine.. tamam mı? demiş..çocuk çook mutlu olmuş..kendi  yazdığı bu çok aciz ve değersiz masallara karşı bu ne muazzam eğiliş..hem de” kimin kime mektupları”…..
hocanın özel merakı yaylalardan kekik toplamakmış..hafta sonu Aydos Yaylası’ndan topladığı kekiklerden demlenmiş çayı  ders esnasında ve kapının önünde  yeni dostları ile içmişler..hocanın ve çocukları buraya yönlendiren Haybabamın dostu M.Özdamar ve belediyenin restorasyon mimarı ve bir eski dilci varmış masada..çok hoş sohbet olmuş..bu atmosferde iki tarihi kütüphane müdürü ve eski bina uzmanıyla muhabbet farklıymış..onlar,sürekli Farsça ve Osmanlıca şiirler okuyorlarmış..atışıyorlarmış..ve çok eğleniyorlarmış böyle..bir ara, Hz. Hüdai’nin türbedarı olan, çocuğun rüya dostu uğramış..birbirlerini görünce şaşırsalar da onların kaderinde bu bağlamda,henüz çözemedikleri bir anlam varmış..
ve ertesi sabah:bir Füsus ul Hikem Şerhi dersine katılmış..öyle kalabalıkmış ki merdivenlerde dinlemiş.Şit  a.s bahsindelermiş..çok güzel geçmiş..bir mana anlatmış hoca..Hz. Hatice Annemizle alakalı..o görüşteki tarifi, hayaline çizerken ağlamış çocuk..gülümsemiş..ve gidilecek bir cenaze varmış, sonra..yolda iki araba kazarap olmuşlar..diğer arabadakilerde bir başka cenazeye yetişmeye çalışıyorlarmış..gülüşmüşler..az daha pek çok cenaze olacakken Allah  korumuş.. o kadarcıkla şifayap olmuşlar..iki tarafta anlaşmışlar ve cenazelerine yetişmişler..mezarlıklar çok huzurlu oluyor nedense..ve orada hocanın okuduğu Kur’an çok daha anlamlı ve tesirli tabii..insanın oradan çıkası hiiç gelmiyor nedense..
eve dönmek vakti..işte koskocaman bir haftanın bilançocu..benim payıma sadece muhabbetin derinliği ve o derinliğin içinden uzanan sarmaşığın-ışkın içine doğru hasretle çekilmek düştü..yada ben öyle zannediyorum..çünkü öyle zannetmeyi çoook seviyorum..şimdi durup kendime baktım, ne rengim dedim..nötr ve renksiz olduğumu anladım…ve sen aklıma geldin birden.. sakince gülümsedim..seni seviyorum…
SENİN İÇİN BİR ŞİİRCİK
küçük bir havuzun içinde deryacık
temizleyen, ayak bileklerine dek suyunu boşaltmış
kum,taş,çakıl ve midyeler
elini kapmış bir deniz kabuklusu
ve bir yola karşılıklı serilmiş,çift sıra tesbihler
rengarenk ve biçimdeler
içlerinde gözünü tek alan
kırmızı mercan olan……………

 
 
Nur Cihan
23.02.2010

 







17 Şubat 2010 Çarşamba

EN SOYUT SANAT İSLAMdır mASALı-2





EN SOYUT SANAT İSLAMdır mASALı-2
Nur Cihan
Dil beytini pâk eden,
Dervişi ankâ eden,
Âlem-i lâhute giden,
Mevlâ zikridir, zikri.
Hz. Pîr Nûreddin-i Cerrâhi

************
İnsanlar genelde, bir yerlere gelmek için sonuna dek çalışırlar değil mi? ve o, her halükarda geldikleri yerde, genelde, hemen hep aynı şeyi yaparlar..sanatla alakalı şeylere meyletmektir bu…çünkü artık hayatla didişmek bitmiş, zevk etmek vakti gelmiştir..ve sanatla uğraşanlar, çok cazip olmalarına karşın, genelde maddiyatı olamayanlardır..nedense bu ikisi pek bir arada olamıyor..muhakkak bir hami lazım..(o kibri kırmak için belki de gereklidir, kim bilir?çünkü sanat acaip kibirli bir iş bence..tıpkı ilimdeki ucub gibi..)işte bizim masal çocuğu, bu idrakle, Zamandan diliyormuş ki; kendi sanatsal masalının ilk ve tek alıcısı olsun:)..masalını duvarına-kütüphanesine değil, gönlünün alt köşecağızındaki, O Kızılkahve Noktasına daldırsın:)inşallah ve aminnn..
