27 Eylül 2013 Cuma

99 ACVE HURMASI (akik taşlarının) MASALI 69


99 ACVE HURMASI (akik taşlarının) MASALI 69

69, yaratılış-doğum,son-ölüm.vav harfi, velayet-i hüviyet.nüfus, nefesJ

Merhaba Sevdiğim ve Merhaba..
gayet yorucu bir etabın sonuna gelirken neler yazdığımın yeni idraki içinde hayretteyim.. çok teşekkürler.. 7 sene evvel yazmış olduğum, herkesin eğlenerek alaya aldığı, kimsenin bana anlatmadığı- anlatamadığı şeylerin, en azından ne olduğunun ipucunu bulmanın perişanlığı ve şükrünün acizliği içindeyim.. çok cahilim biliyorum.. bu şeylerin lütfunun nedenini hala çözemiyorum..oysa ne okuyup yazmış,sabahtan akşama bu şeylerin ilmi kendisine açılsın,güçleri ellerine verilsin diye çift tesbih çeken insanları tanıyorum ah bilsen..ve letaifleri kaç defa hatmedip bitirdiğini söyleyenlerin, aslında hiçbirini dahi bitirmediğini de anladım..demek ki o esmaları senelerce çekseler ve tüm hepsini bitirdiklerini sansalar dahi, manası her esma çekene verilmiyordu .. yani bunu anlamam kaç senemi aldı, hayret.Sana söylemiştim,"bende öğrenme bozukluğu var, anlayamıyorum" diye.ama Sen "yok öyle şey" demiştin.bak ,öğrenemiyorum işte!!..

Sevdiğim..şu sıra pek çok kişi hacca gidiyor, büyük bir kısmı ise gitti. ben her sene olduğu gibi yasaklıyım..bu yıl yine rüyalarımda dahi oraya girmem men edilecek değil mi? oysaki 7 senedir Kral beni davet edecek diye bekliyorum. hala ümitliyimJ..padişahın eli-gönlü tutulmaz biliyorsun..belki  bu defa Kral beni gönlünde muhafaza eder ve evimden dışarı çıkabilir, biraz hava alabilirim ha, ne dersinJ..bunu yazan; Satürn mabedinin etekleri belinde, asabi, beyaz taştan bakire mabudesini selamlar, hürmet eder..o bakirenin bintüsünü de öper. . biraz daha geçimkar olduğumuzda yine bir araya geleceğimizi de umuyorum.. O’nu masalıma kaydetmeyi çok isterim..artık bir aşık olmadığım için aşktan yazamadığımı ,bilimsel ilmi takıldığımızı da iletirim.ve haftalardır hiç Seni Seviyorum diye yazmadım..

şu sıra neler yaşadığımın günlüğüne gelirsek eğer..evvelki hafta bir  dikiş makinem oldu ki, açıp bakmadım.. yani öğrenmem için terzi Bilge’yi ziyaret edemedim..yakında olabilir..bu dikiş  merakımın hz İdris bahsinden dolayı tecelli ettiğini düşünüyorum.. diğer yeni terzim Safinaz çok ilginç.. geçen ondayken, üst katına yeni taşınmış komşusundan çay daveti geldi ve birlikte davete icabet ettik..hukukçu olan bey 69 ,öğretmen hanımı ise 65 yaşında.. savaştan önce Bağdat’ta bir villaları, dört şöförlü arabaları varmış.yakın oldukları ve çok sevdikleri ,fakirleri evinde ziyaret edip ihtiyaçlarını temin eden, çok iyi kalpli, çok imanlı, her hafta aldırdığı kanı ile pek çok el yazması Kur’an yazdırıp bunları belli ülkelere hediye eden, İsrail’e bomba atabilen, Filistin’e daima yardım eden biricik reisleri Saddam’ı yitirince ve kendisi içinde ölüm emri çıkınca, ülkesini işgal edip ,Bağdat müzesini ve diğer her şeyi anında soyup soğana çeviren vampir Amerika’dan Suriye’ye kaçmış.. bir yıl sonra hanımı da yanına gelmiş..Suriye’de  yaşadıkları yere bombalar yağmaya başlayınca, bu defa Mısır Kahire’ye  kaçmışlar .. orası da savaşla ölüme davet alınca, maaşlarını 10 senedir anabasına yollayan kızlarının isteği ile Türkiye’ye sığınmışlar..


işte şimdi en çok savaştan korkan ben, bu gariplerin evlerindeyim.. onlar tertemizler.. evde hiç bir şey yok..sadece yere minderler koymuş terzim.. ve birkaç eşya derleyip getirmiş..onlarsa bir valizle buraya gelmişler..biraz Türkçe biliyorlar..Türkmen ve sünni imişler..sohbet ..onlara yardım etmek istiyorum..çünkü böyle yetişmiş insan çok nadir..hele insan yetiştirmek her şeyden daha zor ki, kendimi biliyorum..onların insanlardan bu derece ürküp korkmalarını anlıyor, çok üzülüyorum.. keşke insanlık bu derece ölmeseydi.. bir insana, hele  yaşlı bir insana yapılacak en büyük zulüm; onu yaşadığı geleneğinden, bildiği coğrafyasından sürmek değil mi? hiç bilmediği gelenek ve görenekli insan-i lisanların ellerinde içine kapanıp, yavaş yavaş kendisini bitirerek ölür böyle insanlar..


24 eylül Salı.. Bağdatlı yeni dostlarımı pazara götürdüm.. alabilecekleri kaliteli, ucuz eşyaların-isimlerinJ yerlerini öğrettim.. bazıları ile onları tanıştırdım ki, onlara yardım etsinler..beye bir giysi aldık.. o kumaştan, kaliteli şeylerden anlıyor.. bende anlarım tabiiJ.. ülkemizi haklı olarak çok pahalı buluyorlar..geldikleri yerlerdeki bolluk ve ucuzluk burada ne yazık ki yok…oraların ülkeleri de yakında, Amerikan emperyal kapitalist pazarı olduğunda, aynı bizim gibi olacak zaten değil mi? tüm bu fitneler, savaşlar, kavgalar; yeni pazarlar, yeni alışveriş merkezleri, yeni müteahhitlik firmalarına iş çıksın, halkı kredi mahkumu yapacak  çağdaş kölelik kurumu olan yeni bankalar kurulsun ve  zenginler başkalarının kanları ile daha refah yaşayabilsinler diye olmuyor mu zaten? bildiğimiz gibi tüm dünyayı yöneten kuzey ülkeleri darboğazda ve çıkmazda.. pek çoğu iflas bayrağını çekti ki, batının kendisine milat edindiği babaanası, altın saçlı beyaz  ataları, ırkçı ırk Helen Yunanı & İtalya’sı da başta olmak üzere..

ülkelerin pek çoğu refah sınırını bitirip-zirve yaptıklarından, şimdi çöküş dönemine girdiler.. sistem öyle.. elleri mecbur.her başlangıcın bir yükselişi, birde çökerek kendisini bitirişi vardır. dönüşmeyi becerip, zamana ayak uyduramayanlar, diğerleri tarafından er yada geç muhakkak ki yenecek ,o ülkenin bünyesine hüccurat olacaktır ..ve kuzey ile batı ülkeleri, eriyen kutupların suları altında kalmadan, can havli son atakla, kendilerine yeni  toprakların refahlarını sağlayacak iş sahaları açmak için, bu fitne-i  savaşları, bu virüslü hastalıkları çıkartmaya mecburdur.. çünkü dünya daima belli birkaç ailenin tekelinde böyle döner. Kur’an da dahi belli ailelerin isimleri verilmiştir unutmayalım lütfen. ama hz İBRAHİM MİLLETİ yanında, hz MUHAMMED ÜMMETİ vardır(davete icabet etmişler ve henüz davete icabet etmemişler ) her şey iç içe bir zaman sarmalı diskinde kayıtlı, bir piramitsel zirveye doğru giderken, daima bir alttaki, bir üsttekinin emrine amade olmaya ve onun kulluğunu yapmaya mecburdur vesselam..

gelelim bu haftanın biricik rüyasına..yine bu 24 eylül Salı sabahı şu hayalle uyandım.. gece..bir geminin güvertesindeyiz..sol yanımdaki annem(nefsimJ) güvertede saksılarda yetiştirdiği bitkileri suluyor.Sen sağ yanımda bir minderde oturuyorsun..yan tarafında bir cam akvaryumun içi silme balık dolu..balıklar çok büyük ve canlılar..öyle sıkışık, üst üsteler ki üzülüyorum.. düşüncem de onları denize neden salmadığımız var.. ve  Senin düşüncelerini dinliyorum.. şöyle diyorsun:”onlar rahatsız değiller ..aynı denizin içindekilerde böyle, merak etme”..bunu anlamıyorum ama bugün yeni dostlarımı pazarda gezdirirken ve birlikte bu rüyanın şerefine yemek yerken mutluyum..

ve şimdide 6.unsurumuz olan nefes bahsindeyiz..böylece çark-ı felek,maddeden manaya, manadan maddeye, soyuttan somuta devredip duruyor..zaman horusRA  horoskopu olan usturlabımızı ayarlıyoruz değil mi Sevdiğim.. evvela soyut ateştik, sonra soyut su olduk ve ikisi birlikte nem, yani hava olup, somut maddi yağmurla yeryüzüne inip, somut toprak - cemadat olduk. böylece ilk cemadat(KEMİKLER) ruhumuz uyandı .ve sonra bitkiye geçtik bitki (ORGANLAR)ruhumuz uyandı..ve sonra hayvana geçtik ki ,gerçek dirilik olan hayvanatımız (KARAKTER) dirilip uyandı. böylece bizi diğer cemadat ve bitkiden ve dahi hayvanattan ayıran vasıflarımız; yani konuşan, düşünen, idrak edebilen ve bunları fiillere dökebildiği için kulluk edebilecek daha üst bir varlık haline geldik..tüm yaşamsal döngüleri çeviren esmaların mülkünün Süleymanı olmak üzere programımız tamamlanmış oldu.. ve şimdi bir Adem Makam-ı İnsandayız ki, oda insani ruha tekabül ediyormuş.. oysa izafi ruh ise tüm ruhların üzerindeymiş.. bunlar merhale merhaleymiş.. hem iç içeler, hem de ayrılarmış..HEPSİNE CAMİİ İ FERD HZ Muhammed Aleyhisselammış biline..


mesela benim nefes problemim olduğundan, aldığım havayı bedenimde doğru kullanamadığımı biliyor, oksijenimden  yeterince istifade edemediğim içinde, solunumsal alerjik yapılı olduğuma inanıyorum.çünkü oksijen tam kapasiteyle bedenimde dolaşabilseydi eğer, hiç yemek yemeden, sadece hava ile yaşayabileceğimi de sanıyorumJ.. ama birde esas sorunum var ki, belki bu 7 .unsurum içindir.. tüm bu zaman çarkının haricinde, bizden çok daha güzellerin yaşadığı o alemde, nefes alınmadığını ve nefes olmadığını da biliyorum..işe bunu çözemiyorum Sevdiğim.. belki bedenimle Kabe’ye gidemesem de; ruhumun Efendisi orada olduğu için, bizde her sene olduğu gibi, bir defa daha oraya girmeye rüyalarımızda teşebbüs edebilir ve havasız-nefessizliği deneyimleyebiliriz diye umar, beni aldatmayacağını farz etmek isterim..bildiğin gibi tek şartım vardı.. kıskandırılmayacaktım.. o zaman çok kolay dağılıyor ve toplanamıyorum biliyorsun.. işte bu havasız hayatta böyle sorunlarım olmayacağı için, içimdeki hased ve kıskançlık dürtümü öldürüp, kurban edebilmeyi diliyorum. lütfen..

 
geçen masalımızda nefesin bize inen kelam bahsini işlemiştik..yani nefesin açılımı kelam-söz-kelime-isimlerdi..sonra sırası ile toprak, hava, su ve ateşti..hind sufizminde bu kelime bahsine akaşa –akaşik kayıtlar deniyormuş ki, bizde bu levhi mahfuz olabilir gibi..yani yazılı kaderimizin sahneye inmesi gibi de düşünülebilir..eğer namazı,zekatı, sadakamızı, kurbanlarımızı vaktinde ifa edebilirsek, işte ol vakitlerde belki bizlerde bir eşref saatine denk gelir, levh-i mahfuzumuzdaki kader-imiz üzerinde, silip, yeniden yazma işlemine dahil edilebilirmişiz.. yani vaziyet bu..kendiliğinden bu bahse geldik ..o halde her  varlığa saygı duyup, yaratılmış her şeye yardım etmek demek (*cansız hiç bir şey yoktur lütfen unutmayalım)BİZZAT ALLAH’IN KENDİSİNE YARDIM ETMEK ve tam kapasite ile KULLUK İCRA ETMEKten başka ne olabilir ki, değil mi?..


