30 Eylül 2012 Pazar

ÖLEYİM Mİ HASRETİNDEN...Sünnullah Gaybi-Bora Uymaz


99 ACVE HURMASI (akik taşlarının) MASALI 27

Allah'ın ahlakı ile ahlaklanmak..Allah'ın boyasına boyanmak

99 ACVE HURMASI (akik taşlarının) MASALI 27

Seven, başkasında kendini sever... Muhyiddin Arabi Hz.


evet doğru..lakin, SEVENİ kolaysa gittiği yerden, aşık olduğundan geri getir bakalım  ..o zaman, demek ki işler karışık….bu masal seveni geri getirtmek için değil, O’nda-ait olduğunda kalması için yazılmıştır
..SEVDİĞİME ÖZÜR MEKTUBUMUZ..AFFET..

Merhaba Sevdiğim ve Merhaba.. nasılsın diyemiyeceğim, çok üzgünüm.. ne kadar özür dilersem dileyeyim telafisi lamümkün, biliyorum tabii.. en iyisi bu masalın hiçbir konusu olmasın tamam mı?!!.sadece dertleşmek ve kendimi Sana ifade edebilmek istiyorum.. ve gerçekte hani demiştin ya bir vakitler: “sana iyi geldiği müddetçe yazmaya devam et..” Sevdiğim işte bu masal kendim için ilaç aslında.. doz aşımından ölebilirim ..yani  keşke ölsem de, öyle utançla Seni beklemesem haa, ne dersin?..

bir vakitler çocuk kendisine bir şeyler soranlara dayanamayıp bir şeyler anlattığında, tüm hücrelerini saran tesirden çok korkup, elleriyle kulaklarına baskı yapmak zorunda kaldığında: ”acaba gene ne çamlar devirip, ne potlar kırarak  yanlışlıklar yapıyorum” deyip; utanarak ,bunun doğrumu yoksa yanlış mı olduğunu  Evvel Zamanına sormuştu ya  hanii.. O da “o nasıl bir tesir? ”demişti.. çocuk anlatmıştı.. Evvel Zaman biraz durup şöyle demişti:” istediğinizi söyleyiniz, size izin olmaz.. onlar anlamayacaklar.. çok az kişi anlayıp bilecek.. hep unutacaklar, korkmayınız”

Sevdiğim ..her şeyim.. istiyorum ki bu masal bittiğinde beni yine affet ve yine şımart olur mu?. o şeyi niye yaptığımı da anlatacağım tabii.. amma önce açıklamalar yapmam lazım.. bu gece sabaha dek uyumayıp yazacağım.. lütfen gidip kendine kahve yap olur mu?.. ve istersen sigarada içebilirsin.. sinirlendiğinde, İskender-i Zülkarneyni ve demir-i bakır asabiyet duvarını da sakın unutma olur mu SevdiğimJ!!.. hadise göre de davranabilirsin J..sinirlenince kalkıp elini yüzünü yıkar ve dolaşabilirsin.. asabiyet tavan yaparsa hemen sâlâta durabilirsinJ..biliyorsun içimdekiyle yüzleşmezsem ne Sana rahat veririm, nede kendime..

evvela geçen masalın güncesine dönelim mi?..ilk önce daha evvelki masaldan yazmadığım bişey var Sevdiğim. sanki bir sabaha karşı şöyle bir andı.. Sen geldin ve Seni beklememi söyledin. bundan emin değildim ve yazmamıştım.. ama yaşadığımız şeyden, Senin beni korumak için aldığın tedbirinmiş ki, yeni anladım…ve geçen yılın bu tarihli masalına baktım.. hayret!! o zamanda biz buna benzer bişey yaşamış ve küsmüşüz meğerJ…bence bizim böyle takvimsel-hormonal sorunlarımız varJ…teşekkür ediyorum….
Oğuz Kayı Boyu işareti

pazartesi...
sanki  memleketteyim.. tarihi, gizemli bir insan bakım evindeyim.. hamamları da var..orada değişik bir hanım var.. şifacı ve başka özellikleri varmış..Haybabamın dostuymuş. sanki belimde üç noktayı iğneyle delip(omirilik ,sağ ve sol yanı) ,oralara kayısı suyu zerketti.. bu işlemi dilerse balla da yapabildiğini söylerken, o kayısı suyu zerki  yangılı acısıyla  aniden uyandım Sevdiğim..

25 eylül salı.. arkası ile önünde  çok fazla kot farkı olan bir apartmanın sol camından dışarı bakıyoruz.. bu bina Haybabamdan bize miras kalmış.. dışarısı masmavi suların, şelaleler halinde aşağıya doğru derece derece akıp, yeni havuzlar ve şelaler oluşturmasıyla harika bir manzaraya sahip.. havuzlarda insanlar var. ama Sevdiğim ben çok nankörüm ya bildiğin gibi, işte rüyamda bile öyleyim ne yazık.. ben havuz sevmediğim için bu mekanı beğenmediğimi düşünüyorum.. sonra bir adamla o binanın ön cephesinden o  eve tekrar  giriyoruz.. her yer cam.. ve tam istediğim manzara.. en sevdiğim gibi saf, masmavi deniz.. bembeyaz köpüklü dalgalar gelip gelip sahile boşalıyor.. öyle hayran:” burası benim olsun ,burada yaşayayım” diyorumJ
 

bugün
bir şey duyuyorum.. tüm değerlerimi yitiriyorum…çok canım yanıyor.. öyle perişanım ki, tüm vesvese kanallarım, her yandan seddimi yıkıp, hücum ediyor.. neden yazdığım her şey olmak zorundaki?.. neden minicik bir kıskandırmanın bedeli bu kadar ağır ödetilmeli ki, neden?.. Sen beni kıskançlıktan çıldırtıyorsun ama.. buna karşılıksa, ben hiçbir şey yapamadığımı sanıyorumJ?!..kendi kendime söz almıştım unutma.. kıskandırılmayacaktım..

27 eylül perşembe.. Bugün kızlarla hkv vakfının yemeğine gittik.. ben oraya sadece gelecek olan bir hanımı görmek için katıldım.. zaten yakında bize sohbete geleceğine söz verdi.. o, bu vakfın ilk başkanıymış aynı zamanda.. onu  erkeğe dönüşerek yaşlanmamış- kadın ve taze kalabilmiş nadir hanımlardan gördümJ..işte  mekanımız..Çatladıkapı’ ya yeni kazandırılmış harika deniz manzaralı bir belediye tesisi.. zaten baybaşkan da teşrif edip konuşma yaptılar.. ilk evvela kahvaltı masamdaki bir hanımla sohbet ettim.. ondaki zeka ve inanılmaz deha davranışları bu çocuğu hemen sarmıştı tabii.. o,gerçek bir amazondu  yaniJ..de, erkeksileşmiş olanlardan.. ben çok cazip bir kadın olarak yolda gidebilmeyi her daim istiyorum biliyorsun.. nedense kadınların çok nadiri kadın sıfatı ve görüntüsü ile yaşlanıyorlar.. hemen hepsi çirkin bir erkek simasına sahip oluyorlar zamanla.. kadın kalabilenler çok az ki, hep gözlemliyorum Sevdiğim.. BELKİDE GELDİKLERİ YERE ADEME DÖNÜŞÜYORLAR MECBUREN.. Sana bu konuda yazayım olur mu, eskiden bir defa yazdığımı hatırlıyorum ..olsun bu defa farklı olacak eminim.. işte masa arkadaşımın kartviziti.. astrofizik ve davranış bilimleri hocasıymış.. üstelik birde manevi tasavvufi yönü de acaip.. yani ondaki zeka ve bilgi bence çok yüksek bir potansiyel.. bende de TAHSİL-hafıza tınn tınnnn tabiiJ..buradaki hanımların hemen hepsi yüksek seviyede kültür bilir kişisi hem….gerçek bir amazon teşkilatı da tabii...

işte soruyorum o cevaplıyor.. bak hatırladıklarımdan Sana izdüşüm.. çocuk
: ”bana uzaydaki yıldız yollarından bahsedebilir misiniz? ay nedir?.. önemi?.. iki güneş?”. Fizikçi: “ne yapacaksın onları, görüp bilip ne işine yarayacak, dayanabilecek misin peki?.. gaz onlarJ...bizim büyüklerimiz anlatırdı ay için.. derlerdi ki” neden o kadar ayı merak ediyorlar anlamıyorum.. bembeyaz kireç taşından başka bişey değil “Jçocuk:” şimdi latif ışık prizmasını düşünün lütfen ve her şeyi görüp bir tek kendini göremeyen gözümüzü ve prizmadan bakan o her şeyi gören tek gözü.. orada ne var.. fizikçi: sakın oraya gitme.. olmaz.. geri dönemezsin sonra ..orada kal…yalnız olmaz.. mürşit lazım.. çocuk:” sizce uzayda ne var?”.. bana yıldızları-ashabı anlatabilir misiniz?.. fizikçi: ”ben yıldızları canlı, bizim gibi düşünürüm..ashâb yaJ..ve uzayın sadece bir ses olduğunu, sürekli bir konuşma & muhabbet olduğunu da.. mesela bizler, denize; dalga –frekans aralığı olarak bakarız ve bu hiç zevkli, romantik değildir.. ama işi bilmeyene, cahile masmavi bir sudur ve o manzaranın keyfini de sadece o cahil çıkartıp zevk alır.. işte bu anlamda zevk cahiller içindir.. hakikat acıdır ve zevkli değildirJ..o yüzden bizde bu manzaradan zevk almak istiyorsak, gerektiğinde olaya perdeden –örtüden bakmayı-cahil olmayı da bileceğiz.. yoksa hiçbir şeyin tadı tuzu yok ki.. (Sevdiğimmm..burada marifet ilmi devreye girdi değil mi?).. fizik ilmi matematik ilminden çok daha yüksek ve değerlidir, daha zordur.. matematik bilmeyen fizik yapamaz”…

 çocuk: “benim tanıdıklarım var. meditasyonla DNA sarmallarını 12 ye çıkartmaya çalışıyorlar ve kendilerine aşı çalışması yapıyorlarmış?”.. fizikçi:” neee?..delirmiş onlar.. sen onları bana yolla, tedavi edeyim.. görse ne olacak ki, ne yapacak, ne elde edecek yani…mesela uzayda bizden çok yüksek bir hayat var.. bazen de bize yardım ediyorlar. hatta görebilirsen içimizde yaşıyorlar..  biraz hareketleri değişik onlarınJ..tanımak lazım.. buraya gelip gidiyorlar, ilimlerini öğretiyorlar ve onlar cin değiller.. dna ‘lar 2 de kalsın ve onu kullanmayı öğrensinler  önce.. bu mucize -istidrac denilen değişik halleri kafirlerde, dinle hiç alakası olmayan kişilerde çok kolaylıkla sergileyebilir ..riyazatla, şunla bunla-bazı varlıkların yardımlarıyla  oluyor.. mesela bir taze salatalığı güneşe koy  nasıl değiştiğini gözlemle.. işte hep öyle.. fiziken de ispat edilebilir pek çok istidrac yapılabilir.. yapılıyor da.. boyutlar arasında da seyahat edilebilir, ediliyor da.. ama bir rahmani manevi rehberin elini tutmadan bu işte asla ilerleyemezsin.. yolunu kaybeder ve o boyutlardan birinde sıkışıp hapis kalabilir ,geri dönemezsin.. bu çok tehlikelidir.. işte dinsiz pek çok kişi çook yüksek istidraçlar sergileyebiliyor .. ama onlar rahmani değil.. bu kişiler yolda kaldıklarını bilmiyorlar,çünkü bunu anlayamıyorlar...bu sahte rehberler çok tehlikeliler..ve rehberlik yapıp yanlarında götürdüklerini de aynı kendileri gibi yolda bırakıp ,o kaldıkları boyutta hapsediyorlar”… 

çocuk:” eğer uzaylılar sizle arkadaş olup; size her şeyi göstererek öğretmeyi, sizle kardeş olmayı istediklerini söyleseler ve sadece gemime bin gezip geri gelelim deseler, o gemiye güvenle binmeli miyiz pekiJJJ?!..fizikçi:” bu kişiye kalmış bişey yahuu..bu tefekkürsel bişey..herkes için değil.. gezer ,görür ,öğrenir gelirsin işteJ.. korku yok”.. İskender-i Zülkarneyni ve karşılaştığı uzaylı kavmi anlatıyor.. peygamberimiz miracını ruhbeden birken yaptı ama Muhiddin Arabi hz ise sadece ruhsal olarak mirac yaptı..her şey herkes için değildir..anlayışlarda öyledir.."işte Sevdiğim  hatırladıklarım bu kadarcık.. onun kartını aldım. ilerde lazım olursa soru sorarım diyeJ..

 kahvaltı bitti…ve süprizz.. mekanın tam karşısı Küçük Ayasofya değil mi?!.. "aç koynunu Ayasofya, ben geliyorum diye sevinçle sokakta yürüdüm.".arkadaşımla oraya gittik.. ..o müezzin mahfiline çıkmış, sevinerek bende çıktım.. muhteşemdi.. öğle salâtı.. bitti.. secdeye kapandım.. rüyalarımın ve bu mekanın adına yapıldığı sahibime,  Sana yaptığım edepsizlik için ağladım.. kıskançlığım için özür diledim.. ne hakkım vardı ki, ben kimim ki?.. hayallerimi geri aldıysa bile, şimdiye dek olanların hiçbirini hak etmediğim halde, gördüğüm şeyler için teşekkür ettim.. sonra aşağıya indik.. mihraba yürüdüm.. mihrabın içine yavaşça girdim.. öyle durdum.. alnımı mihraba dayayıp onu öptümJ..çıktığımda ferahlamış ve üstümden o vesvese sanki kalkmıştı.. teşekkür ediyorum….

