27-mayıs-2009
çocuk, Babannesinin bostanında uzanmış, hava zerrelerine bulanmıştı..öyle, hiç kıpırdamadan düşünüyordu..Evvel Zaman, hayatına fiilen girdikten sonra,çok az kitap okumuştu..eskiden ne bulursa, anlamasa da okurdu.. okuduklarının hemen hiçbirini, inanılmaz zayıf olan hafızası yüzünden hatırlayamazdı..çok küçüklüğünden beri, ben anlamasam da, ruhum anlar ve bana anlatır gibi tuhaf bir anlayışa sahipti bu masal çocuğu...artık okuyacaklarını seçiyordu..çünkü kitaplar, kelimeler canlıydı , bazıları zarar veriyordu..mesela, şimdi, ilmi kibir-hased olmuşların kelimelerine cümlelerine bakıyordu çocuk..o harfler,o kelimeler,o cümleler nasıl acı ile çığlık atıyorlardı, ah bilseler..onca ilimle,habire anlattıkları o Noktay-ı Velayet ilmi ile neden hala Allah’ın; insana, insandan tecelli ettiğini kabul edemediklerini bir türlü anlayamıyordu çocuk..kendinden başka bir insanın varlığını kabul edebilmek ne kadar zordu, bunu anlıyordu ama onlar ilim sahipleriydi..çocuk çok cahil olduğu için o kadar zorlanmıştı..oysa onlar biliyorlardı..Namus-u Ekber Cebrail ne demekti?..Allah’la, peygamberin arasına mı girmişti ki; yok sayılıyordu..neye dayanarak hem de?..”ben .””ben” diyorlardı..ne beni yahu..”önce sen” olacaksın ki,sonra ben olasın değil mi?(önce” la ilahe…” olunurmuş …karşı taraf: “ey kulum” demeliymiş.)hem, her şey, aynı anda oluyor, zamansız ve mekansız tüm boyutlar iç içeyiz diyorlardı, hem de Hz. Peygamber’i tarihe gömüyorlardı..bu nasıl iş? çocuk hiç anlayamıyordu ki..önemli olan beden miydi, manasımıydı?mana ölürmüydü ki?hep tevhid den bahsediliyordu..Hz.Mevlana; hepi topu tek bir adamız diyordu..vahdet-i vücud diyorlardı..be sırrı diyorlardı..be nin kaç noktası vardı ki.?.hangi “Vücud “dan bugün işleniyorsun, o manayı bulup gelsene diyordu çocuk,kendi kendisine kızarak..
çocuk bedenine bakıyordu.tüm azalarını gözleri ile görebiliyordu bir tek vechini- yüzünü, kendi kendine seyredemiyordu..muhakkak bir aynaya ihtiyaç vardı bunun için, değil mi?..işte Kamil kişi, kendisini, Allah yolunda fenaya erdirmiş bir yokluk aynasıydı..
merak etme!! yine orada; göreceğin kendinmişsin-öyle diyorlar, diyordu çocuk, içindeki o kibirli-hased “ben “e..kimsenin ne senin ilminde gözü var, ne de bedeninde..çünkü gerçekte kimse kendisinden başka kimseyi sevemez..Hz. Mevlana demiş ya hanii..”insan aslını bilse, kimseye aşık olamaz, sadece kendisine aşık olur, sadece kendisini seyreder “diye işte öyle bir şey …
insan ne tuhaftı değil mi?..bedeninin estetiği- sağlığı için yapmadığını bırakmıyordu,.ruhunun ve gönlünün sağlığı-estetiğinin açığa çıkmasını bilen rehberleri ise; ünvanları, İslami –mürşid olduğu için en aşağılayıcı biçimde reddediyordu..oysa adı; yaşam koçu,gru,astroloğ,kozmik temizleyici(lavman uzmanı=XL detoxcu) v.s olduğunda, tüm servetini dökerek köle oluyordu..bir de, kendisinden daha çok bilen birine, benliği öyle bedavaya teslim etmek zordu..ucuzdur vardır hilesi misali..oysa canını alacak ya huuu, çok pahalı çokk…yani inanılmaz havalı ve sükseli..ama hava atmak yasak..konuşmak yasak..:)esas kişileri kaçırtansa;senin ne paran,ne makamın, ne eğitimin işe yaramıyormuş bu eğitimde..