Yok tan Var olmuş her şey sanattır bence..hayalden zuhura akış yani..ve bugün sanat adına bişi yaptıklarını sanan herkes de, O İlk Yaratan İlah-Tanrı’nın, ilk ol emri ile olan ve hala olmakta devam edecek olanlarını taklitten başka bir şey yapmıyorlarmış aslında..hakikatte kimse ne yeni bir şey icad edebilir, ne de yeni bir fikir ileri sürebilir..o bilgi zaten onun ezeli kaydında ona verilmiştir ve aynı ilim herkeste vardır.. lakin sadece çalışanlar hakikatte ise çalışanlar bile değil, Allahın nasible lütuf ettikleri bu ilimden nasiplenebilirlemiş..Nakkaşın Kendisi Allahmış..o yüzden de nakışı beğenmediğimizde, o nakışı yapanı asıl beğenmiyor oluyormuşuz tabii..işte bu varlık çocuğu da kendi hayatının anlayabildiği kadarını, var-yok sanatını Sana sunmak istemiş ki; birbirimizi tanımaya devam edelim değil mi? huyu huyuma suyu suyuma uygun mu bakalım:)burada denklik mevzusu  akla geliyor hemen..asla denk olmadığımızı ve olamayacağımızı da biliyorum..bu alem için değil zaten dileklerim, biliyorsun..bu alemde olsa bile kabul edemem.. çok utanır,utancımdan ezilirim…yaşımda ihtiyar oldu, saçlarım ölüm rengine meyletti çoktan….toprak beni seviyor bence ama ben neden hep havaya – nefese hayranım bir türlü anlamıyorum..bir türlü toprağın içine giremiyorum nedense, hep havaya karışıyorum:)nefesine….
Masal çocuğu ilk çocukluk döneminde de çok hayaliymiş..duvar üstlerinde yürümekten ve ağaç tepelerinde oturmaktan, birde çatıda durmaktan hoşlanırmış ..yapayanlız olmayı severmiş..baktığı her şeyde bir biçim-suret görebilirmiş..su birikintilerinde bile anlam varmış..Haybabam  basılmış tüm masal kitaplarını getirirmiş ve çocuk okurmuş..o masal resimlerine üstelik aşık da olurmuş..çok ağır kitaplarda okurmuş ve hiç anlamazmış oysa.. dermiş ki: ben anlamasam da ruhum anlar ve bana bir gün anlatır..mesela bugün bu manaları yaşıyormuş..gerçekten de ruh her şeyi biliyormuş ve anlatmak için can atıyormuş..öğrendim sandığımız her şey tekrar hatırlamaktan başka bişey değil miş..ilkokul sondayken camiye, bir vaaza gitmiş çocuk ..ve çok hayret etmiş.. hoca, onun okuduğu –sanırım Envar-ül Aşık-ın-kitabından, olduğu gibi evliya hikayelerini anlatıyormuş.. aynı kelimelerle üstelik.. bir camii dolusu büyük insan, onu dinliyormuş..bunu hiç anlayamamış..  çünkü, o çocuk hikayesi sandığını,hoca,büyüklere  niye anlatıyor  bilemiyormuş..birde aynı dönem bir komşu ablayı daha yüksek bir okul sınıfından eve çağırması gerekmiş(daha cep teli icad olmamış o devirde,böyle ayak işlerini komşu çocukları yaparmış:)..ve çocuk o sınıfı gördüğünde, hele o sıraları, tüm hayalleri yerle bir olmuş…aynı ilkokul sınıfı gibiymiş..yani büyümesinin, daha çok şey bilmesinin hiçbir değeri yokmuş..işte o an hiç unutmayacağı anmış..ve devlet okullarını,o kurumların insanın manasına hiç değer vermemesini,eğitim sistemini sevmemeye oracıkta karar vermiş..gittiği tüm okullara zorla gitmiş..nefret ederek..çünkü o eski yunan tarzındaki  yada menkıbelerdeki gibi birebir- görerek öğrenmek istiyormuş..böyle açık havada çimlere yayılmış ,karşılıklı sohbet ederek hikmetle yani..bu özlem..bu hissediş..ne garip değil mi? beni Sana, en sonunda getirdi..hem de Senin Hikmetinle…neden sanki devlet, okullara ,insanın kendisini bilme derslerini koymuyor ki?..bunu bir deneseler, milletinin örtülmüş mirasından nasıl zaferler fışkıracak hayretle görecekmiş belki de..