28 Mayıs 2009 Perşembe

BABANNEM ve DÜŞlerimden DÜŞürdüklerimin MASALı..(3)




27-mayıs-2009

çocuk, Babannesinin bostanında uzanmış, hava zerrelerine bulanmıştı..öyle, hiç kıpırdamadan düşünüyordu..Evvel Zaman, hayatına fiilen girdikten sonra,çok az kitap okumuştu..eskiden ne bulursa, anlamasa da okurdu.. okuduklarının hemen hiçbirini, inanılmaz zayıf olan hafızası yüzünden hatırlayamazdı..çok küçüklüğünden beri, ben anlamasam da, ruhum anlar ve bana anlatır gibi tuhaf bir anlayışa sahipti bu masal çocuğu...artık okuyacaklarını seçiyordu..çünkü kitaplar, kelimeler canlıydı , bazıları zarar veriyordu..mesela, şimdi, ilmi kibir-hased olmuşların kelimelerine cümlelerine bakıyordu çocuk..o harfler,o kelimeler,o cümleler nasıl acı ile çığlık atıyorlardı, ah bilseler..onca ilimle,habire anlattıkları o Noktay-ı Velayet ilmi ile neden hala Allah’ın; insana, insandan tecelli ettiğini kabul edemediklerini bir türlü anlayamıyordu çocuk..kendinden başka bir insanın varlığını kabul edebilmek ne kadar zordu, bunu anlıyordu ama onlar ilim sahipleriydi..çocuk çok cahil olduğu için o kadar zorlanmıştı..oysa onlar biliyorlardı..Namus-u Ekber Cebrail ne demekti?..Allah’la, peygamberin arasına mı girmişti ki; yok sayılıyordu..neye dayanarak hem de?..”ben .””ben” diyorlardı..ne beni yahu..”önce sen” olacaksın ki,sonra ben olasın değil mi?(önce” la ilahe…” olunurmuş …karşı taraf: “ey kulum” demeliymiş.)hem, her şey, aynı anda oluyor, zamansız ve mekansız tüm boyutlar iç içeyiz diyorlardı, hem de Hz. Peygamber’i tarihe gömüyorlardı..bu nasıl iş? çocuk hiç anlayamıyordu ki..önemli olan beden miydi, manasımıydı?mana ölürmüydü ki?hep tevhid den bahsediliyordu..Hz.Mevlana; hepi topu tek bir adamız diyordu..vahdet-i vücud diyorlardı..be sırrı diyorlardı..be nin kaç noktası vardı ki.?.hangi “Vücud “dan bugün işleniyorsun, o manayı bulup gelsene diyordu çocuk,kendi kendisine kızarak..

çocuk bedenine bakıyordu.tüm azalarını gözleri ile görebiliyordu bir tek vechini- yüzünü, kendi kendine seyredemiyordu..muhakkak bir aynaya ihtiyaç vardı bunun için, değil mi?..işte Kamil kişi, kendisini, Allah yolunda fenaya erdirmiş bir yokluk aynasıydı..
merak etme!! yine orada; göreceğin kendinmişsin-öyle diyorlar, diyordu çocuk, içindeki o kibirli-hased “ben “e..kimsenin ne senin ilminde gözü var, ne de bedeninde..çünkü gerçekte kimse kendisinden başka kimseyi sevemez..Hz. Mevlana demiş ya hanii..”insan aslını bilse, kimseye aşık olamaz, sadece kendisine aşık olur, sadece kendisini seyreder “diye işte öyle bir şey …


insan ne tuhaftı değil mi?..bedeninin estetiği- sağlığı için yapmadığını bırakmıyordu,.ruhunun ve gönlünün sağlığı-estetiğinin açığa çıkmasını bilen rehberleri ise; ünvanları, İslami –mürşid olduğu için en aşağılayıcı biçimde reddediyordu..oysa adı; yaşam koçu,gru,astroloğ,kozmik temizleyici(lavman uzmanı=XL detoxcu) v.s olduğunda, tüm servetini dökerek köle oluyordu..bir de, kendisinden daha çok bilen birine, benliği öyle bedavaya teslim etmek zordu..ucuzdur vardır hilesi misali..oysa canını alacak ya huuu, çok pahalı çokk…yani inanılmaz havalı ve sükseli..ama hava atmak yasak..konuşmak yasak..:)esas kişileri kaçırtansa;senin ne paran,ne makamın, ne eğitimin işe yaramıyormuş bu eğitimde..

eskiden her gün gazete okurdu .. pek çok dergi alırdı..üç senedir ne gazete, nede dergi, neredeyse hiçç okumamıştı çocuk..umurunda bile değildi..ne de, tv de haber,sorunlu ve felaketli yayınlar izlemişti..sadece müzik, o kadar..o bayağı müziklere ise ihtiyacı vardı, o yüzden..ve bu konuda şehirli- modern insandan çok geri idi, aynı babannesi kadar çağdışı ve cahildi yeni olaylar karşısında..dünyada –ülkede –yaşadığı şehirde neler olup bittiğini hiç bilmiyordu..ama bildiği; her şey, aynı tas -aynı hamam gidiyordu..oysa çocuk kendi içinde çokkk değişiyordu ..dışı ise hızla yaşlanıyordu..Zaman’a şikayeti vardı.çünkü onu tanıdığı şu kısacık zamanda saçlarını hızla ağartmayı başarmıştı:)tabii ki O, diyecekti ki:” bunun için çok şükredin çokk.”teşekkür ediyormuş çocuk..

çocuk, artık, bostandan eve dönmeliydi..yanlızlık Allah’a mahsus deniyordu ya..
Zaman demişti ki:” Allah bile, yalnız değil..Allah bile, kendisine peygamberleri ve velileri dost edinmiş..biz beşeriz, bize ne oluyor?.”

ve bir şeyler hakkında daha düşündü çocuk:”Gaib i sadece Allah bilirmiş. ama birde, Allah’ın bildirdikleri bilebilirmiş..kimse, Allah’ın dileğine, hesap soramazmış..

Allah, bize tüm esmalarını vermiş..sadece İlah-Tanrı esmasını vermemiş..çünkü Tanrı –İlah bir ve tek olan Allah’mış....Allah, Tanrı’lığını-İlah’lığını kimseye vermezmiş..o yüzden biz bu aleme ULUHİYETi tahsile değil, ABDİYETi tahsile gelmişiz..”
Allahu Ekber cümlesini hayal etmeye çalışmış.. Subhanallah’ı düşünmüş..isim ve sıfatların bittiği o anı..
Latif Gönlünün altındaki o Kızıl Kara Nokta-i deliği hayal etmiş..ve bunu düşünmemek için eve doğru yürümüş çocuk..çünkü buralar, çocuk aklı ile gidilecek yerler değilmiş vesselam..

köyden ayrılma vakti geliyordu..herkese, diş kirası kitaplar hediye edildi..çocuğun kitapları ise herkesten farklıydı..eski dil Osmanlıca-yeni Türkçe koskocaman bir sözlük,Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, Sultan Abdülhamid ..çocuk kitaplarına bakıp anlamına gülümsedi..bir de, S.Uludağ’ın Tasavvuf Terimleri Sözlüğü istedi…biri dedi ki:” sana, şimdiye dek verdiklerimizden hangisini okudun? anlat bakalım.”çocuk:”hiç birini..ben hiç kitap okuyamıyorum artık ,sonra okuyacağım” dedi..”neden okuyamıyormuşsun?” dediler..”çünkü Mürşid Kitabımı=A’Lİ KİTABI mı okuyorum” dedi.ve orada bulunan, evvel imamlardan birinin kitabını açtı çocuk..ilk gelen paragrafı okudu..okurken anlamından ağladı ve dönerek dedi ki, sorana:” bak işte bu yüzden okuyamıyorum..””iyi “dediler, “bizde, sana okuyabildiğinde yeni kitaplar veririz:)”
çocuk en nihayetinde kaç sene sonra, hayalinde ona verilen A’li Kitabı’nın Mürşid Kitabı –O Vücudun manasını(yani mürşidinden öğrenecekti)olduğunu idrak etmişti..öğretilmişti daha doğrusu..yaşatılarak öğretilmişti hem de..çok canı yanmıştı,çok seneler geçmişti ama olsun ,sonunda öğrenmişti, yaaa..hiçbir şey için geç değildi..

çocuk bir vakitler; birkaç sene, sadece, Osmanlı Tarihinde geçmiş hatırat kitapları okumuştu..ve bu birkaç senelik Osmanlı hatırat okuma idrakinden, çocukta en kalıcı olan “harem” di..tasavvufla çok bağlantılıydı harem..Kabe gibi..okuduğu tüm yabancı içerikli hatıratlarda; yabancılar-haram olanlar, sarayın haremine-helaline girebilmek için yapmadıklarını bırakmıyordu..ne rüşvet- ne koltuk, faydasızdı..sadece bir elçi, büyük rica ve rüşvetlerle tüm harem, yazlık saraydayken, haremin bir kısmını gezebilmişti..ama ne eşya ,nede bir insan görebilmişti..sadece kıpırdayan bir perdeden acaip hayaller üretmişti, aynı masal çocuğunun bir kelimeden,bir bakıştan, kendi kendi kendine manalar çıkartması gibi.. işte şimdi, çocuk, bu harem hakkında öğrendiklerini Ehl-i Tasavvufla,Haremin İçindekilerle=helal olanların ve ehli olmayanların, haram olanların=hareme alınmayanların arasındaki bağı çok güzel gözlemleyebiliyordu..onların yazılarından,anlattıklarından…gören göz yanılmazmış ve şaşmazmış..”Ben’i gören, O’nu gördü” misaliymiş bu bölüm..çocuk bu sözleri takip ediyormuş.



çocuk Abdülhamid Han’ın, vaktinin Gavs’ı olduğunu duymuştu birkaç kez, bunu sordu..”olabilir” dediler..Evvel Zaman’ın, Sultan Abdülhamid Han’ın kızı Ayşe Sultan’ı sık sık ziyaret ettiğini, kendisinden dinlemişti..O’na, ailesine, büyük hürmeti vardı Evvel Zaman’ın.. ve çocuk da, Ayşe Sultan’ın; Babam Abdülhamit Han kitabından çok etkilenmişti..ne yokluk çekmişlerdi, ne yokluk.. inanılmaz bir baskı..Evvel Zaman-ı İlahisi’nin; Ayşe Sultan’ın yaşadığı fakirliği hiç belli etmemek için sarfettiği, o asilliği anlatışını hatırladı çocuk..
her Türk evladı muhakkak bir padişahı özel severmiş..bizim masal çocuğu da en çok, Yavuz Sultan Selim Han’ı severmiş..buraya kaydetmek istemiş..

ve Evvel Zaman’ın bir manayı anlatabilmek için dediklerini:”senin efendin, kim olduğunu biliyor mu?” demişti çocuğa..”hayır” demişti çocuk.”bilmezz,bilemez..ne kadın kocasının kim olduğunu bilir ne koca karısının kim olduğunu bilir, aynı yastığa baş koyarlar ama birbirlerini tanıyamazlar..ne evlat anababayı, ne anababa evladını bilebilir..bu öyle bir dünyadır “demişti..
ve Zaman da geçen anlatmışt:”.İnsan-ı Kamiller’den en az faydalananlar, en yakın oldukları kendi aileleridir ..çünkü İnsan-ı Kamiller’de beşerdiler,aynı onlar gibiydiler..yer içer,sinirlenir,bağırır-çağırır,tuvalete giderlerdi..aynı onlar gibi davranırlardı..oysa insan hep olağanüstülük peşindeydi değil mi?”Yok tu yani, öyle hayalimizdeki evliya modeli.. uç- kaç yaşa bir şey yoktu..uçaklar ne işe yarıyor değil mi:)buna tenezzül etmezlermiş bir kere..çünkü keramet sergilemek çok ayıp bir şeymiş..keramet, ancak, başka yolla laf anlamayan içinmiş..marifet, insan gibi yaşabilmekmiş..