NEFES
Gökyüzünü kaplayan gri bir NEF-e-S-i RÜZGAR
esiyordu, boydan boya esiyordu
Sevdiğimin Nefes'ini almış gidiyordu
tüm ERenLERİN Ruhlarının yanına
esiyordu NEF-e-S’i rüzgar
RAHMANın Nefes'i her şeyi kuşatmıştı
Yenilenmiş bir Nefesti
Yeni emanetçinin hükmünde esiyordu
Sevdiğim –dostum Nefes-i Rahman’a kavuşmuştu
Azrail muhteşem esiyordu
çocuk yeryüzünde koşuyordu
Nefes’in altında koşuyordu
Nereye?..? nereye?.......
çocuk hayretle Nefes’e bakıyor, bağırıyordu
“Allahümme salli alaaaaa seyyidinaaaa Muhammedinnebiii
Ve  alaaaaaaaa Allahü ekber Allahü ekber lailahe illAllah Allahü ekber Allahü ekberrrrrrrr”
UYANIŞ
Perdeler uçuşuyordu
cennetin seherinden esen rüzgar pencereden giriyordu
soğuğu çok severdi, sevindi
rüzgar şiddetlendi hızlandı
hava döndü ,ortalık karardı
soğuk arttı
İstanbul’a tufan yağmuru geldi
o gün -bugün esen Rahman’ın Nefesi’nden esintiydi
o günden beri yağan göğün gözyaşlarıydı
Rahman’ın bereketiydi
yağmur yıkadı geçti
Kurban kabul olmuştu Kurban kabul olmuştu
ANLAYIŞ
dehşetle titriyordu
ve ağlıyordu
duyduğu HAŞYETti
sahi HAŞYET ne demekti ki?!
içine doğan sadece HAŞYETti...(temmuz-ağustos /2008)



ruhi hafi: raziye makamı sahibine HAFÎ denirmiş(*raziye marziye ile beraber –karşılıklı çalışırmış).. salikin efali, sıfatı, zatında birleşmiştir(yani halk ile işini görür lakin kendisi yok gibidir..halka  kendisini bildirmez, setreder).böylece beşer insanı ruhi cemadat, ruhi nebatat, ruhi hayvaniden sonra, ruhi insaniye giden,  bunların soyut-sır-  ilk hallerinden olan hafi ,sonra ahfa(marziyye) ve sonrada tüm bunları kendi içinde kademe kademe barındıran ruhi izafiye(safiye)  doğru yola çıkar..kadim  sufizmin bunları soğan halkalarına benzetmesi doğrudur  ki; o vakit, elektrik enerjisi ve ses dalgalarının titreşim halleri diye bir şey ne biliniyor,ne de bilimsel şekilde belgelenip fotoğraflanıyordu .. bugünse bunlar ilmin sonuna dek açılması ile tarifi çok mümkün olup, elde belgesiyle delillendirilebilen şeylerdir.... yani “aaa bunlar boş-hayali şeyler” diye kimse diyemez..üstelik artık çok şık ve havalı bilimsel bir adı da var=kuantum fizik..ee adı böyle olunca, tasavvufla ilgilenen ama ilmi kendi kalplerinden doğmadığı için, okuyarak-bilimsel belgelerle öğrenen tüm beyin tanrısına tapanlar da kuantum fiziğe balıklama atlıyorlar tabii.. oysa yeni bir şey değil ki.. zerre-i nur’un adı kuantum (eski mısır’daki tanrı atum-atom-aton ilmiJ)fizik olmuş o kadar.. hala aynılarJ


ve bu defa da şu sorun oluyor..aaa deniyor bunun dinle imanla tasavvufla ne alakası var..tamamen biz bulduk,hepsi asrımızın teknoloji medeniyeti, insanın yaratması..ee be adamcağız..neden bilinen en kadim tarihten beri aynı şey anlatılıp çizilmiş?..ee peki onların teknolojilerimi vardı da, bunları binlerce sene evvelinden yazıp çizdiler. bizlerde onların bıraktıkları izleri-hatıraları süre süre bunları akledip bulmuyor muyuz?.

öğrendiğimiz her şey bizi tek bir noktaya doğru, bir iç dalgaya- içe aktarıyor aslında değil mi?ve ne öğrenirsek öğrenelim yeni bir şey icadı ile ne yazık ki henüz karşılaşamıyoruz.. eskiler ne icad edilmedik bir şey,ne söylenip çizilmedik tek bir şey bırakmışlar ki, bugün biz üzerinden “aaa buda bu demek miş” diye geçmeyelim..” peki neden böyle?.cevabı tabii ki hz Adem’de gizli..malum hz Adem tüm insanların en güzeli,en mükemmeliymiş.. çünkü O’nu bizzat örneksiz bir halde Yaratıcımız kendi iki eli-cemal celalli ile yaratıp şekillendirmiş..o zamana dek kainatı insana ev olarak hazırlayan, tüm kainatı nakşeden melekler ve cinlerin dahi bilmediği eşyaların isimleri ilmini de bizzat hz Allah’tan tahsil edip ,melek ve cinlere bu esma ilmini okutturan ADEM, ilk mürebbi RAB makamını da temsil etmiştir..


o halde bizzat Allah’ın yaratıp,mürşitlik ettiği bir insanın medeniyetine bir daha hangi insan çıkabilir ve ben daha medeniyim diyebilir ki..belki İLK İNSanlar  güzellikleri ve ilimleriyle zamanla yeryüzünde öylesine böbürlenerek kibirle yürüdüler ki, Allah onların boylarını kısalttığı gibi akıllarını ve idraklerini de kısaltıp ,ömürlerinden de aldı.. böylece daha az tanrılık taslayacağımız tasarlanmış olabilir..ama hiç öyle olmadı ne yazık kiJ..boyumuz ve aklımız ve ömrümüz yere daha yakın oldukça bu defa da mal tutkumuz, putperestliğimiz, sahip olma duygusu hırslarımız arttı..böylece kare-kara –maddeye saplanıp kalan insan zihniyeti, hakikatini zamanla unuttukça unuttu. ve giderek daha da çok unutacağız . neden mi? çünkü ellerimizle inşa ettiğimiz gökdelenlerimiz, tüüm ufkumuzu açarak idrakimizi genişleten Rahman’ın semasını kapatıyor.. Rahman’ın nefesini kesip,O’nun tertemiz yenilenen havasını kirletiyor ve içindeki vahyi ilhamatı kullanamadan öldürüyor da ondan…

oysaki ayette Yaratıcımız bize demez mi: 3. O’ ki, birbiri ile âhenktar yedi göğü yaratmıştır. Rahmân olan Allah'ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun?
4. Sonra gözünü, tekrar tekrar çevir bak; göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) âciz ve bitkin halde sana dönecektir.
5. Andolsun ki biz, (dünyaya) en yakın olan göğü kandillerle donattık. Bunları şeytanlara atış taneleri yaptık ve onlara alevli ateş azabını hazırladık. (Mülk Suresi- Tebareke)-BARAKA..


bu ayetlerde Rabbül Aleminimiz, bizden yarattığı her şeyi sorgulayarak tefekkür etmemizi ve tüm bu yaratılış safhaları için O’nunla mukabele ederek dostluk kurmamızı istiyor değil mi?..yani mütekellim OL’AN O, okuyarak yazdığını, yine kendisi ZAT’ ından SIFAT ına okutarak okuyor.. bunu idrak edelim lütfen..ve en büyük dost neden kitaptır unutmayalım, anlayalım.. bu halde; ne idim, ne oldum, ne olacağımı tefekkür etmeyen, nereden gelip nereye gidiyor umu sorgulayıp akletmeyen yaratıkların başına, gökdelenlerle ördükleri semalarından pislik yağacağını da, yine bize ayetlerinde bizzat kendisi bildirmiş değil mi? neden peki?.. umarım düşünürüz..


ee.. deriz mesela, bu bize neyi anlatır? bu bize, kendimizi bilip öğrenmeye mecbur oluşumuzu, bu aleme ancak bu iş için gönderildiğimizi anlatır tabii ..en yüksek ibadet, tefekkürle gelişen salatû daimündur....bugün islam alemi tefekkür edemediği için bu derece kaba, görgüsüz, cahil ve diğer milletlerin şamar oğlanı olmuştur..müslümanların her hataları en pis alayla ,resimle mail mail gezer oldu ki, türk ve Müslüman olmak dahi kendimize utanç haline geldi ve biz “Atatürk’ün, cumhuriyetin, kemalizmin çocuklarıyız” demeye dahi başladık..bunca kendimizden kopartılıp unutturulup, haysiyetsizleştirildik..ANABABAMIZI RED EDER HALE GETİRİLDİK.. bizim en büyük düşmanımız cehaletimizdir.. hiçbir şeyi okuyup araştırıp, sorgulayıp, hakkımızı bilip, hakkımızı isteyip alamayışımızdır. HAK ESMASI ALLAH’ın en yüksek esmalarındadır .. kanuni nizamla örtüşür.. herkesin HAK HUKUK ve SÜNNETULLAH denen ŞERİAT HÜKÜMLERİNİ birbirlerine ve KAİNATA-ÇEVREYE karşı bilmesi gerekir.. çünkü var olan her şey HAKK’IN MÜLKÜDÜR VE YASADA O’NA AİTTİR..


bugün Müslümanlar çevreye en zarar verenler sınıfında, parya hükmündedirler .. çevreye sadece ekolojik zarar verilmez.. müslüman denilince ilk akla gelen terör, tecavüz, tüm sapıklıklar,üçkağıt, hilekarlık ve her konuda cehaletle dünya insanlığının kalbini İslama karşı kirlendirenler olarak, hepimiz GERÇEKTE SUÇLUYUZ.. ilk önce kendimizi arındırıp, Müslüman  olmayı öğrenmeliyiz ve en güzel şekilde İslamı temsil edip yaşamalı, etrafımıza da nasıl yaşatabileceğimizi tefekkür edip, başkalarının bizimle alay etmesi yerine özenmesini sağlayabilmeliyiz.. insanların  bu derece kendi dinleri olan  İslam’dan ve Müslümanlıklarından nefret ediyor olması çok utanç verici.. ve TC. hükümeti nüfus kağıdımıza herkese adeten İslam diye yazmamalı, gerçeği yazmalıdır.. müslüman elinden, dilinden, belinden emin olunandır.. çünkü onun peygamberi Muhammed ül EMİN dir..

ve hindu Budizm sufizminde Prana, evreni yaşatan var olan kozmik enerjidirJ. her yaratılmışta vardır…akciğerlerimizde işlenir ve bizi yaşatır.. amma denizde ve ana karnındaki  akciğersiz solungaçlı halimizi de unutmamak lazımdır J..her varlıkta vardır: taşınkinde cemadat ruhu, hayvanınkinde hayvanat ruhu ve insanda bunların cemi cümlesi birleşiktir.. bu şifa enerjisi de denen yaşam-bioenerjisidir..nazardaki nur-nar dır ki, nazar adamı hem mezara, hem reşit halifeliğe dahi götürürmüşJ

Hind yogi dervişleri nefes teknikleri ile Nakşibendiyenin ön kolu olduklarındanJ bu işte uzmandırlar..nefeslerini yavaşlatıp- durdurup-bu sırada bitkisel ve cemadat prana ruh enerjisini kullanarak, bedenleri üzerinde tahakküm kurup çivili yatakta yatar, havada, suda yürüyebilirlermiş ..açlık ve değişik riyazatlarla bunların hepsinin elde edilebilir olduğu ise hem ehlince söyleniyor, hem de kadim tarih bunların kaydı ile doludur.. peki bunları yapmak insanın bir işine yarar mı?tabii ki hayır..Yaratıcımız bizden böyle şeyler yapmamızı istemiyor ki..zaten bu ilim O’nun..dilediğinden dilediği an zuhur ettirebilir, hem de  adamın hiçbir bilgisi, hatta dahli bile olmadan..o halde meselemiz; bu insan üstü şeyleri yapan gücü-enerjiyi idrak etmek olmalı değil mi?yani insanın aslı nedir? insanın gücü nedir, ruh nedir, ruh bu gücünü hangi kaynaktan alıyor?

ve Prana içimizde var olan; bizi nefes almaya, burnumuzu, ağzımızı, ciğerlerimizi kullanmaya mahkum edip zorlayan ilahi nefesin, hem pozitif hem de negatif gücü imiş: sağ burun deliklerinden "Pindala"dan geçen güç pozitif; sol burun deliği ”İda” dan geçen güç ise negatifmiş.
Hind yogi dervişleri insan bedenindeki elektriğe benzetilen bu kozmik enerjiye Prana derken, İbranice "Ruah"; Çince "Chi"; Yunanca "Pneuma"; Japonca "Ki"; Kızılderili "Nayetoneyah"; Havaili "Mana"; Eski Mısır "Ka", Müslümanlıkta ise "Baraka" denmiştir. تَبَارَكَ "Tebâreke" (=Yüceler Yücesi … ) …


Nefes –prana-kozmik enerji organlarından bazıları..

Cilt-BEden-ten :
güneşlenmek  enerjiyi kaynağından alıp ,şarz olmaktır. mesela Eski Mısır tapınaklarında, kutsalların kutsalı tanrı heykeli bir KA yı, hiç kimsenin bilmediği bir günde, gün doğmadan tapınak damına çıkartan rahipler, güneş batana dek o ka heykeline orada güneş banyosu aldırır, bu güneş deposunun o ve tezahür ettiği her şeye bir yıl boyunca yettiğine inanırlarmış.. çok tanrılığı kaldıran mısır firavunu Akenaton da yeni kurduğu şehrindeki yeni güneş dini tek tanrısı ATON(I0-ATOMJ)için gölgeliksiz yaptığı; yani, aynı Kabe ve Haremeyn gibi olan yerde, başı açık, yalın ayak, saatlerce güneşe bakarak ibadet edermiş ki, halkına bu çok zor gelir, ondan nefret ederlermiş..ve rahipler en kısa zamanda bu dini, bu şehri yakıp yıkıp, eskisi gibi gölgelikli tapınaklarına-tarikat çeşitliliklerine tekrar kavuşmuşlar J..

ve HZ BEDEVİ ki, yüzüne ilahi nur aksettiğinden daima peçeli gezer, ölmesinler diye yüzünü kimseye göstermezmiş .. mesela hz Bedevi; güneşe direkt bakabilen şahin-kartal-atmaca gibi gözlere sahip olduğundan, her daim öğlen vakti, evinin damında güneşe çıplak gözle bakarak zikredermiş..bedevi tarikatının rengi kırmızı imiş…

Dil: yemeğin tadını alan ve o hazla yemeğin enerjisini bedene verende  dilin altındaki guddeciklermiş.. dil Farsça kalp, kalpse Türkçe de gönül demektir.. şu halde makamı kalp olan gönül- dili ,zahir ve batında iki türlüdür.. tatlı söz yılanı dahi deliğinden çıkartır unutmayınız ..ve ACI DİL İSE, İNSANA HER KÖTÜLÜĞÜ EMREDİP YAPTIRTIR.. yılan bizim 7 nefs mertebemizin olduğu 7 çakramız- 33 omurlu tesbihi ata direği ASA mızdır....yılan,DNA genetiği-levhi mahfuz yazılım sarmalımızdır..ölmez diri hücremizin olduğu kuyruk sokumu kemiğimizdir.. bu dil ki HAY dır..ve gerçekten de bizi yaşatan odur..o bizim karinimizdir..bizi korur ve bizden negatif veya pozitif olarak yaşam bulan da odur..