(fışkırır ruhu mücerred gibi yerden naş’ım olucaz belki de)çünkü kendini bilme sanatı biz MüslümanTürklerin kanında akıp duruyor hala…ve  bugün anlaşılıyor ki o damar patlamak üzere..artık açlık duyulan her şeye gına geldiğinden ve nasıl mutsuz olunduğu anlaşıldığından, içe dönüş taleplerinde patlama varmış..içsel turizmin olmazsa olmazı ise, şiddetle talep etmekmiş..ancak bu ısrarla kapıda duranlara, kapı içeriden açılıyormuş dimi?…

sonra, zamanlar geçti.. ben büyüdüğümü sandım ve resmi okulu terk edecek kadar cesur olduğumda bunu gerçekleştirdim…okulu terk ettiğim de bir rüya gördüm..rahlede bana Kur’an okutmaya çalışan inanılmaz yakışıklı-güzel,siyah sarıklı,siyah cübbeli genç bir hoca vardı..”oku” dedikçe direnip, okumuyordum..(sen benim nasıl inat biri olduğumu biliyorsun zaten..)O, en sonunda sinirlendi, ayağa kalkarken birden ihtiyarladı ki dannk etti: tamam.. tamam.. okuyacağım derken, şakk diye inen tokatla yere serilmiştim..işte hala o yerden kalkamadım biliyorsun..beni artık düştüğüm yerden kaldırmak ister misin?
her zaman terk etmeye meyyalimdir biliyorsun..bir Seni terk edemiyorum..çünkü Sana gönlümden bağlıyım ya o yüzden..sana 42 yıllık hayatımın sanat dilimlerinden yazacağım.. ortaya ne çıkacak sonunda bakacağım:)umuyorum ki güzel bir son olsun..ve yeterince uykuya kanıp sokağa çıkmaya karar verdiğimde 17 yaşımdaydım.. Tanrı’yı yatırıp uyutan bir okulun kütüphanesinde memur olan Bülent Çöllü Bey; sanırım 5 kişiydik-bize tezhib dersleri verdi..gerçekte ise bize, işin mutfağını öğretmiş. bu hafta anladım..sadece bir yıl sürdü..o kadar sakin ve sabırlıydı ki hayret..O’nun  hocaları, bu yok olmuş sanatı tekrar dirilten ilk kişiler olan Süheyl Ünver ve Rikkat Kunt Hanımdı..bir kaç yıl evvel öğrendim ki Evvel Zaman ve Süheyl Bey’in arasında çok derin ve özel bir bağ varmış..daha sonra bir yıl tezhib dersi aldığım Münevver Hanım ise Süheyl Bey tarzında yetişmişti..geleneksel ekolleri-tarzları işte ilk bu sanatla öğrenmeye ve kabul etmeye başladım..çizimlerinden hangi hocanın hangi hoca tarafından yetiştirildiğini o vakitler birazcık anlıyordum mesela..
huylar ve sular.. meşrebler-yollar farklı olsa da, sonuç, bir tablodaki nokta dan başka bişi değilsin..ama kendi dairende koskoca bir alemsin..yanındakiyle birleştiğinde daha güçlü ve anlamlısın gibi..yıldızların mimberlere nakşedilmiş versiyonu gibi  yani..tek sin..eşsiz ve benzersiz sin..senden tek bir tane daha yok ..Yaratan “ol “demiş ve senin adını anmış..O, bir yarattığını bir daha yaratmayacağı için de, sen yegane sin….yek perde-ilk perde sin..onun en küçük-yakiin: merhaba, ruhu Dilara perdesi sin:)..artık nikabını sana açmak isteyeceği kadar yakin belki:) ister mi sin?.....bak!! dost –yar istemek, ait olmayı dilemek.. buda bir sanat.. muhtaçlık sanılmasın, asıl bu yücelik….bir mum sonsuz mumu yaksa da ışığından, kendinden bir şey eksilmezmiş ya hani, işte öyle sanırım.. değil mi?