ve eklemişti Evvel Zaman:”dünyadaki bu zulmü cahiller mi yapıyor? Yoo, hayır.. bugün herkes okumuş, yazmış, diplomalı.. cahil yok..bu zulmü hep o diplomalı,okumuşlar yapıyor!!” deyişini..gerçekten de bugün hemen tüm alanlarda ,hatta şirketler neredeyse zorla, çalışanlarına; kişisel gelişim kursları aldırıyorlar ve onları her alanda aktif- bilinçli!! hale getirmek için uğraşıyorlardı..ama bu sadece kişilerin daha çok çalışıp, daha çok kazanma hırsını, daha lüx yaşama hırsını kamçılayacak şekilde, BEN üzerine yapılıyordu..herkes tek başına bir cumhuriyet-krallık derdindeydi..ve karşısına çıkanı ayağının altına almaktan çekinmiyordu..makam ve koltuk ve baş sevdası tüm değerleri ayaklar altına aldırabiliyordu tabii.. …dünyada ki fuhuş,uyuşturucu,içki,insan ticareti,silah,kimyasal ticaretleri yapanların hiçbiri cahil olamazdı değil mi?..uluslararası bağları vardı..hepsi en üst seviyede ilim sahipleri ve dokunulamayacak kadar yüksek stadüde olmaları gerekmeliydi..hepsi ölmemek için,mümkün olsa, tanrıCIK –ilahCIK olabilmek için; en ağır sporları yapıp ve son derece sağlıklı besleniyor olmalıydılar…ortalık Afrodit ten ve Herkül den geçilmiyordu zaten…sadece ağızlarını açıp konuşunca, o muazzam sihir bozuluyordu..bir gr. yağa dayanamazlardı onlar..beden, tapılacak tek yerdi çünkü..işte bedene bu derece şehvet duydurularak ruh ve kalp unutturulmuştu ya zaten.. bu sağlam bedenli ve sağlam çalışan -sağlamcı beyinlerin ne yazık ki gönül ilimleri olmadığı için kalp nahiyeleri, sadece, onlara kan pompalayan et halinde seyrediyordu..mesela iki dost bir araya gelsek ilk evvela kilolarımızdan bahseder olduk değil mi?neden peki?bu derece aşağılık komplexli olmamız, kimlerin faydasına düşünmek lazım…

bedeni estetik-simetrisi düzgün olmayanları ilim adamları bile horlar olmuştu yayın yoluyla..insanları depresyona sokup daha çok -kimyasal verip daha çok uyuşturmak için tuzaklardı sanki..şunu için, hemen zayıflayın,bunu yeyin hemen incelin,birde bu hareketi, şu fiyata sattığımız aletle yapın artist gibi olun v.s...bugün ev hanımlarının günlerinde bol bol estetik ameliyatları konuştuklarını biliyor muydunuz?..çok acıdır ki, her gün, tv de bangır bangır ve yazılı medyada estetik dr ların isimleri geçiyordu..ve ev hanımları da bu estetik dr. larının hemen hepsinin en iyi neyi kesip- biçip uzmanlaştıklarını ve hangi uzvu kaça kesip- yenisini kaça yaptıklarını biliyordu..gerektiğinde estetik yapılmalı,bu kadar olağanüstü-ilahi- değerli bir ilme kimse karşı değildi ama bu kadar ucuz(anlamda-fiyatta değil:) ve kolay olmamalı değil mi?oysa Allah bir yarattığını bir daha yaratmazdı ki..?ne gözü kör olup, yüreği ile görenler vardı..ne bedeni hasta olup, ruhu ile her mekanı seyredenler vardı..beden topraktı- yokluktu ve geldiği yere dönecekti..onun aslı vardı ..o ise” nur” dandı..o aslına bakmak lazımdı..aslında ise, zerre çirkinlik-kusur-özür yoktu.. olamazdı zaten..ASIL ÖZÜR VE KUSUR, BİZİM ÖZÜR VE KUSUR ARAYAN GÖZLERİMİZDE, KALPLERİMİZDEYDİ..

geçen sene bir konferans da dinlediği, madde ve mana ilmini birleştiren bir prof vardı çocuğun..onun sözlerini hiç unutmuyordu..demişti ki:”insanlık ,bilhassa kadınlar hiç bu devirdeki kadar aşağılanıp ezilmediler..hiç bu kadar horlanmadılar. çünkü eskiden, erkeklerin gönüllerinin eğitildiği,kalplerinin yumuşatıldığı tasavvuf okulları vardı..buraya gitmeyen, neredeyse yok idi..ama şimdi o okullar kapatıldı ve kalpleri-gönülleri eğitenler kalmadılar..ve insanlıkta bu acımasızlığa mahkum edildi ..”

Ehl-i Tasarrufu Tasavvuf hep derdi ki:”İslamiyet- Müslümanlık ince insanların işidir..her kişinin değil –Er kişinin işidir..kalpleri incelmiş kişilerin harcı yani..”

çocuk, Zaman Padişah’ına gitmişti..rüya görmeme ve anlatmama yasağı kalkmıştı..çünkü, artık tehlikeli alana girmişlerdi..çocuğun ders müfredatından biri de “Hak ile batılı ayırmaktı”..bu en zor bölümdü ..şimdilik “hak ile batılı nasıl ayıracağını sadece şu iki başlıkla biliyordu..”
1. si; Kur’an a ters düşmeyecekti..
2. si ise; Hz..Muhammed Mustafa’nın yaşantısına,sözlerine ve sevdiklerine ters düşmeyecekti..O, yaşayan ölçü idi..Hz. Rasul’ün eşi; Hz. Aişe’ye söven müminlerin annesine sövmüş sayılırdı.. harama girmiş olurdu..o mümin değildi..çocuk da o söveni sevmemek zorundaydı..çünkü, ilk evvela Kur’an, bu annelerimizi koruma altına almıştı..Hz. Muhammed(s.a.v) min dostları ve akrabaları olan, yani ailesine katılmış olan; Hz. Ebu Bekir’e,Hz. Ömer’e,Hz. Osman’a söven batıldı.. (Hz. Ali’nin; diğer oğullarına, kendinden önceki, dostları olan, halifelerin isimlerini verdiğini yeni öğrenmişti çocuk..) işte bu ölçüler üzere çocuk yürüyecekti inşallah…ve aminnn..



çocuk önemli bulduğu rüya ve müşahedelerini anlattı ve Zaman, onları, çocuğa lazım olduğu kadar açıkladı..açıklama istemesi yasak olduğu için, açıklanmayan bölümleri sormadı çocuk..oluruna bıraktı..nasılsa vakti gelince, her şey kendiliğinden, kendisini şerhediyordu..dedi ki Zaman:” Ben, Evvel Zamanına benzemem..O çok nazik, çok ince ,çok kibar bir insandı..O, sizi hiç kırmazdı ve dediklerinize hiç itiraz etmezdi..ama Ben öyle değilim ..kesin ve net söylerim.bu da,kişilere, sert uslup geliyor ama bu meşreb yapısı biliyorsun.?.O’nunla meşrebimiz farklı dedi..çocuk gülümseyerek onayladı..ama aslında ikisinin aynı manada olduklarını biliyordu ..biri Cemal’di biri Celal..lakin zıtları ile yine aynı manadaydılar.”Ya Zülcelali Vel İkram” üzere seyahat ediyordu..işte çocuğun meşrebi O’na uygun olduğu için buraya yollanmıştı ya zaten..demişti ki Evvel Zaman:” aynı frekansta olan evlilikler çok nadirdir..ve melekler bile onları gıpta ile seyredip tavaf ederler.”aynı frekansta birleşmek…ve bir sohbette anlattıklarını hatırladı:”bir mürşide gidersiniz ve onu beğenmeyip geri dönerseniz bilin ki aslında, o, sizi beğenmemiştir.. ve bazen de mürşidler sizi başka bir mürşide yollarlar..çünkü onunla ters esmalısınızdır ve eğitim süreniz uzar, oysa, sizi yolladığı aynı esmayı paylaştığınız başka bir mürşidle, diğeri ile 7 sende kat edeceğiniz mesafeyi, 7 ayda alırsınız” demişti..çocuk bu mevzuları anlamıyordu ama bu kadarını hatırlamak bile güzeldi..

çocuk Evvel Zaman’la alakalı rüyasını anlattı en son..ve dedi:” hiç, O’nu göremedim.. bir kere bile..bana kendisini göstermiyor”..zaman çok acaip bakarak:” görmedin mi?” dedi..sanki gözü ile çocuğu işaret ediyordu..çocuk çok dalgındı ..”hayır hiç görmedim “dedi..Zaman yine sordu..”görmedin mi ?”..hayır hiç göremedim dedi çocuk ama bir şey anlatılmak istendiğini sezdi ..anlaması gerekti, oysa, şimdi dalgındı..

son hurmasını, o gün yiyip gelen çocuk,teşekkür etti..”hurmalar bana çok iyi geldi..o şiddetli hislerim duruldu, artık dayanabiliyorum” dedi..Zaman gülümsedi..”ama kalbime çok ağır bir hüzün yerleşti” dedi çocuk şimdilerde, daha derinden ve daha hisli ağlıyordu…
“artık ağlamayacaksın” dedi Zaman…”ağlamanı yasaklıyorum..güleceksin..ağlamak yok”.çocuk şaşkın “nasıl yani?” der gibi baktı.”hüzün yok” dedi Zaman..”kalpte hüzün olmaz ..oraya sevinç yerleşecek..sevinç gelecek..ağlayacağın vakit, hemen; sana ,ağlamanı yasakladığımı hatırlayıp güleceksin, tamam mı?” dedi Zaman..”tamam” dedi çocuk.

artık, O’nu görmeden yaşabilirim sanıyordu..onu düşünmeden de..sanki bu muhabbet dersi bitmiş gibi geliyordu çocuğa ..geleceği bilemiyordu ki..ve dedi ki “ben, bir ay gelmeyeceğim.”.”neden?” dedi Zaman “gel.”.”hayır gelmeyeceğim ,sizi rahatsız etmek istemiyorum,siz çok yoğunsunuz .”.”hayır, gel, daha erken gel” dedi zaman..”gelmeyeceğim” dedi çocuk..”gel, gel” dedi zaman ..”tamam” dedi çocuk..



Çocuk için, dünyadaki en zor şeylerden biriside; birine telefon açıp konuşmaktı..başkasının özeline girmek çok korkunç dokunuyordu çocuğa..ve telefonda konuşma özürlüydü..insan görmediğiyle konuşamıyordu ki”sizi ararken ne kadar zorlandığımı biliyor musunuz?” dedi çocuk..başını salladı Zaman ..”biliyorum” dedi ve bu konuda rahat olmasını söyledi..

ve çocuk şimdiye dek yaptığı tüm edebsizlikler için özür diledi..onları kontrol edemediği için üzgündü ama elinde olmadığını ve onlardan utanmadığını da ifade etti, anlattı..”sakın böyle düşünme “dedi Zaman..”senin düşündüğün gibi bir hal görmedim, hiç öyle bir şey olmadı” dedi Zaman..çocuk:”ben sizin yüzyıllardır süren bu disiplinli,incelmiş hareket ve sözlerinizi, Siz’e karşı yerine getiremiyorum..biliyorsunuz, hiç alışık değilim, böyle yetişmedim” dedi..”olduğun gibi kal,hiç mahsuru yok” dedi Zaman ..”ben memnunum..nasıl dilersen öyle davran,rahat ol .”.çocuk her zaman O’nu görür ve biraz muhabbetten sonra evine dönerdi..”bugün, sizi seyredeceğim” dedi gülerek çocuk..”tamam, seyret “dedi Zaman..o gün Zaman’ın İlk Mürşidi’nin anma gecesi varmış..O’nu anlattı Padişah-ı İlahi’si çocuğa ve çocuktan izin istedi:”O’nun için, ruhen hazırlık yapmam lazım, biraz yalnız kalmalıyım” dedi..çocuk O’nu anlıyor ve saygı duyuyordu..İlk Efendi’sinin kendisi için ne anlama geldiğini çocuğa gülerek anlatmıştı eskiden, Zaman..çocuk, bu mukaddes anı izleyecekti..sağ elini kalbin üzerine koyarak hafifçe eğildi çocuk..ve O’nu izlemeye, yerine gitti..

çocuk çok sevindi..bir tek ,O’nun tam karşına gelen yer boştu .oraya oturdu..yanında da bu mekanın en yaşlısı,en saygı duyulanı, artık bebek olmuş bir masum vardı..O’nun elini öptü,dudağına buse kondurdu..çocuk güldü..o güldü..ve GERÇEK MAKAM-I GÜL’ döndüler..



ve seromoni başladı..Padişah,ı Zaman, aynı Evvel Zaman’ın onları hayalinde tanıştırdığı kıyafetlerini giyerek gelmişti..Padişah Libası..Kırık Beyaz bir Hırka ve Beyaz bir Takke..ve dizleri üzerinde ritüeline başladı..


O, az sonra, vecde girmeye başladı..yüzüne derin bir huzur ve mutluluk geldi..öylesine bir dinginlik-huzur hali vardı ki yüzünde; yukarı kıvrılmış dudakları neredeyse; kalbindeki kahkahaları kontrol etmeye çalışan , tutan gülme eylemindeydi..gittikçe, nur-ziya artıyordu..Zaman kıyafetleri ile bütünleşen ışığın içindeydi şimdi..çocuk O’nu büyük bir hayranlıkla –gıpta ile izliyordu..O, sevgilisi ile buluşmuştu..bir avucu dizlerinin üzerinde yukarıya doğru açıktı…öyle güzelleşmişti ki anlatılamaz..SAF NURlanmak üzereydi..ne yaşı vardı ne yaşanmışlık izleri şimdi..Nur’dan Sütunlu O Peygamber Manalı Erler’e benzemişti…BEYAZ GÜL dü O…çocuk O’na hayrandı..bu mukaddes- mahremiyeti tenezzül edip çocuğa göstermişti..gördüm dedi çocuk gördüm..O’nun nazla,işveyle salınışına baktı…ondaki Cilve-i İlahi,ondaki şu İşveli Naz hiç kimseye böyle yakışamazdı biliyordu..ah dedi ahhh.. O, şimdi Rahman’ın Gelini…mahrem alan,haram olan..çocuk ondaki güzelliğe baktı..”hayranım  Sana “dedi..”Allahım benden O’nu seven ,O’nu selamlayan sen ol..ben O’nu hakkı ile sevemem ve selamlayamam ..lütfen” dedi..

Zaman bu mukaddes anı çok kısa tuttu..yarım bıraktı..çocuk,biliyordu ki yarım dı..az evvel yarım bırakmaması için ricada bulunduğunda, Zaman’ın nasıl gülümsediğini hayal etti..ve hatırladı: Güneş’in önünde, küçük ay ın gölgesiz tutulurken ki selamlarını .. o gecenin nihayetinde Güneş-i İlahi, şu anlama gelen ayetle sözlerini bitirmişti:”Ey Habibim.. Sen yeter diyene dek vereceğim..Sen yeter diyene dek…….”