Burun: NEFSİ TEMSİL EDER..insana burnu büyük denmesi kibrinden kinayedir .. insan yüzünde pek çok mana arz eder. burun nefesi içeri çekip, ciğerlerimizle  damarlarımızın içindeki kanda dolaştırır. RABBİMİZ BİZE ŞAH DAMARIMIZDAN DAHA YAKINDIR.. ve şeytan damarlarımızdaki kanda gezinir…
her şey belli bir süreye dek yaratılmıştır.. ayet, cennette bile vaad edilen belli bir süre kalınılacağını bize haber vermez mi? her şey sayılıdır der ayet..ve insanın alacağı nefes de sayılıdır.. hiç kimse kendi levhi mahfuzundaki sayı adedinden daha fazla nefes alıp yaşayamaz..ama yaşam kalitesini arttırarak, tefekkürlerinde bunu sonsuz hayata çevirebilir.. bunu da unutmamak lazımdır.. hayat sadece bize empoze edilen bu sınırlı maddi dünyevi yaşam değildir .. uğruna öldüğümüz ,bozulup kokuşan, eskiyen, üç kuruşluk masiva eşyaları, hizmetçisi olup, köleliği bekçiliğini yapmamız için değildirler.. eşya insana kulluk için yaratılmıştır.. biz eşyaya kulluk ediyorsak sorun var demektir..

nefes sürekliliktir.. devam eder..sürekli akan ,esen,taptaze bir rüzgar-seher yeli, meltemdir ..Nefes Ruh’un içi- Rahimdir.. O Rahman’ın soluğudur.. Hayat verir ve bizleri  sürekli yaratır .. nefes Rahman Kaleminin içindeki mürekkebdir..O, NUN levhasının açığa çıkıp, okunuş halidir..nefes alıp nefes vermek her an salattır.. salavattır.. her an ölüp dirilmektir..nefes alıp vermek her an sûrun kûn emri ile üfürülüşü, feyekün emri ile oluşu gibidir..



Sevdiğim.. bunları alıntıladığımJ Budist Prana Mahat bilgisinde; 7 sene evvel yazdığım dalga boylarında salınmak enerji bedenlerimin çok kısır bir halini görmek beni sevince boğdu ki, bu bizim tasavvufumuzda bulduğum anlama göre 7.unsur AHFA ilmi oluyordu.. yani ben neler yaşayıp neleri yazmışım yahuu..kendimden bile haberim yok..ne komikim ..vay be!! dedim kendime.. Latif Amcamın Evvel Zamanıma fısıltıyla:” ama bu nasıl olur? o rüyalarında sıdretül müntehaya gidiyor, böyle bir şey olabilir mi?” deyişi ve Evvel Zamanımın fısıltıyla: ”evet .doğru. gidiyor ” deyişi ve benim 7.sene, ancak yazarken ve ilim Çin’de de olsa da gidip alınız hadisi şerifini yerine getirirken, bunu idrak edebilmiş olmam ne tuhaf değil mi?.ve bir nakşi efendisi olan hacamat dr mun  dalga boylarım için sorduklarıma çok şaşırıp” buna izin yok..bu çok yüksek bir bilgi” dedikten sonra,” ben neden hiçbir şey öğrenip, anlayamıyorum” diyen bana “yaradılmışlığın ötesine dahi aslında gittiğimi ama bunu henüz anlayamadığımı, öğrenmek için asla kendimi zorlayıp, çabalamamı, her şeyin kendiliğinden geleceğini” söyleyişi.. Sevdiğim Sence korkmalı mıyım peki? Sen bizi koruyacaksın değil mi? ve gittikçe daha çok yalnızlaşacak, bir o kadarda 40 haramilerin mağarasına kapatılacağım değil mi? peki..” açıl susam açıl” desem, kapıyı artık açar mısın lütfen?!..”kim o?!”dersen, şöyle demek şuan içimden  geldi: ”tanımlanmış tamlığın Simsima hatunun ey AdemimJ..


ve PRANA ,alanı buluta benzeyen  elektromanyetik doğaya sahipmiş.. LATİF yanii çoook incelmiş, tülbentten dahi geçecek ve Adem’in toprak kabı olan teninin dışına sızacak –ter-nem verecek kadar süzgünleşip, sınırları delip geçen hale gelmiş yapılarıymış.. bulut gibi.. sis gibi..his gibiJ de denebilecek, sprial döngüler halinde enerji dalgalarıymış.. negatif ve pozitif dalgalar tabii..ve aynı benim benzetmemi yazmışlar ki, radyo dalgaları gibi bızttlayan huzursuz  ve huzurla yayılan eve dönüş şifa yayınları misali olarak, yine kendi tanımlamamı zevkle,  hatasız olduğundan dolayı yazabilirim.. haftaya bu mevzuyu açalım istersenJ.. Sende bana kendini biraz aç dilersen?!!


Müslümanlık ince iştir..Dervişlikse 7 imbikten geçirilerek süzülmüş –artık hiçbir masiva-dünyaya ait varlığı kalmamış ince latif nakkaşelikmiş.. buna tasavvuftan tasarrufa geçme alemi dahi diyebiliriz belki deJ.. çünkü bu kamera önünden, kamera arkasına geçmeye benzedi.. şimdi ışık tutan, ışıkta oynaşan latifeleri toplayıp, kendilerini-makamlarını-işlevlerini kısaca bize tanıtmalarını isteyelim mi lütfen..ve sahne!!(unutmayınız ki bu yapacağımız şeyi, bir insanın cesedi-kadavrasına bakarak, onu oluşturup, maddeye döken manevi yapılarını bir nebze anlamaya adım atmanın ilk basamağı olarak algılayıp, okurken kendimizi seyretmeliyiz )…

şimdi manevi latifeleri birde  nakşibendiye alıntılarıyla  kendi zanlarımızla yoğurarak inceleyelim: İnsan, küçük bir alem  gözükse de tüm kainatı içinde barındıran büyük aleminde temsilcisiymiş.. alemde ne varsa o insan da dahi, o varmış..o yüzden kendini-nefsini bilen  rabbi has esmasını ve ruhunu bilirmiş.mürebbisi RAB olan biri de, artık mürşid kim, işin aslını hukuku  ne  anlarmış..sinderül münteha akıl Cebrailiymiş ki,  sidreyi geçen aşk henüz bize gelmediJ

arşın insandaki karşılığı kalp, Levhi mahfuzun ise temsilcisi hafıza kuvvesi imiş..kuvve denen şey ise melekütiyemiz yani mülk alemimiz imiş.. yani atom altı boyutumuz dahi diyebiliriz belki de
J henüz maddeleşmemiş enerjik yapımız..

alemi kebir
(büyük insan alemi) ve alemi sagir (küçük insan alemi).. yani Alem-i halk…Alem-i emir..  tasavvufta Kalp, Ruh, Sır, Hafi ve Ahfa’nın asılları, kainat ve emr aleminde olduğu gibi; gölgeleri ve numuneleri insanda mevcutmuş(YUKARIDA NE VARSA AŞAĞIDA DA O VAR)… Latifeler birbiri içerisinde gizlenmişlerdir..
....

((*belki eski kadınların yüzlerini örten nikab-ı yaşmak misali: bu yaşmaklar o derece ince tülden yapılırmış ki, güya kat kat yapılmış olsa dahi, kadın kısmı onu öyle bir veçhine sararak salınırmış ki; o devrin erkekleri hep tuzağa düşer, en yaşlı ve çirkin acuzeleri bile birer afeti fettan sanıp, peşlerinden akıp gider ,ancak iş işten geçince dövünürlermiş,  biliyor muydun Sevdiğim.. nerden aklıma düştü bilmem.. çook eski okuduğum Osmanlı hatırat kitaplarından aniden tuşlarımdaki harflerim ekranımın levhine düştü..belki de olmayan merdivenlerden, önden çıkan gri takım elbiseli efendisinin her adımı çektiğinde, olmayan merdivene basarak yukarı çıkanların, lamekândaki o erguvani  burka peçeden çadırların sahibi ,o erguvani burkalı(içlerinden hiçbir şey olmayan)  boşluğu tavaf eden kadınların anlamıydı bunlar.. belki de burası sadece çocuk ve efendisi  ve çok nadir gelmeyi başarmış birkaç kişi için boşluğa örülmüş bir duvar ev misali, bir misal şehirdi ))..


Sevdiğim ben anladım ki; aslında makamı  Adem’in merhale merhale sırları TÜM LETAİFLER yine makamı kalpti.. yani yere göğe sığmayan Allah, bir tek mümin kulunun kalbine sığdığından, kalpten daha öteye bir şey yoktu.. şu halde kalp, gönül, ruh, yazılan levh dahi buradaki kürsi ve kalemde mündemiçti tabii..siracen münira ise hz Efendimizmiş .. o halde ne öğrenirsek ne anlarsak anlayalım, yapacağımız tüm yolculuklar kalbimizdeymiş.. vahyi ilhamatın ana kaynağı selsebilinde merkezi orasıymış.. ve kalp kalbe karşı derlermiş ya hanii.. işte benim kalbim SENİN KALBİNİ SEVİYOR VE RUHUMLA ÖPÜYOR..
nur cihan
27.9.2013
nuralem7@hotmail.com

21 Eylül 2013 Cumartesi

99 ACVE HURMASI (akik taşlarının) MASALI 68

99 ACVE HURMASI (akik taşlarının) MASALI 68(14) (1+4=0)

40+1 tüm sistem bununla olur anlamı için:
J"bana bir kelime üfle lütfen"

ve "harflere bak" demiş harflerimin mürşidi sessiz ses:"harflerin uzadığı yerlerde ferahlık,harflerin kısaldığı yerlerde ise darlık var"....


Merhaba Sevdiğim ve Merhaba..bu yazının arşivlik bir belge olacağına inanıyorum..yüzlerce sayfa taranarak okunup,sadece konuyla ilgililer alınıp ,kendi zanlarımla yoğrulmuştur..bazı kişiler harf ilmi bildiğimi sanıyorlar.. hatta netten tanıyıp okuyanların bir kısmı da bu şekilde masallarla tanışıyorlar ki, öğreniyorumJ.üzgünüm, ne sayı nede harf ilmi biliyorum.. hatta hiçbir konuda ehil değilim..ama harflerle beni birbirimize bağlayan bir şey var ..belki vakti geldiğinde, onlar dilerlerse onu da yazabilirim.. şimdilik siz düzenli okuyan bağımlılar için şunu söyleyebilirim.. harfler canlı.. hem de bizden daha canlı.. ama ne yazık ki her harf,her kelime, her söz canlı değil..böyle canlı kelama, döllenmiş kelime logos da  denirmiş . yani bazı harflerin oluşturduğu kelime- sözler, nutfe-tohum gibidir..ve bazı ehil zatların dillerinden(Farsçası gönül)çıkıp,bazı kişileri kulaklarından dölleyip, kalp(Türkçede gönül)de mayalandırıp, sonra ona kalp çocuğunu doğurtmasıdır..bu ruhu tetikleyip, ruhun bildiğini uyandırıp, hatırlatıcı olabileceği gibi, kişide hiç var olmayan bilginin, ona hikmet denen nefes-bakış himmet lütfuyla giydirilip, yüklenişiyle de olur..o mana yavaş yavaş ,üstüne tıpatıp oturan  bir elbise gibi o kişiye uyar….

Bu masalın harfleri de canlı olduğu için, okumayı başaran bazılarınızınJ rüyalarına girdiğini ve hayatlarını ele geçirip değiştirdiğini, hiç birinizi görüp tanımasam da başından beri çok iyi biliyorum..bazı arkadaşlarımın konuşmalarındaki  kelimelerden ve gördükleri rüyalardan da tabiiJ.. hepinizi kıskanıyorum. özür dilerim ama bu gerçek..sorun sizde değil bende.. paylaşmayı bilemediğim için, bana seçilen yolun bu olduğuna inanıyorum..ben bir hizmet dervişiyim ve sizlerden istidadı olanları Efendim için kelimelerle avlıyorumJ…çünkü başıma gelen ilahi kazanın bir hediye,bir lütuf olduğunun bilincindeyim..böyle bir şey, sadece bir kişiye mal edilemeyecek derecede yüksek bir şeydi ve çocuklarınızı zamana göre yetiştiriniz bizim masal çocuğunda işte böyle hayata geçmeyi dilemişti..

İnsanı ve insanı, birbirlerinden ayıran tek şey birisinin ilahi kelama muhatap kalmasıdır ki, bunu bizler ancak hz Meryem’in ilahi kelamdan nasıl hamile kaldığını, nasıl anormal bir süre ve biçimde oğlu Allah’ın kelimesi olan hz İsa’yı dünyaya getirdiğini ve yaşamlarını az çok bilebiliriz..bu bizim 5. unsur kelime masalımızın hikayesi olsun..çünkü bu herkesin bildiği ortak öykü, o yüzden..