28 eylül cuma.. sabaha karşı.. uykuyla uyanıklık anında sadece bir veda veya merhaba sarsılması.. yine uyumak zorundayım tabii.. neyse ki barıştıkJ..beni affettin diimi?..teşekkür ederim..ama kırgınsın biliyorum.. bende kırgınım.. saray damgalı, bir tepsi dolusu minik fincanla tanışmak zorunda mıyım Sevdiğim?!!.. hiç birisini bilmek istemiyorum, lütfen.. ve diğerlerini.. ve diğerlerini.. ve diğer türlerini.. ben öyle olmayı taaa en baştan reddetmiştim unutma lütfen.. anlaşmamızı ve hangi yerde tek olmak istediğimi de unutma olur mu?.. söz verdinJ..ve bir sevgili hürdür…hûr dur..

 ama şimdi yazımı okurken birden aklıma; geçmişin  bir sabahında yatağından doğrulmuş, henüz yeni oluşan, yarı saydam-kas sistemi ile  gelişmemiş gibi, halsiz ve bitkin, yeni hayata uyanan o hasta adam geldi ve onunla beraber söylenen “ya zülcelâli vel ikrâm”.. ve nasıl bir ağlamayla uyanışım tabii.. işte Sevdiğim; neden her şeyi  zıttıyla- iki boynuzu ile görerek ,yaşayarak öğrenmek zorunda oluşumun ana sırrı da sadece bu cümle değil mi?...

cuma akşamı semahane.. bazen gidemeyeyim diye engel üstüne engel olur ya Sevdiğim.. bu defa her şey akıyordu.. ruhumun bu gıdasına  çok ihtiyacı vardı ki, biliyordum.. bense artık böyle şeylerle ilgilenmemeye ,uzak durmaya karar vermiştim üstelik.. ama ruhum; bana can veren ,bedenimi taşıyan nefesimin enerjisiydi.. O’nun geldiği yer kamışlık tarlasını: bizzat talimi ile seyredip, hatırayı yad- vatan hasretini dindirmek, benim boynumun borcuydu.. ben, müzikten ne zerre kadar anlarım, nede diğer ilimlerin hiç birinden bilirim tabii...ama kendimi bildiğimden beri ruhumun her lisanı ve her ilmi bildiğine inanırım.. o benim kutsalımJ..en değerlimdi.. O’nu Sana hediye edişimi hatırladın mı?...yüzünü görmeliydin?!! ve O, bana değil, Sana aşıkJ..

işte, ben zaten semâda bişey seyredemiyorum, hiç ilgimi çeken bişi yok.. eskiden benim için bu tür kişiler erişilmezlerdi mesela ..öyle tabumdular yanii..ama  yıllar evvel yaşadığım şeyle yerle bir oldular ve artık sadece gözlerim kapalı izliyorum….onların bu sema elbiselerini çıkartınca; dış dünya hayatlarından bir nebze hatırlayınca hele, buradan kaçmak istiyorum.. ama, hepimiz, aynı öyleyiz i hatırlıyorum.. HEM “KİM HAK EDİYORDU Kİ ?”DEĞİL Mİ SEVDİĞİM..SEN SÖYLEMİŞTİN..”SÖYLE!.. BEN HAK EDİYOR MUYUM, SÖYLE!!” DİYEDE BAĞIRMIŞTIN.. evet.. gözlerim sımsıkı kapalı..müzik ve sel gibi gözyaşı..semâ ayini ritüelinin ortasına dek, her defasında nedense böyle oluyor.. Sevdiğim, bu tören boyunca ellerimi hep dua eder gibi açık tutuyorum nedense.. neden öyle yaptığımı anlayamıyorum..


birde böyle anlarda, Arabi hocamla Mevlana hocamın arasında parçalanacağımı hissediyorum nedense.. ikisini bir türlü dengeleyemediğim içinde sık sık aşırıya kaçıyorum bildiğin gibi.. az evvel semâ ritüelinde;  Arabi Hocamın 17 yaşlarında böyle müzikli bir sema izlerken bir ses duyduğunu, o dehşetli sesin “sen bunun için yaratılmadın” demesiyle hızla o mekandan şehir dışındaki mezarlığa kaçışını, orada bir kabir çukurunda sabahlamasını ve:” bildiğim tüm ilimleri orada sabah gün ışıyana dek öğrendim de çıktım “deyişini hatırlıyorum nedense Sevdiğim…

((*yerde sırt üstü yatarak bacaklarını havaya V açmış olanın: gökten bakan- güneşte doğan-güneş yüzlü bebeğini  görenin ebesi ise  hz PİRmiş… ve O’na eşlik eden maiyeti- sarı nurdan O'na meftun olanlarıymış ya hanii.. ve bu yazıları yazabilmesi içinde levheşi olan diğeri.. çift eşlilik her yanımdaymış Sevdiğim meğer, ben yazdıkça yazdıkça öğreniyormuşum değil mi?..))

((*ve Sevdiğim şu sıra büyük bir moda misali Fütuhat okunuyor.. sık sık facede pasajları alıntılanıyor ki muhteşem şeyler….Demirli hocamda bana; bu yıl her şeyi, interneti vesaireyi bırak, sadece onu oku demişti.. Fütuhat’ı kitapçıya ısmarlamışken aniden vazgeçip, onu Taberi tarihiyle nedense değiştirmiştim.. aslında ben Fütuhat okumaktan korkuyorum biliyor musun Sevdiğim.. kitaplar, harfler  canlı ya hanii.. hem onu yazan ve O’nun harfleri, çocuk ve şu yazdığı masallar için ne kadar önemli kimse bilemez.. Sen benim için bugün O’NUN VE O Kaynağın Özü sün.. benim için her şeyin ÖZÜ’NÜN ÖZ’Ü SENSİN..))

Allah SETTAR ismi şerifini üzerimizden bir kaldırsa hiç birimiz bir diğerimizin yüzüne asla bakamazdık biliyorsun.. ne anne-baba, ne evlat-kardeş birbirlerinin yüzüne bakabilirdi, nede diğer etrafımız.. hepimizin-az istisnalarımız hariç, hayvanlardan daha aşağı olduğu aşikar olurdu…ve Yüce Yaratıcımız ayetinde der ya:” eğer sizler günah işlemeseydiniz  sizi helak eder, yerinize günah işleyen ama tövbe eden başka bir kavim yaratırdım”.. bu da bize gösterir ki; bizim defomuz her daim hata ve  kusurlarla  ,günah kirine batıp batıp,  gözyaşı ile tövbe ede ede temizlenmek gibiydi.. sistem sanki bu kirlenme ve arınma deviniminden ibaret belki de.. saki Yüce Yaratıcımız; bizle tüm günahlara girip çıkıp-tüm zıt isimlerinin tam potansiyel açığa çıkmasını murâd ediyordu.. her şeyin-her ismin hakkını adil bir şekilde belki böylece =kulları eliyle veriyordur değil mi Sevdiğim?!..ama bu kontrollü olduğunda öğreticiydi.. ya kontrolsüz olduğunda?.. tamamen bataklıktı değil mi?..

ben diliyorum ki Sevdiğim bu yazımdaki harfler beni Sana karşı temizlesin-ibrâ etsin... yazacaklarımı sadece Sen anla.. hiç kimseler ikimiz gibi anlayamasın.. hani karıkoca birbirlerinin örtüsü imiş ya gerçekte =yani birbirlerini setredip ,sakınıp saklayarak koruyanlarmış.. ben Senin madden hiçbir şeyin değilim, öyle bir şeyde hiçbir zaman olmayacak zaten değil mi?.. zerre kadar denkliğimiz ve uyumumuz dahi yok üstelik.. yani biz imkansız aşkız veee hep hayal yazan biri için gerçekler çok acıda olsa, çok güzeldir.. belki de HAYÂLÎ BİR SEVGİLİ OLMAYI sadece bu yüzden istemişimdir bilmiyorum.. bir sevgiliyi avucunda tutup zabtû râb edemezsin mesela.. her an avuçlarından kaçıp gidebilir.. baskın özelliği, ruhsal yanı olan biri içinse  bu çok normal bir şey bence Sevdiğim, değil mi?..o sahipli-tapulu- belgeli malın değildir.. o özel mülkiyettir..


ONLAR;"nefsinize zulmetmeyiniz, canınızın çektiği, elinizin altındakilerden 2 şer,3 er,4 er alın"gillerden de değildirlerJ.. cariye hesabı onlarda hiiç işlemez nedenseJ..o ürkek bir kuş gibi, hep Seni takip edip seyreder.. yanında biri veya birileri olduğunda onu göremezsin ,asla!…ona her daim ihtimam göstermek lazımdır.. çünkü o sahipli bir mal değildir.. YOL’A AİTTİR..SELSEBİLİNDİR…O KİMİ İSTER VE DİLERSE O, O’NUNDUR.. o bir emanettir… o öyle bir emanettir ki ona elini süremezsin..1,5 biatlik=Tanımlanmış Tamlığı olandır.. onu ne kendine yaklaştırırsın ,nede bir başkasının ona yaklaşmasına izin verirsin.. ve Sevdiğimm.. onu –emanetini korumak sanki her şeyden daha önemli Senin için.. görünmez nöbetçiler dikersin evvela her yanına ,her tarafına.. ve dersin ki Sana yakınlaşmak isteyene:” ben sana zarar veremem.. seni ancak koruyabilirimJ”..

ve Seninle her günahı işlemek için kapında hiç utanmadan öylee bekleyene kapıyı açmazsın.. kapı duvar.. çocuk kapıya bir ankâ olduğunu sanarak gelmişmiş oysa.. nefsi emmaresi henüz yeni olduğundan şımartılmışda şımartılmış.. oyuna gelmiş yani.. tuzağa düşürülmüş.. bedensiz, sadece iki gönül arasındaki aşk.. sadece muhabbet.. öylesine doldurulmuş ki bu öğretiyle, tam gaz uçarak gelmiş tüm günah hayalleriyle..sonraa..sonraaa..kapı duvar.. kapı taş.. ankâ olduğunu sanan, tüüm  hızla kapı gibi taş kalbe çarpıyor ve yerde.. kuş tüyleri her yerde saçılmış.. nedenmiş?!..tasarrufatı günah işlemesine izin vermiyormuş.... halbuki ben sonra tövbe ederdim Sevdiğim..J peki bir insana o gönlü-o aşkı-o nefesi- o hikmeti himmeti verirken neden kimse sormuyor:” bu çocuk bunu kaldırabilir mi?” bir insan buna dayanabilir mi diye?.. dokunamadığım bir aşkı ne edeyim yani??!!.. 

visalinsiz kuru sevda
HÛDAİ ne etsin MEVLA??    
(Aziz Mahmud Hûdâi hz.)