çocuk yetmez dedi…yetmez…bu henüz başlangıç..gördüm ,gördüm ama yetmez…gördüğüm yetmez..daha ötesi var biliyorum yetmez dedi çocuk….bunu SADECE SEN YAŞADIN, ben seyredip, gördüm..lütfen dedi çocuk lütfen….
teşekkür ediyorum..sonsuz kere teşekkür ediyorum Efendim….
Nur Cihan
27.05.2009
nuralem7@hotmail.com


20 Mayıs 2009 Çarşamba

BABANNEM ve DÜŞlerimden DÜŞürdüklerimin MASALı..(2)




















BABANNEM ve DÜŞlerimden DÜŞürdüklerimin MASALı..(2)

9-mayıs-2009

Zaman, tüm sesi ile en şiddetli rüzgarlar gibi esti geçti..aynı O’nun anlamını ilk tanıdığı halindeki gibi esiyordu..çocuk, O’nun korkusundan sığınacak yer arıyordu hani..”benim binlerce dervişim var ama senin gibi dervişim hiç olmadı ..senin gibisini hiç görmedim..sen nasıl bir şeysin.?.her istediğin hemen olsun istiyorsun ..ben senin kalbini acıtmak için, ağlatmak için var değilim”….ve esti.. ve gürledi, çocuğu en alıngan yerinden vurdu geçti…ve çocuk şiddetli yağmurlar gibi sağanak sağanak ağladı..oysa, başına çektiği örtülerinin içinde, ağlayarak düşünüyordu:bu ne kadar kontrollü bir öfkeydi ..o sözler ne kadar seçilerek söylenmişti.. ne değerli-övgü dolu kelimelerdi.. mutluluk ,sahiplenilmişlik ve korunmuşluk bahşeden,herkesle konuşulmayan, dostlarla paylaşılan meseleler-sorunlardı..çocuk, O’nu görememenin ızdırabından, hiçbir şey anlayacak halde değildi…O’nu üzmüştü,incitmişti, kırmıştı..


hayatındaki herkesi yok etmişti..sadece O vardı..kimseyi istemiyordu yanında..kimseyle konuşmak bile istemiyordu..çünkü, başkaları olunca, O’nu düşünemiyordu..yapayanlız kalmak ve sadece O’nu düşünmek istiyordu..”bir daha O’nu görmeye gitmeyeceğim” dedi.. “bir daha asla anmayacağım.. bitti her şey”.çocuğun elinde olsa O’nu severmiydi ki?(evettt.. sadece O’nu severdi:)sevmek kimsenin elinde değilmiş meğer ,gönül kimi-ne vakit-nasıl seveceğine kendisi karar veriyormuş..ferman da dinlemiyormuş ne yazık ki..

”hakikatte madem ki her şey bir, neden bende, diğer insanlar gibi normal yaşamıyor ve bu zorlu yolu istiyorum” dedi..istediği olmayacak bir şeydi, bunu bildiği halde istiyordu ve bir hayalden başka bir şey de değildi..ama çocuk tüm çırpınışlarına rağmen bu hayalden uyanamıyordu..oyundan çıkmak istiyordu..çok yorulmuştu ve çok usanmıştı. mızıkmıştı..ama oyundan çıkmasına izin vermiyorlardı..aynı Evvel Zaman’ın, ona söylediği gibi:”artık korunmak lazım” demişti “yol tehlikelileşiyor..” Makam-ı Kul’u vardı çocuğun.. en sevilen.. O sevildiği için; her şey gibi, çocukta var edilmişti ya zaten.. O varken, hiçbir şey çocuğa yaklaşamazdı.. bunun eminliğinden-himayesinden çocuk bu kadar cesurdu ..çocuk “gitmeyeceğim” dedi.. tekrar,”bitti..artık O’nu düşünmeyeceğim..”ama ne kalbi ne ayakları onu dinledi..bir kaç saat sonra Kabe’sindeydi....O, ritüellerini yaparken öyle çok ağladı ki; çocuk kendisine, kendi bile acıdı..ne hale gelmişti..madem bu kadar sevebilme potansiyeli vardı..neden şimdiye dek, bu, belli bile olmamıştı,neden?...ömrü bitmek üzereydi..peki bu kalp neden vaktinde ve gerektiğinde, kimseyi sevmeyi başaramamıştı?bir zamanlar, kendilerini sevsin diye, kendisine ağlayarak yalvaranları bile sevememişti çocuk..böyle sevgi olur mu?ne tehlikeli bir şey bu..öyle çok ağladı kiii, selamlarına gözyaşları eşlik etti durdu..ve beklerken:” geri döneceğim, benim ne işim var burada ..daha fazlasını kaldıramam ,yapamıyorum ,benim sıradanlığım ve basitliğim için değil bu işler” dedi..ama ne ayakları ne gönlü onu yine dinlemedi..kapıya geldi..öyle çok görüşmek için bekleyen vardı ki.. lütfedildi ve çocuk ilk önce içeri alındı..

birkaç saat evvel esip gürleyen ile; zavallı ağlayan karşı karşıya idiler..çocuk Güneş’ini görünce her şeyi unutup gülümsedi..ve istediğini yapmak istedi..Makam-ı Disiplin Güneş’i dedi ki:”benim dediğimi yapmazsan seninle konuşmam.. bak!! çıkar giderim..”bu ne inanılmaz cümleydi..O çıkıp gidecekti..çocuğa ,sen çık git!! demiyordu..lütfediyordu..”tamam “dedi uslu çocuk.. dediğini yaptı..
”al.. bak!!” dedi gülen çocuk gözleri ile Zaman..”bu senin.. sana.. Ben’den.. sadece senin için…”çocuk hayatında hiç bu kadar, tek tek anlam yüklenmiş değerli sözlerle;böyle, inanılmaz saf- temiz -çocuk ruh gözleri ile, ona hediye vereni görmemişti. İki çocuk ruh kadar tertemiz ve safdılar şimdi....duygulanarak,gözleri dolarak hediyesini aldı ve baktı..şeffaf bir kutu içinde acve hurmaları, aynı akik taşları gibi dizilmişlerdi…mahçup,gülümseyerek teşekkür etti çocuk..ne olmuştu da böyle sukün olmuştu,hayret..onun yanındayken neden bu kadar sakinleşiyor ve huzur buluyordu, hayret..hiç bir şey düşünemiyordu..sadece O’nu seyretsin ve sohbet etsinler..başka ne istenebilirdi ki?O, çocuğa o kadar güzel gözüküyordu,o kadar anlamlı duruyordu ,o kadar saf ve derindi ki..O celalin ve cemalin ötesindeydi.. günahın ve sevabın ötesindeydi ..kuralsızlığın kural koyucusuydu sanki.öyle değerliydi ki..başka biri yoktu çocuk için, sadece O vardı…eşsiz ve benzersizdi..

ve Zaman çocuğa ikramda bulundu ve evindeki bir halinden bahsetti..çocuk utanarak gülümsedi…bir şeyler söyledi..babasına, sorduğu soruyu hatırladı.”beni, evimde yada başka yerde görebilir mi, izler mi?” demişti..”evet.. izler..seyretmek çok kolay.. bunda bir şey yok..ama O tenezzül etmez, bakmaz “demişti babası..demek seyretmiş, tenezzül etmiş diye düşündü çocuk..mahzuru yoktu.. çünkü çocuk kendisini O’ndan ayrı düşünmüyordu..o teslimdi ve O’nda yok olana dek asla huzura ermeyecekti..o ise, O’nu ,seyretmeye dayanamazdı. çünkü O’na karşı çok kıskançtı, onun için..


çocuk konuştu..Zaman konuştu..çocuk o rüzgarın etkisi ile sık sık, onun sözünü kesti, edebsizce ve incindiğini sandığı için konuştu durdu..Zaman, onu sabırla dinledi..”bana bağırdınız” dedi çocuk..”sana bağırmadım ben,üzüldüm” dedi..”senin o kadar ağlaman beni çok üzüyor ..ben seni mutlu ve huzurlu etmek için varım ..sen bu kadar ağlıyorsan, ben, vazifemi yapamıyorum” demektir dedi..”istemezseniz bir daha asla gelmem” dedi çocuk..”hayır, gel” dedi Zaman..”istemezseniz bir daha asla aramam “dedi çocuk..”hayır, ara” dedi Zaman..çocuk O’na olan sevgisinin anlamını anlattı..dedi Zaman:” hayır.. sen nefsinle seviyorsun..o dediğin şekilde sevmiyorsun ki..””nereden anladınız? “dedi çocuk..”çünkü hala istiyorsun ..sevmenin ve duyguların günahı olmaz.bunlar insanın elinde değildir” dedi Zaman.”ama istemek iradeden kaynaklanır. o yüzden de istemenin günahı olur..sen hala istiyorsun bak!..saf sevgi kalması lazım..”bu arada çocuk kaç kere:” istiyorum” dediyse Zaman ona işaret ediyordu:”bak yine istiyorum dedin ?””peki” dedi çocuk” nasıl anlayacağız.”.”benim işim bu” dedi Makam-ı İrşad:” ben anlarım..sen de anlayacaksın..bu geliş gidişlerde-dersler devam etikçe zamanla bakacağız, sen ilerleyeceksin..istek kalmayacak. saf sevgi kalacak,istemeyeceksin.. sen bile anlayacaksın.”

çocuk hırçındı:”ben, ait olduğum yere geri dönmek istiyorum” dedi..”dönemezsin” dedi Zaman..”her gün ölebilmek için dua ediyorum ,bu dünyada hiçbir şeyde başarılı olamıyorum ..hiçbir şeye ilgi duymuyorum..geri dönmek istiyorum..””hoppala” dedi zaman..”o zaman boşuna uğraşıyorum ..ben senin mutlu ve huzurlu olman için varım..bu demektir ki başarılı olamıyorum.”.”kimseyi sevemiyorum, sizden başka” dedi çocuk..gülümseyerek” seversin” dedi Zaman..”sevemiyorum” dedi çocuk ..”seversin” dedi yine Zaman..
Zaman sakin ve sabırla çocuğa anlatı..anlattı..anlattı..

dedi ki Zaman:”aldığın nefes bir an kesilse ne olur?..sen, bir nefesini milyarlara değişir misin?”çocuk daha, O, cümleyi kurarken hayatında verdiği en akıllı cevabı aniden söyledi..söylerken kendisi bile bu muhteşem cevaba şaştı..bu cevap onun ruhundan dı, anladı..gülümseyerek :”vermem” dedi çocuk..”o nefes sizsiniz çünkü..”


ve anlattı Makam-ı KUL:”sen başına geleni kabul ediyorsun ama aslında razı değilsin..o yüzden de acı çekiyorsun, çünkü istiyorsun.” çocuk biliyordu bunu.. sesli istemiyordu ki.. ama dedi Zaman bilerek:” için istiyor..razı ol,şükret bak, her şey değişecek ..sen olana sabrediyorsun ama razı değilsin..için razı değil” dedi..”evet “dedi çocuk “razı değilim” dedi..çok kırgındı çocuk, çokkkk..her an yeniden kanatan, camdan can kırıkları vardı onun..her olup biteni kabul etse,sabretse de o kırgınlık ,o dağılmışlık ,o koskocaman hüzün dağılmıyordu ki..elinde değildi..çocuk kendi istediği gibi olmayan her şeyi red ederdi gerçekten de..sadece onun dilediği gibi olmalıydı.. ne yazık ki buda hiç gerçekleşmiyordu..gerçekleşse de işte böyle ulaşılamaz oluyordu..”ne gelirse kabul edeceksin,eyvallah diyeceksin” dedi çocuğa Zaman.”.eyvallah deyip geçmeyi öğreneceksin..”


bugün farklı idi..çocuk onunla dost oluyordu, bunu tahmin ediyordu…onunla öyle dost olmak istiyordu ki, teklifsiz ve karşılıksız olsun..en safından birbirlerine karışmış, birbirlerinde yok olmuş gibi..ancak bu kadarını hayal edebiliyordu istediği dostluğun..daha ilerisini hayal edemiyordu..bu sevgi gönül işiymiş ya hani..o gönlünde ne cinsiyeti varmış, nede bir bedeni ya hani..işte burası bilinmeyen ak noktalar diyarı gibiymiş..nur tarlası..


çocuk imkansızlıklardan dem vurdu..”imkansız diye bir şey yoktur” dedi Zaman..”bak” dedi “ben varım ama ..”çocuk ona inanamayan gözlerle gülümsedi..”varım” dedi Zaman..”hayattayım ve yaşıyorum..”çocuk aynı inanmayan gözlerle O’na sevgi ve şefkatle gülümsedi..çocuk yaşlanıyordu ve zaman geçiyordu.. “vakit bereketlenebilir ,biliyorsun” dedi Zaman..çocuk gülümsedi..çocuk bu alemden kopmuştu..öyle bir kopuş ki, onu tutan ip sadece O’nun elindeydi ve o çocuğun karşısındaydı. çocuk sadece O’nunla yaşama tutunabilirdi..

çocuk giderek duygularının ve düşüncelerinin daha latifleştiğini hissediyordu..her baktığı ,her duyduğu söze pek çok anlam yükleyebiliyordu..bu sonsuza gidebilirdi, anlamıştı..”ilmi isteyene veririm buydu işte.”ilim hep çoğalmaya mahkumdu..ama sevgi ilimden çok daha özel ve derindi..ilim neydi ki, aşk ın yanında..hiç ti..teferruattı..

sanki içi boşalmıştı..sadece kılıf gibiydi bedeni..ve artık insanlar onu daha çok incitiyordu..daha çok ıssızlaşmak ihtiyacı duyuyordu..o buraya ait değildi..gitmek istiyordu..O’da ulaşamayacağı kadar yukarıdaydı..