İnsanı,
bugün hemen hepimizin bilip kullandığı bir bilgisayar gibi düşünürsek eğer; döllenmiş kelama mazhar olmuş insanında, kalpleri iki parmağı arasında çeviren tarafından, asla sabit tutulmayacağını da anlarız. ve bu bize bilgisayarımızın programının sürekli kendisini otomatik güncellemesi zorunluluğunu da anlatır..çünkü her yeni idrak yeni başka bir idraki tetiklediği için, o vahyi ilhamat bu defa kendisini bilmeyi murad edecek ve böylece nefes evvela kendisini üflediğine, harf olarak inecektir..bu aynı yazar kasanın çalışması gibide düşünülebilir.. sarsıcı olabilir.hatta fazlasıyla sarsıcı diyebiliriz.. hayır henüz aklınızı yitirmediniz ,korkmayınız.. bu masalı okuduğunuzda, kendimce olabilecekler için, sizi tedbiren bilgilendirmek istiyorum..çünkü benim çok korkunç bir sorumluluk duygum var ve asla sorumluluk sevmem,hep vazifelerden kaçarım..ayrıca sadık okuyucularında bu harflerin sahibi tarafından muhafaza edildiklerinin farkındayım.. kıskanıyorum çünkü içinizden biri veya birileri için bunları yazdığımı fena halde biliyorumJ..



Bence bu kadar yeter..çünkü harfler ve kelimeler benim aşkım ve hep bunu yazabilirim.. yazmak en yüksek ruhsal tedavidir. insan harfler ve kelimelerle yazarak sevişir belki de ..yada öyle  konuşan insanlar vardır ki, sanırsınız ki o konuşurken harflerle sevişiyor..ve gerçekten de öyledir.. işte O’NUN SÖZÜ DÖLLENMİŞ KELAMDIR ve dinleyenlerini kalbinden hamile bırakabilir..ama ses uzaktandır..göz ise ilk bakışta aşktır..nazarla irşad süper bişey olmalı..ne kelam ne söz..sadece ilk bakışta ruhunu, onun gözbebeklerinden sana bakarken görmek ve ilk o anda  körkütük aşık olmak..O’NUNSA BU AŞKIN BAŞLANGICINDAN BELKİDE HİÇ HABERİ DAHİ OLMAMIŞTIR..hiç böyle bir aşk duymuş muydunuz?..ben biliyorum mesela..ve ruhum yakalandığı  o gözlerden geri dönsün diye senelerdir bekliyorumJ..gözlerinizle de harfsiz ve sözsüz konuşabilir ve hatta çok daha özel şeyler yapabilirsiniz biliyorsunuz.. belki de bunu mimik,tavır,eda dili olarak, daha geniş bir dölleyici kelam yapmalıyız..artık siz tefekkürle bunu geliştiriniz lütfen..

Sevdiğim.. şimdi yazıma geçiyorum ki, bunu harf ve kelime belgeseli bir belge olarak tasarladığım için biraz uzun. Âmâ çok sürprizli de olacağını sanıyorum ..meğer ben senelerdir Arabi hocamla aynı şeyi bilmeden idrak edip,yazıp,çizip söylüyor muşum ki, çok şaşıracaksın...okuyalım mı ?

Kur’ân-ı Kerimde  12 adet mukatta harf vardır ,bunlar:
SAD,KAF,NUN,TA,SİN,YA,HA,MİM,ELİF,LAM,RA,AYN..

1 harfli mukatta
: Sâd (sad) , Kâf(kaf) ,Nûn (Kalem)
2 harfli mukatta: Tâ-Sîn. (Neml) -Sîn (Yasin) Hâ-Mîm (Mü’min, Fussilet, Casiye, Ahkaf, Zuhruf, Duhan) Tâ-Hâ (Taha)
3 harfli mukatta:Elif-Lâm-Mîm. (Bakara, Al-i İmran, Ankebut, Rum, Lokman, Secde) Elif-Lâm-Ra (Yunus, Hud, Yusuf, İbrahim, Hicr) Tâ-Sîn-Mîm. (Kasas, Şuara)
4 harfli mukatta:Elif-Lâm-Mîm-Sâd (A’raf).. Elif-Lâm-Mîm-Ra. (Ra’d)
5 harfli mukatta: Kâf-Hâ-Yâ-Ayn-Sâd (Meryem).. Hâ-Mîm-Ayn-Sîn-Kâf (Şura)

Arapça Hurûf,harfler demektir..söz-kelime manasındadır.. hurifilik;Arap alfabesinin 28 harfi ile, Farisi alfabesinden eklenen p,ç,j,g(ka-na) harfleriyle oluşan 32 harfin sembol şekilleri ve sayı değerleri ile olur(mesela32 dişimiz vardır.. 3+2=5 yani arapça O=5 olur J).Pa, Ça, Ja, Na bütün kâinatın aslı ve terazisi olup: Pa, (Adem); Ça, (Nuh), Ja ( İbrahim) ; Na, (Muhammed a.s ) hazretleridir. bunlar 32 harf eder ki aslı (Nokta)dır..


harf ve sayılarda Allah'a- Adem insana ait sırların gizlendiği kabul edilip, manaları çözmeğe çalışarak, buna da iman edip inanan bir meşrebmiş ki, tarihte genelde bunlar zındık addedilip yok edilmişlerJ..ve bu masal çocuğunun dahi hayatını ALİ KİTABI hediyesi ile değiştiren hz ARABİ hocamızın Fususül Hikem’inde, Kur’an-ı Kerim de geçen  28 peygambere  tekabül eden 28 harfi , kelimeyi, 28 esmayı şerh etmesinden de başka bir şey değilmiş ki, yeni anladım Sevdiğim..


Hz. Musa'dan evvel Kıptîler; sihir ve tılsımla  uğraştıkları gibi, Nebâtî, Keldânî ve Süryânîlerden ibaret olan Babil halkı inanç sistemi ile,Hind, Mısır,Yunan halkları bu ilmi her daim mimariden sanata,tıbba her iş ve oluşlarında bugün de dahil uygulamaya devam edegelmişlerdir…Bugün en etkin tarikat olan Yahudi kabalasının en büyük uğraş sahası heka=büyü ve  Hurufilikmiş..Hurufi havas ilmi başlıkları ise şöyleymiş:Luğâz, Muammâ, Remil, Fâl, Cifr, Vefk, Azâyim ve Nucûm..

3, 7, 10 ve 40 rakamlarına kutsiyet addedildiği gibi, her sayı bir şeye işâret eder. Pisagorcular, âlemin aslının sayı olduğunu ve eşyanın da bundan meydana geldiğine inanırmış..ve tabii birde kutsal geometri denen alem içre alemler varmış.. mesela kare maddedir ve siyahtır (kabe)..daire her şeyi çevreleyen halka olsa da, içerideki en son nokta dahi, bir sonsuzluk alyans yüzük vuslat deliğidir ..ve haftaya  kozmik delik olan oradan Sevdiğim nefes üfüreceğinden, önünde durmamak lazımdır J.ve  üçgen.. hakikat..

ilk astronomlar ve Kur’an da korunmuş olan Sâbiîler aklın ruhanî cevher isimlerine daire şekline olan şu mabetleri yapmışlar: İllet-İ Ula(ilk sebep) mabedi, Akıl mabedi, Siyaset mabedi, Suret mabedi ve Nefs mabedi.. göksel yıldızlara yaptıkları mabedlerin şekilleri ise: Satürn-Zuhal mabedi altıgen, Jüpiter-Müşteri mabedi üçgen, mars-Merih mabedi dikdörtgen, Güneş mabedi kare, Venüs-Zühre mabedi kare içinde üçgen, Merkür-Utarit mabedi içinde dikdörtgen bulunan bir üçgen ve Ay mabedi sekizgendir…(alıntı)


Eşyanın çoğu demek olan şeylerin aslı sayıdır ama sayının aslı da bir'dir. Bu bir, bir'e tatbik edilirse nokta olur. Noktaların birleşerek hareketi çizgiyi, çizginin birlikte hareketi sathı, satıh da cismi meydana getirir. Bundan da his, idrak ve akıl çıkar..yani yine kadim kutsal sembollerden olan II: DEVAM EDEN III LER sütunu ruhsal kamışlık tarlası ilmi çıkıyor değil mi Sevdiğim..yanii bu gelen yepyeni bir 1..

tasavvufta 3 rakamı tevhidi makam-ı vahdet (1) sayılır: 4. bu olaya şahit olarak unsurlara işaret eder. 2, kadın(dişi-kesret –çokluk) demektir. 3 ile 2 toplamı olan 5, evlenmektir ki arapça daire(güneş) şeklindedir.. 3 ile 3'ün toplamı olan 6 yöndür.7 nin 4 unsurla buûdu=11, varlığı gösteren ilk sayıdır(bir bir devam eden hep yeni 11ler
J). 7 rakamı ise 3 ile 4 gösterdiğinden kutlu bir rakamdır(3 ve 7 adına yemin edilir.. Rahmani ricali gaybin  3 leri , 7 leri ,40 ları varmış, lakin şeytani ricaligaybin sadece 3 leri olup 7 leri ve dahi 40 ları yokmuş,3 ve 4 ,5 diye katlanarak giderlermiş)..


10 ise, her şeyin anahtar kilidi olan eril ve dişil prensip rakamı mükemmelliktir ki, arapça elif ile yanında nokta şeklinde yazılır yani” I.
 .bugün var olan tüm bilgisayar yazılımları da bu anahtar kilit 10101010 yazılımından mürekkepmiş…ve eskiler HURUF-HARFLERİN SAYI DEĞERLLERİNİ BULMA İLMİNE EBCED  diyerek, genelde büyü,sihir,tılsım için kullana gelmişler....

harf ve sayı ilmi hz Ali’ye özel olarak verildiğinden, bu ilimde piri azam O imiş…bunu en kolay nerden anlayabiliriz.. şuradan tabii.. hani demiş ya İLİM BİR NOKTAYDI ONU CAHİLLER ÇOĞALTTI.. işte hz Ali kv nin huruf ve ebced ilminde en üst anlam olması, bu sözle anlatılmıştır da ondan..

İslâm Dünyası'ndan evvelde Hurûfîlik hep vardır.. tabii ki bu, ilk astronom Keldaniler ve evleri olan Babil kuyusundan işlerini icra eden Harut’la Marut’un VAZİFESİNİ İFA EDİŞİNE BAĞLIDIR.. bugün dahi bir fitne-i gayya kuyusu orta doğunun hali aslında çok normaldir.. yani.. XIV. Asır sonu Timur devrinde;İran Esterâbâdlı Fazlullâh-i  Hurûfî adında bir derviş, bu sistemi bir dini fırka şeklinde yaymaya  başlar..şeriata hiç uymadığından Timur oğlu Mırân Şâh onu katleder..

Hurufilikte evrenin üç temel evresi varmış ki, bugün nette gezinen tüm ezoterik yazıların kökü buradanmış yeni anladım;"Peygamberlik (Nübüvvet), imamlık ve tanrılık (Ulûhiyet). Âdem ile başlayan Peygamberlik dönemi Hz. Muhammet’le sonra erdi. imamlık dönemi Hz. Ali ile başlayıp, 11. imam Hasan Askeri ile bitti. Fazlullah ile  tanrılık dönemi basladı…Fazlullah Musevilerin Mesihi, Hıristiyan ve Müslümanlar için gökten inen İsa'dır. Fazlullah, gökten inmis ve kıyamet kopmuş, dünya ahiret bir olmuştur. bu nedenle ahiret yoktur. gerçek ortaya çıkmış ve tüm dinsel yükümlülükler kalkmıştır(hepimizin, en çok da ezoteristlerin 4 gözle beklediği inançsız,ibadetsiz bir altın çağJ).. Böylece Hurufiler tüm ibadetleri harfler ile yorumlayarak iptal eder ya da değişik biçimde uygular. Örneğin hac, Fazlullah’ın öldürüldüğü yeri ziyarettir. şeytan taşlama ise, Fazlullah’ı öldüren ve Miran şahın (yılanlar şahı) yaptırdığı Senceriye Kalesi’ni taslamaktır.(alıntı)

yani Sevdiğim; bir tezden alıntıladığım bu şablon,  bugünkü mesih, mehdi İsa bozuntusu yeni fazlullahlara  ne kadar da tıpatıp oturuyor değil mi?.. hem bu mevzuyu idrak edersek, bugün şeriata hiç uymayan pek çok bozuk tarik=yolu da kolayca saptarız. Yeter ki biz gerçeği isteyelim.biz dürüst olmayı başardığımızda ALLAH, bize her yerden öğretir unutmayalım.