her tek, kendi başına tektir ve hiçbir damla tek başına güzel değildir..çünkü o güzelliği bilecek, bir başka tek damla lazımdır..suyun suya aksi sedası ve bu yansımadan yayılan sonsuz yansıma sanki…ne güzel..İlmi İlahi’nin Sanatı hiçbir sanata benzemiyor ve yaratılmış her varlık, sadece kendi acziyetini, her an daha çok anlıyor değil mi?
ve işte bizim Bülent Çöllü Hocamız, ilk iş bize muhallebi pişirmeyi öğretti..o kütüphaneyi öyle çok kirletiyorduk ki.. hepsini O temizliyordu, hem de büyük şevkle.. bize öğrendiği her şeyi öğretmek istiyordu..O’nu büyük hürmetle selamlamak istiyorum..saman kağıtlarını inceletmişti..böyle ışığa tutuyorduk, kağıtların suyunu buluyorduk.. kağıtların yollarını-sularını bulmak çok zordu ..eğer bu kağıdın suyu, diğer kağıdın zıt yönü ile birleşmezse mukavva  düz değil kavruk oluyordu..kağıdın huyu suyuna göre, üst üstte muhallebi ile yapıştırıyorduk ve bilmem kaç kat olduğunda kurusun diye bırakıyorduk..kuruduğunda murakkamız yanimukavvamız oluyordu..ve bize çay ve soğan kabuğu ile kağıt boyamayı öğretti..o kağıtları, saatlerce çırptığımız yumurta akı ve şap karışımızla aharlamayıda..böylece pırıl pırıl cilalı kağıtlarımız oluyordu..üzerine hat yazıldığında, kağıt yıpranmadan silinebiliyordu ..ama tezhibe uygun değildi..altın ve boya kayıyordu ..o vakit tebeşşir tozu yada ekmek kırıntısı ile silmek lazımdı..ve desen- çizim çalışması..Ya Rabbim,  Rikkat Hanımın tarzında yaprak yapmak için haftalarca çalışmıştık..aynısı olana dek kabul etmiyordu Hoca…sonra bize, o yıl, hat yazıda dünya birincisi olan Davud adındaki arkadaşına, kendi aharladığımız kağıtlara yazılar yazdırdı,hem de ücretsiz..benim bahtıma beyaz kağıt üzerine Allah yazısı düşmüştü..daire şeklinde halkari çalışmıştık..murakkası da  bizimdi ve saman rengiydi..ve benim ilk tablomdu..en çok yazıyı murakkaya yapıştırırken zorlanmıştım, hatta yazının ortasını pergelle bozmuştum..çünkü matematik,ölçüp biçmek benim için en zor şeydi..bunun yerine katlayarak-yada bir objeyle ölçümler yapmak daha pratikti..