O’na masallarını uzattı..masallarından başka verecek hiçbir şeyi yoktu çocuğun ve masalları da O’ndan geliyordu..çocuğun masalları O’nun izniyle yazıldığı için canlıydı..aynı sevdiği,okuduğu canlı kitapları gibi canlıydı..bu tenezzülün en doruk noktasıydı anlayan için..o sadece bir papağandı..ama O’nun papağanı… bu bile güzeldi..
çocuk yoktu.. aynı masalları gibi bir masaldı ve O’da çocuğun masal kahramanıydı..tabii çocuk yazarken ağlıyormuş…..
…………………

eve dönünce hurmalarından yedi çocuk ve uyudu..sabah gülümseyerek-teşekkürlerle uyandı ve şöyle dedi..Yunus’un söyledikleri doğruymuş..isteyene ver onu.. ben, seni istiyorum. seni seyretmek ve seni dinlemek, başka hiçbir şey değil:)dedi…

tv. yi açtı..bir kanalda Kur’an meali vardı..Hz. Süleyman’ın, Belkıs’ı sarayındaki havuzdan geçirmesinin ayetiydi..çocuk ahh dedi ahh anlama bak…cam silicisinin cilaladığı, o camdan kalbi hayal etti..Belkıs’ın, Süleyman’ın gönlüne taht kuruşunu düşündü..ne güzeldi..sevindi..Süleyman önce;” tahtı-arş’ı-gönlü”, sonra o tahtın sahibini gönlüne getirmişti ve hane mamur olmuştu..yada bu ters manada olsa bile fark etmiyordu..gönüller bir olmuştu..önemli olanda buydu..onlar bir ve aynıydılar..bir beden de iki gönül olamayacağı için; aslında Belkıs’ın getirdiğini sandığı, o, taht-ı arş-ı gönül , Süleyman’ın, ona yolladığı mülküydü..Süleyman’ın bildiğiydi bu ilim.sadece, bunun yeni farkına varan Belkıs’tı,o kadar..bir bedende iki balıkçıl kuşu kadar mutluydular şimdi..

hurma kutusunu eline aldı üzerindekileri okudu..Medine Hurmacısı.. ve sahibinin ismine baktı..”bir insanın bu kadar ihtişamlı ismi olur mu? Olursa ne olur? “diye düşündü ve güldü..O, olurdu tabii..hurmacının adresine baktı..muhteşemdi..her şey çok anlamlıydı ve çocuk mecaz çözmeyi ne çok seviyordu..O’nun kelimelerinin ,cümlelerinin mana arkeoloğuna dönüşmüştü..her şey ne güzeldi şimdi..bu hurma kutusu; çocuğun ona sunduğu latif kalbinin ikiziydi-izdüşümüydü aslında..ne incelikli bir hediye…Hz. Mevlana demişti ki:” kimin öyle bir kalbi olursa, o kişi, işi gücü bırakıp, o gönlün bekçisi olsun..zira en ufak çatlak istemezdi o gönül, içindeki inciler akıp giderdi çünkü..”işte çocuk bu manayı öğrendiği için hak etmediği o kalbi, ait olduğu yere iade etmişti..çocuk hem çok incinirdi, hem de bol bol incitirdi..şimdi anlamıştı çocuk neler olduğunu..ve işaretlerini okumaya başladı..


çocuk dikdörtgen hurma kutusuna baktı..ona sunduğu latif küre gönlünü hayal etti..dairenin izdüşümü kareymiş ya hani, aklına geldi; Kabe’nin hatim bölgesi ile dikdörtgen olduğu ve gülümsedi(hz.İbrahim ve Hacer i hayal etti..)çocuk ona batınını sunmuştu O, ise zuhur mahaliydi..iç ve dış birleşmişti yani..ve çocuk O’na içi boş himmetleri vermişti.. O bunları, Peygamberin eli ile diktiği, o muhteşem akik taşına benzeyen hurmalar ile doldurmuştu..ve çocuk hurmalarına baktı..bu kutuya, iki sıra halinde, muntazam dizilmiş hurmaları saydı tam 100 adettiler..her katta 50(o. :) hurma vardı ve 5 muhteşem bir rakamdı..Celali ve Cemali.iki elin birliğini..aileyi..sabr-ı, asr-ı, bir nebze anladı sanki..ve tesbihin manasını belki de…gülümsedi çocuk..insan bu kadar mı anlamlı hediye verebilirdi.?. bu kadar mı sonsuz manayı bir şeffaf kutuya sığdırabilirdi?çocuk ne şanslıydı…O’nun dediği gibi şükretmeliydi,çokkk şükretmeliydi..O çocuğa demişti ki:” siz şükretmelisiniz, hem de çok şükretmelisiniz..”çocuk O’na gönlünü vermişti ya hani, işte ,o gönüle girdiğinin deliliydi bu hurma kutusu çocuk için..ve o gönle giren asla çıkamazdı..bunu kendisi söylemişti çocuğa..



çocuk son zamanlarda nedense içinde hacca gideceği hissiyle yaşıyordu..nasıl olacak bilmiyordu ama gidecekti işte.. demek ki gitmişti..bilmeden hem de O’nun gönlünde..
Makam-ı LAcivert gittiği arınmışlık denizinde öyle arınmıştı ki, bu aleme döndüğünde kirlenmesi lazımdı.ama kirlenmeyen, arı duru kaynağı, kendisinin makamıydı..kir orada duramazdı ki...O beşerdi ve beşerler hata yapardı.ve en büyük günah belki de mahsun,O’nu gerçekten seven bir gönlü yıkmaktı..işte, O bunu gerçekleştirmişti.. artık anlamıştı ki, kırdığı o kalp çocuğa ait değildi.. O, kendi gönlünü kırmıştı..ve O’nun gönlü asla kırılmazdı..işte akıp giden incilerinin yerine, gerçek mana hurmaları ile dolu bir şeffaf kalp getirmişti..o çocuğun tüm günahlarını üstlenip, çocuğu paklamıştı..çocuk buna layık değildi..ve şükrediyordu ….çünkü büyük tevbe ayındaydılar ve artık çocuğun hayatı saatli maarif takvimine endeksli gidiyordu..O, gerçek bir Mutlak Mürşid-i Azam’dı ve müfredata sonuna dek uyuyordu..tabiat-tarih ve çocuk bir bütündü..gönlünün ihtiyaçları,ruhunun ihtiyaçları,nefsinin ihtiyaçları,bedenin ihtiyaçları bir bütün olarak vaktinde seyrettiriliyordu..

babanne kelimesine baktı..baba anne, bab anne ve daha ne çok mana var.. ah ne güzeldi..şimdiye dek, neden bunun farkına varmamıştı ki.?.bu kendisini bilemeyen kadını düşündü..bazen Allah işlediği eli kendisine bildirmezmiş ya hani..işte çocuğun babannesi de böyle kendisini bilemeyen aletlerdenmiş..ata dedelerine, padişah fermanı ile verilmiş bir beziryağı değirmenleri varmış eskiden..babannesi geceleri tek başına işte bu değirmeni beklermiş....orada geceler boyu korkmadan ne düşündüğünü merak etmiş.çocuk, bostanın altından akan dereye gitmiş..her yer amazon gibi olduğu için çaresiz bakıp geri dönmek zorunda kalmış ..zaten, değirmenin devasa taşları da, evin bahçe duvarında diziliymiş..3 tane tekerlek taş..bir devasa daire taş.. diğeri iki eşit büyüklükte onun yarısı kadar iki daire taş..anlamlıymış tabii..manaya gel demiş çocuk yazarken manaya gel…değirmenin yerinde ise yeller esiyormuş. sadece akan-kıvrım kıvrım bir dere, uzun ince bir yolda, seyrine devam ediyormuş..

köylüler hiç korkmazlarmış..oysa bizler- şehirliler ne korkakız değil mi?herkeslerden korkarız ..herkesi suçlu biliriz..evimize tanımadıklarımızı almayız mesela..ama köylüler-yakın olanlar, hiç tanımadıklarına bile kapılarını açar ve yedirip,içirebilirler hatta yatıya kaldırabilirlermiş..insan köye gittiğinde kendisini çok değerli hissediyormuş..çok ilginçmiş bu…şehirde ise kimsenin kimseye değer falan verdiği yokmuş hakikatte..korkunç bir bencillik varmış nedense..doğallıktan uzaklaştıkça belki de huylarda yapmacıklaştığı içindir..kontrollü ve kurallı ama samimiyetsiz bir kontrol ve kural bu..

ve köy evlerini düşünmüş çocuk..sanki Nuh’un tufanını görmüş ve o zamana öykünmüşlerin, bir daha tufan olursa limana demir atmış –Nuh’un gemisi –evi gibi yaptıkları bir evmiş, bu ev..sanki bir daha tufan olsa, ev direklerin üzerinden çıkıp yüzebilecek gemi gibi gelirmiş çocuğa..ev sadece direkler üzerindeymiş..zeminde,direk aralarına, bölümlere hayvanlar için “dam”-ahır yapılmış..ön direklerin altında kışlık odunlar istif edilirmiş..önden, seki üstünde tek katlı duran bu çatılı ahşap kütüklerden yapılmış evde hiç çivi yokmuş mesela eskiden..geçme usulmüş..arkadan iki katlı gözükürmüş çatı ile üç kat..ve eve bir gemiye biner gibi” basak” denilen bir ahşap köprüden girilirmiş..ve direk “hayat” denilen koskocaman bir salon güverteye..hayat ın iki yanında eşit dizimli oda-“evler” varmış.evlerin her birinin içinde; gizli bir dolap şeklinde“hamam”-banyo ve yanında bir taş örme “ocak”-şömine ve “yüklük”-dolap varmış..tavana yakın “tereke”-raflar olurmuş oda-evlerde..her evde,sabit ahşap, seki şeklinde bir “pereke”-divan varmış..”hel-a”-tuvaletleride içindeymiş bu köy evlerinin..demek ki eskiden yaşayan bu insanlar kişisel özgürlüklerine çok düşkünlermiş..kendi cumhuriyetleri, aynı evin içinde bile varmış..şimdi bu şekilde, şehirde kaç ev varmış düşünmek lazımmış..Anadolu Medeniyeti nereden gelmiş düşünmek lazımmış değil mi?büyük şehirlerde bile, hiç hava almayan duvarlara sahip,plastik pencerelerle dolu,plastik aksesuarlı küçük bir dairelerde tek banyoyu ,işlevsiz küçük odaları ,iç içe senelerdir kullanan-bir iki-bazen daha fazla nesil, bir arada yaşayan sözde Müslüman ailelerin düşünmesi lazımmış..aileye saygı nedir..mahremiyet nedir?insan geçmişinden neden utansın ki?..olan olmuş ve geçmiştir ..onlar tüm imkansızlıklarla neler yapmışlar .biz, kendimiz, onların koyduğunun üzerine ne koyabilmişiz ona bakmalıyız..utanacak biri varsa oda biziz..ne kadar ileri gittiğimiz sadece evlerimizden bile belli olur..teknoloji rahatlıktır ama mutluluk ve huzur başka bir şeydir..her şeyi alabilirsiniz,her şey bir “tık “mesafesinde ve kolaylığında olabilir ama mutluluğu-huzuru satın alamazsınız..bugün diplomaları bile satın alanlar var-makamları mevkileri..insanları…huzuru ve iç dingiliği satın alabilene henüz rastlanamamış ne yazık ki..burada düşünmek lazım biz ne kadar medeni ve gelişmişiz diye değil mi?gelişmiş olan makineler mi yoksa insan mı?galiba gelişen sadece makineler değil mi?işte bizde o yüzden” insan olmak yerine; ne zaman daha tekno robotlara dönüşebileceğimizi merak eder olmuşuz..”

çocuk geçmişini arıyormuş ya hani..işte eskiden bir gün, tv de Eurovision yarışmasının sonuçlarını görmüş..Ukrayna denen bir ülke kazanmışmış..ve parçayı girmiş haberler..çocuk bu vahşi ve çığlıklı müziği duyduğunda tüm bedeninde ve kalbinde acaip hisler uyanmış..o kadar coşkun bir sevinç.. aynı o vahşiler gibi dans etmek istiyormuş..çok şaşırmış ve hemen haritaya bakmış..Ukrayna, çocuğun köyünün tam karşı sahili değilmiymiş.. bu bölümü kardeşleri gülsün diye yazıyormuş çocuk ve Zaman’a bir şeyi olur dedirtmek için tabii(geleneksel selamlama için, tüm fırsatları değerlendirebilmek adına:)ve bir hafta sonra bir belgesel izlemiş..Finli’ler kendi köklerini arıyorlarmış..Ukrayna da bir 2000 küsur sene evvelinin Amazon Kadın kemiklerinden aldıkları DNA örneklerini araştırıyorlarmış..işte, gelmişler gelmişler bu kadının yeşil gözlü ve sarışın-kumral ve Türkçe konuşan biri olduğunda hemfikir olmuşlar ve gitmişler gitmişler o küçük kadını bile bulmuşlar..çocuk ağlayarak izlemiş bu son sahneyi-küçük kızın adının anlamındanmış bu gözyaşları.. zaten Finli araştırmacılar bile sevinçlerinden ağlamışlar..Çin sınırında, Tibet tepelerinde, bir küçük Türk göçerleri varmış..işte bu Türk göçerlerininde, 9 yaşında Müslüman-Meyrem Gül isimli kızı..üstelik bu kız açık kumral ve yeşil-ela gözlüymüş ve Türkçe konuşuyormuş ..kızdan alınan tükürük ve kan örnekleri Avrupa’ya yollanmış..sonuç gelmiş..yüzde doksandokuz Meyrem Gül ve 2000 küsur senelik Amazon Kadın aynı genlere sahipmiş..Avrupalılar bir daha soylarını hiç merak edip aramadılar sanırım:)ironik tabii..

bunu neden yazmış çocuk.?.…masallarına anlam yükleyenler için yazmış tabii..olmayan geçmişini de aynı masalları gibi, bu şekilde, oradan buradan nasıl kolayca kurgulayabildiği anlaşılsın diye mesela..mana atfedilmesin diye ..”anlayan anladı ..anlamayan yalan saydı” misali işte:)hayal perdesi bu ya..sen kendi filmini “kolaj et” yeter ki hali..birde akrabaları gülsünler diye..madem bilinen bir geçmişleri yokmuş..sanal-yalan alemde çok kolay tarih yazılabiliyormuş…aslında geçmişini yok edenlere biraz daha kızarsa çok daha görkemli,derin köklerine gidebilirmiş çocuk..en nihayet ademe ve evveli olan toprak haline bile.hatta…….