eskiden her gün gazete okurdu .. pek çok dergi alırdı..üç senedir ne gazete, nede dergi, neredeyse hiçç okumamıştı çocuk..umurunda bile değildi..ne de, tv de haber,sorunlu ve felaketli yayınlar izlemişti..sadece müzik, o kadar..o bayağı müziklere ise ihtiyacı vardı, o yüzden..ve bu konuda şehirli- modern insandan çok geri idi, aynı babannesi kadar çağdışı ve cahildi yeni olaylar karşısında..dünyada –ülkede –yaşadığı şehirde neler olup bittiğini hiç bilmiyordu..ama bildiği; her şey, aynı tas -aynı hamam gidiyordu..oysa çocuk kendi içinde çokkk değişiyordu ..dışı ise hızla yaşlanıyordu..Zaman’a şikayeti vardı.çünkü onu tanıdığı şu kısacık zamanda saçlarını hızla ağartmayı başarmıştı:)tabii ki O, diyecekti ki:” bunun için çok şükredin çokk.”teşekkür ediyormuş çocuk..
çocuk, artık, bostandan eve dönmeliydi..yanlızlık Allah’a mahsus deniyordu ya..
Zaman demişti ki:” Allah bile, yalnız değil..Allah bile, kendisine peygamberleri ve velileri dost edinmiş..biz beşeriz, bize ne oluyor?.”
ve bir şeyler hakkında daha düşündü çocuk:”Gaib i sadece Allah bilirmiş. ama birde, Allah’ın bildirdikleri bilebilirmiş..kimse, Allah’ın dileğine, hesap soramazmış..
Allah, bize tüm esmalarını vermiş..sadece İlah-Tanrı esmasını vermemiş..çünkü Tanrı –İlah bir ve tek olan Allah’mış....Allah, Tanrı’lığını-İlah’lığını kimseye vermezmiş..o yüzden biz bu aleme ULUHİYETi tahsile değil, ABDİYETi tahsile gelmişiz..”
Allahu Ekber cümlesini hayal etmeye çalışmış.. Subhanallah’ı düşünmüş..isim ve sıfatların bittiği o anı..
Latif Gönlünün altındaki o Kızıl Kara Nokta-i deliği hayal etmiş..ve bunu düşünmemek için eve doğru yürümüş çocuk..çünkü buralar, çocuk aklı ile gidilecek yerler değilmiş vesselam..
köyden ayrılma vakti geliyordu..herkese, diş kirası kitaplar hediye edildi..çocuğun kitapları ise herkesten farklıydı..eski dil Osmanlıca-yeni Türkçe koskocaman bir sözlük,Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, Sultan Abdülhamid ..çocuk kitaplarına bakıp anlamına gülümsedi..bir de, S.Uludağ’ın Tasavvuf Terimleri Sözlüğü istedi…biri dedi ki:” sana, şimdiye dek verdiklerimizden hangisini okudun? anlat bakalım.”çocuk:”hiç birini..ben hiç kitap okuyamıyorum artık ,sonra okuyacağım” dedi..”neden okuyamıyormuşsun?” dediler..”çünkü Mürşid Kitabımı=A’Lİ KİTABI mı okuyorum” dedi.ve orada bulunan, evvel imamlardan birinin kitabını açtı çocuk..ilk gelen paragrafı okudu..okurken anlamından ağladı ve dönerek dedi ki, sorana:” bak işte bu yüzden okuyamıyorum..””iyi “dediler, “bizde, sana okuyabildiğinde yeni kitaplar veririz:)”
çocuk en nihayetinde kaç sene sonra, hayalinde ona verilen A’li Kitabı’nın Mürşid Kitabı –O Vücudun manasını(yani mürşidinden öğrenecekti)olduğunu idrak etmişti..öğretilmişti daha doğrusu..yaşatılarak öğretilmişti hem de..çok canı yanmıştı,çok seneler geçmişti ama olsun ,sonunda öğrenmişti, yaaa..hiçbir şey için geç değildi..
çocuk bir vakitler; birkaç sene, sadece, Osmanlı Tarihinde geçmiş hatırat kitapları okumuştu..ve bu birkaç senelik Osmanlı hatırat okuma idrakinden, çocukta en kalıcı olan “harem” di..tasavvufla çok bağlantılıydı harem..Kabe gibi..okuduğu tüm yabancı içerikli hatıratlarda; yabancılar-haram olanlar, sarayın haremine-helaline girebilmek için yapmadıklarını bırakmıyordu..ne rüşvet- ne koltuk, faydasızdı..sadece bir elçi, büyük rica ve rüşvetlerle tüm harem, yazlık saraydayken, haremin bir kısmını gezebilmişti..ama ne eşya ,nede bir insan görebilmişti..sadece kıpırdayan bir perdeden acaip hayaller üretmişti, aynı masal çocuğunun bir kelimeden,bir bakıştan, kendi kendi kendine manalar çıkartması gibi.. işte şimdi, çocuk, bu harem hakkında öğrendiklerini Ehl-i Tasavvufla,Haremin İçindekilerle=helal olanların ve ehli olmayanların, haram olanların=hareme alınmayanların arasındaki bağı çok güzel gözlemleyebiliyordu..onların yazılarından,anlattıklarından…gören göz yanılmazmış ve şaşmazmış..”Ben’i gören, O’nu gördü” misaliymiş bu bölüm..çocuk bu sözleri takip ediyormuş.