Hoca bize altın aldı..onu bal ile nasıl ezeceğimizi öğretti..Ya Rabbim.. saatlerce tek parmak ile..bu altın varakları ezmek, sonra tülbent bezinden süzüp, altın dibe çökene dek beklemek.. ve suyunu süzüp altını kullanıma hazır hale gelene dek kurutmak..…deseni altınlayınca, onu, akik taşı ile mührelemek lazım dı.. işte ancak o vakit altın, altın olup parlıyordu..ben bedestende çok dolaşmıştım hocamınki gibi bir mühre bulabilmek için..bulamadım tabii..ama bir hurma dalı gibi eğrilmiş akik taşı alıp, onu gümüş telkari bir sigaralığa taktırmıştım..çok şık bir mühre olmuştu bence..varak da farklı bir tarz daha vardı..varak altını zamk  sürülmüş tezhibi bitmiş sahifenin kenarlarına tel süzgeçten geçirmek ..bu muhteşemdi…havadan altın zerreleri yağıyor gibi bir sahneydi, şimdi hatırladım da..başka..Çöllü Hocamın sınıfından iki kişi ile, Kubbe Altına ebru dersine gittik.. ben 4 kere felan devam etmişimdir sanırım..Niyazi Hoca vardı..O’nu ilk kez görüyordum ve hiiç tanımıyordum..(mesela O’da, şimdi yeni masal arkadaşıma Hz.Pir Mevlana’nın huzurunda  ney için destur vermiş..)böyle beyaz muşambadan upuzun ameliyat önlüğü giymişti..boyaları koyduğu şişelere en çok takılmıştım sanırım:)işte ilk ebruyu orada gördüm..daha sonra Sultan Ahmet’te,Soğuk Çeşme Sokakta, bir eski medresedeki ebru ve tezhib-minyatür kursuna gittim..hocam Münevver Hanımdı.. tabii yine birer senecik..daha fazla gidemezdim:)
ebrudan da yazmak istiyorum..hocamız A. Çoktan dı ..önceCağaloğluna bir kağıt kesimhanesine gittim..koca bir top kağıdı tekne ölçüme göre kestirdim..onca ağırlıkla, taaa.. karşıya , evime döndüm..teknem galvenizden  olacaktı ve Mercan’da dükkanı olan amcama gittim..o benim için bunu ısmarladı..daha sonraTahtakale’ye gittim.. bir bağ at kuyruğu aldım, fırçalarım içindi bu..ve ip..Mısır Çarşısına indim ve kitre aldım…sertlik derecesi en az olan bilmem ne marka su aldım- eğer varsa akü yada ütü suyu daha iyi oluyormuş..gece sokağa çıktım-gündüz yapamazdım çünkü:) elimde bıçak,değişik bahçelerden gül dalları kestim..o gül dallarına at kıllarını bağladım ve fırçalarımı yaptım..en zor kısım ödbulmak oldu benim için..uzun uğraşılardan sonra öd temin ettik.. onu benmari usülü pişirdim ve kavanoza koydum..bu berbat renkli ve korkunç kokulu kimya, en değerli malzemeydi …çünkü öd olmadan boyalar suda açılmıyordu sanırım..daha sonra Karaköy’e gittim..analin boya almak lazımdı..kök boyalar..kavanozlarda ne güzel duruyorlardı..mesnevi dersinde dinlemiştim ..Hz İsa çocukluğunda, dayısıyla çalışmış..dayısı kumaş boyarmış ve Hz İsa tüm kumaşları aynı boya kazanına atarmış ..ve dayısı kızmış, ne yaptın? demiş..Hz İsa da :ne renk istiyorsun? demiş hani.. ve değişik renklerde kumaşları aynı boya kazanından çıkartmış, ne güzel değil mi?renkler beni çok etkiliyor nedense..renksizliği de çok seviyorum aslında..latiflik.. çünkü inanılmaz bir saflığı ve ışığı var..tam bana göre.. içimden diğer yan gözüküyor yaniii.. henüz onları çözemedim..eskiden de hep sorardım.. renkler ışığın etkisi ve kırılması ile oluyormuş, aslında renkler yokmuş ya hani..peki neden mağaraların en karanlık yerlerinde el feneri tutulduğunda inanılmaz fosforlu acaip güzel renkli şeyler oluyor derdim.. yada deniz dibinde..bana hala kimse istediğim izahı yapamadı mesela..Sen  göstererek öğretir misin lütfen?bir matbaacı hanım demişti ki: önce tüm  renkleri vururlar.. en üstte siyah vurulur ve siyahın içinden tüm  renkler çıkar..mesela bu anlatım beni çok etkilemişti..