tabii mesele bu değilmiş aslında..Eski Mısır ve Eski Amerika uygarlıklarına dair belki yüzlerce- binlerce belgesel ve araştırma varmış yanlı yayın yapan belgesel kanallarında..oysaki nedense ne Sümer’lilere ait nede Hitit’lere ait hiçbir çalışma gösterilmiyormuş..çocuk da buna çok içerliyormuş..neden bizim kimselere benzemeyen çok zeki ve kültürlü kişilerimiz, yabancı hayranlıkları yerine kendi köklerine eğilmiyorlarmış çok merak ediyormuş…adamlar bir şey bulmuşlar ki bu denli özenle saklıyorlarmış değil mi?insan ne bulduklarını merak etmez mi ya huuu…

ve çocuk hayalden hayale atlamış..gelelim seyr-ü sülük hayallerine demiş..şu evrim meraklıları mesela demiş çocuk..illa bir hayvandan geldiklerini ispatlamaya çalışanlar ne haklılar ah bilseler demiş..ama bunu ancak bir Kamil’le seyr-ü sefer yaparsa müşahede yapabilirlermiş..ve hayvanlık alanlarında uzmanlaştıkları varlığı hakkı ile öğrenebilirlermiş..belki buna gerek bile yokmuş..rüyalarına bakacaklarmış ve tabii huylarına..hayallerinde hangi hayvanlarla haşır neşir..hangi hayvanları görüyor ve hayvanlarla arası nasıl ..al işte.. o esnalarda hangi hayvan mertebesinde seyrettiğinin evrimiymiş bu..en tehlikeli hayvanlardan, semalarda kanat çırpana dek mecazlı manaları varmış onların..evrim her an sürüyormuş yani.her kişide hem de ..bunun için Darvin amcaya bile gerek yokmuş..huylarımıza ve onların temsil ettiği hayvan boyutlarına baksak yeter değil mi?ayrıca çocuğun sakladığı bir gazete sayfası varmış seneler evvelinden..tam sayfada pek çok köpek sahibi ile köpeğinin fotosu varmış..tüm köpekler sahiplerine ikizi kadar benziyormuş..demek ki bizi çeken, bizim için cazip olanlara da bakmak lazım galiba..aynı olanlar birbirlerini bulur derler ya …


ve illa ben teknolojik robot olmak istiyorum diyen üstün zekalı kişiler içinde seyr-ü seferde yer varmış..mesela bu kişiler beyinlerinin nasıl çalıştığının sesini bir duysalar asla biyolojik bir makine olmak istemeyebilirlermiş..belkide biyolojik bir robot olduklarını sanıp sukütu hayale uğrarlarmış..Allahımmm!! beni öldür!! ne olur öldür!! diye yalvarırlarmış belki de.ve dr. efendiler de onları şoklar-elektirik felan verirlermiş..deli diye:)hiç mükemmel olan ruh, hasta olabilir mi ki,ona elektirik verilsin..bu işkencenin vebalini kim ödeyebilir?..beden ,ruh ile anlaşamadığı için nefsin zulmüdür bu..hastayı hasta eden haller-kişiler ortadan kaldırılmadıkça, hastaya trofodan elektirik versen ne olur değil mi?

beden bilimciler, mesela; onlar içinde hayal perdemiz de seyir varmış..bak, nefsin gider, orada hiç haberi bile olmayan biri ile bir halt yaparmış..ve sen bakarmışsın..ve beynindeki bir noktaya bir görünmeyen el kumanda edermiş. “tık” ve o hoşluk hissi gereken mahale gelirmiş..ne alaka dermişsin, bu ne yani şimdi?..hemen delimi oldum yani şimdi?..kim, bu muhteşem sistemi ilaçla uyutabilir ki.?.o uyumaz..biz uyuttuğumuzu sanırız..o bizi uyutur..

yada her parçan ayrı ayrı olurmuş ..bakarmışsın ki bunların birbirlerine değmeleri bile mümkün değil..aralarında cazibe-mıknatisiyet yok ki..hangi kudret bunları birleştirmiş ..bu nasıl ilimmiş..Allah, Allah, Allah..
yada ben müzisyenim-sesim..dehayım ..sana da seyir varmış..al bak dalga boylarınla ister cızırtılı frekansla yayın yap, ister huzurla salınarak..işte insan beyni bu.. acaip ötesi acaip ..her yanı hayret.her anı hayret..
ama bunlar insanı kesmez, boşa bu gayret..maksat Muhabbet..sadece O Yar’e beni biraz daha fazla okusun-benle biraz daha hemhal olsun,okurken birazcık gülümsesin diye bu marifet:)bütün ilimler sadece O’na ulaşabilmek için, O’nu sevebilmek için bahane…
sürebilme ihtimalini bile sevdiğim…. kalbimle..
Nur Cihan
19.05.2009
nuralem7@hotmail.com


13 Mayıs 2009 Çarşamba

BABANNEM ve DÜŞlerimden DÜŞürdüklerimin MASALı..(1)





















BABANNEM ve DÜŞlerimden DÜŞürdüklerimin MASALı..(1)3-mayıs-2008

Ben melamet hırkasını
Kendim giydim eğnime
Ar ü namus şişesini
Taşa çaldım kime ne

Haydar Haydar taşa çaldım kime ne

…….
……..
Nesimi'yi sorsalar kim
Yarin ile hoş musun
Hoş olam ya olmayayım
O yar benim kime ne
Haydar Haydar o yar benim kime ne
Aşık Nesimi


Evveli ve Ahiri bir olan Zamanın içinde bir çocuk yaşarmış..bu çocuk, on yıl aradan sonra Sıla-i Rahim yapmaya karar vermiş..aynı, on sene evvel ki gibi, 2-3 günlüğüne köyüne gideceklermiş..o köyünde doğmamışsa da, onun bağı, oradan tutuluyormuş...kökleri o köye de ait değilmiş.. bildiği, maddesel ilk durak burasıymış..ve çocuk hazırlanırken, düşüncelerine takılmış..hatırlamış on sene evvelini..

1999 depreminden bir buçuk ay evvel gördüğü o dehşetengiz rüyasını, kimseye anlatamamış çocuk..ve sevdiklerini bir daha göremeyecek korkusu ile önce köyüne gitmiş..köylerinde Ali Ulvi Amcalarının da yazlık evi varmış..ve 2 de misafirleri..Ali ve Latif Sultanlar..Makam-ı Devlet-i Aliye Padişahları; o esnada, meğer burada bulunuyormuş..arz o vakit işte buradan döndürülüyormuş..lakin çocuk bu manalara çokkkk uzak ve gafil ötesi, çok cahilmiş…çocukcağız bilmeden, bir rüyanın peşine takılıp, öyle bir deryaya düşmüş ki, tüm ömrü boyunca buna şükretse, asla yetmezmiş..alnını secdeden hiç kaldırmasa, yine yetmezmiş..hayatı boyunca sürekli selam getirse, yine yetmezmiş..

Ginolu’nun sırtlarında, bembeyaz entarisi ile Ali Ulvi Amca varmış..ve yanında cahil bir çocuk.. tepede oturarak, denize bakıp konuşuyorlarmış..çocuk ne yazık ki bugün, o sohbetin tek kelimesini hatırlamıyormuş..ne yazık.!!beyaz entarili bu peygamber aşığı; çocuğun hayatının bir dönemini, mihri Hilye-i Şerif(hafız Osman:) ile mühürleyenmiş aynı vakitte..ve avucuna konan ise altından bir hatıra-i Muhammedi Mühür’müş...işte çocuğun hayatının dokunulmayan, kimseye bahsetmediği noktası burasıymış..bekletilen, bekletilen..ve çocuğun kimseyi yaklaştırmadığı tek alanmış burası..senelerce; “ne garip? ,ne mana var” deyip düşündüğü.. bugün Bedeni Hilye-i Kur’an olarak karşısındaymış.. ve bu dokunulmayan alan sadece O’nun içinmiş.. çocuk en nihayetinde bunu anlamış..

çocuk yeni gördüğü Dost Ali’sinin, o vakit, elini bile öpmemiş..çünkü, demişler ki ,sen O’nun elini öpersen, O’da senin elini öper..işte bu yüzden çocuk O’ndan uzak durmuş..ama öyle bir çekim varmış ki, elini tutup O’nu minderli odaya götürmüş çocuk..rüyasını anlatmış..baştan aşağı titremiş Alisi..”evet” demiş “şehitler ölmez..onlar diridir ve Hay dır..hiç bir şey olmayacak korkmayınız..hayır olacak inşallah..çok hayır olacak “ demiş..ve eklemiş..”sizin mürşidiniz var mı?”çocuk bilmeden bir sohbete iştirak ediyormuş..anlatmış..”o sayılmaz ..o er değil ki ..ondan mürşid olmaz..sayılmıyor..mürşidsiz olmaz “ demiş..çocuk mürşid nedir ,ne yapar?, o zamanlar hiç bilmediğinden bunu önemsememiş..işte çocuğun hayatı belki de o anda değişmiş..ileride onlar sarmaşdolaş-teklifsiz dost olacaklarmış ama ne zaman? tam 7 sene sonra..çocuk taşlara başını çokk vurduktan ve tüm çamurlara bulandıktan sonra...çünkü kirlenilmeden temizlenilmiyormuş ya, ondan...ve çocuk kimlerle beraber olduğunu ise, ancak 9 sene sonra anlayabilecekmiş..en sonuncusu da bu alemi terk ederken yani…belki böylesi daha iyiymiş..çünkü, hiçbir karşılık beklemeden sadece saf bir sevginin oluşması için bilmemek lazımmış..bildiğinde, beyin, sürekli bir şeyler talep ediyormuş..oysa sevince?.. koşulsuz sevebilmek için.. hiçbir şey istememeyi öğreniyormuşsunuz..daha doğrusu öğretiyorlarmış..

çocuk hayatında ilk kez; bu kadar zarif,naif ve edeb ehli kişiler görmüş..öylesine şaşırmış ve kendisinden utanmış ki, bunu O’nlara da söylemeden edememiş..O’nların karşısında konuştuğu için, O’nlardan özür bile dilemiş..kendisini o kadar berbat hissediyormuş ki..gerçek insanın ne nadir olduğunu, işte, O’nları gördüğü,o vakit anlamış çocuk..zaten O’nların lakabı da yeryüzünde yaşayan meleklermiş..

Evvel Zaman çocuğun hayatına fiilen girdiği ikinci senenin sonunda has evladını bu masal çocuğu ile kardeş ilan etmiş..ve” birbirinizden ayrılmayınız , daima dua ediniz ..benim için ağlaya ağlaya dua et olur mu?” demiş çocuğa…ve çocuğa Ahir Zaman’a söyleyemediği bir şey yaptırtmış.. (uyanık kaldığı son gün..onun mana törenleri varmış.. O’nun madde de uyguladığını istemiş çocuktan..)çocuğunda; Evvel Zaman Padişahı, Hay olduğu gün; O’ndan ilk talep ettiği şeymiş bu çocuğun..bunun sıkıntısını-ezikliğini çok uzun süre çekmiş..ama geçen O demiş ki:” mürşidin ne isterse sorgusuz yapacaksın..”işte çocuk sorgulamadan , bilmeden, cahil cesur olur ya hani, işte o hali ile bu yüce şeyi yapmış..bunu söyleyemediği- sesli dile getiremeyeceğinden ve içine dert olduğu için buradan yazıyormuş:)


köye gidebilmek için yaşadığı şehirden, çocuğun yaşadığı şehre gelen mana kardeşi ile beraber diğer Haybabam sınıfı talebelerinden bir grup yola çıkmışlar..aylardan nisan-mevsimlerden baharmış...Bolu’da hem yağmur, hem kar hem de güneş varmış…ve çocuk dağların tepelerini sık sık gösteriyormuş diğerlerine..”bakın ne muhteşem değil mi?.”yeşil tepeler mor çiçeklerle taçlanmışmış..mor ile taçlanacaksın ama yeşilden seyredeceksin diye gülerek hayal etmiş çocuk:)

çocuk bu yolculuğa çıkış nedenini düşünüyormuş..yolunda; toprak tozu olduğu, bu şehirde değilmiş..ve çocuk O bu şehirden gidince, nedense artık, bu şehirde durmak istemiyormuş..öyle derin çıkmazlara giriyormuş ki, her şeyi terk edip, hatta kendisini de terk edip, O’na karışabilmek istiyormuş..bunu yapamadığı içinde sürekli özlemle ağlıyormuş..yol boyunca çalan müzikle çocuk saatlerce düşünmüş ve ağlamış..hiç bir şey çocuğu teselli edemiyormuş..

evliyalar şehri Kastamonu’ya varmışlar nihayet..ilk önce Şeyh Şaban-ı Veli Hz.lerine uğramışlar..her sene 5 mayıs ta başlayan “evliyalar haftası” için hazırlıklar varmış..türbe tadilatta olduğu için etrafı bantlarla çevriliymiş..çocuklar cami de namaz kılmışlar.Şeyh Şaban-ı Veli Camii; ülke de, içinde bu kadar çok halvet odaları olan tek numuneymiş..caminin 3 katında dizilmiş sıra sıra halvethaneleri varmış..iki kapılı imiş bu halvethaneler...her ziyaretçinin yaptığı gibi onlarda halvet odalarına çekilip salat etmişler..türbe kapalı olduğundan içeri girilemiyormuş..yolda durup seyrederken, çocuk, aniden görmüş ki, niyaz penceresi var ve açık..bantların üzerinden atlayarak ve kabir kenarlarına basarak pencerenin önüne gitmiş…makamı selamlamış ve derdini ağlayarak anlatmış, hem de sevincini…veda etmiş.. gözyaşları ile dönerek tekrar kenarına basarak geçtiği kabir taşına bakmış..üzerinde “Hazine Katibi Seyyid Muhammed… “yazıyormuş..ve çocuk daha çok ağlamış…Şeyh Şaban-ı Veli Hazretlerinin türbe kapısında bir kitabesi varmış..o insanların ve cinlerinde mürşidiymiş ve tam 360 irşad yetkisi vermiş..bu kadar sayıda nasıl icazet verdiğini soranlara 300 üne Rasulullah diğer 60 ına ben verdim demiş..bunların 300 ü cin taifesindenmiş..