Hurûfîliğin esası Allah gizli bir hazine (kenz-i mahfî) olup;kendini bilmek murad-ı irade edince OL dedi.. işte bu kelime ile de her şeyin hakikati, mevcudiyeti ve ruhunun ses olduğu anlaşıldı..  ve Gizli bir hazine olan Allah'ın; ilk tecellisi  irade-i murad-i kelâm şeklinde görülen sessiz seslerden , olmayan harflerden oluşan bir frekans dalgası ile,  zat denizi köpürüp, coşup, aşk ile cuşa gelip taştı ve işte OL ZAMANDA  her şey veçhinde başladı
J..(*burası ruhlar salonu, kamışlık tarlasıdır .. bir insanın gidebileceği en son yaratılmış sınır noktası-yaratılmışlık hududu olan sıdretül müntehadır..ama buraya dek gidebilen birisi aynı zamanda şunu da müşahede eder..evet burası son nokta..zatın veçhinden başka hiçbişey baki değil.lakin tüm bu oluş-yokoluşların üzerinde, her şeyi gözetleyen ve bilen, kontrol eden başka bilinmeyen bir vücudu varlık var,  ya o nedir?işte burası deliliğin başlayacağı yer olduğu için; sevgili aziz dostunuz, aşkınız ,efendiniz sizi yavaş yavaş geriye, dünyaya intibak ettirmeye çalışır..her efendi bunu yapamaz ve yolun meczupları yol kesen hal vampirlerinden biri haline dönüşebilirsiniz.çünkü sizde artık geri dönmeyi istemeyip, meczup kalabilmek dileyebilirsiniz amma hakiki bir mürşid buna izin vermez)..


aslında bu nefs terbiyesi metodu hep var olandı..Eski Mısır insiyasyonu ;bir vakitler Mısır’dan göç etmiş BEN-İ İSRAİL SOYU OLAN, ilimde çok ileri Medine yahudisi ashabın pek çoğunun bildikleri ve  uyguladıkları bir şeymiş…zaten ashab-ı soffe de onların sürdüre geldikleri okulun, hz Peygamber tarafından islama en uygun şekilde yeniden inşa edilmiş halidir ..çünkü hz Peygamber Hanifdir ve yeni bir din getirmemiştir.. onların zaten bilip uyguladıkları bozulmuş esasları, yeni, an-ı daim olan zamana uygun hale getirmiştir..çünkü ALLAH BİRDİR ve O’NUN DİNİ OLAN İSLAMDA BİRDİR..her peygamber  bir Allah’ın ,bir dini üzerine görevli gelmiştir.ve her biri bir diğerini tastik edip,Peygamberimizi haber vererek,vazifelerini tam icra etmiş olarak bu dünyadan ayrılmıştır.


Peygamberimiz döneminde umuma kapalı kalan bu şeyler; daha sonra ashabın çırağa çıkması ile, kendi inançları,ESMA MEŞREPLERİ= TARİKATLAR,gelenekleri ile ,islamın kuralları pekişerek, bugünde  devam edegelen pek çok sayısız meşreb-i tarikatı doğurmuştur((* neden?çünküü ashabımın alimleri ben-i israilin nebileri gibidir..hangisine tutunursanız kurtulursunuz Hadisi şerifi emri olduğu içinJ))..şunu unutmayalım ki genelde tüm insanlık soyu Ben-i İsrailoğullarındandır ve Yaratıcı belli bir vakte dek dünyayı onlara vadetmiş, hükümleri altına vermiştir. Peygamberimiz,kendi ata Adem’i olan hz İBRAHİM’in çok özel ve ayrı bir kolundan, numunesi olmadan, tekbir başına bir kol, tekbir  başına bir ağaç olmuştur=EHL-İ BEYT, O sıdretül münteha ağacın yolundan ve soyundan gelenlerdir...


ve bu tarz bir metod zulüm-ayrılık gayrılık  değildir..esma ilmini az çok anlayabilenler içinse çok büyük bir kurtuluş rahmetidir..çünkü Yaratıcımız bizi meşreb meşreb, fırka fırka yaratmıştır..her esma;bir kombin- terkibi yazılımından mürekkeb bir beden olan beşer insanın, yolunu bulabilmesi, özüne,ruhuna yol alabilmesi içindir.. bunlar yolun çok  kolaylaştırılmış,pratiğe dökülmüş en has halidir….sadece sana bir şablon oluşturacak ve bu tekniği sana öğretecek gerçek bir emanetçi ehil öğretici mürebbi rabbe ihtiyaç vardır ki, oda hiçbir ücret istemez.. bir tek başını alır o kadar(*her mahalleye kasap lazım..ama sen sakın kasap olayım deme!J).

ve  Sevdiğim.. Hurûfiler  ilahi kelamın daima indiğine ,sürekli bir bozuluş ve yaradılışın olduğuna ,bununsa çok yüce ilahi bir matematik sistematiği ile işlediğine de inanırlarmış..işte o yüzden sayıların ebced değerlerini sürekli hesaplamakta  sık sık sapkınlığa dek giderek işi çığrından çıkarıp ,  saf batınılikte kalmışlardır..yolun güdükleri olan bunlar; tek kanatlı oldukları için ne kendileri uçmağa uçabilir, nede yanlarına aldıklarını uçurabilirlermiş.ve  artık dondurucudan çıkmış,ama ısıtılmadan sofraya getirilmiş berbat bir hilkat garibesi yemeğe dönüşmüşlermiş..

ayrıca onlarda tüm tasavvuf erbabı gibi; Cenâb-ı Hakk’ın  en mükemmel şekilde, bir insanın yüzünde tezâhür  eden bir kelam olduğuna da iman ederlermiş(cemal seyretmek)..tabii geçmişten bugüne; böyle bluğ-u gençhazinesi birini karşıma koyayım;ona bakıp cemal seyredeyim derken,  öyle çok şeytana uyan ve kendisi şeytan olan şeyh, sapıtmış ve mürid sanılan sayısız kişide yoldan hem sapmış, hem de saptırılmış bir şekilde düşürtülmüştür ki,bu şayanı hayret bir ibrettir mesela..asla değişmeden bugünde dünyanın her yanında ,her maddi ve manevi  okul- öğrenim yerlerinde  aynı şey halen devam etmektedir.ve bu olanlar pek çok samimi müslümanı tarikatı tasavvuftan soğutmakta,incitmekte,kalbini yaralamaktadır ne yazık ki..hele hele rüyaların, esmaların kişide uyandırdığı özel şeylerin övünerek ve yalan katarak anlatılması ve öğrenci öğretmen arasındaki şeylerin yalan yanlış, tek taraflı yorumlu deşifresi, aleni bir makam ve siyasi güç,  aile hanedanlığına dönüşmüş olması, bugün artık bu yolu pek çok kişinin(İSTİSNALAR HARİÇ) gözünden tamamen silmiştir..

çünkü hakikatte pek az samimi yolcu vardır..yolun sayısız yolcusu; esmaların ona vereceği zevkselliklerin,maddi manevi güçlerin,o tarikatın hediyelerinin  ve yönetimin, daha doğrusu tanrılığının  peşindedir. işte bu yüzden de gerçek mürşid çok nadirdir.. gerçek dervişanı müridde bir o kadar ender bulunan cevherdir.. belki de hakikat deşifresi imkansız kılınsın diye, kıymetinden dolayı, onların etrafını da bu vazifeli çirkin sapıklar korumaktalar, kim bilebilir ki?!!unutmayalım ki kıymetli nesnedir aşk.. kendisini ucuza satmaz..kâlp malın alıcısı da kâlptır ve onlar birbirlerini nerde olursa olsun bilir, bulurlar, alışverişlerini ederler..


ve konumuza dönersek Hurufiler için insan yüzündeki her kıl,aza bir harfdir..Sevdiğim.. ben böyle şeyleri doğru bulmadığım için onlarla uğraşmak,yazmak istemiyorum..çünkü eğer ilim bir noktaysa ve cahiller onu çoğalttıysa ve her şey bir dairenin frekans frekans açılımıysa, o halde ben tefekkürde yükselip, en iç daire-i noktaya geldiğimde, otomatikman tüm şeyler benden çıkıp, bana döneceği için(tümden çıkıp tüme varışJ),bu şeyler zaten kendiliğinden bana beni öğreterek, kendilerini sunacaklardıJ..yani kendimi yormama değmez..

ve hayal gücüm kontrol edilmez bir tahayyüle sahip olduğundan,kendimi bildiğimden beri nereye baksam o su izlerini, perdedeki kıvrımı,halıdaki deseni ve taşta topraktaki gölgeyi suret olarak algılayabilirim..bu hayalperest-suretsever ben gibi putperestler için çok basit şeydir.. benim varmak istediğim nokta ise o hırkanın içinde, ben gibi etli, canlı, kanlı bir bedeni, ben gibi hissederek görüp ,bilmek..yani varlığıma maddi delil istiyorum..hayal değil.. kendimin bir hayal olmadığıma delil istiyorum..

ve Anadolu Hurufiliği; Fazl'ın baş halifesi Ali el-A'lâ (ö. 822/1419) nın Hacı Bektaş Tekkesi'ne gelmesi ve ilmini yaymasıyla başlamıştır..Hacı Bektaşi Veli’nin halifesi Balım sultanla başlayan Bektaşilikteki bozuluş ve anlamından sapmalarının ilk tohumları da, aynen içki dahil pek çok şey gibi, uyuşturucu ve oğlancılık dahil bu İranlıların gelişi ile başlamıştır.. ve eskiden olmayan bir şey Bektaşiliğe SIR diye sokulmuştur..oysa beyan edilmiş İslam ve Kur’an çok açıktır..sadece derece derece idrakler için, zevki, yeni yeni sonsuz anlayışlar vardır..o merhaleye gelene; zaten o safhadaki şey sır olmaz..o onu bilir ve anlar..henüz perdesini açamadığı diğer tekamülü sırdır ki, onu da başkasından öğrenmez.kendi malını,kendi hazinesinin kilidini kendisi açar görür..


gerçek bir mürşid çocuğunun yumurtasını ne kendisi kırar,nede bir başkasını işine karıştırtıp, kolaya kaçıp,o yumurtayı dışarıdan müdaheleyle kırdırtır..eğer manevi yol çocuğu; yumurtasını kendisi kırıp çıkamazsa, kısa sürede yolundan düşüp ölçeğini de bilir..ve yolda –sistemde tek gerçek vardır..YOLA DEVAM ..YÜRÜMEK..YÜRÜMEK(*henüz uçamıyormuşuz Sevdiğim ,biliyor musun?..izin yok..son gaz giderken durma marifetini deneyimlemek, en zor ama en yüksek ilimmiş meğerse)..

HU…HÜVE..ESMA-İLAHLAR-TANRILAR PANTEON MİTOLOJİSİ SANAT TARİHİNDE, HARFLERİN SEYRÜ SÜLÜĞÜ ..

nebatilikten hayvani  ruha(hay esması) tekamül eden halamız simsima diyarı hurma hatunun  meyvesi, bildiğin gibi,  RAhiym esmasından dolayı kadına tekabül eder.ve kadın, kesret-çokluk alemi demektir..yani yaratılmış her şey kadın hükmündedir…bu yaratılmışlığın hududunu geçenler  ise er-i vahit olur..

tüm ümmet: davete icabet edenler ve davete henüz icabet etmeyenler olmak üzere; tek bir şahsın, Hz. EFENDİMİZİN VÜCUD-İ İKLİMİ SULTANI nda elan mürekkeptir
J.. tüm kainat O’nun vücududur.. O’nun miracı ve ümmetim ümmetim dediği hüccûratı da bizleriz.. bize Kendisini MİRADI MUHAMMED aynasından tanıttı ve HEPİMİZE BİR İSİM VERDİ ve bizimle kendisini bilmek istedi.. Allah kullarına kullarından tecelli eder.. işlerini kulları eli işler..kulları ile bilir, kulları ile görür.. amil ve amel O’dur.. varlık tekamülleri sadece en kamil olanı içimizden çıkartıp, arayıp O’nu bulmak-RAbbimizi bilmek  içindir..çünkü birimiz hepimiz için& hepimiz birimiz içinizdir..

KADİM HARFLER SÖZLÜĞÜ yani "İNSAN KELİMESİ"NE BAKIYORUZ:

ELİF harf değeri 1..(TEVHİD-İ VAHDET)…insan-ı Kamil..her şeyin ilk tevhid-i mutlak hali..bir elif harfinde 7 nokta üst üstedir..ve 7 nefs mertebesi dahil tüm 7’li sistemi ,hatta yedullah denen yaratıcının iki elimle yarattım dediği(CEMAL-CELAL,BATIN ZAHİR DUALİTESİ) yaratılmış eşyayı anlatır..7 rakamı arapça V şeklinde olduğu için yukarıya ,Rahman’a uzanan sonsuza açılmış rahimi de temsil eder..onu kapsayan ise RAHman’ın O’na açılmış V yi kapatıp mühürleyen yansımasıdır..böylece 19 ile besmele mührü basılmış ve KÜN EMRİ AÇILMIŞ OLUR..ve her iş ve oluş bu iki yedili ,14 lü (O) arasında gider gelir..gider gelir…Kabenin 14 vazifelisini de unutmayalım lütfen..

var olan her şey  elifin içindeki o nokta, siccin, habli metin, DNA iplikçilerinde kayıtlıdır ve bu bez sürekli dokunur..
nokta içinde elif,elif içinde 7 nokta,  boyuttan boyuta devam eder..yani insan denen ELİF HARFİ, kendi içinde kendisine, tüm alemlerinde gerekli olan ihtiyacı eşyayı da kurgulayarak bilir..ELİF İNSAN-I KAMİLİ, kendisinin kainatına hamildir, hamiledir..sürekli bir doğum ve ölüm ile kendisini temizleyerek, yeniden inşa eder..HAŞR-I NEŞRİ BURADA BİLİP ANLAYAN, ölmeden evvel burada ölüp dirilen işini ahirete bırakmaz,burada kendisi görür..

LAMELİF:
ELİF HİÇ BİR HARFLE BİRLEŞMEDİĞİ için izdivacı tevhid edemez sanılmasın lütfen..oda ELİF ;lam(mim) ve(gizli ye)ve  fe harflerinden oluşmuştur..yani elif harfi dahi  4 UNSURU İLE 4 EŞLİDİR J..anti soyutları ile tabiiki 8 eşli oluyor..ve elif lam harfi ile tek eşlidir ki adına lamelif denir..onları ayırmamak lazım geldiği Efendimiz tarafından hadisle belirlenmiştir..


Elif-
Aleph- A-Alpha :”Öküz” anlamına gelir..ADEM kırmızı toprak demektir .. Peygamberimizin kabrinin üzeri tamamen kırmızı Kerbela toprağı ile örtülü diye duyup okumuştum ki; Kerbela vakasını da bu bölgeden geçerken, durup hüzünlenerek, oradan aldığı bir avuç toprağa bakarak, gelecekte olacakları haber verip,bir torbaya o  topraktan doldurtup eve götürmüş, o  toprağı da saklatmıştı … uzun yıllar sonra dediği olduğunda, o torbadaki toprağın kızıllığına bakarak, bunun gerçekleştiğini ağlayarak gördüler.