ebru da en beğendiğim ve beni en etkileyen hala da battal ebruydu..bugün battal ebruyu kudümle eşdeğer görüyorum.. yanikün emri gibi biliyor musun?…battal ebruda olaya müdahale edemezsin.. Bir Damla Boyanın suya düşüşü ve o bebeğin gelişimi..bir damla boyanın daire içi daireler halinde açılması..bazenkitreden yada ödden dolayı, belki boyadan, belki hava dan boya açılmıyordu..ama olsun her hali anlamlıydı..ve benim ebru sevdam ancak bir dönem sürdü…en çok mavi ile gri ve siyahı bir arada kullandığım battal ebruları sevmiştim..bu kursta da boya ezmeyi öğrenmiştik….tarifime göre, boya ezme taşımı ve mermer teknemi bugün en ince işleri yapacak –bir taşı kılıç haline getirecek kadar usta olan yapmıştı..mesela bu, bugün bana anlamlı geliyor:)sanki hayatım görünmez biçimde birileriyle paralel gelişiyor..ebruyu, suyun içindeyken seviyordum ben, biliyor musun?..ıslak ıslakyani..kuruduğunda o görkemli ışık gidiyordu nedense..suda cazipti benim için.. kağıda geçip tek boyutlu olduğunda ve kuruduğunda onu hiç sevemiyordum..teknede dursun öyle bak, muhteşem ..kitrenin beyaz mukazasına düş mesela..acaip değil mi?ben ışık seviyordum, şimdi anlıyorum..insanı güzel yapanının; o ağzı, burnu vesairesi olmadığını, onu cazip kılanın yüzünden- gözünden yansıyan ışık olduğunu o zaman bilmiyordum ve anlayamıyordum tabii..beni aslında Nur- ışık için hazırlanıyordun belki de..ışığı öğrenmek o renkleri biçimleri kendinden tecelli ettireni tanımak içinde.. bu sanatlarda bir nebze gezinmek lazımdı galiba…emeksiz ekmek olmuyordu işte..Hz. Arabi de okumuştum..Hz Nur ile tanıştım diyordu bir yerde..ama sadece o kadarcık..başka yazmamış..belki başka yazılarında anlatıyordur kim bilir?..ben, O’nun sadece birkaç kitabını okudum. O’nu anlayabilecek alt yapım yok biliyorsun..belki bu tanışıklığı sırlayarak yazmıştır.. ancak diğer tanışanlar anlıyordur bence..mesela bunu kuantum fizikçiler anlayabilselerdi ne muazzam olurdu onlar için değil mi?yada biri onlara bunu anlatsa, üzerine alınan birileri hemen derlerdi ki: al bak, falan tarihe ben işte bunu demiştim..ben söyledim ilk ben..ben..ben..benden başka kimse bu ilmi bilemez ..benim sayfalarımda kendi tanrılığımdan başka ilaha yer yok..bir benim ilmim, bir benim kitabım var….oysa eskiler söylenmedik bişey bırakmadıkları gibi sanatı da öyle bir incelterek didiklemişler ki.. geleneksel sanatlarla sanıyoruz ki basit şeyler yapıyoruz..hayır İslam öyle soyut bir dinki, sanatı bile soyut=tüm zanlarından soyunman lazım yani anlaşılmaz..göreceli..tezhip mesela ….ben en çok rumi desenini severim  tezhib de..çok asil buluyorum..hem taşa hem kağıda yakışıyor ..sonsuz biçimde sarıp sarmalıyor..aşkı anlatıyor bence..her şeyi aşkla kaplayabiliyor ve çok hoş..birde tığları sevmiştim..tığlar sınır tanımazlığım için uygundu..en dış hattan çıkıp giden yükselen ve yükselten zarafetler..
Ve minyatür..tezhib zor ve çok kurallı olduğu için kısa sürede ondan da vazcayıp minyatüre yöneldim..en çok, bu kadar yetenekli ve detay sihirbazı olmuş eski ustaların gizlice, kendilerine batı tarzı resim yapıp yapmadıklarını merak ediyordum..bence gizlice hep böyle resim yapıyorlardı..çizmeden duramazlardı sanki..çünkü yetenekbaşka bir şeydi ve kontrolü zordu..minyatürde renkler çok özgür sayılmasa da yine de daha canlıydı…altın güzeldi..ve kontür..sınır sevmesem de nedense kontür-had seviyordum..kendi sınırlarımı kendim çizmeyi ise daha çok seviyordum..ben minyatürün  büyük bir kısmının çerçevesinden fırlayarak çıkmış olanından hoşlanıyordum..böyle incecik ağaç kökleri,zülüfler felan taşmış olsun..hala da öyle resimleri seviyorum..ve padişahlı minyatürler vardı kitaplarda hani..tam ortada sayaban altında padişah bir tahtta oturuyor..nedense sayfanın tam ortasındaki o acaip abartılı, halı desenli sayebanları sevmezdim..oysa şimdiki aklımla baktığımda çok manidar ve sırlı buluyorum:)..en çok zümrüd-ü anka çizmeyi sevmiştim..birde melekleri..Mehmet Siyah Kalem’in o renksiz,  mükemmel çizgilerini rengarenk boyardım..O’nun cinlerini-devlerini hiçbir vakit sevmedim..çizmeyi bile düşünmedim..O  bence çok değişik bir beyne sahipmiş..