çocuk Abdülhamid Han’ın, vaktinin Gavs’ı olduğunu duymuştu birkaç kez, bunu sordu..”olabilir” dediler..Evvel Zaman’ın, Sultan Abdülhamid Han’ın kızı Ayşe Sultan’ı sık sık ziyaret ettiğini, kendisinden dinlemişti..O’na, ailesine, büyük hürmeti vardı Evvel Zaman’ın.. ve çocuk da, Ayşe Sultan’ın; Babam Abdülhamit Han kitabından çok etkilenmişti..ne yokluk çekmişlerdi, ne yokluk.. inanılmaz bir baskı..Evvel Zaman-ı İlahisi’nin; Ayşe Sultan’ın yaşadığı fakirliği hiç belli etmemek için sarfettiği, o asilliği anlatışını hatırladı çocuk..
her Türk evladı muhakkak bir padişahı özel severmiş..bizim masal çocuğu da en çok, Yavuz Sultan Selim Han’ı severmiş..buraya kaydetmek istemiş..
ve Evvel Zaman’ın bir manayı anlatabilmek için dediklerini:”senin efendin, kim olduğunu biliyor mu?” demişti çocuğa..”hayır” demişti çocuk.”bilmezz,bilemez..ne kadın kocasının kim olduğunu bilir ne koca karısının kim olduğunu bilir, aynı yastığa baş koyarlar ama birbirlerini tanıyamazlar..ne evlat anababayı, ne anababa evladını bilebilir..bu öyle bir dünyadır “demişti..
ve Zaman da geçen anlatmışt:”.İnsan-ı Kamiller’den en az faydalananlar, en yakın oldukları kendi aileleridir ..çünkü İnsan-ı Kamiller’de beşerdiler,aynı onlar gibiydiler..yer içer,sinirlenir,bağırır-çağırır,tuvalete giderlerdi..aynı onlar gibi davranırlardı..oysa insan hep olağanüstülük peşindeydi değil mi?”Yok tu yani, öyle hayalimizdeki evliya modeli.. uç- kaç yaşa bir şey yoktu..uçaklar ne işe yarıyor değil mi:)buna tenezzül etmezlermiş bir kere..çünkü keramet sergilemek çok ayıp bir şeymiş..keramet, ancak, başka yolla laf anlamayan içinmiş..marifet, insan gibi yaşabilmekmiş..
ve eklemişti Evvel Zaman:”dünyadaki bu zulmü cahiller mi yapıyor? Yoo, hayır.. bugün herkes okumuş, yazmış, diplomalı.. cahil yok..bu zulmü hep o diplomalı,okumuşlar yapıyor!!” deyişini..gerçekten de bugün hemen tüm alanlarda ,hatta şirketler neredeyse zorla, çalışanlarına; kişisel gelişim kursları aldırıyorlar ve onları her alanda aktif- bilinçli!! hale getirmek için uğraşıyorlardı..ama bu sadece kişilerin daha çok çalışıp, daha çok kazanma hırsını, daha lüx yaşama hırsını kamçılayacak şekilde, BEN üzerine yapılıyordu..herkes tek başına bir cumhuriyet-krallık derdindeydi..ve karşısına çıkanı ayağının altına almaktan çekinmiyordu..makam ve koltuk ve baş sevdası tüm değerleri ayaklar altına aldırabiliyordu tabii.. …dünyada ki fuhuş,uyuşturucu,içki,insan ticareti,silah,kimyasal ticaretleri yapanların hiçbiri cahil olamazdı değil mi?..uluslararası bağları vardı..hepsi en üst seviyede ilim sahipleri ve dokunulamayacak kadar yüksek stadüde olmaları gerekmeliydi..hepsi ölmemek için,mümkün olsa, tanrıCIK –ilahCIK olabilmek için; en ağır sporları yapıp ve son derece sağlıklı besleniyor olmalıydılar…ortalık Afrodit ten ve Herkül den geçilmiyordu zaten…sadece ağızlarını açıp konuşunca, o muazzam sihir bozuluyordu..bir gr. yağa dayanamazlardı onlar..beden, tapılacak tek yerdi çünkü..işte bedene bu derece şehvet duydurularak ruh ve kalp unutturulmuştu ya zaten.. bu sağlam bedenli ve sağlam çalışan -sağlamcı beyinlerin ne yazık ki gönül ilimleri olmadığı için kalp nahiyeleri, sadece, onlara kan pompalayan et halinde seyrediyordu..mesela iki dost bir araya gelsek ilk evvela kilolarımızdan bahseder olduk değil mi?neden peki?bu derece aşağılık komplexli olmamız, kimlerin faydasına düşünmek lazım…