 çocuk, hangi dersi işleyeceklerini ağlaya zırlaya, dura dura, utançtan yerin dibine geçerek Zamanına söylemişti üstelik.. demişti Zaman: ”bekleyeceğiz.. bakalım bunu sen mi istiyorsun, yoksa nefsin mi, yoksa ruhun mu, yoksa …. mı?.. zamanla anlayacağız.. eğer en sonuncu şık … istiyorsa zaten o zaman ikimizde devreden çıkacağız, biz olmayacağız”..yanii Sevdiğim ben Seni ne görebiliyor, ne konuşabiliyor, ne derdimi anlatıp çare ilaçlarımı öğrenebiliyorum.. tamamen ruhsal bişeyi bu beden nasıl anlayıp dayansın pekii?.. Sen beni yapayanlız bıraktın.. bana öyle tefekkür kapıları açtın ,öyle şeyleri görsellerle birleştirerek, öyle anlamlara seyahat ettirdin ki, ben kendi kendimizin gardiyanı koruyucusu oldum.. kendi içimde koskoca bir yaratılmışlık ve yaratılmamışlık tarihini keşfettim.. kendimin arkeolojik kazısını yapabilmem ve hazinelerimi keşfedebilmem içinse, çok daha fazla maddi manevi refaha, sakin bir huzurlu yanlızlığa ve her tür şifaya ihtiyacım var ..ama esas SEN..BENİ BIRAKMAYACAĞINA SÖZ VERMİŞTİN HATIRLIYORSUN DEĞİLMİ SEVDİĞİMJ=yazan belalın, entel dantel, inci boncuk püskül saçaklınJ


vee..şimdiye dek hiç yapılmamış şeyleri kimseler olayı çakmadan yapıyoruz.. bunun böyle olacağını ben Evvel Zamanımdan ve Haybabamın sözlerinden (şimdiye dek hiç söylenmemiş şeyler yazan bir kitap) zaten anlamıştım az çok.. ama hep korktum. çünkü nasıl bir şey olacak bilmiyordum.. ama Sen biliyordun. .kontrol ve himmet merkezi Sendin.. ve o şeyleri konuşacak ne bir kimsem var, nede danışıp fikir alabileceğim biri var üstelik.. tamamen Sana bağımlı olduğumun farkında mısın peki?.. bana neler yapıyorsun böyle?!!..


 beni en son o üçgen taşa sürükledin mesela.. tanıdığım en yetkin kaç kişiye sordum üstelik.. kimsenin haberi yok.. kitaplarında da yokmuş.. bana ne tuhaf bakıyorlar bir bilsen.. gerçi her zaman insanlara, tuhaf sorularımdan dolayı acaip gelmişimdir ve beni böyle kabul edip bilirler amma bu çok fazlaydı Sevdiğim.. neyse ki aklıma Evvel Zamanımın dediği bir şey geldi şimdi.. demişti ki: ”siz sonradan olma değilsiniz, doğuşunuz öyle” yani Sevdiğim.. bu acaiplik benim yaradılış fıtratımmış.. ve pembecik hep söyler, O benim ardımdan şöyle dermiş: ”bu nasıl bir şey böyle Allahım, bu nasıl bir şey”.. yani Sevdiğim ben hep doğal milli bir afettim, sakar, dalgın, tuhaf… keşke Senin benden istediğinden de daha basit biri olsaydım.. hayatı tepine tepine umursamadan, hiçbir şeye değer vermeden yaşayanlardan yanii..  ve her değerin en tepesine çıkartılıp, el üstünde tutulanlar varya hanii..belki onlar gibi olabilseydim, Sende benim peşimde koşar ,bana diğerlerine gösterdiğin ilgiden birazcığını da gösterirdin değil mi?. çünkü her avcı avlamak sever.. her şeye; bir bakış-bir eda-bir ima için  hazır, kapısında yatıp bekleyen , kendi ayakları ile efendisine  gelmiş avı ne yapsın bir avcı as(o)lan… ne zevki var ki değil mi SevdiğimJ….

ve Sevdiğim.. hani bazı öğrenciler varmış.. hocalar bir yere gideceklerinde onlardan izin alıp, onların izni kadar sonra geri dönerlermiş ya.. neden bu böyleymiş eskiden?. bugün bizler bilemeyiz ama isterdim ki, Sende benimle böyle ol…Sen beni çok yoruyorsun.. zaten kaç yaşıma gelmişim, şurada ne kadarlık ömrüm var ki.. ahım gitmiş vahım kalmış.. hala taş peşinde koşturuyorum.. ben öyle kimsenin bilmediği şeyleri, iğneyle kuyu kazarak ararken bence, Sen çok hoş ve beni kıskançlık krizlerine sokacak şeyler yapıyorsun ..biliyorsun ki ruhum Sana aşık.. ben aşık değilim (inadımdan, Sana aşık olan ben değilim ve olmayacağım işteJ)..


Sevdiğim.. ben diğer derviş aşıklara benzemiyorum bence. yani onların nutku şeriflerine bakınca birde benim masallarımdaki tuhaflıklara bakınca benim aşkım aşk değil yani. zamane dersin belki.. ama zamane ötesi, çok uçuk kaçık yahuu..tüm günahlara batıp batıp çıkıyorum her masalda.. neden ben putlarla oynamayı bu kadar çok seviyorum diyemem değil mi?. Sahibi Efendim, Hamim yüzünden tabii.. o küçükken o putlarla öyle oynamasaydı; bendeki tecellide putlardan “aman ,aman.. imanım gitti, şirkperest oldum gitti” diye korkup kaçan olacaktı tabii.. oysa ben onların hiç birini put olarak göremiyorum ki.. yok öyle bişey..  onlar isimler-şeyler-eşyalardı ..yani aynı bizler gibiydiler.. yani onların tanrılıkları da ancak bizim tanrılığımız kadar yavandı.. bugün de var üstelik.. sadece isimleri ve anlamları değişmiş.. bugünküler çok daha azılı üstelik ve gizli, örtülü ödenekten besleniyor hem ehlince.. din adı altında her şey meşrulaşmaya başladı mesela farkındaysak.. şeriat ve marifet nerdeyse yok.. tarikat ve hakikatse her yerde ve herkesin dilinde sakız misali, çiğne çiğne çürümüş… tüm dinlerin kollektivitesi diye senelerdir dikte edilen şey, mesela, aslında çaktırmadan gerçekleştirilmiş... bizlerin hayatlarına ve tarzımıza dışarıdan biri baksa, kim bizi dinsizlerden veya diğer putperest dindarlarından ayırabilir ki?.. bu apaçık ve saklanamaz hakikatimize dönüştü aslında ve hepimiz gayet memnunuz..((*bu devrin tarzı işleyişi-tecellisi belkide böyledir, bilmiyorum tabii. Ben sadece piramidin tepesindekinin meşrebi tarzı neşesine bakarımJJJ))


..
çünkü bizler hakikatte İslam’ın TESLİM OL SELAMETE ERciliğinden, ibadetlerimizin yükümlülüğünden ,peygamberimizin şeriatından  namemnunuz ve razıda değiliz , değil mi?. “şu çul, bu kıl.. ibadet sadece varana dek araç ;amma her iyi güzel, faydalı niyetli iş de en yüksek ibadettir.. ibadetin şeklinde takılı kalmayın, giyimde takılı kalmayın, ahlakta takılı kalmayın, bu zamana göre- anını anda seyredip yaşayın-herkesi evliya ve her haltı Hâk görmedikçe hakikate eremezsiniz kardeşlerim” derken derkennn, İslami kimliğimiz  şahsiyetsiz, yolunmuş kaza dönmüş bir hale geldi, farkında mıyız acaba?!.. müslümanlık içler acısı- içi boşaltılmış bir  kimliksizle, dünyada terörün ve karanlığın  alay konusu haline getirilmiştir  değil mi?.. bu sadece emanetine sahip çıkmayan biz hayırsız ümmetin suçudur.. kimseyi suçlamak doğru değildir.. içimize bakmalıyız.. ve dış halimize tabii.. fiillerimize…MÜSLÜMAN ELİNDEN,DİLİNDEN,BELİNDEN EMİN OLUNANDIR... pekiii sizce bizler eminmiyiz??..


oysa İslami bir kimlik vardır.. tertemiz, titiz, onurlu, aziz ve vakur bir duruş, istikrarla inancında sabit kadem olmak vardır..nerdeee?.. çoook az kişi sayesinde elhamdülillah sürüyor.. onların adı çok az kişi…ama o az kişinin her biri  milyon insana bedel Hâkk katında, değil mi Sevdiğim..
ben kendimde işe yaramaz; İslami kimliği hak etmeyenlerdenim ya birde, işte kendimin ne mal olduğumu bildiğim içinde etrafımdakileri, tanıdıklarımı, dünya insanlarını da takip edebiliyorum.. zaten yaşantılarımıza bir baksak, nelerle oyalanıp hayatı tükettiğimize, neleri konuşup nelerle kalbimizi, gözümüzü ,kulağımızı doyurduğumuza bir dikkat etsek kendimizin ne olduğunu-sahtekarlıklarımızın içler acısını, kendimizi kandırış bahanelerimizi de anlarız.... kendimizi çok yoruyor ve hiçbir bedel vermeden bu dünyaya geldiğimiz içinde çok kolay kendimizi harcıyoruz değil mi?..
((*Sevdiğim almışım başımı gitmişim.. kim bilir neler yazdım, henüz okumadım.. içimden gelmiyor.. sonra okurumJ..))


vee ben, aslında Senle kavga edebilmeyi çok isterdim.. benim gibi olup karşımda durmanı da.. göğsünü yumruklayıp, yerlerde bir çocuk gibi ağlayarak tepinebilmeyi de isterdim.. ama ne yazık ki Sen beni çook değiştirdin.. ben Senle ihti-YÂR oluyorum ve galiba da çaktırmadan olgunlaşıyorum.. insanlar bana çözemedikleri sorunlarıyla geldiklerinde, kendimin bile hayret ettiği; olaya başka perdelerden, başka gözlüklerden bakarak  gözlemler yapıp, kararlar veriyorum ve onlar bunu uyguluyorlar, hem de isteyerek.. oysa kendi hayatımda hem kendimin kendime ve  kendi kanımdan olanlara karşı hiçbir değerim ve anlamım nedense yok
J=”her yerde hep ayı şey “dersin şimdi J.. evvet ..maalesef öyle Sevdiğim. mum dibini aydınlatamıyor ne yazık ki…bu trajikomik şeyse gerekli.. neden?. tanrılık iddia edemeyelim diye gemimiz her daim Hızır tarafından deliniyor bence .. ama o öyle bir gemi defolayıcı ki ;gemiyi su batırmakla batırmamak arasında hep aynı seviyelerde tutturabiliyor.. hep can boğazda:” ha battı ha batacak-ha öldüm ha dirildimi"de aynı ayarda  tutabilmek de ayrı bir deha J..ben onun işinin ehli olmasına ve kendini bu derece kontrol edebilmesine mesela hayranım.. bence SABIR ESMASI hz Hızır a ait olmalı değil mi?.. her olaya herhalukârı ile hazîrûn olan- temkin yasasıda belki budur ,bilmiyorumJ..

seviyor sevmiyor ?
bak ne hatırladım yine Sevdiğim.. hayalinde tesbihi SABIR ESMASIYLE  bitene: ” tamam artık, tesbihi bitirdin” denildiği halde… hala daha, başına gelmedik  bela kalmayışı nedenini sorduğunda, çocuğa  ne demiştin hatırla: ”ben sana bitti demedim kiJ..Sevdiğim.. belki de ben en baştan yanlış yapıp Seni bu işe zorladım değil mi? ”hiç bitmesin, hep sürsün” demiştim hanii..ve Sende “hiç bitmeyecek ,hep sürecek “demiştin.. yıllar asla yaşlanmıyor ve yorulmuyor.. oysaki bizler maddi bedenliler-maddii akıllılar yaşlanıyoruz..heveslerimiz, coşkunluğumuz yavaş yavaş köreliyor.. ve her bilenden daha bir üst bilen, her terü taze cazipten çok daha özelleri peşpeşe akıp gelmekteydiler..