bu şehir evliya ve sahabe doluymuş..ve birkaç saat manevi turizm yapmışlar..çocuk en çok Ilgaz dağındaki Benli Sultan türbesini seviyormuş..ileride bir gece muhakkak bu muhteşem tabiatta kalabilmeyi çok istiyormuş..o kadar güzel bir tabii manzara içinde yanii..dokusu hiç bozulmamış bir mekanmış burası..insanları da çok temiz ve safiyetliymişler..
geziler bitmiş, değişik yerlerde onlar için tertiplenmiş ziyafetlere de katılmışlar..gece köylerine varmışlar..
ertesi sabah çocuk ve kardeşi köyü dolaşmaya çıkmışlar..inanılmaz şaşırmış çocuk..bir on yılda tüm ahşap evleri hangi eller yıkıp- yok edip, o betonları dikmiş, anlayamamış....ama yine de bu memleket kendiliğinden hızla yayılan bir ormana sahipmiş ve yeşilliği de daimmiş...evlerde yazları yaşandığı için hemen kimseler yokmuş..her yer bomboşmuş..eskiden bir karış toprak için birbirlerini boğazlayanlar ,aç kalmamak için her karış toprağı değerlendirenler toprak olmuşlarmış...ve o topraklarda otlar büyümüş her yanı papatyalar sarmıştı..çocuk yılanlı asa yoluna benzeyen, kıvrım kıvrım patika yola baktı..yeşil otlar üzerinde serpilmiş bembeyaz papatyalara -ortasındaki sarılığa baktı ve dedi:”gittiği yerde ve döndüğü yerde tüm yolları bu kadar saf ve güzel olsun.. O’nun ve ailesinin hayatı daima hep ilkbahar olsun..O çok güzel..tıpkı bir nergisin suya olan hali gibi demiş..”

eski aile kabristanlığına gittiler..babannesini neşe ile selamladı çocuk..onu oraya davet ettiği için teşekkür etti..ve dır dır- habire neşeyle onunla konuştu..çocuklar 3 gün çok eğlendiler..tepedeki köye çıktılar ve Sinop’a doğru uzanan deniz manzarasına karşı, yukarıya kurulmuş bir salıncaktan sallanarak baktılar..bu yükseklikte böyle bir manzaraya karşı uçmak hissi çok hoşmuş meğerse..

ertesi gece, bir udi -bir de ses sanatçısı; misafirlere, sabaha dek, elinde bendir şarkılar geçti..6 saat hiç durmaksızın her telden terennüm ettiler..şarkıların arasında; yakın bir ilçenin belediye başkanı onlara açıklamalar yapıyordu…mesela söylenen” Çanakkale içinde vurdular beni türküsü Kastamonu’ya aitmiş Kastamonu’da yakılmış”..neden?”çünkü kurtuluş savaşında en çok şehit veren bu şehirmiş..ve gidenler hiç geri dönmemiş..”bu bilgiyi ilk kez duyuyorlarmış çocuklar..

onları, yakın ilçelerde de gezdirdiler..ve arabada canlı müzik:) ve tur rehberleri vardı..her yer bomboştu ve tertemizdi..bu huzur ve sakinlik neden büyük şehirlerde yoktu anlaşılıyordu…insan her şeyi kirletiyor ve yozlaştırıyordu..insan insanı yorup yıpratıyor ve her şeyden hatta kendinden bile bıktırıyor, kaçırtıyordu…insan o kadar ağırdı ki..bu ağırlık bazen zulmedebiliyordu..

bu yörede ölüm ve hayat iç içe olduğundan, ölüm çok normal bir şeydi..ve yeni yapılan aile kabristanlığına gitmesini söylediler çocuğa..”git bak ,yer seç ,beğenecek misin?” dediler:)çocuk kahve yaptı, evin kapısından çıkıp yolun karşısına geçti.. yedisi bir yanda diğer yedisi de karşında aynalanmış, ortasında iki adımlık yol olan, boş kabirlerin ortasından geçip duvarın üzerinde oturdu..kahvesini içerek düşündü..bu kabirlerde yatamayacak kadar huysuz ve geçimsizdi..bir kere yanyana idiler:)o hep ayrık otu halindeydi..köşedeki yerlere baktı yine beğenmedi..az yukarıya ağacın altına baktı, “olabilir” dedi..ama yine vazgeçti..”olmadı, babannemin yanına gömülürüm bari “dedi sonunda ve yine hayallerine daldı..

çocuk, hiç olduğunu öğrendikten sonra çok üzülmüştü..hiç olmak çok acı verdi ona..çok ağlıyordu…Evvel Zamanı arardı:” yokuz,hiçiz değil mi?” derdi “evet evladım, biz hiçiz..hiç bir şey yok..hiçiz,,hiç bir şey yok..” diyerek telefonu kapatırlardı..çocuk bir türlü bu hiçliğe razı olamıyordu nedense.. o, ilerisini de istiyordu bilmeden..muhakkak ilerisi olmalıydı ..orada bitmemeliydi..ama Evvel Zaman’ı ona demişti ki: “evladım, görüp göreceğiniz o ..başka hiçbir şey yok..ondan ötesi yok..ama bunun manası ciltler dolusu kitaptır..bu kişide bir anda da açığa çıkar,parça parça bir senede de.. bunu ben bile bilemem.. sadece o bilir.. “demişti..çocuğun soruları olurdu ve onları cevaplamazdı dostu..”vakti gelince size söylenecek evladım ..onlar bizi aşar..O’na ait” derdi..neden söylemediğini bugün anlıyordu..Makam-ı İrşad-ı Ahir Zaman ona vakti gelince öğretecek ve söyleyecekti..ve O’nların alemi bizi aşardı..biz çocuktuk O’nlar ise ABD-I HAS büyüklerdi..biz hata yapardık O’nlar bizi affederlerdi..iyi ki çocuktuk ve iyi ki O’nların ellerindeydik…SİZİ SEVİYORUM...ellerinizden öpüyorum:)SİZ BAŞIMA GELEN EN GÜZEL ŞEYSİNİZ...HERŞEYİMSİNiz..

geçen sene yazın başında,hayalinde çocuğun eline beyaz bir mektup verilmişti..zamanın çocuğuna yazılmıştı..Ebu-l Vakit’in yakında ayrılacağını yazıyordu..çocuk ağlaya ağlaya babasına gitmişti..sarılmıştı..gitmeyin, beni bırakmayın ne olur demişti..O ise inanılmaz sevinçliydi..çocuğun getirdiği bu müjdeli haberin şerefine onu eli ile bir anda göğsüne çekmişti ve çocuk inanılmaz kokular içinde, O Hırka’nın içindeki saadeti, salavatlar getirerek ağlayarak yaşamıştı..hep istediği şeylerden biri olmuştu..işte o göğüste ağlayabilmişti..birbirlerine sarılarak ve sürekli ellerini öperek vakit geçirmişlerdi..

çocuğun bir türlü soramadığı bir sorusu vardı..onun sormasını engelleyen bir şey bu soruyu ona hiç sordurmuyordu nedense..ama bu sefer çocuk bu sorusunu kalbinden niyetle istemişti..”ayakları bu kadar güzelse, kendisi kimbilir nasıldır?” diye düşündüğü o bembeyaz yorganlardan, bembeyaz kefenlere dürüleni düşünüyordu daima çocuk..”o hesabını nasıl ödeyecekti.?”selamlı kentin, sonsuzluk kabristanlığına gömülen..kadınların içeri alınmadığı o mekan..ve demişti Evvel Zaman..”Bize sorgu sual yok,Biz Hay’ız, ölmeyiz…vazife devam edecek şimdi ve sonra daima ..biriz- beraberiz ..”bunları gülerek ve neşe ile söylemişti..o gün ki kadar O’nu hiç neşeli görmemişti çocuk.. sanki bir düğünün kutlamasındaydılar..hiç içmediği kadar çay içip, her bitişte ellerini bir sultan gibi çırpıp çay doldurtuyordu..birbirlerinin bardaklarından çay içip aynı tabaktan defalarca yeniden doldurtulmuş böreği yiyip duruyorlardı..daha sonraki çok kısa zaman da, her görüşme sonunda ona Dost’u şöyle diyerek kapatmıştı telefonu..”Biz ölmeyiz,Hay’ız biz..vazife devam edecek şimdi ve sonra beraberiz,Biriz....”çocuk bir hiçti evet ama hep olabileceğinin müjdesini de öğreniyordu giderayak..ama bunun için Makam-ı İrşada gidebilmeyi başarması lazımdı önce.. çünkü O,Beka Sultanı’ydı..çocuk düşüncelerinden sıyrılıp ayağa kalktı ve yolun karşına geçip eve döndü..merakla sordular koloni halinde yaşayan ev misafirleri:”hangisini seçtin? şu yer benim bu taraf benim” demeye başladılar..”hiç birini seçmedim ,istemiyorum dedi çocuk..geçimsizim ve huysuzum.. ben, tek başıma yer istiyorum” dedi..tamam dediler neresini istersen..yer çokkk..

her gün, bir kupa dolusu kahve alıp babannesinin bostanına gitti çocuk..yemyeşil bostanda ayaklarını ve saçlarını ve ellerini otlara koyup uzandı..ve sigara içti ve düşündü durdu..onun hayatta en iyi yapabildiği tek şey düşünebilmekti..başka hiçbir konuda başarılı değildi zaten..çok sevdiği hava zerrelerine odaklandı ve onların ışık-nur gibi,kar taneleri gibi birbirlerine değmeden üzerine akıp yağmalarını izledi uzun süre..nefesi düşündü ve maddeyi düşündü..hangi kuvvet, zerreyi bir arada tutabiliyordu..hiçken var olabiliyordu..yokken dilediği renge ve biçime dönüştürebiliyordu..al işte bak!! hava burada.. çok bilenler, her şey bende, ben yaparım, ben ederim diyenler!!. al bak.. hadi yarat bakalım diyordu..evet sende ama hangi sen.?. O,sen olunca sen de..önce O, sen “O “ol, sonra diyordu…O dilemedikçe asla..O istemedikçe, asla diyordu çocuk..düşünüyordu bir kuantum fizikçisinin yaşayabileceği en güzel şeyin; seyr-i sülük yapan birinin rüyaları-müşahedeleri olabileceğini…ne ilginçti madde ilminin nihayeti ile seyr-i sülük bir bakıma aynı şeydi..lakin biri kitaplardan senelerce süren zevksiz bir eğitimle, diğeri, yaşatılarak en cahile bile seyrettirilerek öğretiliyordu..İslam Tevhid- Birlik diniydi ve laiklik-ayrım yoktu..çünkü laikliğe ihtiyaç yoktu..her şey zaten ilim içindi ve o ilim, İlmullah dı..( haşa Allah bölünüp ayrılabilir mi?TANRI TEK di ve O TANRI ALLAH dı)selamdı..selametti..birlikti..biri zevk ehli için, diğeri kuşkucular için..onlar deprem bilginleri gibi ellerinde hep farklı belgelerle her daim yeni fikirler savunuyorlardı..nedense, bir türlü ortak noktada buluşamıyorlardı..oysa ilmi tasavvuf gelip, hep aynı derya -deniz noktasında buluşabiliyordu.üstelik maddede alim olmak isteyene tonla masraf yapılıyordu ve imkanlar- teknoloji onlar içindi..makam ve mevkiler onlar içindi..onlar dış alemi bilmek içindi..dış masraflıydı tabii:)iç alemi öğrenme ilmi tasavvuf ise bedava idi,öğreticileri de bu işi bedavaya yapıyorlardı.. aynı hava gibi besbedava(bu iç tarafta para geçmediği için, sadece canını alıyorlardı,adamı ney gibi oyuyorlardı:)…bu işte bir iş vardı ama bu iş çocukları aşardı..ilim sahipleri belki kendi aralarında eğleniyorlardı..biz bilemeyiz ki, çok cahiliz biz…

ve babannesine gidiyordu aklı..bu bostanda ömrü geçmişti.. 87 senelik bir ömür..hemen hiç konuşmazdı babannesi..öyle düşünür dururdu..sessizlik ötesi bir kadındı o, sukut..çocuk onu ilk gördüğü zamanı hatırladı..küçüktü. arabadan inmiş, eve doğru koşuyorlardı.. babannesi tarlanın ortasında oturmuştu..ilk hatırası buydu.. babannesi durmadan namaz kılardı birde..derlerdi ki; kıldığını unuttuğu için, tekrar tekrar kılıyor ..neredeyse bir vakitten diğer vakte hep namaz kılıyordu..ve sık sık soruyordu namaz vakti geldi mi, ben şu namazımı kıldım mı? diye..çok yavaştı babannesi,her şeyi yavaştı..çocuk ona hiç benzememişti bu konuda..o, aceleden hemen ölmek isteyenlerdendi..hayatı acele üzerine kuruluydu ve o yüzden hep sakardı..her şeyi yıka devire, paldır küldür yaşıyordu ki; bir hızlanışta hemen çabucak bitiversin..yaşamak çocuğa inanılmaz ağır geliyordu..o dünya ile geçinemiyordu..ama şimdi düşündü.. aslında dünya mükemmeldi..o insanların davranışlarına, düşüncelerine üzülüyordu ve tahammül edemiyordu..geçinemediği insanlardı aslında.. ve biraz daha düşündü, hayır dedi..insanlar değildi geçinemeyip tahammül edemediği, asıl, kimseyle geçinemediği için kendisine kızıyor ve kendisine tahammül edemiyordu çocuk..kendisiyle barış yapmayı ise istemiyordu şimdilerde..çünkü kendisini değil, O’nu istiyordu.. O’nun damarlarında gezinmek ve aldığı nefesin içinde olabilmek istiyordu..aslında öyle olduğunu biliyordu.. lakin bunun farkındalığıyla yaşayabilmek istiyordu…