BE
Harf değeri 2… ( NOKTA..Velayeti Sugra -küçük alem).. ubudiyet (kulluk) ve rububiyet(terbiye edici mürebbi vasıf)..

Elif
(ENE-BEN), kendi benliğini kurb’an ederek,başını keser(bakara), eğilip  kendine secde eyler..dik elif(kıyam),eğik elif(ruku),yatık elifbe(secde)=namazı SALAD...

Beta-ev
: elif harfi artık kendisini bilmiş; yeryüzü, turaba, Nuh’un gemisi misali BE VÜCUDU TEKNEMİZ olmuştur.. KAYIKÇI yine gizli özne olan ELİF dir.. bu durumda elif harfi ruh dur..be ise onun bineceği vasıta, araç, taşıyıcı binek olan soyut gemi,kayık,bedendir..be teknesinin altındaki nokta ise, elifin kendisini bilme zevkinin bedeli, ölmeden evvel ölme sembolüdür.. bu yolun her yolcusu istisnasız başını vermek zorundadır ..

tüm hayvani tabiatı asliyemiz olan haylığımız (DİRİLİK)tir ki, bu  bize; var olan tüm hayvani huyların belirli tavırlarıyla, huy, meşreb, karakter olarak yansır..işte bu hayvani tabiatına muzaffer olup, ormanlar kralı olan yapı da yine ruh olan Allah’ın aslanıdır…. her biri bir ayet,işaret,kitap olan diğer levh-i mahfuz harfleri;toprak bedenlerinin nötr terbiye edici RABLİĞİ ve UBUDİYET denen KULLUK hizmetini işte bu BE (BEYT-EV)ADEM ini sürekli icad edip,yaratarak diri tutarak icra edecektir..

eğer BE harfinin bu iki keskin uçlu yapısını anlarsak; hz Ali k.v nin başına gelenlere gösterdiği sabrı ve manayı vazifesini de kolayca  idrak etmiş oluruz..tabi bu iki uçlu BE (ilk hilali ayın 4. Gecesi hali çatal uçluymuşJ) bize ZÜLFİKARı da anlatırmış..Zülkarneynlik  bahsi, sahip kıran anlamını da tabii..
pe harfi
Mısırda,insan altı elementten oluşurdu..maddesel elementler: BEDEN, GÖLGE ve  İSİM di..ruhsal elementleri: AKH, KA ve BA idi..ayrıca eski mısır’da ölünün basını vermek,basını açmak bahsi de vardır malum.. ölünün insan başlı ruh kuşuna BA denirmiş..ve ölünün ağzına ANKH (fatiha anahtarı-amentüsü) dokundurularak verilirmiş..ölünün mumyasının yanında olan tahtadan minik suret heykeline ise KA denirmiş..her sabah türbesinin deliğinden güneş RA ya uçarak kavuşan BA kuşu, akşam güneş batarken yine o türbe deliğinden evine gelir,KA sına bakar, bedenini tanır ve sadakatle mumyasını beklermiş..



ve Sevdiğim bugün inanılmaz bir tespitimi kaydedeceğim..aslında bunu çok önce anlamıştım ama hep unuttuğum için ilk defa yazabiliyorum. şimdi eski mısırda ölülerin  osiris ve 42 ilahi  isim önünde ahiret sorgusu yapılırmış..ve binler yıl sonra hz. İdris devrinden hz Musa devrine gelindiğinde Yahudilerin 72 kutsal tanrı ismi olmuş..oysa Muhammedilikte, hz Peygamberimizin  bize bildirme gereği duyduğu 99 esma hariç, sonsuz ismi açığa çıkartabilme tefekkür sebiline kavuşmuşuz değil mi?!!yani insan sadece bunu idrak etse hayatı öyle zenginleşir ve şeylere bakışı o kadar değişir ki. sadece bir tek esma ve yaratılış safhaları tekamülünü anlasak tüm dünya ilimleri ve eşya inanın değişir..


TE Harf değeri 400 ( RİSALET)..artık ELİF kendisini bilmek isteyip BE ile kendisine bir vücud teknesi inşa edince, içine BENLİĞİ olan ENE si- SEN yansımasını koydu..ve ona “İKRA” dedi..böylece  ben-sen davası yansıması ile karşılıklı ilk mukabele başladı..aşkın  ilk teslisi olan  AŞIK,MAŞUK ve RAKİP üçlüsü de sahneye çıkmış oldu..


SE Harf değeri 500(HAKAYIK).. BE teknesinin içindeki 3 TANE NOKTA ile oluşur..Tasavvufta 1 ve 2 rakamı yoktur..her şey  3 ile başlar..yani maddenin oluşabilmesi için daima 3 sütun,3 sacayak temeli lazımdır.se harfi, tekne-i vücudunda olan bu 3 noktanın içinde de nübüvvet,risalet ve kulluk birlikte vardır..hepsi birlikte yaratımı gerçekleştirirler..arapça 500 sayısı 0.. yazılır ki herşey O(hüve)İÇİNDE SIRLI VE MAHFUZDUR.. 

 
CİM Harf değeri 3( BEŞERİYE).. İŞTE MADDİ SACAYAKJ güneşin ay ile vuslatından aşağılıkistan CİHAN-I dünya evladı oluşur..ve soyut su içinde görünmeyen bir el ile döndürülen  ona şöyle denir:”eşsiz mavi inci.. cihaaann .. cihaaann..içindeki ışık dışarı sızan”.. ve bu dünyevi maddi yaşam evimizde, aynı diğer her şey gibi, soyut bir su denizinde dönerek yüzmektedir..
çe

Cim harfi
ayrıca: maddi beşer cinni LATİF VE LATİFELERimizin  tümünün “inin oradan aşağı denilerek” aşağı indirilip,kendilerine bir kelime=harf üflenerek birer benlik=nefs verilip” ZANNETTİRİLEREK” imtihan dünyasına; iş,emek,özgürlük belasına müzdarib oluşumuzdurJ.. böylece benler, senler, cinler,canlar ,tenlere  ve ruhlara doğru hızla yola devam etmekteyiz SevdiğimJ….

HA Harf değeri 8 (TEKVİN..İCAD-I YARATIM).. Sübutî sıfatlar: 1-Hayat..2- İlim..3- İrade..4- Kudret..5- Semİ (işitme)…6- Basar (görme)..7- Kelâm…8- Tekvin (Yaratma, var etme.)

düşünce denen idraki
BİLİNÇ VARSA ONUN VÜCUDUDA VARdır... isimler ve müsemmalar..ZAT ve SIFAT alemleri misali.. İşte bu bedenimize de,  enerji faz hattından oluşan ışık vücudumuz denirmiş.. mesela BELKIS’ın tahtını düşünce ile göz açıp kapayıncaya dek getiren zamanının kutbu olan vezir ASAF, bu emri bir peygamber kral olan hz Süleyman’ın (rahman esması) dilemesi ile yapmıştı..ve unutmayınız ki Efendimizde”Rabbim’in kokusunu Yemen’den alıyorum" demiştir ..sistem daima risalet ve nübüvvet ortaklığı yani dualite ile çalışır unutmayalım lütfen..

HA
(8) de, 4 ana unsurun soyutu, diğer 4 ana unsurun yansıyan maddi yapısı ile izdivaç etmiştir..ki, her bir harf bir diğeri ile izdivaç ederek kelime-i  tevhidi meydana getirir..
arapça 8  çadır şeklinde dir.. Rahman’ın kapsayan varlığı, vücud çadırıdır..yani varlık= vücud O’nundur..öyleyse ne varsa o vücudun içindedir.. VE KAPSANMIŞ OLAN DİĞER YANSIYAN TÜM EŞYA da O’nun vücudunun batını-içi olan RAHİYMidir..

Bu besmelesi çekilmiş 16 lı sistem rüzgar gülü-dharma -zaman çarkını döndürmeye,ilahi nefesi her yönden estirmeye başlar..böylece ilahi nefes üflenerek süreklilik icad olunur..amma velakin unutmamak lazımdır ki hz peygamberimiz cami olduğu kadar FERD dir de..o vakit, her bir ruhun sağ ayak başparmağından beyaz bir ip ile kendi zaman değirmeni çarkına bağlı olduğunu da hatırlamak lazımdır..çünkü bir ruh dahi kendi hudutlarının dışına çıkamaz..o başı gibi ayağı da bağlı olarak sahiplidir ,başı bozuklardan değildir..


HI Harf değeri 600 (İNSAN-I EKBER-FAZL-I VELAYETİ KÜBRA).. Zatî sıfatlar :1- Vücut (Varlık)..2- Kıdem (Ezeliyet, evveli olmama)…3- Beka (Ebediyet, ahiri olmama)..4-Vahdaniyet (Bir olma, şeriki bulunmama) …5- Kıyam binefsihî (Varlığının devamının zatından olması-başkasın yardımıyla olmaması )…6- Muhalefetü’n- lil-havâdis ( Zatının mahlukatın zatlarına ve sıfatlarında mahluk sıfatlarına benzememesi)….

Allah her şeyi 6 günde ,6 merhalede,6 değişik evre tekamülünde yarattı ki, belki de tüüm icad ve oluşlar böyle zuhur eder.. Kur’an'da 114 (6) sure, 6666 ayet vardır .. ALLAH,HİLAL,LALE ebcedi, işi 66’ya  bağlamak anlamında 66 imiş..6 rakamı, ana karnında VAV=9 şeklinde olan cenin bebeğin, dünya-aşağılıkistana doğarken aldığı doğuş pozisyonu olan, başaşağılıktır..yani aynı ana rahmine giren spermin de ilk önce; ana yumurtasının içine ilk evvela başını sokup ,kuyruğunu ise, aynı atmosferi delip, fezaya açılan bir roketin yakıt tankını aşağıya bırakması misali atmasını hatırlayalım lütfen..işte bu sünnetullah kaidesi olan,her yeni oluş yaratılışında bir evvelki evrenin başı, yeni evreye kurban verilmek zorundadır..ve şimdi makam-ı VELAYET- HU harfinin içindeki gizli özne VAV dünyaya gelir vesselam..

DAL Harf değeri 4…ANASIRI ERBAA: namazda rukü..BEYTÜL MAMUR (sürekli tadilat edilip,hep onarılan ev) da denir.. Dalet- latin alfabesinde ise Delta: Kapı demektir..

ZEL Harf değeri 700.. zel adına bakınca onun için yazılanları okuyunca bende sadece altın ve güneş bahsi açıldı Sevdiğim..yani ZEL yarım bir kavseyn dairesi ise, muhakkak soyut diğer yarısı da vardır..zel aslında RA nın noktalısıdır ki, şuan ben ikisinin ezvacını düşündüm..yani her şey güneşteyken, nurun içindeyken bizde vardık, bizde var olan şeyler yine devamlılık getiren güneş ışıklarıyla anbean sürmektedir..yedullah her an bunu yapar..


SİN Harf değeri 60… İNSAN-I KEBİR-KEMALAT-I İNSANİYE:ruhlar aleminde olup, henüz beşer elbisesi giymemiş insan demekmiş..Kur’an-ı YA SİN de Efendimize böyle hitap vardır ..içinden Hızır geçen Adamdan, SİN HARFİNİN dikey halde bizim tüüm yukarıdan aşağıya iniş ve çıkışımızın harita yolu olduğunu da öğrenmiştim Sevdiğim..belki de ins kelimesi, insan cinsinin sadece insiye(KEMALAT YOLU) edilebileceğini anlatıyordur ,bilmiyorum..


ŞIN Harf değeri 300..AŞK,ARŞ..İKİ KELİMEDE 3 HARFLİ..yani aşkın arşta tezahür edişi belki de..ve şın insana şeytanı da çağrıştırır..şeytanın ve dervişin ve şükrün ebced hesabı ise 520(7) imiş…


SAD Harf değeri 90 ..evveliyat..benim için gerçekte tek bir anlamı var..oda GÖZ.. baş parmak hz Ali,şahadet (işaret)parmağı  MUHAMMED as.birleşmesi ve diğer ehlibeyt ahalisi parmakların alemine ,sonsuz bâtına açılan kapı.. evin sahibi makam-ı hz İbrahim’in  tevhidi işaret eli.. Sâd…sâbır…sâdır..sıtre..sırât..sır..sadâkat…sıdkıyyet..2 nin 2.si ( II..)..baş parmak ile işaret parmağın birleşerek yaptığı göz… SÂD DAMLA..sad deniz.. Sıla-i RAHİM..GÖNÜLDÜR ve GÖNLÜN mekanı LAMEKANDIR… Sâd arşı RAHman ın seyir mekanıdır.. gördüğü göz, göründüğü mekandır..


DAD
Harf değeri 800…..velâddaallinlik.bir şeye son nokta koymak...

TI Harf değeri 9.. önce bu harfi TORAH(tohum)-TÖRE-ŞERİAT-ı TURUKU ÂLİ =YOL ile ilişkilendirelim.. TA eski Mu ve maya dilinde YILDIZ ,HA kelimesi ise SU demekmiş.iki hece birleştiğinde TAHA   kuyruklu yıldız oluyormuş..her sperm insancık gerçek bir kuyruklu yıldızdır unutmayalım.. hem de henüz yola devam eden,başı bağlılardanJ ta bazı dillerde ise yılan, eski sümerde tangrı,dingiri,tıngır tanrı demekmiş..
4 ana unsurun bir insan bedeninde esir edilip çarmıha gerilmesi sembolü olan  + işareti tüm kadim tarihte vardır..bu daima tanrının iş ve oluş sistemi devriye-i çark-ı feleği,kabekavseyn ev ednayı anlatır.TANRILIK SEMBOLÜDÜR...ayrıca harfi benim için kendisinden evvelki harfin başını kesen balta misalidir.. arapça tı harfi gerçekten de bir bacağa benzer buda hiyeroglife göre bacak yine BE HARFİne tekabül eder….