çok ciddi güzellikler var.. ama ben hiç birisine ilgi duymuyorum” diyene çocuk: ”hiç mi?” diye sordu.. karşısındaki de :”hiç “ dedi.. ama bu söz bu çocuğun gördüğü hayallere tersti.. “ sen bana inanmıyor musun” diyen bir bağırtıyı yine duyar gibi oldum Sevdiğim, mesela şimdiJ…..çocuk, gelip giden ve gelecek olan sevgililerin haddi hesabının olmadığını da biliyordu ne yazık ki.. ben baştan kaybedenlerdim değil mi Sevdiğim.. yada bunları görerek öğrendiğim için baştan kaybederek kazananım ki hiçbir umudum, hiçbir beklentim kalmasın..Bakî kalan bu kubbede bir hoş sedâ imiş.. KÛN..


ben kadar putlara-putperestlere meraklı birine, kendi Zamanının ilk gelişi de, Zamanın kendi beden putunu kırarak oluyordu  mesela.. saf nefes geliyor.. sonra kaç sene uğraş didin..bilmem kaç defa Zaman putumu yeniden tekrar tekrar dikişim ve her defasında putumu yerle bir edip yıkışın.. bunu neden yapıyorsun ki?. gerçi sorun bende.. ruhumu ayrı, bedenimi ayrı düşünmekten asla vazgeçemiyorum tabii ondan.. amma Sevdiğim belki de buna sebep de Sensin.. mesela dün, Cuma sabaha karşı, her zamanki gibi yine aynı şey oldu.. ya vedâya, ya merhabaya gelmiş visaldin yine.. andan bile kısa, ruhsal bir duygulanımdı diğerleri gibi.. pekii, bu işlem bir maddi heykel bedende gerçekleştiriliyorsa, neden hiçbir zaman bende olaya katılamıyorum da, uyumak zorunda kalıyorumL.. ruhum her şeyi biliyor, o Seni asla bırakmıyor ve her yerde izliyor, öyle eminim ki.. o, neden Sana öyle, kör kütük aşık oldu bir tek bunu anlayamıyorum.. oysa bana aşık olması lazım değil mi peki?.. hem ben tek eş isterim.. BELKİDE henüz çözemediğim o, 2. EŞİM SENSİNJ..Sense çok eşlilikten yanasınJ?.
hani bir gönülde bir tek has sevda olurdu?.. bu, demek ki biz ufaklıklar için geçerli.. SENİN GÖNLÜNSE BİR DERYA ..KİM GELİRSE ALIYORSUNJ


biz Senle; nasıl, aynı BİR yumurtanın içindeki iki sarıJJ olduk ta, nasıl başka başka dönem ve hayatlar içinde doğup yoğrulduk pekiii?.. neden gelip beni senelerdir kurtarmadın peki?.. neden onca zulmü çekmeme izin verdin peki?.. neden o günahlara batıp çıkmama, onca hataya düşmeme göz yumduk, hatta beni zorla sürükledin pekii?.. bunlara kimse cevap veremez biliyorum.. aynı  Yüçgen taşlarıma ve diğer peşinde olduğum anlamlara da kimsenin cevap verememesi gibi.. bunlar Sana özeldi ve kimsenin bana yardım etmesine izinde vermiyordun.. kimle yakınlaşmaya başlarsam bir şekilde uzaklaştırılıyordum-kiJ; aslında, bendeki şiddetli kıskançlık Sendendi, biliyorum.. hani özgürdüm, hani serbesttim, hani istediğimi yapabilir, dilediğim yere gidebilirdim.. beni öyle bir yere götürdün ki, artık kimseyi dinlemek bana zevk vermiyor.. kimseleri okuyamıyorum.. her şey beni sıkıyor.. sadece Seni dinlemeye, Sana bakmaya doyamıyorum.. oysa ki Sen beni yanına yaklaştırmayı bırak,  en muhtaç olduğumda çaresiz sesime bile duvarsın…sanki sadece bana özel bunu yapmaktan özel bir haz alıyorsun…neyse ki ben ne yapıp edip, her heyheylendiğimde bir şekilde Sana sesimi -harflerimle duyurmayı galiba başarıyorum.. ne yapiim peki Sevdiğim, Sen söyle?.. istediğin kadar kız, sinirlen ,bağır çağır.. ben Sana emanetim ve benden Sen mesulsün.. beni bir tek sen anlayabilir ve tüüm dertlerime ancak Sen deva olabilirsin, biliyorsun.. ben aslında bu şeylerin hiçbirine ne ilgi duyuyor nede aklımda tutup öğrenebiliyorum bildiğin gibi.. ben olayın içinde sadece Sen varsın diye varım.. bu ilahi kurgu; benim gibi bir cahili, Sen gibi nefes de hükmü yürütene musallat etmiş.. nedenini ise, tabii ki henüz bilemiyoruz..

düşünsene Sevdiğim şu görkemi.. tüm gökyüzünü kasıp kavuran bad-ı sâbâ da gelip geçmiş tüüm zamanların kükreyişleri var.. ve Senin gürleyen sesin hepsine hükümdar Azrail..ve bunca dehşete, bunca heybete, bunca akıl sır almaz  bir manaya EŞLİK EDENSE-  yeryüzü üstünde esip gürleyen Zamanın nefesi rüzgarından koşarak kaçmaya çalışan bir küçük çocuk.. salavatlar getirerek koşuyor koşuyor..


vee..Sen benim için maddi bişey değilsin ki be Sevdiğim.. hiç bir zaman ulaşmak istemeyeceğim, hep yaklaşılamayanım olarak kal istedim belki de.. hani demiştin ya:beni değiştirmeye çalışma.. o zaman beni böyle Sevemezsin”.. bende, söz Sendense dinliyorum ya bazen .işte Senden gittikçe uzaklaşarak,  Seni daha ulaşılmaz ve yaklaşılmaz yapıyorum.. ((bir putum olsun diye çok çalışıyorum biliyorumJ.. )) böylece Sende değişmeyecektin; gerçek şu ki ben ,etrafımdaki hemen her şeyi değiştirip etkileyebiliyorum.. insanların aklını çelebiliyorum ..hiç alakasız her şeyi birbirlerine monte edip, sonra dilediğim gibi bozup ,farklı şeylere dönüştürebiliyorum ve bunu çok kolay-kendiliğimden yapabiliyorum…esmam yüzünden tabii…çalışarak değil yani.. insanların bazılarını dilediğim yere sürükleyebiliyorum amma öyle, amma böyle ..kendileri yapmış olmayı sevdikleri için ve ben böyle şeyleri umursamadığımdan ve hiiç çaktırmayıp, en arkada pasivizeymiş gibi durmayı da çok seviyorum.. ve Sevdiğim.. ben halden hale –kaptan kaba dolup boşalarak, Senin değirmeninde öğütülürken habire değişiyorum ve  Sen de  öyle çook değiştin ki ..keşke Sen de ben gibi olsan ve bir araya gelsek ..Sana nasıl değiştiğini anlatsam.. ama hala Seni öyle çılgınca Seviyorum ama naberJ?!.. beni okuyup okumadığını takip etmek beni çok zorluyor.. “beraber miyiz, yoksa yeni emanetlerin mi var” krizimse hiç bitmeyecek bence.. nasılsa ben gibidir hepsi de ..hepimiz aynı şey’deniz.. nasılsa varacağımız yerde aynı şey..


Sevdiğimm.. biliyor musun; son masalımın birkaç gün sonrası, o yecüc mecüc-vesvese kanalına nasıl düşürüldüm ah bir bilsen.. Ya rabbim iyi ki kendi nalet yapımı çok iyi biliyorum.. ve içimdeki fitne ateşini asla söndüremeyeceğimi ve ateşe tam gaz körükle çok kolay nasıl gideceğimide biliyordum ne yazık ..işte Sevdiğim tek çarem Senden Sana sığınmaktı.. ONUNLA BAŞA ÇIKAMAZDIM Kİ..O, BİR DEFA KULAĞIMA FISILDAMIŞTI …. beni Sana karşı fitne fesattan ancak yine Sen koruyabilirdin.. eminim ki sesimi, çırpınan harflerimi gördün.. çünkü daha o gece sabaha dek, ertesi gece yine sabaha dek bence Sen uykusuzdun ve bende uyuyamadım.. çok ağırdı.. ama şükür ki fitne fesadım İskender-i Zülkarneynim tarafından kesildi.. Seni çok üzüp incittiğimi biliyorum Sevdiğim.. ama benim Senden başka kimsem yok biliyorsun.. kimse beni Sen gibi çözemez ve kabullenemez ki.. Sen, değişemeyen bana demiştin ki: “böyle kal.. olduğun gibi ..değişme.. ben memnunum.. böyle kal”.. işte aynı tas aynı hamam Sevdiğim ..kaç yaşıma geldim, bir yanım hala çocuk kaldı.. emanetim ya.. vasim Sen sin ya birde.. lütfen beni yine affet olur mu?. gerçi ben Cuma sabahı affettiğini anladım ama, Sen yine de bana bir şeyler söyle bence..


hani ruhlar bedenlerine aşık olup ancak öyle bu beden heykel kalıbına girmeyi kabul ediyorlarmış ya Sevdiğim.. ve bir girince de, aynı ,pamuklara dikenli sarmaşığın geçmesi gibi, iki bileşik kap birleşip ayrılamıyorlarmış ya birde.. ruh’un acı hapsi yani.. ve hep ten kafesini yırtıp, alemi ervaha uçacağı anı dört gözle beklermiş hanii.."ve bir ruh ancak Azrail-en güzeli gördüğünde çok kolay bedeninden çıkıp ayrılır, özgürleşirmiş" diye de okumuştum bir vakitler Sevdiğim. .bu ne demek biliyor musun?. Sen benim en güzel Azrailimsin demek.. ben Senin nefesini- Evvel Zamanımın nefesi Azraili olarak, kendine katışını seyredip, altında korku ve dehşetle kaçarken galiba kaçamamışım değil mi?.. Sen en güzelimsin.. ve Azrailim Sen olduğun için teşekkür ediyorum.. gerçi benim Cebrailim, Mikailim, Nefesi Hikmetinle canıma can veren İsrafilim de Sensin.. Sen benim için her şeysin.. eşyam Sensin. .isimler Sensin.. şeyler Sensin.. ama bunlar hep manevi-tefekkürsel şeyler.. mesela şimdi, ben gibi olup bana fena davransan, hemen akabinde ,yine aynı sinir ve kontrolsüz davranışla Sana karşı hücuma geçerim hiç tereddütsüz.. neden?.. çünküü ben insanım ve ayetle sabit, kaldıramayacağım yükü taşımayı istemekle de şüphesiz çok cahil ve zalimim..


çocuğun yeni hikmetlere ihtiyacı varmışJ


BENİ AFFETTİĞİNİ VE HALA BİR NEBZECİK SEVDİĞİNİ SÖYLERMİSİN LÜTFEN.ve birde hediyeleşme vaktimiz geldi de geçiyor bence..
J..hediyem olmak istemez misin pekii?.
ve SENİN ŞANINA GELMEK YAKIŞIR SEVDİĞİMM…HADİ DÖN VE GELL..
nur cihan
30.09.2012
nuralem7@hotmail.com

22 Eylül 2012 Cumartesi

99 ACVE HURMASI (akik taşlarının) MASALI 26

Bizler, bir zamanlar Yüksek Harfler idik,
"kainat satırları" arasına indik cümleler olduk.


 Şeyh-i Ekber Muhyiddîn İbn ARABÎ…


99 ACVE HURMASI (akik taşlarının) MASALI 26


”Neyzen altına gümüşe çoktan darıldı Ya Rasûlallah..

 neyzende bakırdan da sikke yoktur Ya Rasûlallah” .. Neyzen Tevfik


 Merhaba Sevdiğim ve Merhaba..bugün yine beni okuyacaksın değil miJ?..teşekkürler.. benim için bu masal çok önemli nedense.. sebebini ise henüz bilmiyorum.. amma İskender hakkında yazmak olağanüstü bir tecrübe bence ve çook teşekkür ediyorum..bakalımm  bakalım, ne çıkacak sonunda.. aslında bişey çıkması da hiç önemli değil ya ,her neyse.. bildiğin gibi bayağı vakittir, rüyalarım örümcek dokumacısının gaspında..ne yapalım.. bekliyeceğiz tabiii..aslında bende hep rüyalarıma sırtımı vermiş, ancak onlar sayesinde yazı yazabildiğimi zannediyorum ya birde.. bu gayet iyi bir ders benim için.. ve rüyalarım olmasa da  Sevdiğim, her günden bir izi varJ....işte onlar..