çocuk yine babannesine döndü..atalarını düşündü..Kırım’dan geldikleri söyleniyordu ..tarihleri yok olmuştu..babannesi ve dedesi, annelerin karnında iken büyük dedeleri savaşa gitmişlerdi ve bir daha hiçç geri dönen olmamıştı..geride kalan daima yaşlılar,kadınlar ve çocuklardı..bir şehir düşünün ki ülkede en çok şehit veren yer olsun..yetişkin tek erkeği neredeyse kalmamış olsun..ve unutulan gelenekler,yok sayılan bir alfebe,yakılan ,toplanan kitaplar,yasaklanan din eğitimi,unutulan soylar ve unutulan tarih,unutulan bir kültür olsun.. ne acı değil mi?geçmişi reddetme hastalığı yüzünden yenileneceğiz hastalığı yüzünden, binlerce yıllık bir geçmiş siliniyor..ne korkunç..yenilenen ne ile yenilenir ki? tabiî ki, onu besleyip büyüten, bugünde sahip olduğu her şey gibi geçmişle…bildiğini, ne ile bilebilir insan? yeni diye bir ilim olabilir mi hiç..o insanlar yeni değil ki bir kere..yeni bir yorum olabilir sadece..zamanın gereğine göre yeni bir bakış…geçmiştekilerin ona öğrettikleri ile..sadece altına;” bunu ben düşündüm, bunu ben buldum, bunu ben akıl ettim diye edebsizce imzasını atar benim gibi mesela..”oysa onların hepsi geçmişin hatıralarıdır..(anlayan hemen anlar..biraz okuyan,biraz araştıran hemen anlar..kim ne okuyor, nereden, hangi fikirle beslenmiş, hemen belli olur..)
sadece o yeni idrak etmiştir..o yeni anlamıştır..bazen kişiler hak etmeyip, edebsizlikleri ayyuka çıkınca, layık olmadıkları da ellerinden alınır ya(kendimden biliyorum) ..işte bir koca devlet de, ehli olmayanlara gücü verdikleri için bu zavallı hale düşürülmüştü..bugün dedesinin yazdığı, 70 sene evvelinin kitabını okuyamayan tek devlet bizmişiz, ne acı değil mi?



çocuk düşündü, dün gördükleri anıtı..57.alayın, bir taburunun tamamı yan ilçeden olanları düşündü. bir anda tüm ilçe şehit oluyor..bir şehir ,bir üke bir anda yok ediliyor..ve hepsi ter-ü taze..eskiden hadise-sünnete uyarmışlar..Hz.Peygamber:” savaşa alimleri götürmeyin ki geride kalanları eğitsin” demiş miş..ama bu savaşta tüm yetişmiş alimler,yetişenler,özenle yüzlerce yıldır korunan sanatçılar hepsi kurban olmuş..koca bir kültür sanki bilerek yok edilmiş..yada yok edilmeye çalışılmış değil mi?neden?bu gün, ben, nereden köyüme geldiğimi bilemiyorsam,atalarımı ve geçmiş ritüellerimi bilemiyorsam,geçmişin tadını alamıyorsam bunun vebali kimin peki?babannemin mi? yoooo..o olmasaydı biz de olamazdık ki..onlar bu günkü hayatı bize yaşanılır kılan kadınlardı..hayatın kaynağı onlar..işte belki bu aidiyetsizlik yüzünden benim hiçbir hatıraya bağım yoktur..hakiki manada, gerçekten de bu madde hatıralarından hiçbirine ne ilgi duyarım, nede saklarım..

ve gencecik şehitlerin, daha genç hamile eşleri, geride kalanlar..ve açlık ve cahillik ve yolsuzluk ve susuzluk..ve eşkıya…ve çeteler..ve parasızlık..ve saflık ki bu saflık anlatılamaz..onlar dünyayı bilmiyorlar, hayatı tanımıyorlar ..ve bu küçük kadınlar.. sönen bacaları tüttürmek zorundalar.. yaşlılara bakmak, çocukları doğurup, hayata tutunmak zorundalar..işte bu yaşı küçük,anlamı büyük dul kadınlar hayatı yeniden kuran kadınlar, ne yazık ki bugün horlanıyorlar..onlar köylü, onlar cahiller..onlar insan bile değiller..neler peki..?evlatlarını her ne pahasına okutmak-şehirli yapabilmek için yapmadıklarını bırakmamışlar..

Bir köle gibi aileleri için çalışmışlar..ve o kıymetli diplomalı yeni nesil evlatlar, makamlarına kurulmuşlar..demişler ki biz şehirliyiz..biz medeniyiz..onlar cahil ve köylü…onlar dağlı..onlar ne bilebilir ki?..bilen biziz ,biz bile değiliz.. bilen batılı..o batılı, Irak’ı katlettiğinde değil de, Babil Müzesi’ni yağmaladığında bu çocuk çok ağlamış nedense..çünkü kalbi o çalınan Sümer tabletlerinde kendi geçmişinin yazdığını söylüyormuş..gözyaşları kendiliğinden, tarihine ağlıyormuş..o hırsızlar olmayan tarihlerini yazabilmek için, kendilerine soy sop hırsızlığı yapacak kadar alçalmışken, bizlerin yetiştirdikleri ne yazık ki soyu sopu satar hale gelmişti..sözde medeniyetler adına..köye ait her şey reddedilmişti..en basitinden köy yumurtası ,köy sütü ,tereyağı vesaire..batılılar gibi fabrikasyon yemeliydik..bunu okuyan bilim adamlarımız söylüyorlardı..hijyen şarttı..ve doğruydu…ama birkaç yıl sonra; artık onu yemeyin, bu ilacı da içmeyin meğer hatalıymış.. artık bunu yiyin ve şu ilacı için diye kolayca söyleyebiliyorlardı..bugün şehirliler gerçekten de köy ürünleri yiyemiyorlardı..bedenleri medeni olduğu için değil mekanik robotlara dönüştürüldükleri için..çünkü bedenler medeni olmuyordu ki, düşünceler medeni oluyordu..sanayi maddesi almaya alışmış bünye doğalı reddediyordu..madde ilminin yükünü çekenlerin, mana ilmine verdikleri o şiddetli tepkime gibi mesela..oysa mana ehli, ilme hiç kimsenin vermediği kadar değer verirdi..onlar gerçek alimin uykusunun cahilin ibadetinden üstün olduğuna da iman ederlerdi..ve tefekkür edebilmek tüm ibadetlerin en üstündeydi..


çocuk babannesine döndü..gülümsedi..o, okuma yazma bilemezdi..ama gökyüzüne bakarak saatleri ve tüm namaz vakitlerini söyleyebilirdi..ve gökyüzüne bakarak tüm rüzgarların isimlerini ve yönünü söyleyebilirdi..yaprağı bile gözükmese, o, her bitkiyi ismi ile tanırdı..hayvanların durumlarını bakarak söyleyebilirdi ve tavukların yumurtlama vaktinin gelip gelmediğini bile bilebilirdi..tüm yiyecekleri nasıl en son haline dek değerlendireceğini de bilirdi..bunlar tüm geçmişte yaşayan köylülerin normal bildikleri işti..onlar hayatı,tabiatı okuyabiliyorlardı..bugün biz bunları kitaplardan öğrenmeye çalışıyorduk lakin uygulayamadığımız içinde asla başarılı olamıyorduk..onlar her şeyi yaşayarak öğreniyorlardı..hayatta kalmayı biliyorlardı..

mesela bugün uzaya giden insan inanılmaz lüx siteler yapıyor..köy evlerinin daha teknoljik-moderni aslında..ama ödenen faturalar kişiyi umutsuzluğa sevketmekten başka işe yaramıyor..neden bu kadar kafası çalışan, bu kadar zeki ve her şeyi bilen insan yaşadığı mekanları bir köylü gibi bedava getiremiyor hep merak etmişimdir.neden onca ilim ve mekanik aksamı ile köle gibi yaşıyor.?.kulaklarında anten takılı gezen, ellerinde en gelişmiş cep telefon-bilgisayarları ile ayaklı sanayi halinde gezen bu markalı-diplomalı ve kariyerli insanlar, neden her gün bir ton fatura ile boğuşan mutsuz kölelerdi?neden bir köylü kadar bile özgür olamıyor..neden?.zamanı yakalamak için böyle mi yaşanır, yoksa zamanın engin bir dinginlikle içinde yaşadığı an olduğunu anlamakla mı yaşanır..?üniversitelerde beyinleri memur zihniyetine dönüştürüyorlar sanki...neden sadece okudukları konuyla yetiniyorlar da hayatı okumayı öğretmiyorlar?neden kendini bilmeyi,kendine eğilmeyi,kendini mutlu edebilmeyi öğretemiyorlar..çünkü bu ilmi bilen donanıma sahip maddi hoca ne yazık ki yok..bu ilim Allah ın ve üniversitelerden öğrenilemiyor ne yazık ki.çünkü, Allah’ın ilm-ü ledün ü kitaplardan değil, ehlinden, izinlisinden nazar ve kelamla ancak öğrenilebiliyormuş..işte bu ilmi öğreten müesseselerde yenilenirken, daha doğrusu artık hak eden kalmadığı için elimizden alınmış gitmiş..ama insan bilsin ki her yönetim çöker, unutulur ve gidermiş..sadece Devlet-i Aliye, Allah dilediği müddetçe bakiymiş..


neden su kuyusu açmıyor siteler,neden kendi suyunu sağlamıyor.?.bunca teknolonik imkanla neden kendi enerjisini sağlayan ve döndüren sistemler kurmuyorlar.?.neden mutlu olabilmek için kimse bir adım atmıyor.?.nasıl içsel mutluluk, başkasının kuyusundan su çekmekle sağlanamıyorsa, işte maddesel mutlulukta böyleydi..kendi suyunu kendin çıkartana dek acı sürüyordu..kendi çarkını kendi döndüren-faturasız evler, inşallah en kısa zamanda yapılır diliyorum..ve bir sitenin çim-çiçek masraflarını akla hayale gelmeyecek büyüklüktedir..neden bahçeye çok daha ucuza gelecek bir sera kurulup doğal üretimler yapılmıyor ki?bunları yapmak hiç de zor değil..çimlerin bahçıvanı bu işi yapabilir..çatıların üzerine enerji panellerini mimarlar mühendisler kurabilir..su kuyularını açabilirler..neden hayatı daha mutlu ve kolay yaşanılır kılabilmek için çalışmak yerine daha zor ve daha işkenceli bir fiyat çıkartmak için yaşıyoruz ki..daha modern köleler olabilelim diye mi?..


babannem dedi çocuk bu bostanı neden çok seviyormuş anladım..yan taraftaki çeşmeden oluğa akan suyun sesi, kuş sesleri ile ve rüzgarla karışıyordu..ve güneş ışıyordu ,ısıtıyordu.güneş dedi çocuk..güneş herkesindir ve herkese ışık ve ısı yayar ayrım yapmaz..aynı Allah gibi..o herkesin Allah ı dinlinin de dinsizin de Allah ı O..sen sadece perdelerini O’na aç gerisini o halleder…
ve çocuk daha derin hayallere daldı..bunları unutmak için her şeyi unutmak için düşüncelerinin ayarını değiştirdi..mutluluk kanalına takıldı..

O yoktu..çocuk inanılmaz bir boşluğa düşmüştü..öyle derindi ki yalnızlığı anlatılamazdı..ve çocuk Zaman’ı aradı.. ağlıyordu…kalbim acıyor dedi..
sürecekmiş………….
Nur Cihan
13.05.2009
nuralem7@hotmail.com

12 Mayıs 2009 Salı

ANNEMİZ'E NİYET VE O NİYETE SADAKAT






Annemize Niyet Ve
O Niyete Sadakat

7-mayıs-2008

İnsan hayatının belli dönüm noktalarında ani, büyük anlamlı niyetler eder.. Ve o kesin niyetler, o anda kabul olur..
Bilmeden o sert virajlarda bir şeye niyet edersiniz. Söz keskin bir kılıç gibi her şeyi yarar geçer.. İşlem hemen başlar… Siz henüz işin farkında bile değilsinizdir..

Kendinizi bilmek istersiniz, çünkü etrafınızdaki hiçbir şeyi değiştiremeyeceğinizi anlamışsınızdır.. Üstelik hem değiştiremezsiniz hem de en yakınlarınızla imtihan olursunuz.. Sizin canınızı en çok ne acıtır, tabii ki size en yakın olanlar bilebilir.. Siz de onları en kolay yaralayabilecek formülleri bilirsiniz zaten.. En büyük -en acımasız savaşlar duygusal savaşlardır..
Malınızla, canınızla, eşinizle, çocuğunuzla, yakınlarınızla, ilminizle, duygularınızla, vb.. İmtihan dünyasıdır ya…

Birde üstelik Hızır’ın gemiyi delmesi gibi madde ve mana gemileriniz delinmiş -defolanmışlardır.. Artık hiç kimsede kusur ve ayıp da kolay kolay göremezsiniz.. Çünkü en büyük utanç ve günah sizin kendinizdedir.. Bu kendinize dönmeniz için gereklidir.. Temizleyici gözyaşları için gereklidir..

Kimse üzerinde etkin olamayacağınızı anladığınızda pes edersiniz ve kendinize dönmek istersiniz.. Kendinizi tanımak için ve kendinizle mutluluğu yakalayabilmek için.. Huzur içeridedir, dışarıda huzur yoktur size artık…
Ve bir de vaadiniz olmuştur üstelik..