ZI Harf değeri 900 .. bunu da yine TI harfinin ezvacı eşi olarak algılayabilirim tabii..bedeninin  sağ ve sol sütun kademi ayaklı bacakları..


AYIN
Harf değeri 70.. göz..göz..yakınlık..ayniyet..aynalamak..

GAYIN
Harf değeri 1000... Hurufi alfabesinde ise bulut demekmiş ki bence ebcedine en yakışan resimde bu ganilik…

FE: FE Harf değeri 80…fazileti fazl,feyz,hikmet-i himmet SENDEN, hizmet de SendenJ..

KAF Harf değeri 100..güneş ötesi alemi temsil edermiş ve o aleme RAHMUT denirmiş..belki de makam-ı Mahmud budur bilmiyorum Sevdiğim ..ama ben KAF HARFİni hayal edebilirim..o ANKAdır..yani RUH..KAF harfinin başı üstünde iki nokta vardır ki, o aynı zamanda BA-KA-RA dır..Zülkarneyndir..RUH hakikatte tektir..her ruhun içinde kendi nefsi ve bedenide vardır..mesela bir nefs bedenlenmeden çok daha evveli dahi, beden silüetinin edası tavrına sahiptir..gireceği kalıbı dahi bu tavır şekillendirir ki, buda içeriğindeki esma oran terkibine bağlıdır..kaf İNSAN-I KAMİLİN TA KENDİSİDİR..tüm diğer kuşların birleşim makamı odur..KAF VÜCUDDUR..VARLIK –MEVCUD-İ VÜCUD İLMİDİR..arapça  ebcedi olan 100 sayısı I.. şeklinde yazılır ki bu her şeyi (KÜN FEYEKÜN) anlatır..

Kef-Ge-Ne
altında 3 nokta 
olursa J
KEF Harf değeri 20 .. ZAT’INDAN SIFATINA DÖNEN, bir eli havada, bir eli yere bakan Mevlevi gibidir derviş KEF HARFİJ.. yine ke ve fe harfleriyle ol-yokol,olyok ol diye sürekli yanan bir ampulün içindeki fazlın bizim göremeyeceğimiz hızla yanıp sönmesi, dağılıp atomlarının birleşmesi-haşru neşri bir anda görmesi ve göstermesi misalidir..

RI Harf değeri 200… her şeyJ..bizim insanlık dönemimizden evvel yeryüzünde yaşamış insanların ALLAH’ı tanıdıkları isim RA veya RE imiş bu halen kur’an-ı kerimin pek çok yerinde var..AZAMET-İ HÜDA RA TEKBİR cümlesini  mesela ben çok görkemli, ihtişamlı bulur etkilenirim.. eski Mısır ve onun gibi uygarlıklarda halen antik Mu devrinden kalma inanç sürüyor ve yaratıcıya elan RA –RE deniyordu..O’nun bir sureti yoktu..o yüzden de güneş kursu şeklinde temsil ediliyordu..O, boşluk daireydi..havayı üfüren ve dünyayı aydınlatandı..O, güneşin ruhu ,hayatın kaynağı,hay olandı.. varlık vücudunun bütün suretleri O’nundu ve O’ydu ..ama O hiçbir suretle kayıtlanamaz, bu kesin O, denemezdi.işte HÜVİYET-İ HU, O kimliği, boşluk dairesi-güneş kursu bunu anlatır..güneşe direk bakamazsın..kör olursun.. O’nu ancak sana vereceği kendi gözleriyle görebilirsin ki, bunun adı RA’NIN GÖZÜDÜR..Yani yine İnsan-ı KAMİL..

PİRAMİT-HAKİKATİN GÜNEŞ ZAMAN SAATİ VE GÖLGELERİ
(eski mısır dininde RA ‘nın ilk yaratıcı zati ve subiti  esmaları)

1-RA
= Rah veya Ray olarak da okunurdu. çeşitli şekillere giren  güneş tanrısı.                            
2-Amon(amin)=RA ile sık sık alakalandırılan yaratıcı tanrı.
3-Khnum=Koç başlı,insan şekline giren çömlekçi çarkçısı Ra’nın akşam görüntüsüdür.. Kefri ve Khnum olmasıyla gün batımı ve gün doğumunda önde gelir,Ra sık sık güneşin tepeye dikildiği öğle vaktini de temsil etmektedir.
4-Atum Ra=Amun Ra ile Atum Ra,benzerlikleri paylaşan tamamıyla ayrı bileşik tanrılardı.Tek tek bütün tanrıları şekillendirmiş,ilk tapınılan sekiz tanrıyı ve güneşi yaratmıştır.-Bütün tanrıların ve firavunların babasıdır.Bir başka mite göre Okyanus Nun’dan doğan ve Şu(rüzgar),Tefnut(nem) un yaratıcısıdır.
5-Kefri=Sabahları güneşi yuvarlayan ve Ra’nın sabah görüntüsü olan skarabe- bok böceğidir. Bazen Horus’un  farklı görüntüleri Ra’nın yerine kullanılmıştır. Ra sabah gün doğumunu,Hasor öğle,Tum da gün batımını temsil etmektedir.
6-PTAH= Ptah=Diğer yaratıcı bir tanrı,RA ile ilişkilendirilen sanatçıların koruyucusu.Güneşin gece yer altından ışık olmadığı zamandaki geçişi Ra ile ilişkilendirilmiştir. Ptah sık sık Amun ve Atum ile alakalandırılmıştır.

7-Ra Horakti=İleriki Mısır Mitolojisinde Ra Horakti bileşik tanrılardan çok bir görüntüsel rütbedir. RA,Horus’un görüntüsüdür denilir.Horakti ile alakalandırılan gün doğumunda Horus’un görüntüsüdür.Umut ve yeniden doğumun sembolik tanrısıdır

Üç kez ululanmış”,”üç kere ulu olarak anılan,-Mısır dinlerinde,bütün tanrıların "RA"nın görüntüsü oldukları inancına dayanılarak,Lah, Ra'nın en gelişmiş hali olarak da kabul edilendir ki, ileride belli bir ilah olan ALLAH KELİMESİNE dönüşecektirJ...

Mısırda yaratılış mitosu:“
Ben,şafakta Kefra,öğleyin Re,akşamın alaca karanlığında Tem’im” dedi..Ve,güneş doğdu,göğün öbür tarafına doğru ilk kez yola çıktı.Sonra ilk kez “ŞU-rüzgar” adını söyledi ve ilk rüzgar çıktı, ”Tefnut -tüküren” adını söyledi ve ilk yağmur yağdı.Ardından “GEB” adını söyledi ve toprak-yeryüzü oldu;tanrıça “NUT” adını söyledi ve gökyüzü bir yay şeklinde yeryüzünün bir ucundan ayağına ve öbür eline kadar uzandı ve ;”Hapi” dedi, büyük Nil nehri Mısır boyunca aktı ve bereketli kıldı(Yeryüzünü düzenleme ve canlıları yaratma)..

Bundan sonra RE,yeryüzündeki bütün varlıkların adını söyledi ve onlar büyüdüler.En sonunda insanoğlunun adını söyledi ve Mısır toprağında erkek ve kadın oldu.(Çift yaratma)

Sonra RE insan şeklini aldı ve Mısır’a ilk firavun oldu
,binlerce ve binlerce yıl ülkeyi boydan boya yönetti,insanlar, “RE’nin zamanında olan şeylerden “ iyi diye bahsettiklerinde” ürünü bol bol veriyordu.(Cennet yaşamı)
Ama,RE insan biçimindeyken zamanla yaşlandı.İnsanlar ondan korkmuyor,kurallarına uymuyorlardı.
Ona,”RE’ye bakın,kemikleri gümüş,teni altın,saçları lapis lazuli gibi. (ALINTIDIR)..

ZE Harf değeri 7…

LAM Harf değeri 30..  ilim demekmiş.elif (ALLAH),lam(CEBRAİL),mim (Hz.MUHAMMED a.s)dir…bir insan bu üçü olmadan asla hakikate eremez ..Eliflam harfinde ALLAH&CEBRAİL ilmidir ki vahyi de simgeler..


MİM Harf değeri 40..RİSALET..mim harfi aynı sperme benzer.. kuyruğu dünyaya iner ,başı ise daima yukardadır.. kelime içinde ise,aynı sükun bulmuş hemze veya hu(o) harfi misali dairevi  tam bir boşluktur..o kök hücre misalidir..m-i-m..bir şeye mim koymak ,onu işaretlemek ,işte bu Mustafa, Mumammed,Ahmed,Mahmud demektir..

NUN harf değeri  50…. Sevgili NuN harfiJ..BALIK demekmiş..zaten balıklarda NUN DERYASInda yüzmezler mi?..mısır da gökyüzünün kapsayıcısı olan, geceleri güneşi yutup koruyan ve her sabah yine doğurarak uyandıran NUT ANNE dir.. kavsını kapattığında nun, güneş dairesidir.. kavsını yavaş yavaş açtığında ayın tüm evrelerinin resmini çizer bize..ve güneş ayın zevcidir.. aynı yumurta ikizidir.. güneş, ışıklarını, kendisinin aşkı için söndürmüş ay aynasından seyr’ eder.. ve ancak dünyevi çocuklarını, onları yakmadan, böyle yaklaşarak sevebilir..nun harfi eski devir harflerinde daima su dalgası vvv şeklinde resmedilmiştir..arapça 50 rakamı O. YazılırJ.. ve nokta dairenin merkezine girdiğinde güneşin ve tanrının daima sembolü olagelmiştir..kün emri NUN harfiyle açılır ve kapanarak biter mesela..benim için  BE  harfinin geriye dönmesidir NUN ..ve bu harfi daima DİŞİ-KADIN olarak algılıyorum..ELİF  ve  KAF ı da erkek...ve kalem suresi bir erkek adı olsa da mukattası nun dur(birlikte yazan ve yazılan olarak KÜN feyekün olurlarJ)..

VAV Harf değeri 6… her şeyin sebebi zat-ı..HU hüviyetinin içindeki gizli özne VELAYET-İ ZAT ta kendisi..her varlık nutfe-i tohumluktan aynı bir vav misali kıvrım açılarak doğar..o noktanın açılıp ELİF OLMASIDIR.. TOHUMUN AĞAÇ OLUP,çiçeklenip meyve vermesi ve yine toprağa tohum olarak düşüp, yine kendinden kendisini devrederek, doğurup yaratmasıdır ..yaratmasıdır diyoruz çünkü, ALLAH BİZE RUHUNDAN RUH- NEFES ÜFÜRDÜ.. dolayısıyle onda ne varsa, yarattıklarının idrak-i potansiyel açılımı kadar, yaratılmışlar da da vardır(yani biz boşuna, bizde tanrıyız diye yırtınmıyoruz anlıyacağımızJ .. tek sorun var..Yaratıcımız  Tanrılığını peygamberi dahil kimseye ne yazık ki vermiyormuş vesselam)..

tabii ki Samiri de bu ilmi bildiği için Cebrail’in bastığı toprağı alarak o altın buzağıya savurdu ve onu böğürttü unutmayalım. hz İbrahim, kafasını koparttığı 4 değişik kuşu ,4 değişik dağa, Rabbinin emri ile koydu ve onları yine RABBİNİN İZNİ VE ADIYLA ÇAĞIRDI..o, 4 değişik kuş gelip kendi bedenlerinin başına birleşip, canlanıp uçtular..hz İsa ölüleri  böyle diriltti..Allah dilerse bir kulunun hamili kart yakıni,gören gözü,konuşan dili,tutan eli olmaz mı?!!!


HE Harf değeri 5… HERŞEY BU 5 Lİ SİSTEMLE OLUR..hamse-i âli aba..ruh’un 4 ana unsuruyla evlenmesi..her iki el ve her iki ayağımızda 5 parmağımızın olması..vech-i yüzümüzde 5 delik (2 göz,2 burun,1 ağız) olması gibi.. he  kobra yılanının iki gözü misali de yazılır…tek bir sukün boşluğu gibide yazılır..o hayattır..yılandır..DNA dır.. yazılımdır.. kitaptır.. diriliktir..hurufi alfabesinde dünyaya açılan evin penceresi demekmiş ki yine aynı anlamdır..ve hiyeroglifte H harfi, aynı DNA misali çift sarmal ip şeklindedir..