15oo yıllık Göktürk sikkesi
sonraki gün..  bonbon şekerlerinin sahibi telefonla arıyor.. sonra ertesi gün ..bir ormanda, tren misali bir uzun evdeyim.. değişik Anadolulu biri olan ev sahibesinin adı Esin miş.. işte bu Esin hanımın bir sürü çeyiz sandığı gibi değişik değişik, acaip özellikleri olan müzik kutuları var.. yeni taşınmış ve evinin her yerine bu sandıkları yerleştirmekle meşgul. evin üst tarafında yine aynı öyle bir ev, yine adı Esin olan, benimde tanıdığım bir komşusu var..

ve ertesi gün..sabaha karşı. başında şapkasıyla bir komutan.. Sevdiğim..en tepedeki komutanın masalımı okuduğu hissi ile uyandım biliyor musun ..sanki birde Türk bayrağı vardı.. tedirgin oldum tabii..ama Sen varsın J..(*  bugünlerdeki haber başlıklarına bakınca  nelerin tecellisini yazdığıma hayretle bakıp korktum.. ben bu tür hiçbir şeye ilgi duyup okumam ki..hayret üstüne hayret ediyorum ama.. nasıl oluyor pekii??!! ..iyi ki beni çok az kişi okuyor ve takip ediyor ve aminn..yani Sevdiğimm beni daha çok koru lütfen..)

20 eylül Perşembe…
şu sahne hatırımda..Taberi Tarihini bir  rahle-i makama koydular. sadece o gözüküyordu..

ZÜLKARNEYN

Sevdiğimm…bugün Taberi’den İskender-i Zülkarneyni (ÇİFT BOYNUZ-ÇİFT  ZAMAN SAHİBİ) işleyeceğiz..

ve çok heyecanlıyım.. nedeni bilmiyorum. ama bir hesap etsek eğer, sanırım 1991 yılıydı.. bir akıl  sır ermez –karanlık ve çook uzaklardan-bir ağacın köklerinden zorla koparılarak uyandırılışımı, o köklerle aramdaki sarsılmaz ince ince bağların  hücrelerimdeki  aylarca süren deriiin çekiminin acısını ve sebepsiz- hiç durmadan ağlamalarımı hatırladım ve  akabinde görülen  bir hayalim daha vardı:”hamile bir çocuk inanılmaz üzgün, bir hastane odasında yatıyordu.. ebeveyni de aynı üzgünlükte yatağının kenarında oturuyorlardı.. sonra küçük bir tepe oluşturmuş cumhuriyet altınlarının en tepe noktası  üzerine zumlanılıyor..işte orada kenarları altın sarısı ,içi gümüş beyazı (güneşin ayla tutulduğu)ve üstünde de İskender profil portresi olan antik sikkeler vardı.. çocuk sadece 2(3) tane olan o sikkeleri aldı.. diğerlerininse yüzüne bile bakmadan –onları darmadağınık saçılmış halde bıraktı gitti..”

Sevdiğim.. şimdi  yazarken ne anladım biliyor musun?..ben yıllardır  peşinde olduğum, çözemediğim o manayı sanki birazcık çözebileceğim değil mi?. ve şimdi ağlamak üzereyim zaten.. çok ağır bişey bu.. yazarken yazarken anlamak ne zor bir şey ah bilsen.. kaplumbağa yolculuğu benimkisi..


şimdiii.. EN ÖNCE Taberi tarihinden bile  çooook daha evvel, ORHUN KİTABELERİNE YAZILMIŞ TÜRK PEYGAMBERİ İSKENDER-İ ZÜLKARNEYNE BİR GÖZ ATALIM MI?..
Bilge Kağan-Orhun Kitabesi

-Ben Türk Bilge Kağan;
doğuda gün doğusuna, güneyde gün ortasına kadar, batıda gün batısına, kuzeyde gece ortasına kadar hep milletler bana bağlıdır. Bunca milleti hep düzene soktum, ilerlettim. Doğuya ordu sevk ettim. Bunca yerlere gittim..
Tanrı (Tengri) yardım ettiği için milletime; gözle görülmeyen, kulakla işitilmeyen yerler kazandırdım. Tanrı buyruğu olduğu için, Devletli olduğum için size Kağan oldum. Tanrı yardım ettiği için dört yöndeki milleti derleyip topladım.
Ey Türk Milleti; Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe, ilini, töreni kim bozabilir? Ey Türk Milleti, titre ve kendine dön!
Gittiğim yerlerde güneşin kavurduğu, güneşin battığı son millete gittim. Onların arasında hüküm verdim. Sonra dünyanın öbür ucuna, güneşin doğduğu yere vardım. Orada bulduğum milleti boyunduruğum altına aldım. Birbirileriyle olan çekişmelerine son verdim. Ordumla Tengri buyruğu olarak adalet getirdim. Tengri buyruğu olarak bunları yaptım…

Kehf Suresi 86. Ayet:
NiHAYET GÜNEŞiN BATTIĞI YERE VARINCA, ONU KARA BiR BALÇIKTA BATAR BULDU. ONUN YANINDA (ORADA) BiR KAVME RASTLADI. BUNUN ÜZERiNE BiZ: EY ZÜLKARNEYN! ONLARA YA AZAP EDECEK VEYA HAKLARINDA iYiLiK ETME YOLUNU SEÇECEKSiN, DEDiK.

“aziz ve celil olan Allah buyurur ki, benim bir ordum vardır, adını Türk koydum ve onları doğu ülkelerine yerleştirdim. Herhangi bir kavme öfkelendiğim zaman Türkleri onların başına musallat ederim.”(hadisi şerif)
2 boynuzlu taç ve 3 defa ululanmışlık kuş tüyü
***


Sevdiğim bizim bildiğimiz Makedonyalı İskender ayrı, İskender-i  Zülkarneyn’ se ayrı biriydi.. 
ama Taberi’ de; babası Filip ,hocaları Eflatun, Aristo, Hipokrat, HIZIR, Ferfur vb. olan, aynı bir kişi İskender’e dönüşüyordu nedense.. sadece seyahat yönleri bildiğimizden farklıydı..
ve İSKENDER-İ ZÜLKARNEYN GERÇEK ADİL BİR HÜKÜMDARDI…diğeri hakkında ise öyle bir kayıt hiç yokmuş…birde bu kitaptaki İskender, ateşpereset Mecusiler ve putperest kavimlerle, sadece  hz İbrahim atamız dinini temsil edip- hanifliği yaymak için çalışıyordu..VE YANINDAKİ HİKMET SAHİPLERİDE HEP HANİFTİLER..

gittiği her ülkeye  önce ajanlarını gönderip, ön bilgi toplayıp, ona göre kralına mektup yolluyor ve kendisine  biate davet ediyordu.. eğer İskender-i Zülkarneyn’ e biat ederlerse o beldeye dokunmuyordu.. sadece putperestlerse, o putlar aynen hz.İbrahim Atamızın yaptığı gibi yerle bir ediliyorlardı.. ateşperestlerin ateşgedeleri söndürülüp taş taş üstünde bırakılmıyordu.. tabii halk putperestlikten dönmüyorsa da kılıçtan geçiriliyorlardı.. genelde  fethedilen her ülkeye yine kendi yöneticisi tekrar iade edilip, yıllık haraca bağlanıyordu.. çünkü  bizim İskenderimizin  tek dileği vardı.. bu dünyadaki tüüüm acaiplikleri görerek öğrenmek.. ve bu dünya padişahlığını sonsuza dek elinde tutabilmek içinde, sonsuzluk suyu olan ab-ı hayat suyunu bularak içmekti..(eğer bugün hala biz İskender-i Zülkarneyni konuşuyor ve yaşadıklarını anlamaya çalışıyorsak ve yeryüzüne gelmiş geçmiş tüm liderler aynı onun gibi olmak istiyorlarsa ,bence, O AB-I HAYAT SUYUNU HAKİKATTE İÇMİŞTİR VESSELAM)
BENNU KUŞU-simurg

Şimdi Sevdiğim.. Taberi’deki İskender’in doğum yıldız haritasını Sana kopyalıyacağım tamam mı?..ben astrolojiden zerre anlamadığım içinde kendimle alakalı veya bir başkasıyla ilgili bu tür şeyleri de öğrenemiyorum biliyorsun.. astroloji çok matematik filan isteyen bişi bence ve hiiiç bana göre değil.. amma ben görerek öğrenebildiğim ve Sende bana öyle öğrettiğin için ,inşallah bana bu ilmide kolaylaştırırsın ve aminn.. önce bu kitapta ki İran edebiyatı palavralarıyla dolu o kahramanlık şiirlerini hiiç okumadığımı söylemek isterim ..ben Herodot tarihinde de  tonla sayfa yazılmış Turuva savaşını okumamıştım.. okula giderken de asla savaşlarla alakalı şeylere ve tarihlerine hiiç ilgi duymazdım zaten.. ama İskender’in bu kitaptaki hikayesine bayıldım.. eski padişahların,  bu hikayeyi tekrar tekrar okuyarak büyüdüklerinin nedenini anladım.. çok güzeldi.. insanın uğruna ölecek kadar seveceği bir hedefi olursa eğer, o kişinin elinden hiçbir şeyde kurtulamazdı.. ve eğer kaderde ağlarını onun için örüyorsa, tüüm kainat ona secde kılmak için hazırdı da değil mi?



İskender-i ZÜLKARNEYN  
(doğuya-batına ve batıya-zahiri ilimlere hem madden hem manen sahip olan=iki zamanı da aynı anda yaşayan demek)  
amonRA
.
. babası Feylikos, yıldız ilimcilerine İskender’in yıldıznamesini çıkarttırdı.. Onlar gördüler ki: bu oğlan çocuğunun yıldızı aslan burcundaydı ve zafer sahibi bir çocuktu.. yıldızı güneşti ve güneş hamel(kuzu) burcundaydı..şerefe ermiş bir durumdaydı ve Utarit cevza (ikiz kardeşler) burcundaydı ve ay(kamer) ve zühre(Venüs-çobanyıldızı) ÖKÜZ (sevr) deydi..müşteri ki gezen yıldızların en büyüğü idi.. oda (kavs-yay)burcundaydı.. halkası bulunan zuhal yıldızı ise çevresinde mizanda (terazi)burcundaydı.. ve merih (bu savaş ilahı yıldız)başak (sümbüle) bir günde yer(makam) tutmuştu.. yıldıza bakanlar  çocuğun talihinde bu halleri görünce:”ey şah “dediler..”bu erkek çocuk sahip kırandır(dünyaya gelen mutlu, saadetli) çocuktur.. mutluluk sahibidir.. adı dört cihanı tutacaktır.. fakat az yaşayacaktır..

baba kral  FİLİP & anne NAHİDE(Venüs) nin oğlu  doğunca da, Feylikos sevinerek oğluna İSKENDER adını koydu.. çocuk 5 yaşına geldiği zaman HİKMET SAHİBİ ARAKOMAS  çooktaan hocasıydı
J.. onu hem eğitirdi ,hem de bilgi ve hikmeti öğretirdi..Arokomas’ın oğlu Aristotalis idi..ve İskender’e yakın yaştaydı.. hocası İskender’in geleceğini gördüğü için, kendisinden oğlu Aristotalis’i yanından ayırmamasını istemiş ve kabul edilmişti.. ARİSTO’ DA HİKMET SAHİBİYDİ.. baba Filip ölünce  20 yaşında olan İskender -KADERİ İCABI- doğuya güneşin doğduğu yere,hemde  güneye  ve kuzeye  olan seferlerine başladı.. sahip kıran olan İskender’e  bu  dünya fethi esnasında  vezirlik-hocalık-dostluk yapacak en yakın çevresi olan 70 HAKİM=HİKMET sahibi kişi  eşlik etmekteydibunların en meşhurları şunlardır….Hızır as., Eflatun, Aristo, Belinas, Hermis, Valis, Bukrat (Hipokrat)…sahih bir hadise göre 124.000 peygamber vardır.. bunların pek azı kitap sahipleri olmakla beraber diğerleri de her şey gibi derece derecedir.. nebiler, kitap sahibi rasullerin şeriatını devam ettiren hikmet sahipleridir..  buna göre İskender’in yanında pek çok hikmet sahibi ,büyük ihtimalle peygamber-i kiram da vardı..İskender bir ülkeye gireceği vakit bu 70 kişi ile istişare eder, ne yapılmasına karar verildiyse ve kendi içine doğan ilhamla ona göre davranırdı..