“Arifin kalbindeki ona misli ile hediye edilir..”

Başarmak zorundasınızdır.. Çünkü niyeti siz etmişsinizdir.. Her şey tek bir nefesten ve o nefsin eşinden ve ikisinin çocuklarından yaratılmıştır..
Bir daire ve içindeki diğer noktasal daireler aslında aynıdır.. Kendinizi, kendiniz imtihan edersiniz.. Ve rüyayı kontrol edebilmek kolay bir erdem değildir..
Artık dıştan tek kişi görünen kendi hanenizdesinizdir.. Oysa sonsuz kişilikle o hane tıkış tıkış doludur.. Şaşarsınız hangisi sizsiniz, hangisi doğru?.. İlk sesi yakalamayı öğrenmeye çalışırsınız hep, çünkü o ruhun sesidir .. Ruh ise size aşıktır..
Bir de bilmeden dersiniz ki:
”Bir mağara olsa en güzel mağara benimki olurdu..”
Ah, demez olaydınız.. Ve gerçekten niyet devrededir.. Benim dediğiniz her şey bir anda alınır elinizden.. Artık en korkuncundan karanlık mağaranız da emrinizdedir..
Oysa siz her şeyi unutmuş gözyaşları ile isyanlardasınızdır.. Mağaranızı size sunan sanır ki kendi yaptı.. Oysa siz bilirsiniz ki gerçek farklı.. Artık niyet başlamış ve imtihan en can alıcı dönemine girmiştir.. Emir gelir “Bağını kopart.” Tüm bağları kopartmak ne zordur. Meğer size ait hiçbir şey yokmuş.. Hatta siz de yokmuşsunuz..

Sizin acınız çok derindir ve mağaranız çok karanlık hem de soğuktur.. Annenize giderken en şiddetli darbeleri de yersiniz.. Nasılsa öleceksiniz ya, artık hiçbir şey farketmez..

Ölmeye karar verirsiniz ve ölüme niyet edersiniz..
Bunu Annenizin kollarında gerçekleştirmek için o kutsal mekana gidersiniz..
Kendi cenaze namazınızı kılarsınız ve ölümü beklersiniz.. Ölüm rengarenk noktalar olarak hatıranızdadır şimdilik..
Anneniz sizi sarar sarmalar… Sizi “Rahimin Oğlu” karşılar.. Siz ölmeye geldiğiniz için O’da ölüdür.. Ama O, merhametlidir.. Annedir.. Acır ve saklar ve korur, esirger..

Size dirilteceğinizi vaad eder.. “Rahimin Oğlu uyur, Toprağın Babası” uyanır..
Niyet şaşmaz, yeter ki niyete sadakatle sarıl..
Gör başına neler geliyor.. Ya sabır, hem de çok sabır.. Ayet der ki sabreden için:
“En büyük düşmanının, en büyük dostun olduğunu görürsün”.. Ya sabır..
Evet annem, gösterdin sende, bana, sabrın anlamını…

Biri değilmiş ki dost; meğer hepimiz aynı dostlarmışız..
Zerre farksız hep aynı ve birbirinden habersiz hem de…
Biz senin Rahim’inde doğmamış kardeşlermişiz..
Belki de bu rüya, bizim hayat tecrübelerimizin bir deneyimiydi..
Belki de o mananın en güzel yorumsuz yorumuydu..
Sen ayna idin.. İçinde sonsuz dönen-sema aynasını barındıran..
Kamışlık ormanı sendin.. Ruh deryası da sen.. Seyr’in mekanı, Seyr’in aynasıydın sen..
Her damla o derya idi evet.. Ama derya aslında tekti..
Damla ona muhtaçtı.. Hangi damla zaten senden ayrılabilir ki?..

Ümmetim ümmetim dediğindi damlaların..
Benim niyetim sendin.. Kapılarda kalakaldım.. Kapı sendin, hane de sen.. Anladım.. Ayırmak hataydı o yüzden..
Oysa hala ayrımlardayım.. Cem sensin- CemAli sen, birlemek ne zor ah bilsen.. Ve insan tutkuyla seviyorsa vazgeçemiyor aşktan.. Acı kanatsa da derinden, kıskançlık yakıyor ah neden?

Mağaram hala soğuk ve korkunçtu.. İçinde yaşamak henüz mümkün değildi.. Mağara ehlim de susmuştu.. Ruhum, öğretmenim sanki küsmüştü.. Alim elimden tutmuştu.. Ümidimin ışığı yanmıştı..
Ağlaşırdık sık sık.. Ben ağlardım O’na: “dayanamıyorum.”
O derdi hep: “Ah ne neş’eler görüyorsunuz, ne neş’eler.. Var mı sizin kadar neş’ede olan bak etrafına..”
Ben neş’e anlamazdım, hep acı-dert sanırdım.. Ama O:

“O neş’eleri kaç kişi gördü, söyle bana” derdi.. Ben ağlardım, O anlayamadığım için üzülür ağlardı..

Ve mağaram ışımaya başladı.. Hatta “Nur bile geldi”.. Ama aslında bunlar hep Annemdendi.. Annemin korumasındandı.. “Nur O idi.” Işık O idi.. Hepimiz O Nur’dandık.. Benim mağaram ilkbahar gibi çiçeklendi artık çok şükür… Mağara bedenim ve mağara dünyam güneşin ışıkları ile aydınlandı.. Belki, bu gece, Hızır da uğrar inşallah:) Yeşilleniriz……


Rüyayı görsem de, olmadığımı artık kabul etsem de, bunu hayata geçirmek en zoru.. İstediğin kadar öğren, oku, ezber yap.. Bak biri ayağıma bastığında ve elimdekini aldığında canımı yakıyor hala.. Ve canım öyle çok yanıyor ki; yalan olduğunu bile bile, utanarak isyan ediyorum, aynı rüyamdaki gibi.. Ağlayıp, isyan edip bağırmayı çok seviyorum.. Var olmayı çok sevdim, özür dilerim:).. Ve bu isyandan çok utanıyorum, beni affet annem, affet…
Verdiğin hiçbir hediyeyi hak etmiyorum.. Edemiyorum.. Sana ise ne hediye vereceğimi henüz bilemiyorum.. Seni güldürebilmek isterdim bir kez olsun.. Aynı küçük çocukluğumdaki dilek değil mi???.. Hiç değişmedi inan…
En eğlenceli kitap ben olayım isterdim.. Sıkılmadan defalarca okuyacağın, her defasında, sana farklı farklı hikayeler anlatan o masal kitabı ben olayım isterdim.. Her okuduğunda gülümsemeni isterdim.. Ve bana göz kırpıp “seni HAYAL ETMEYİ sevmiştim”
demeni isterdim..

Semadaki, hepsi birbirinin aynı olan aynalardan biri…
Nur Cihan
06.05.2009
nuralem7@hotmail.com

RUH'A NİYET VE MUHABBET




















http://www.sufizmveinsan.com/sohbet/ruhaniyetvemuhabbet.html


Ruh’a Niyet Ve Muhabbet


Bu tavanın dışında hiç bir dehlizin tavanı yoktur,
senle benden başka da bir anlayış bulamazsın,
hoşça geç bırak o hayali, o hiç bir şey değildir.
Bir şey sandığın her şey hakikatte hiç bir şey değildir.

Ömer Hayyam


RUH’A NİYET VE MUHABBET(21-mayıs-2008)

İstiyorum ki bu gece bana niyet et…
niyetin Ruhun olsun, bana niyet et!!!!

ey Nefsim!!.. sen ve ben biriz aslında…
sen gene de bana niyet et.
bu ayrılık çok yorucu ve can yakıcı..
sen bu gece bana niyet et!!…
* * *

ey Ruhum !!..
bu gece sana niyet ettim bil..
bil ki niyetim sensin..
ikimiz biriz, evet
ama ben senden ayrı düştüm, neden?
seni davet ediyorum, bu gece gel!!
senin için Kur’an okuyacağım, gel…
Er-Rahman okuyacağım..
Kur’an’ın gelini derlermiş
Er-Rahman Suresi’ne değil mi?
ve Kur’an benim ikiz kardeşimmiş
yani sen….
bak senin için okuyorum….
ama öncesinde sana,
salat’a niyet ettim geceleyin…
…….

çok sevindim sen geldinnn!!.
bize şeref verdin…..
secdedeydin, gülümsüyordun
bizde, sana eğiliyorduk hani…
biz sevincimizden ağlarız.
kederimizden de ağlarız..
ağlamayı ne de çok severiz….
layık olmadığımız için Zat-ı A’li Ruhumuza
hüzün ve hicapla utançtayız…
size erebilmek demek ne demek!!
evetttttt, sen olmak demek…
oysa sen ve senin özün ben de,
yaratılmışız demek ne demek….?
kaldır perdeyi
“Ey Alunnn” dursun bu felek ne demek….?
durduğunda sema ne olur…?
sema durursa ne olur?
toprak heykel yıkılır …
rüzgar gelir kum olur ….
……….

uyudum seni hayal ederek
sohbetteydik dost meclislerinde…
senin niyetine girmek ne muazzammış ve ne mübarek
istiyor artık nefsim herkes ersin bu hayale bir kez bilerek….
o sohbetler salatın özüymüş öğrendim …
hep senin rehberliğinden, bilirdim…

bu meclisin alimleri
neş’e denen şeylermiş sanki…
neş’e-i salat-ı muhabbet
o muhabbetteki lezzetlermiş…
hayal den uyanırken
secde yapılır ya dostlara…
ve selam verilirmiş
Sağa ve sola…
Esselamü aleyküm ve rahmetullahi denirmiş…
* * *

Ve aleyküm selam ve berekateHU
hoş geldin dünyana:) hoş geldin beden kabrine:)
bir rüyadan diğerine uyandın. Hoş geldin bu aleme….








Nur Cihan
06.05.2009

3 Mayıs 2009 Pazar

İLK SALAT=İLK MUHABBET=İLK GÜZELLEME


İlk Salat =
İlk Muhabbet=
İlk Güzelleme


”Onlar, Rablerinin davetini kabul ederler ve namazı dosdoğru kılarlar. Onların işleri de kendi aralarında bir istişare iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan onlar Allah yolunda harcarlar.” ŞURA SURESİ: 38


yaratılmış her şey çiftti
Ayet öyle diyordu
ve yaratılmış o iki A’li -yüksek –en yüce mana
tavaf ettiler Nur’u evvela
kıldılar namazı sevgiyle
ve ettiler ,kendilerinde zuhur eden
O manaya secde
hediye bu idi ilk manada
sevgiliden sevdiğine muhabbet-salat ,anla diye.........
*************

RAHMAN :Sonsuz Esmâ ve Sıfat Sahibi

RAHİM :Varlıklar içinde seçtiklerine kendini tanıtan.
*****************

NEFS’İN MİRACI RUH-RUH’UN MİRACI NEFS
(”zikri HU dan dı, Ali El Murtaza’nın gördüğü..bu söz; Hu Şiirleri” kitabından alıntıdır”)
İlahi yüreğimin sahibisin
tüm niyetlerim sensin
tüm yolların çıktığı o nokta sensin
sana yürüyorduk; sende doğuyor ,sende büyüyorduk
sende ölüyor ve yine sende doğuyorduk
İlahiii ey öğretmenlerin Kebir-i Azam-ı
ey harflerimin Mürşidi

Nefsim senin ellerinde
Celalinden Cemaline yoğrulurken
mayam henüz kabarmamışken
sen istediğin için..........
senin için kırılmış gönlümün tamir edilemez kırıkları için
bana, benim sandığım gözlerimden
gösterdiğin nur-u güzellikti ilk ışık –nur

Yusuf-i İbrahim’in uykusunda ışıyan sendin
o nefessizdi –sen nefes din-sen hayat
o senin ışığınla aydınlıktı
insanı esir eden o güzellik sendendi..
Halilullah uyuyordu
ihramına bürünmüş örtülüydü
ezanla uyanan A’li ‘y di.. O -ruh idi ..dirilendi...
uyanan can bulandı O.....
saçları kara, gözleri kara ,gecenin incisi o kara

.....................................................

nefsim huzura hala erememişti?
kalp karşılığını henüz niye bulamamıştı?

eksikti sevgim benim ......
çünkü heykel tam değildi henüz
Bekke fethedilmişti............
Şimdi sıra Mekke ‘deydi..............
kabe putlardan temizlenmişti
kalmıştı kabe nin tepesinde bir putu -anka
eğildi Resul dedi Ali ‘ye “çık omuzuma”
hicap etti O:”olmaz “dedi Resulune ,sevdiğine
Resul ısrar etti:” sen, beni taşıyamazsın ama ben, seni taşırım”dedi

Omuzladı ruh,un anlamını

“Ve ettirdi ruh’a miracını”
baktı ki “gördüğü her şey- her eşya Muhammed-i nur”
yok başka ne yerde ne gökte nur

Tamam oldu miraç şimdi..

Yaratılmış her şey çiftti..

Ruh ve Nefs –Nefs ve Ruh farklı değildi
ikisi tam bir bütündü
zanlar onları ayrı sandı
ve zıtlıkların savaşı başladı...
oysa tüm esmaları CEM eden
yegane esma Hz. MUHAMMED ( s.a. v )dı
CEMALİ onunla tamdı
o kainatın efendisi
kainatın Vücud-i İlahisi’ydi

O nurun ala nur du...

yaratılmış o iki nur

İki sevgili sadece tek ve bir O idi...
aslında yok hiçbir şey
tüm bunlar mecaz

İlim ,bu ilmi öğrenmek için bunca ders
her şey sıra ile ,basamaklar bunun için
kokular,sesler,renkler,eşya bunun için
insan kendisini okusun-öğrensin diye
ve okuduğunu birde kendisi yazsın

Kendine okutsun diye......
Nisan-2008
sevgiler......................