Âlem-i Emr’in beş latîfesi kalp, ruh, sır, hafî ve ahfâ  olup “letâif-i hamse” veya “cevâhir-i hamse” diye bilinirler.Âlem-i Halk’ın beş latîfesi ise (anâsır-ı erba‘a: Toprak, ateş, su ve hava)dır. Bu dört unsurun da nefse dâhil olduğu kabûl edilir. Letâif-i sitte (altı latîfe) iç içe geçmiş halkalar şeklinde düşünülebilir. En dış halka nefs, onun içindekiler sırasıyla kalp, ruh, sır, hafî ve ahfâdır. Bunlar insan rûhunun farklı mertebeleri ve boyutları olup bir içteki, dıştakine göre daha hassâs ve yüksek seviyelidir.( alıntıdır)



YE Harf değeri 10…ATAYI ESMA… benim için aynı mevlevi KEF harfi gibidir..yani başlangıçtan aşağıya inişimiz ve sürekliliğimizin ana hattı ,ana şarter kablosu gibi..bize sürekli enerjik bilgi veren- verici.. suret-i harfinde de yatabilirsin, harfin yeryüzüne sarkmış yatağında da korunarak uyuyabilirsin.. bu kef ile ye  anne gibiler bence…
**

ESMA-İ HÜSNA' NIN MERTEBELERİ
Fütuhat-ı Mekkiyye 66. Bölüm
Bil ki, ilahi isimler, hakikatlerin gereği olarak ortaya çıkan hal dilidir. O halde, şimdi işiteceklerin için aklını ayık tut !. Ve asla ne çokluk ve ne de varoluşsal bir birleşme vehmine de kapılma !. Ve ben burada, yalnızca akledilebilir bir çok hakikat mertebelerini, tecelli etmekte olan varoluş ( vücudun ayni ) açısından değil, nispetler açısından sıralayacağım. Çünkü, Zat olması bakımından Hak Teala' nın Yüce Zat' ı birdir.Ayrıca bizler, kendi varlığımızdan, muhtaçlığımızdan ve mümkün varlıklar olmamızdan kesin olarak bilmekteyiz ki, bizim için kendisine dayanacağımız bir tercih ettiricinin bulunması zorunludur. Ve bizim varoluşumuz, işte bu dayanılandan değişik nisbetleri taleb etmesi de zorunludur. Şari Teala , esma-i hüsna ile işte bu gerçeği ima etmektedir. Nitekim Hak Teala , Mütekellim ( konuşan ) olması hasebiyle, kendisinden başka bir ilah olmayan Biricik İlah olduğundan, hiç bir şekilde ortağı olmayacak bir biçimde, ilahi varoluşunun zorunluluğu mertebesinde, kendisini işte bu en güzel isimlerle isimlendirmiştir.

Daha işin başında , mümkünler alemindeki tercih ve te'siri ifade eden bu takrirden sonra " hal diliyle " derim ki; bütün isimler, müsemma mertebesinde bir araya gelerek, hakikat ve manalarına bir bir baktılar ve hemen gereklerinin ortaya çıkmasını talep ettiler ki; böylece etkileri ile birlikte tecelli, zuhur ve ayın ları ayrı ayrı ortaya çıkmış olsun. Çünkü başta takdir edici anlamındaki el- Halık ( her şeyi yaratan ), el- Alim ( bilgisi dışında hiç bir şey olmayan ), el- Mudebbir ( göklerden yere var olan her şeyi düzenleyip yöneten ), el- Mufassıl ( dünya yaşamında ayetlerinin en küçük ayrıntısını bile dışarıda bırakmadan açıklayan, ahirette ise her şey hakkındaki nihayi hükmü verecek olan ), el- Bari ( bütün özlerin ve görüntülerin bizzat yapıcısı ), el- Musavvir ( bütün formların ve görüntülerin bizzat şekil vericisi ), er- Razık ( bütün rızıkları bizzat veren ), el- Muhyi ( ölülere hayat veren ), el- Mumit ( ölümü yaratan ve öldüren ), el- Varis ( geçici olanlar göçüp gittikten sonra da her şeyin gerçek sahibi olarak kalacak olan ) ve eş- Şekur (gerçek anlamda şükredilecek olan ) olmak üzere bütün ilahi isimler, önce kendi zatlarına baktıklarında ; ne yaradılmış bir mahluk, ne göklerden yere kadar düzenlenip yönetilecek bir varlık, ne henüz dünyada en küçük ayrıntısı bile ihmal edilmeyecek şekilde açıklanacak bir ayet, ne ahirette, aralarında kesin hüküm verilecek ve ne de kendilerine rızık verilecek kimse göremeyince şöyle dediler : Bizim hükmümüzü iktidarımızı ortaya çıkaracak tecelliler tam olarak zuhur edene kadar bizler ne yapacağız ?

Bu sefer, alemin bazı hakikatlarının gereği olan tüm bu isimler, alemin tecellisi ve aynı zuhur ettikten sonra, bütün özlerin ve görüntülerin bizzat yapıcısı anlamına gelen " el- Bari " ismine sığınarak, ona şöyle derler : Bizim hükmümüz ve iktidarımız ortaya çıkması için, bu tecelliler keşki vücut bulup zuhur etse ! Çünkü bizim şimdi içinde bulunduğumuz mertebe etkimizi kabul etmemektedir. Bunun üzerine el- Bari şu cevabı verir : Bu iş, " el- Kadir " isminin tasarrufundadır. Çünkü ben de onun kapsam alanında ve etkisi altındayım !

Nitekim varlığı zorunlu olmayan tüm mümkünlerin aslı, henüz yokluk halinde bulunuyorlarken, tam bir tevazu içinde ve muhtaç halde yapılan istek gibi, ilahi isimlerden isteklerini şöyle dile getirirler : Yokluk bizleri, gerçekten birbirimizi algılamaktan körelttiği gibi, sizin için zorunlu olup ta Hak Teala' dan bizlerin üzerine düşen marifetten de köreltti. Eğer sizler, bizim tecellilerimizi ve ayn larımızı zuhur ettirmiş olursanız, bizlere varoluş elbisesini giydirmiş ve gerçekten nimet bağışlamış olursunuz. Ve böylece bizler de sizlerin hak ettiği yüceltme tazimi gösterelim. Çünkü sizlerin hükümranlığı da zaten bizlerin bilfiil zuhur etmesiyle meydana çıkacaktır. Halbuki şimdilik sizlerin hükümranlığı ve salahiyeti, yalnızca bilkuvve, potansiyel olarak vardır. O halde bizim sizden talep ettiğimiz, aslında bizlerden çok sizin hakkınızdır ! Bunun üzerine ilahi isimler; " Bu varoluşu zorunlu olmayan mümkünlerin söyledikleri doğrudur " diyerek bu isteği yerine getirmek için harakete geçerler.

Bu minval üzere, isimler, en sonunda el- Kadir ismine sığındıklarında bu sefer " el- Kadir " ismi şu cevabı verir : " Ben de , dilediğini yapan anlamındaki " el- Murid " isminin kapsam alanında ve etkisi altındayım! Ve sizlerin tecellisi ve aynı olan ne varsa, onların hepsi bu ismin ihtisas alanındadır. Nitekim hiç bir mümkün, kendi adına beni imkan alemine getiremez, ta ki Rabbisinin katından amir bir emir gelmedikçe ! Ve Rab, varolma emrini ; " Kun - ol " diyerek verdiğinde, kendiliğinden beni etkisi altına alır ve ben onun varetmesine bağlı olarak, hemen o anda onu oluşturur ve meydana getiririm. O halde sizler de benim gibi " el- Murid " ismine sığının ki, yokluk durumundan varoluş tarafına yönelerek tercih ve özelliğini o da sizler için gerçekleştirmiş olsun ! Bu durumda , hem ben, hem emreden ve hem de konuşan birleşerek , sizlerle birlikte varlığa gelelim. "

İlahi isimler " el- Murid " ismine başvurarak ona şöyle derler : " el- Kadir " ismine, bizim tecelli ve ayınlarımızın ortaya çıkmasını talep ettik, o da işi sana havale etti. O halde sen nasıl bir yol ve yordam önerirsin ? " el- Murid " ismi; " el- Kadir " doğru demiş ama, ben de, " el- Alim " isminin sizin hakkınızda nasıl bir hüküm verdiği konusunda bir bilgiye sahip değilim ! Zira onun ilminde, sizin varoluşunuz geçmektemidir ? bilemiyorum ! Sonuçta ben de " el- Alim " isminin kapsam alanında ve etkisi altındayım ! O halde gidin, sorununuzu bir de ona anlatın ! "

İlahi isimler bu sefer, " el- Alim " ismine başvururlar ve ona " el- Murid " isminin söylediklerini aktarırlar. " el- Alim " ism; " el- Murid " ismi doğru söylemektedir. Ve sizin varoluşunuz benim bilgim dahilindedir ama, bu konuda öncelikli olan edebe riayet etmektir. Çünkü bizim üzerimizde, bize hakim olup korumakta olan bir mertebe bulunmaktadır ki o da " Allah " ism-i celal'i dir. O halde hepimizin yalnızca onun huzurunda bulunmamız gerekir. Çünkü o mertebe, cem mertebesidir ."

Bunun üzerine bütün ilahi isimler, " Allah " ism-i celal'i mertebesinde toplanırlar. O, " Ne istiyorsunuz ?" der. Onlar durumu bildirince; " Ben, sizlerin tüm hakikatlerini kendisinde toplamış olan isim' im ve Ben tek başına " müsemma " ya delalet etmekteyim ki, o da Kutsal Zat' tır. O' nun kemal ve tenzih sıfatları vardır. O halde sizler şöyle bir durun bakalım da, Ben, kendisine delil olduğum , " medlulüm " ün huzuruna gireyim ! " der ve böylece " medlulü " nün huzuruna çıkarak , mümkünlerin dileklerini ve diğer isimlerle yapmış oldukları konuşmaları aktarır. Buna Kutsal Zat şöyle cevap verir : Çık ve isimlerin hepsine söyle ki, her birisi mümkünlerin hakikatlarının gereği ile bağ kursun ! Çünkü, Ben, Kendi açımdan yalnızca Kendim için Bir' im. Çünkü varlığı zorunlu olmayan mümkün varlıklar, Benim mertebemi talep ettikleri gibi, Benim mertebem de onları talep etmektedir. Halbuki ilahi isimlerin tümü, Benim için değil, kendi mertebeleri içindir. " el- Vahid " ismi ise bunlar içersinde özellikle, yalnızca Bana has bir isimdir. Ve ne isimlerden bir ismin, ne bir mertebenin ve ne de mümkün varlıkların içersinde, her yönden bu ismin hakikatında Bana ortak olacak hiç bir kimse de olamaz."

Böylece " Allah " ism-i celal'i , yanında, kendisine tercüman olacak " el- Mütekellim " ismi ile birlikte, mümkün varlıkların ve ilahi isimlerin yanına çıkar ve onlara " el- müsemma" nın söylediklerini aktarır. Ve " el- Alim ", " el- Murid ", " el- Kail ", " el-Kadir " isimleriyle bağlantı kurar, böylece, " el- Murid " isminin tahsisi ve " el- Alim " isminin hükmü gereği olarak " ilk mümkün " ortaya çıkmış olur.

Varlıklarda, tüm tecelliler, aynlar ve etkiler ortaya çıkınca, birbirlerine musallat olmaya ve bağlı bulundukları ve gereği oldukları isimlerden aldıkları güçle birbirlerine hükmetmeğe başlayınca, bu durum bir kargaşa ve husumetin ortaya çıkmasına sebep oldu.

Ve kendi kendilerine şu kanaate vardılar : " Bizler, düzenimizin bozulmasından endişe etmekteyiz ve bu gidişle daha önce bulunduğumuz yokluk haline dönüşeceğiz." Böylece mümkün varlıklar, kendilerine " el- Alim " ve " el- Murid " isimlerinin sağladığı imkanlar konusunda diğer isimleri şu şekilde uyardılar : " Ey ilahi isimler ! Eğer sizlerin hakimiyeti , " bilinen bir ölçü " , " çizgileri belirli bir sınır " ve sonunda dönüp varacağınız " bir imam " eşliğinde ise , bu, bizim varlığımızı da koruma altında tuttuğu gibi , sizlerin bizler üzerindeki etkilerin de devamını sağlıyacak demektir. Bu durum, hem bizler hem de sizler için en doğru olandır. O halde sizler, içersine girdiğimiz bu kaosu , " Allah " ism-i celal'ine arzedin !. Belki sizleri bir yerde tutup sınırlayacak birisini öne çıkartır. Aksi takdirde biz helak olacağız, sizler de atıl kalacaksınız! " İlahi isimler, bu teklife ; " İşte bu tam bir maslahat ve gerçek görüştür. " şeklinde karşılık vererek gereğini yaparlar ve şöyle derler : " Sizin işlerinize bakan ve çekip çeviren " el- Mudebbir " ismidir " Durumu, " el- Mudebbir " ismine arzettiklerinde , o da, " Ben de zaten bu işler için varım. " şeklinde bir cevap verir.

Bu sefer " el- Mudebbir " ismi huzura girer ve Hak Teala' nın emrini almış olarak " er- Rab " ismine gelir ve ona şöyle der : " Mümkün varlıkların tecelli ve ayınlarının bekası için maslahatın gereğini yerine getir ! "

Aldığı emir üzerine " er- Rab " ismi , kendisine yardımcı olacak , birisinin ismi " el- Mudebbir " diğerininki " el- Mufassıl" olan iki vezir tayin eder. Nitekim Hak Teala şöyle buyurmuştur : " Yargı Günü' nde Rabbinizin huzuruna çıkacağınıza yürekten kesin bir biçimde inanasınız diye, göklerden yere, varolan her şeyi düzenleyip yönetmekte ve ayetleri en ince ayrıntılarına varıncaya kadar açıklamaktadır. " ( Ra'd, 13/2) Allah kelamının ne kadar da muhkem olduğuna bir bak ve düşün ! Duruma olması gerektiği bir biçimde , uygun lafızlarla konu nasıl açıklanmaktadır ! Nitekim bu ayetteki " er- Rab " ismi, " el- imam " ı temsil etmektedir. O da " er- Rab " isminin zuhur mahallidir, Onun iki veziri vardır. Birincisi, gayb alemine bakan " Mudebbiru' l- emr " ; ikinci vezir ise, şehadet alemine bakan " Mufassılu' l- ayat " tır.

Böylece tüm ilahi isimlerin sınırlarını, " er- Rab" ismi belirler ve memleketin ıslahı, düzeni ve davranış yönünden hangisinin daha iyi olduğunu sınamak için ( Hud, 11/7 ; Mülk, 67/2 ) merasim kuralları koyar.

Alıntı:Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)
nur cihan
22.9.2013
nuralem7@hotmail.com