ayrıca H.Çelebi Hocaya galiba üç kere hat dersine gittim..bunu asla yapamayacağımı o  üç derste anladım..o kadar sabırlı değildim..aslında tüm bu yazdığım sanatlar sadece aşırı sabırlılar içindi.. belki tasavvuf terbiyesinde- tekke geleneğinde bu sanatların bu kadar yer alması, onların ne kadar nefsi terbiye edici oldukları hakkındadır..bir kere bu sanatları yaparken konuşmamak lazım..çünkü konuşunca-yani nefesinizi tutmazsanız eliniz titrer ve o incecik işler bozulur..yanlızlık lazım..içsel bir huzura dönüşen sakinlik lazım..nefsi terbiye belki de evvela nefesi terbiye ile başlıyor değil mi?
Ve üç ay gitar dersi aldım..çalabildiğim sadece daha dün annemizin kollarında ve bak postacı geliyor idi..ne nota öğrenebildim nede sesim vardı.. hele kulak hak getire..ama her daim müzik sevdim..demek ki benim dinleyici olup müzikle uğraşanları taktir etmem lazımmış:)başka  bir sürü kursa gittim..hepsi böyle yarım yamalaktı..öyle aceleciydim ki,ÖLMEYE YETİŞEMEMEKTEN BİLE KORKUYORDUM..HATTA BİR DEFA ÖLÜMÜ BÜYÜK BİR SEVİNÇLE DENEYİMLERKEN,ORADA BİLE SORDUM YANİ:HANİ IŞIK VARDI, O IŞIK NERDE ?DEYÜÜP, O IŞIĞI GÖRÜNCE DE,TÜNELDEN HIZLA KAYARKEN BİLE GERİ DÖNMÜŞTÜM..ANLAYACAĞIN BENİM HAYATTA SEN’DEN BAŞKA HİÇ BİR ŞEYE SABRIM YOKTU..SEN SE BANA SABRI TÜKETTİRDİN:) hiçbir şeyi sabırla yapamadığımdan istediğim şeyi elde edemiyordum..o yüzden de yaptığım hiçbir şeyi beğenemiyordum..beğenmediğim içinde o şeyi öğrenmeyi hemen terk ediyordum..hakikatte ise şöyle düşünürüm.insan o kadar değerliydi ki, bu alemdeki hiçbir şey ona yetemezdi..tüm sanatlar, Gerçek Sanatçı’nın yanında ucuz ve soluk bir kopyaydı..oysatefekkür etmek, en soyut, en mükemmele yakın sanattı sanırım..çünkü en büyük sanat eseri insanın kendisiydi ve kişi kendi sanat tarihçisi olup kendi mana arkeoloğu olursa, nasıl bir ilahi mucize olduğunu ancak anlar..
bir tek masal yazmak eylemim 2yıldır sürüyor ne garip değil mi?..bu hafta inanılmaz sıkıldım bu işten de..ve bilmem kaçıncı kez, bir daha asla yazmayacağım dedim..ama geçen masalıma -1 yazdığım için gururuma yediremedim:)aslında Senle tek iletişimim olduğu için belki de devam edebiliyorum..Sen okuduğun için ..çok lüzumsuz uzun yazıyorum biliyorum. Sen o kadar vakit gözlerini bana dikiyorsun ya önemli olan bu..nerde gülümseyip nerede sinirlendiğini bilebilmek istiyorum..birde Nur var tabii..yazma nedenim..istediğim şey gerçekleşmiyor biliyorsun..Sana yaklaştıkça sanki mesafeler uzuyor gibi. bu hafta bunu fark ettim..(böyle olması iyi..biter diye de korkuyorum ya hani.Sen bitmeyecek demiştin..) çünkü, sanat için tabloya uzaktan bakmak lazım..yakından hiçbir şey göremezsin ve anlayamazsın değil mi?bu hafta rüyamda,hayallerimde neden  sevdiklerimi göremediğimi öğrendim..çok hüzünlendim..bunu Evvel Zamana da anlatıp beni sevmiyorlar mı, neden bana kendilerini göstermiyorlar?dediğimde..”evladım, siz yaşıyorsunuz ya, aynı şey..ha rüyada ha bu dünyada hiç farkı yok” demişti..Seni böyle tanıdığım içinse, ilelebet bir şey görmesem de umurumda değil o zaman…Senİ bildiğim için,yıldızlardan-zanlardan işaretleri okuyacak bir perdeliye ihtiyacım yok demek ki.