Sevdiğim ben  Taberi’ deki İskender için hissettiklerimi yazmak istiyorum şimdi..oda sanki bir nebi-peygamberdi.. ve hikmet sahibi olduğu çok açıktı..33 yaşında bir insanın; çağlar boyu hayatta kalsa dahi asla yaşayamayacağı macerayı, ilmi, bilgiyi, tecrübe ve hayreti bir 13 senede hatmetmişti.. insan tabii ki inanamıyor.. mesela Sevdiğim ben bu  bahsi geçen hafta ilk okuduğumda evvela kendimce şöyle anladım..
 aslında İskender tek bir kişiydi.. lakin  sanki biri O’nun maddi kimliği ,diğeri ise manevi kimliğiydi.. yani bir kişi eğer kesin zaman kıransa=MEHDİYSE  bu anlamda normaldi bence.. kişilik bölünmesi ise asla değildi.. bu gücün ve kudretin yüksek tezahürünün idrak edilemeyerek ,parça parça-hikaye hikaye-kıssa kıssa bölünmüşlüğüydü.. mesela daha evvel alıntıladığım beyaz piramitlerde, Oğuz Kaan’ı-Mete’yi  de  Zülkarneyn yapmışlardı değil mi?.. buda bize daha başka mitoloji ve efsaneler ve halk hikayelerindeki ortak pek çok AYNI konuyu hatırlatır tabii.. bir  hikaye ki o zaman dek hiiç bilinmemiş ve öyle bir şey henüz anlaşılamayacağı içinde unutulmamış.. ve kulaktan kulağa, değişe değişe yayılan söylenceler.. ve bazen de kralların bunu kendine mal ettirerek, sözel ve yazısal kitabe şeklinde şehirlerine diktirmeleriyle yalan tarih daima yazıla gelmiştir ki, halen daha süregidiyor bildiğimiz gibi..

mesela Eski Mısırda  firavunlar için bir tek kötü söz, çirkin görüntü,  savaşlarda yenilmişlikleri  hakkında veya içlerinden çıkmış herhangi  bir peygamber veya hikmet sahibi kişiler için beyan edilmiş bir belge yokmuş.. neden??çünkü o devirde mısırda tek tanrı vardı , oda firavundu da ondan.. kendisinden başka hiçbir kimliği zaten kabul etmiyordu ki, bir başkasının adının kendi adı yanına yazsın veya  başka bir sütuna dahi imzası-kartuşunun kazınmasına izin versin.. bugünde aslında bu halen devam ediyor da biz bilmiyormuş numarasına yatıyoruz.. çünkü riyakarız ve korkağız.. mesela HİKMET SAHİPLERİ ASLA KİMSEDEN KORKMAZLAR DİYE DUYMUŞTUM geçen ,bilmiyorum doğrumu Sevdiğim.. demek ki memlekette Hâkîm=hikmet sahibi adam az yetişiyor değil mi?..
USTURLAP

başkaa..şimdi, İskender de benim dikkatimi çeken şeylerden, üstünü çizdiklerimden Sana yazıyorum Sevdiğim.. eğer o bir sahipkıransa, tabii ki icad edici özelliği olması da çok normaldi. işte dünyanın 7 harikasından biri sayılan İskenderiye fenerini de, Mısır’ı fethedince , kendisi için  yaptırttığı bu şehre diktirmiş ..şöyle emretmiş, hikmet ve sihir sanatında bir üstad olan Belinas’a:” ey Belinas!..bu şehirde yüksek bir yapı yap  ve üstüne bir ayna koy ki, bir aylık yoldan gelen her gemi o aynadan gözüksün”..Belinas, Hermis ve Valis o aynayı beraberce yapmışlar.. önce altından dökmüşler olmamış.. sonra gümüşten, daha sonra bakırdan ve daha sonraları değişik madenlerden  yapmışlar,..hiç birisi istedikleri net görüntülü yansımayı vermemiş.. en son çelikten yapmışlar ..önce onu 10 köşeli, sonra 8,sonra 6 ve 4 köşeli yapmışlar.. ancak çelik ayna yuvarlak –daire biçiminde yapılınca  istedikleri net görüntüyü  vermiş…ve bu cilalı aynaya  en son mana cilası ise Belinas’tanmış.. onu tılsımlamış...
AhuRA MAzda

bu ihtişamı ve yeni çıkan sahip kıranı çekemeyen Pers kralı büyük Dara, İskender’in Mısır fethini reddedip ona savaş ilan etti.. Dara bir mecusiydi.. onların meşrebinde ateşe tapınılıyordu.. anne ve kız kardeşi ile de evlenilebiliyordu….bu ateşe tapınma  ise, geçmişinde hanif bir brahman rahibiyken;  yaşadığı tapınak ve ortamından kovulmuş ,göç etmek zorunda kalmış ,eski dininden ve dostlarından intikam almak için yanıp tutuşan bir kahin  olan Zerdüşt’ün  sahte peygamberlikle İran’a gelmesiyle başlamıştı... memleketi Hindistan'dan kovulunca  önce bir dağa çekilmiş.. bir mağarada açlık ve susuzlukla, sihirle çeşitli hallerin sahibi olmuştu.. hakikat tanrısı AHURA MAZDA nın kendisine gözüküp peygamberlik verdiğini söyledi..avestaları yazıyordu... dağdan indiğinde kara kitabını yazmıştı ve bana vahiy geliyor demişti.. iki tane :iyilik (hürmüz) ve kötülük  (ehrimen) tanrısı icad etmişti…bundan sonra yaratıcının ateşe tapınılmasını istediğini de söylemişti.. ve o devrin kralına eğer kendisine inanırsa tanrının ona sonsuz zaferler vereceğini vadetmiş ve karşılığını da almıştı tabii..

işte Dârâ atalarından kalan bu dini devam ettiriyordu.. İskender onun ülkesine sefere çıktı.. Dârâ kaçtı..  tuzak kuran iki akraba askeri onu hançerlediler.. İskender buna çok kızdı.. vatanına ve kralına sadık olmayan o iki hain askeri öldürdü.. Dara’ya şanına yakışır bir cenaze töreni  yaptırttı.. o devrin tüm kralları gibi  yaraları temizlenip dikildi.. buhurlarla yıkanıp mumyalandı..  en değerli elbiselerini giydirdiler ve başına da en kıymetli tacını taktılar.. onun için yapılmış bir kümbet –kubbe mezar odasına önce bir lahit yükseklik yapıp oraya tahtını koydular.. o tahtın üstüne de Darayı oturttular.. ve etrafına tılsımladıkları pek çok mücevheri döküp kapısını mühürlediler…Dara ondan vasiyet olarak kızıyla evlenmesini istediğinden İskender onun kızı ile evlenmiş ve Konya’ya yolladığı eşinin orada bir oğlu olmuştur.. adı İskenderos’tur.. babası ölünce onu kral yapmak istedilerse de, o asla bunu kabul etmemiş, manevi, inzivalı bir yolu kendisine tercih etmiştir..
Hathor-İsis-Kibele

İskender daha sonra MUSUL’a geldi.. oradan AZERBEYCAN’A geçti. burada Serhab ve Cerandab adında iki dağ ve bunların arasında da bir ateşgede-ateş tapınağı vardı..içinde de 1000 ateşgede rahibi bulunuyordu.. hanif olan İskender , hak dine gelmeyenleri  bu ateşgedeyle beraber yerle bir etti…. ..mesela geçmişten kalan devlerden oluşan AD SOYUNDAN BİR DEV VARDI Kİ, ADI DÛVALİ İDİ.. Dara zamanında Azerbeycan ve Ermeniye’nin haracını o alırdı…Sevdiğim burada çok önemli bir nokta var ki, kitapta bu kaydedilmiş zaten..Ermeniye  ; ermeni soyu –meşrebi henüz oluşmadan çok daha evveli sadece bir şehir ismiymiş yani. ne ilginç ki bugün PKK=kürt  yahudiliği- hristiyan ermeni  ASALA sı- ZERDÜŞT üçgeni olarak, gene aynı coğrafyadan bize bakıyor değil mi?.. yanii ,henüz hiçbir şey değişmemiş aslında.. İskender buradaki ateşgedeleri ve halkıda yakıp yıktı.. Hz İbrahim dinini açıkladı..

yola devam etti..  kuzeyde –karadenizde  sadece kadınlardan mürekkeb bir ülke buldu.. buranın kadın hükümdarı NÛŞABE nin fendi İskender’i yendi-onu teslim aldı
J…ve onlara her şeyleriyle hayran olup, onlar üzerinde etkisiz kalan İskender bunun öcünü, Karadenize bakan ve deniz seviyesinden daha aşağıda olan bu ülkeden şöyle aldı.. on binlerce askerine bir dağı deldirdi.. Karadenizin  suları kimsenin bilip giremediği o ülkeyi yerle bir etti.. orası bir boğaz olarak açılmış denize  dönüştü..

İskender ve yanındakiler her geçtikleri ülkeden yüklendikleri hazineleri taşıyamaz olduklarında onları dönüşte almak üzere; işaretledikleri bazı yerlere gömüyorlardı.. mesela Belinas’ın bir yerdeki hazinesi şöyle bir yerdeydi ki kendi tasarımıydıJ..Hakim Belinas bir mağara kazdırdı.. o mağara içinde bir kuyu kazıldı.. içine 1000 deve yükü mal ve hazine kondu. hatta kuyu içine evler ve bir su çarkı kurdurttu. oraya bir lağım-kanalizasyon sistemi de yaptırttı.. mağaranın bir yanından su akıyordu. o suyu alıp çarka bağladı.. mağarasını  çelikle mühürleyip, tılsımladı …aşağıdaki çarka bağlanmış bu üst çarkı işlettikten sonra  bir kağıda bunu resmetti..(ilk hazine haritalarından yaniJ ..ve teknolojiyi  ilk biz kullanıyoruz zanneden salaklara muhteşem bir örnek tabiiJ )

Babil kuyusu-Kibele su küpü

tapınma kültüJ

İskender’in geçtiği ülkelerin kralları her daim onun nasıl biri olduğunu kahin rahiplerine soruyorlardı ki, o devirde yıldız ilmi BABİL KUYUSUNDAN DOLAYI  gündemdeydi ve herkes bu ilme göre yaşıyordu..belkide Babil kuyusu ve ondan alınan sihir ilmi zamanla-her yerde kuyu olmadığından -her eve bir  KİBELE SU KÜPÜ ne dönüşmüştüJJJ..tabbi hakikatte- tıbbende erkek ve kadın birbirlerinin doldur&boşalt birer su küpleriydi ...ve o devrin tapınaklarında, kahinelerin  su dolu bir hazne üstüne kurulmuş 3 ayaklı bir sac ayağı üzerinden kehanette bulunmaları da, aynı, Harutla Marutun devamıydı..(*veee Sevdiğimm..kendimi tebrik ediyorum..olee  oleeeyy..heyyt beee. ..ne keşfettim.. olleeyy..  Jbence bunca yıldır tekrar tekrar aynı şeyi yazmama değdi..bence Sende beni kutlamalısın..su küpünde çığır açtık...J)

ve İskender'in geçtiği ülke kahinleride :"onun zamanın sahibi olduğunu, tüüm kader çarkının ondan yana tezgah kurduğunu ,o yüzden de ona karşı çıkmayıp, ona kulluk ederlerse ,onun yine o krala memleketini geri veren adil bir hükümdar olacağını  söylüyorlardı".. ve genelde yol üzerindeki pek çok bey-kral ona teslim olup tacını, tahtını, hazinesini ve topraklarını kurtarıyordu.. tabii bunun karşılığında putperestlik dininden vazgeçip hz İbrahim dinine TEVHİD e de giriyorlardı.. İSLAM FETİH DİNİ OLDUĞUNDAN HER DAİM ALINAN TOPRAKLAR ONUNDUR..İSLAM HÜKÜMDARLARI HİÇ BİR ZAMAN AVRUPA-AMERİKA GİBİ  SÖMÜRGECİ  OLMAMIŞLARDIR..


ve 72 dil bilen İskender'in  alamadığı, dize getiremediği, kendi içinde de çok çetin karmaşası olan yerler için de :kendi hakimlerinden daha fazla, o bölgenin din alimlerine-meczub sanılan bilgelerine  başvurup, fikirlerini  alıyordu.. çünkü o halkın iç alemini, inançlarını, korku ve sevinçlerini, adetlerini en iyi onlar bilebilirlerdi.. ve o, her daim bu davranışı  ile zaferden zafere koşuyordu ,hem de halkın gönlünü ediyordu.. doğunun büyük bir kaos ,içine girenin asla çıkamayacağı bir cadı kazanı  olduğunu yanındaki hakimlerde anlamışlardı ve  FETHETTİKLERİ  o topraklarda her daim kendi  yerli krallarını veya beylerini bırakıyorlardı..  sadece haraç alıyorlardı..

ve Şemhâl şehrindeydiler..kimselerin ulaşamadığı bir kaleye girdiler.. orada Keyhüsrev’ in tahtına oturdu.. cihanı gösteren kadehi gördü.. içinden içki içti..(içki içmek eskiden haram değildiJ..)o tahta ve cihannümaya  tılsım yaptı ve etrafına cevherler döktü.. bir daha hiçbir kimse o tahta oturamayacaktı yani..            İskender ve hakimleri o cihanı gösteren kadehin nakşına bakarak ilk usturcâpı (ufkun üzerinde yıldızların  yerlerini bulmak ve ölçmek için eski çağlarda kullanılan alet) icad ettiler.. Horasan’a geldi.. tüm ateşgedeleri yakıp yıktı.. orayı çok beğendi HERA adında yeni şehir yaptı.. buralardaki hazineler taşınamayacak kadar çoktu ve dönüşte almak üzere  üstlerine büyüler yapılarak öyle bırakıldılar.. sonra Hindistan fethedildi ve daha sonrada Moğol ülkesi Türklerinin onlara teslim olup katılmasıyla Çin’e varıldı..


ve ŞAM’a varıldığında peygamberimizin atalarından Nazır bin Kinâne  İskender’e geldi..bir çok deve hediye etti.. ona İsmailoğullarının beyi derlerdi..İskender ona çok büyük saygı gösterdi.. ve anlattı Nazır bin Kinane:”o esnada Mekke’de Huzaa oğulları beylikteydiler. eskiden İsmail soyu beyken, hz.Süleyman döneminde Seba şehri alınınca oradaki Ya’rib ve ibni Kahtan , Huzaa oğullarını Mekke’ye yolladı.. onlar savaşarak  yönetimi ele geçirdiler..ve şimdi İsmailoğullarını köle olarak kullanıyorlar” dedi.. İskender emir verdi tüm Huzalı asker öldürülüp, halkı Mekke ‘den çıkartıldı.. yönetim Kinane oğlu Nazır’a verildi.. İskender önce mescidi Aksa’yı ziyaret etti. oradan hz İbrahim, İshak, Yakup aleyhisselamları ziyaret etti. sonra Mekke’ye  Mina’ya vardı.. atından inip KABE’ye dek yayan yürüdü.ve emretti:” ben ne kadar yayan yürüdüysem o kadar akçe dökün dedi.. ve o akçelerle Kabe donatıldı.. Kabe’deki altın oluk düzeltilip onarılıp  Beytullahın üstüne kondu..harem halkına çok mallar dağıtıldı..ve haccın kurallarını öğrenip hac eyledi..oradan Yemen’e gitti..


3 GEN DNA sarmal kehanet su küpü
oradan Hint denizi kıyısına vardı..bir gemiyle en batı kıyısına dek gitti..burası çok karanlıktı ve bilinmezdi..bir gün sahraya geldi burası sapsarıydı ve ateş gibi yanmaktaydı(büyük ihtimalle petrolJ)…..o sahradan ancak bir ayda geçebildi..bir denize vardı..yunanlılar bu denize Atlas Okyanusu (bahr-i muhût-i atlas) derlerdi…güneşi bu denize –suya  batarken gördü ve durdu.. orada bir ada vardı.. taşları gök rengi,kızıl ve mordu…kim ki o taşlara bassa onu bir gülme kaplardı. ve şimdi  yine Mısır Nil nehri kıyısındayız..Nil’in kaynağının ilk başladığı yerdeyizJ…ilerde bir dağ vardı.. kimse o dağı bilmezdi.. üstüne çıkan  bir kahkaha atar ve bir daha gözden kaybolur yiterdi. İskender  en sonunda oraya bir baba oğul yolladı.. baba ne görürse yazıp oğula verecek ve oğul o yazıyı getirecekti.. ve sonra baba gözden yitti oğul elinde kağıtla aşağı indi.. kağıtta şu yazıyordu:” ey şehriyar! ben bu dağın ardında uçmağı(cenneti)gördüm.. buradaki yeri ise tamu(cehennem)örneği gibi gördüm.. lakin bir ince yol vardır ki kıldan incedir.. gelemedim.. bu dağın ardında bağlar bulunuyor”. İskender yazıyı kimseye gösterip okumadı ve ben o bağlara giderim dedi.

Sonra yola devam ettii..ilk defa sarı dev bir balina gördüler..30 kişi ile bir gemiyi yuttu ki hayret ettiler..ilerlediler..Zengibar ve yumuşak ayaklıları görüp  ele geçirdiler…acaip halklar ve haller gördü.. onlara yardım etti. Halkı, bir sihirli küpten olayları haber alarak yaşayan bir yere geldi.. her evde bu küplerden vardı ve halk her işini bu küplere danışarak yapıyordu...İskender,her evde bulunan tüm küpleri kırdırttı ve o büyüleri bozdu...(hatırlayalım lütfen..kibele KÜP de demekti ya hanii..ve KÜP’e tapılan yerlerde vardı ya birde..işte demek ki doğruymuş değil miJ?).. oradan bir yere vardılar. .taşları atların ayaklarını parçalıyordu ki atların ayaklarını deri keçelerle bağladılar. .işte o taşları hiçbir şey kesmiyordu ..sadece KURŞUN la vurunca taş kesildi. İskender ona elmas dedi..

Babil haritası
İskender Çin’e vardı..oranın hakanı ve 10.000 kişi ile o diyarı gezmeye başladı..oradaki tüm acaiplikleri görmeyi diledi.. ileride daha az ve has adamlarıyla bir gemiye bindi ve büyük okyanusa açıldılar.. cıva madeni olan bir denize vardılar ve onun ilmine(kara delik girdabı çekim alanına) Belinas sayesinde vakıf oldular (belki de bermuda şeytan üçgeni de böyle bir girdaptır..)..Harhız şehrine vardılar.. toprağı baştan başa bembeyazdı yani gümüştü.. İskender bunu, askeri tamah etmesin diye ahalisine haber vermedi.. buranın pınarlarından cıva madeni suyu aktığı için içemediler.. ilerde bir dağ ve eteklerinde bir şehir buldular.. ora  halkı ;bu dağın ardındaki ye’cüc - me’cüc adındaki vahşi, korkunç bir halkın sık sık gelip kendilerine zarar verdiğini  ve tüm mallarını aldıklarını şikayet ettiler.. İskender dülger ve bina yapıcılarını çağırdı.. demiri ve bakırı çok istedi.. getirilenleri kendisi satın aldı.. taş duvar-sed çektirdi. üstüne demir,onun üstüne bakır ,üstüne duvar seti döktürdü.. bu  usülle duvarı üst üste ördüler.. en üstüne de bol bol neft yağı döktüler..aralıkları da kükürtle doldurdular.. sonra ateşi yaktılar…ateşi körüklediler.. hakim Belinas tılsımlar icad etti.. tam bir ay geceli gündüz ateş yakıldı,bir ay sonra söndü.. ve o halk Allah’ın o seddi yıkacağı belli bir zamana dek, o, kötülükten kurtuldu.. (Sevdiğim, burada cehennem tarifi var sanki değil mi?yani cehennem bizim vesveselerimizle kendimize ördüğümüz şartlanmışlıklarla alakalı gibi..)

Sonra ilerlediler..halk ona dualar ediyordu..bir yaşlı kişi dedi ki: “bu yakınlarda karanlıklar-zulümat denizi vardır..orada bir pınar vardır..her kim ki o pınardan,ab-ı hayattan  bir yudum içerse ölümsüzlüğe kavuşur.”.  İskender zaten çok yakında öleceğini daha evvelki seyahatllerinde haber aldığından, bu suya kavuşmak için yanıp tutuştu.. Bolkar  denilen bir yerde, Hazar denizi kıyılarında  ilerlemeye başladılar…vaktaki karanlıklar ülkesine vardılar.. İskender’in yanında Hızır ve İlyas (a.s) vardı.. pınarı bulabilmek maksadı ile birbirlerinden ayrıldılar.. Hızır ve İlyas as. beraberdiler.. onlar acıktılar ve  bir su kenarında oturup pişmiş balıklarını çıkarttılar.. oradan bir damla su balığa damladı ve ölü balık dirilip suya atladıJ..ve Hızır &İlyas as. hemen o sudan içtiler, girip yıkandılar ve atlarını da o su ile yıkadılar.. artık ölümsüz olmuşlardı tabiiJ..onlar, bundan İskender’in mahrum kalışına çok üzüldüler.. ama ALLAH tan onlara bir nida geldi ki, İskender’den uzak dursunlar..
su ERİL=ateş DİŞİL

yine yola koyuldular. aydınlığa erdiler.. ileride bir dağ gördüler.. dağın üstünde pek çok yuva vardı…her yuvada kocaman bir kuş oturmaktaydı..gövdeleri yeşil, burun ve ayakları kızıldı.. yunan dili ile konuşuyorlardı.. İskender’e şöyle dediler: ”ey haris kul! nice zahmetler çekmedesin. senin zahmetler çekip aradığın şeye Hızır ve İlyas( as)a nasip oldu..  İskender derin derin AHHH!!  çekti.. kuşlar yalnız olarak İskender’i yukarı –yanlarına çağırdılar.. ve kuşların şahı ona” ölüm vakti geldiği için geri dönmesi gerektiğini “söyledi..


geriye karanlıklar ülkesine girdiler..hiç bir şey görünmüyordu..ki bir ses  yankılandı:”bu ülkeden taş götüren kişi pişman oldu, kim götürmediyse oda pişman oldu.. PİŞMAN .. GÖTÜRENDE, GÖTÜRMEYENDE”…asker tedirgindi.. kimi taşıyabildiği kadar taş aldı, kimisi hiçbir şey almadı.. karşıdan bir kişi geldi.. İskender’e hediye olarak bir taç verdi ki bir miskalden(eski ağırlıkta 1,5 gr lık ölçü birimi) daha küçüktü…ve tacı getiren İskender’e:” “buradan çıktığın zaman bu tacı tart” dedi.. o kişinin rehberliğinde ordu yine aydınlığa  çıktı ve aldıkları taşlara baktılar.. kimisinde yakut, kiminde inci vardı… alanda almayanda pişmandı tabii.. İskender’in aklına sakladığı taş geldi.. tarttı .bir miskal dirhem koydu ,aynı ağırlık tutmadı .on batman ağırlık koydu yine tam gelmedi…Hızır a.s karşısına dikildi: dirhem kefesine bir avuç toprak koy “dedi..öyle yaptı ve şimdi ikisi de denk geldi..Hızır (as) :”ey İskender ..senin hırsın o taş gibidir ki hakirdir.. hiç bir şeye kanaat etmez, kanmaz, ama onu toprak doyurur”….ve sonra hz Hızır gözden kaybolup gitti..

İskender geriye doğru  göçmeye devam etti..Bolkar’da sadece ahalisi kadınlar olan bir yere vardı.. bu kadınlar belli dönemlerde bir akar suya girip oynaşıyorlar ve oradan hamile kalıp, sadece kız çocuklarının yaşamasına imkan tanıyorlardı. .. yola devam ettiler.. sonrada devlerin yaşadığı bir yer gördü.. ilerledi.. dondurucu soğuklar ve tipiler gördüler.. yola devam ettiler.. bir dağ gördüler..O DAĞDA 2 AĞAÇ VARDI..  geceleri konuşan ağaç dişiydi,  erkek olan ağaçsa  gündüzleri konuşuyordu.. ve halkın onlara taptığı bir yere geldiler.. ağaçlar, İskender’in bunca dolaşmasının boşuna olduğunu, bu seyahatin sadece 14.senesinde Babil şehrinde hayata veda edeceğini , memleketine ise dönemeyeceğini haber verdiler. .İskender üzüldü ..dağdan indi..o halk kendisine her biri 60 batman ağırlığında gelen altın yumurtalardan 100 tane verdi…

yola devam ettiler.. bağlık bir yerdeydiler ki, o bağlardan kim bir yemiş koparırsa ölürdü..İskender emretti kimse o meyvelere dokunmadı.. o halk kendisini karşıladı ve şöyle bir konuşma aralarında geçti..
İskender: ”koyunlarınızın niçin çobanı yoktur?..hem de bağlarınızın neden duvarı yoktur?.. şehrinizin surları, burçları, evlerinde niçin  kapıları yoktur?..