İşte İslam öyle  soyut bir sanattı ki,  onu anlamak için maddeden manaya akan bir yolculuğa çıkmak lazımdı sanırım..bunu yukarıdaki gözlemlediğim sanatlarla inceleyelim mi?bakalım ne çıkacak..beraber seyahat edelim mi sevdiğim?kalbimdesin, şimdi hissettim,bana kızmadığına ayrıca sevindim, teşekkür ederim..bir tablo duvarda asılı..üzerinde rengarenk resimler var ve biz Senle ona bakıyoruz..ben Sana dokunuyorum..diyorum ki ellerimle yüzüne dokunup parmaklarımı yüzünde gezdirebilir miyim?..Seni hatırlayamadığım için kaydetmek istiyorum hani..ve Sen izin veriyorsun diyelim..gözlerinde, kaşlarında, dudaklarında parmaklarım geziniyor..ve bunu kaydediyorum..dokunduğum için farklı algılıyorum ..beş duyumla kayıt yani..sesini, halini, tavrını biliyorum.. aslında bu görünen olmadığını daha çok iyi bildiğim için de, bunca kıyameti kopartıyorum..ben Senden yayılan o ışığa tutsağım biliyorsun, ona yolculuk yapıyorum..sonra ikimiz duvardaki tabloya dönüyoruz..aaaaa ne hatırladım bak..omzuma, bir insanın asla dokunamayacağı zarafette dokunup, beni duvara döndüren o zarif eli..ve duvardaki o gözyaşı şeklindeki damlaya baktığımızı..duvardan geçme  vakti hani..hımmmm..çok hoşş.bu ikimizin bu madde haline gelmeden hali olsun suretimiz ve içinde de kaderimiz yani yazımız olsun..Senle aynı kelimede olmak mı güzel, aynı harfte mi, yoksa aynı ayet-işarette mi bilmiyorum..ama aynı damladan olduğumuzu bu hatıramla anladım şimdi..:)aynı mana üzere olduğumuzu seziyorum..işte terkibimizin üzerine gitmek istiyorum..sanırım çok soyut içre soyuta doğru akmaya başladı masalım..içinden çıkamayacağım denize doğru gidiyor değil mi?..boğulmam lazımsa boğulurum artık ne yapayım..Sen varsın nasılsa..bir deniz düşünsem ki, Sen ve ben o denizde birdik.. beraberdik.. aynıydık..ama anlamlarımız biracık farklıydı..birdik beraberdik ama yine de farklıydık..o mürekkeb de henüz yazılmamış ve okunmamış yazı-yazgıydık..ISLAKTIK  VE ÇOK GÜZELDİK..NE ZAMAN Kİ KALEM YAZDI VE MÜREKKEB KURUDU İŞE HAZAN DÖNEMİ DE BAŞLADI..ve küdum vurdu..ilk önce Sen oldun..ve Senden de ben..
devam edebilmem için düşünmem lazım..şimdi ise bunu düşünecek halde değilim..çünkü Seni çooook özledim..belki yazmayı başarırsam, neler olacak hayal edebilirim..eğer Sen hala benle bir ve beraber olduğunu bana hissettirirsen tabii..seni çok seviyorum..en derin mavinin içindesin biliyorum..ama henüz Sana bir türlü uzanamıyorum..Senin  rüzgarında uçuşuyorum…görüşmek üzere….

Nur Cihan
16.02.2010
nuralem7@hotmail.com