şehir halkı: ”
biz zayıf bir halkız.. hiç yalan söylemeyiz..Yaradan dan ne gelirse onu kabul ederiz. hiç bir kimseden bir şey çalmaz,uğrulamayız..hiç bir kimsede bizden çalıp, uğrulamaz. eğer bir kurt, koyun sürümüze saldırırsa o hemen ölür.. eğer bir kimse mallarımıza tamah ederse o hemen ölür.. bizde tamah ve kıskançlık yoktur.. eğer bir çok mallarımız olsa onları esirgemek elimizden gelmez. bizden hiçbir canavar kaçmaz.. çünkü onları öldürmeyiz.ve canavarlar, yırtıcılar evlerimize kadar gelirler.. ihtiyacımıza göre onları avlarız. bizden genç yaşta kimse ölmez.ancak 1000 yıl yaşamış olmalı ki ölsün…eğer başımıza bela uğramışsa sabrederiz.. bize beyde –yöneticide gerekli değildir..

İskender bu sözleri işitince:”
eğer daha önce bu yere uğrasaydım dünyayı gezmeye kalkmazdım “dedi…

ve geriye Çin iline vardı..orada halkın muzdarip olduğu bir ejderhayı öldürdü ..Aristo’ya mektup yazıp halini bildirdi..az vakti kalmıştı..Aristo onu karşılamaya geldi.. beyleri geldi.. hasta yatağındaydı.. vedalaştı.. yerine kimseyi bırakmadı.. memleketinin her bölgesini bir beye verdi.. altından bir tabut istedi ve krallara göre kefenlenmek istedi.. ve tabutun içindeyken üzerine bal dökmelerini istedi ((ki, gerçekten de Makedonyalı İskender’in bugün henüz bulunmayan lahtinin içi bal ile doluymuş))..İskender hayata gözlerini kapattı..10.000 atın kuyruğu yas olarak kesildi.. halkı:” o burada Babil’de kalacak “ derken, bir kısmı “hayır o Makedonya’ya gidecek” diyordu ki bir ses duyuldu.. ”O’NUN TOPRAĞI  İSKENDERİYE ŞEHRİNDENDİR”.. ve  33 yaşındaki O’nu İskenderiye şehrine  defnettiler..

*Sâhib-i Keyvân veya Sahipkıran aynı manâdadır. İki yıldızın aynı dereceye, yani aynı hizaya gelmesine denir. Güneşle Zühre yıldızı bir dereceye gelir ve tam o anda bir padişah tahta çıkarsa bu padişaha “sahibkıran” denir. Bu hükümdarlar sağ yanına iki, sol yanına da iki kılıç takardı. Daha sonraları fetihlere, zaferlere erişen padişahlar hakkında da “sahipkıran” ünvanı kullanılırdı.(*alıntıdır)
Kül TİGİN

HurŞİTimden MürŞİTime bir tûtinin güncesi….Sevdiğim şimdide bu bahisten kendim için anladıklarımı Sana yazmak istiyorum ..ilk önce bir adamın talihi yaver gidecek yani yıldızı yüksek olacak değil mi?.. ben astrolojiden zerre anlamıyorum lakin, yıldızım bence en düşük derecelilerden gibi ha?!! ne dersin?.. hatta öyle düşük, öyle düşüktü ki, işte Sen bana yardım etmek zorunda kaldın diye de hep düşünürüm nedense. .zaten ben aslan burcuda değilim.. yan yan yürüyen tuhaf bir burçtanım üstelikJ..daha doğru yürümeyi bile öğrenemeyişimde bence bundanJ..başkaa..eğer bir adamın talihi aslan burcunda ki güneşse hiç kaçarı yok, tüüm kader ağlarını sadece onun muzafferiyeti için dokuyordu.. belki böyle nadir kişiler;  zaman döngüleri içinde, bir zamanı kapatıp bir diğer yeni zamanı açmak için nadiren geliyorlardı ki ,bence MEHDİ DENİLEN ŞEYDE BU KİŞİLERDİ..YANİ MESELA Hz Fatih Sultan bir mehdiydi.. veya o ayarda herhangi bir lider-önde gidende o devrin ,o halkın mehdisiydi.. ama asıl maksat aynı İskender’in en son rastladığı gerçek adalet üzere yaşayan o halk gibi, herkesin içindeki kendi mehdisini ortaya çıkarttığı haldir muhakkak.. çünkü o halkın içinde, başlarına geçirdikleri bir kralları yoktu ve zaten buna da hiç ihtiyaç duymamışlardı..nedennn?. çünküü, her zaman onların huyları-sularından dolayı asayişleri berkemaldi de ondan..ve gerçek:  HALK  HÂKK tı ve MEHDİ de O idi.


birde aynı İskender misali  bir kişi, ister dünya malı toprağına, makamı hazinelerine malik olsun ;nede bunun yerine manevi makamlara veya ilimlere sahip olsun, hiçbir zaman hepsine hakim  olamazdı ve olamayacaktı.. çünkü insan denilen şey sınırlı ve zamanlı bir maddeydi.. ve en önemlisi de yaratılmıştı.. İskender’ de bu dünyadaki  tüüm talihine rağmen, ancak ve ancak, sadece son hudut-maddi  yaratılmışlık sınırına dek gidebilmişti.. belki de o son hudut la artık gidilecek yer kalmadığı için, İskender-i Zülkarneyn’e diğer mana boyutu ancak ölümle açılmış ve seyahatlerine halâ hâzırda  o alemlerde seyran edip devran eyleyerek devam etmektedir.. ki, mesela bendenizde bunu şimdi yazarken anlıyor ve tabii ki inanıyorum.. İskender-i Zülkarneyn’ i buradan selamlıyorum.. keşke oradaki maceralarını da bize kaydedip yollayabilseydi değil miJ??derken gülerek, fena bişey düşünüyorum Sevdiğim.. ve yoooooooooo!!! hayır!!! diyoruz tabii..((bence bende artık kendi sınırlarımı zorlamayayım değil mi Sevdiğim.. daha ne kendime, nede evime bakabiliyorum.. üstelik henüz kendi ayaklarım üzerinde bile duramıyorumJ….))

neyse yine bu aleme dönelim biz en iyisi..Sevdiğim  ben İskender’in yolculuklarından şunu anladım esasında. bir padişaha ,bir komutana, bir idareciye gittiği yöreye göre nasıl ilmi siyaset sergileyeceği o devirde ancak böyle anlatılabilirdi.. ve  geçmiş halkların töreleri bugüne en güzel bu şekilde kaydedilerek geliyordu.. mesela mezar kümbetlerin içleri inanılmaz bir şekilde tarif ediliyordu ..(hele hz Süleyman ve hz Yusuf’un kabri..)mesela o devirde de en karışık Ortadoğu-Babil merkezli  bölge ,o daireymiş.. bugünde Babil kazanı kuyusu civarı hep aynı değil mi?.. aslında Babil kuyusu belki de incelenmeli.. onun suyunun karıştığı bu yerler, havasının teneffüs edildiği bu diyarlar başka türlü incelenmeli değil mi?. ve aynı İskender’in, hikmet sahibi hocalarının, ona dikte ederek yaptırttıkları gibi, bu yöre ahalisinin kesinlikle  iç işlerine karışıp, içlerine girilmemelidir.. bu iş askerle vesaire asla olmaz.. aynı İskender’in bu zor halklar için daima başvurduğu gibi, o yerin en yüksek manevi kişisini arayıp bulup, meseleyi taaa en baştan onun gönlünü alarak kazanmaktır
J..buda bize  gösterir ki, İskender’in asıl zaferi : bir diyara girdiğinde daima o yerin  maddi kralı yanında= manevi kralı kutb’ûl arifanı da ziyaret etmesiyle ve onu hoş tutmasıyla  olmuştur..


bugünse dünya liderleri, halklarıyla sadece medya-basın karşısında göstermelik  muhatap oluyorlar.. hiçbir zaman, aynı eski devirlerde olduğu gibi veya bu haftaki konumuz İskender misali, günümüz  LİDERLERİNin  yanında 70 değil 7 tane dahi HİKMET SAHİBİ ARİF ADAM NEDENSE GÖREMİYORUZ.. ve günümüz  liderleri  seyahatlerinde yanlarına  daima medyacıları, sanayi devlerini  ve belli aileleri alıp,   özelde de bir tek onlarla muhatap oluyorlar ve siyasi hayatları için yapılan yüksek yardımların bedeli olarak da, onların kuklası haline zamanla da gelebiliyorlar tabii.. işte o yüzden de dünyayı yöneten hep aynı kuruluşlar oluyor genelde..

buna en komik ama gerçek örneği hepimiz yakınımızdaki alışveriş merkezlerinde gözlemleyebiliriz.. ülkenin neresine gidersen git aynı tipteki alışveriş merkezlerinde, aynı markalı dükkanlardan, aynı malı almak zorunda bırakılışımız gibi gibiJ)..işte kölelik sistemi çarkı böyle böyle  bizim elimizle kendimize ördüğümüz bir şey aslında..ESNAF VE KÜÇÜK SANATKAR-ZANAATKARLAR-EV-EL TİCARETİ YOK EDİLİP FABRİKASYONLAŞTIRILARAK-TEK TİP HALİNE GETİRİLİP  bizi demir ağlar gibi sarıyor da sarıyor.. sonra da çözülemediği içinde tabii ki Gordion düğümü oluyor.. işte o vakitte ancak ve ancak gelecek bir kurtarıcı sayesinde –tek bir kılıç darbesiyle bir defada, anında kesilip atılıyor.. işte işlem aslında bu kadar kolayken, bizler, bize dikte ettirilen bağımlıklarımızla  kendi kendimizi bir yumak gibi dolayıp duruyoruz.. sonrada bizi çözecek bir kurtarıcı arayıp duruyoruz değil mi?.. oysa baştan uyanık olsak, tuzaklara düşmesek, kendimiz olsak!!… bunlara hiiç gerek kalmayacaktı değil mi?..


Sevdiğim, ayrıca İskender bahsi bence bize şunu da anlatır.. dünyaya kimler gelip geçerse geçsin –ne olup biterse bitsin: onu sadece seyredebiliriz.. onun  imtihanı tuzaklarından- oyunları kuranların dairesinden asla ve asla çıkamayız.. bize düşen bu aleme imtihan için geldiğimizi ve imtihan edildiğimizi hiiç aklımızdan çıkartmamak galiba.. öyle uyanık olmak lazım ki;uykumuzda, rüyamızda dahi, rüyalarımızı kontrol edip yönlendirip yönetebilir hale gelebilelim..  çünkü belli yerden sonra aynı İskender-i Zülkarneyn’ e Yaratıcının verdiği izin ve yetki:” hak ve batıl ayırımında sen dilediğini yap”= emri bil maruf nehyi anil münker i  aslında her birimiz içinde geçerlidir.. o noktaya gelen kişi, kendi devrinin mehdisi de olmuştur.. kendi yecüc le mecücün=vesveselerinin mehdisi .. kişi ancak demir çelikten bir zırh giyerse, yani kan değerleri düşmeyip, sinir sistemini her daim güçlü kılabilirse, karşısına çıkan olaylarda doğru karar verip, onlarla başa çıkabilirdi.. kişinin ne vakit kan -DEMİR(akıl) değerleri düşer, ne vakit duygusal BAKIR(iletişim-algı-sezgi) sinir sistemi çökerse; işte o zamanda yecücle  mecüc- fitne fesat- vesvese-evhamı, onu kendisine ve her şeye, tüüm değerlere yenik  kılardı.. ve o kişiyi, tüm maddi Duvarları yakıp yıkıp geçen bir  terörist =VİRÜS yapardı…

nur cihan
22.9.2012
nuralem7@hotmail.com