bedeni estetik-simetrisi düzgün olmayanları ilim adamları bile horlar olmuştu yayın yoluyla..insanları depresyona sokup daha çok -kimyasal verip daha çok uyuşturmak için tuzaklardı sanki..şunu için, hemen zayıflayın,bunu yeyin hemen incelin,birde bu hareketi, şu fiyata sattığımız aletle yapın artist gibi olun v.s...bugün ev hanımlarının günlerinde bol bol estetik ameliyatları konuştuklarını biliyor muydunuz?..çok acıdır ki, her gün, tv de bangır bangır ve yazılı medyada estetik dr ların isimleri geçiyordu..ve ev hanımları da bu estetik dr. larının hemen hepsinin en iyi neyi kesip- biçip uzmanlaştıklarını ve hangi uzvu kaça kesip- yenisini kaça yaptıklarını biliyordu..gerektiğinde estetik yapılmalı,bu kadar olağanüstü-ilahi- değerli bir ilme kimse karşı değildi ama bu kadar ucuz(anlamda-fiyatta değil:) ve kolay olmamalı değil mi?oysa Allah bir yarattığını bir daha yaratmazdı ki..?ne gözü kör olup, yüreği ile görenler vardı..ne bedeni hasta olup, ruhu ile her mekanı seyredenler vardı..beden topraktı- yokluktu ve geldiği yere dönecekti..onun aslı vardı ..o ise” nur” dandı..o aslına bakmak lazımdı..aslında ise, zerre çirkinlik-kusur-özür yoktu.. olamazdı zaten..ASIL ÖZÜR VE KUSUR, BİZİM ÖZÜR VE KUSUR ARAYAN GÖZLERİMİZDE, KALPLERİMİZDEYDİ..
geçen sene bir konferans da dinlediği, madde ve mana ilmini birleştiren bir prof vardı çocuğun..onun sözlerini hiç unutmuyordu..demişti ki:”insanlık ,bilhassa kadınlar hiç bu devirdeki kadar aşağılanıp ezilmediler..hiç bu kadar horlanmadılar. çünkü eskiden, erkeklerin gönüllerinin eğitildiği,kalplerinin yumuşatıldığı tasavvuf okulları vardı..buraya gitmeyen, neredeyse yok idi..ama şimdi o okullar kapatıldı ve kalpleri-gönülleri eğitenler kalmadılar..ve insanlıkta bu acımasızlığa mahkum edildi ..”
Ehl-i Tasarrufu Tasavvuf hep derdi ki:”İslamiyet- Müslümanlık ince insanların işidir..her kişinin değil –Er kişinin işidir..kalpleri incelmiş kişilerin harcı yani..”
çocuk, Zaman Padişah’ına gitmişti..rüya görmeme ve anlatmama yasağı kalkmıştı..çünkü, artık tehlikeli alana girmişlerdi..çocuğun ders müfredatından biri de “Hak ile batılı ayırmaktı”..bu en zor bölümdü ..şimdilik “hak ile batılı nasıl ayıracağını sadece şu iki başlıkla biliyordu..”
1. si; Kur’an a ters düşmeyecekti..
2. si ise; Hz..Muhammed Mustafa’nın yaşantısına,sözlerine ve sevdiklerine ters düşmeyecekti..O, yaşayan ölçü idi..Hz. Rasul’ün eşi; Hz. Aişe’ye söven müminlerin annesine sövmüş sayılırdı.. harama girmiş olurdu..o mümin değildi..çocuk da o söveni sevmemek zorundaydı..çünkü, ilk evvela Kur’an, bu annelerimizi koruma altına almıştı..Hz. Muhammed(s.a.v) min dostları ve akrabaları olan, yani ailesine katılmış olan; Hz. Ebu Bekir’e,Hz. Ömer’e,Hz. Osman’a söven batıldı.. (Hz. Ali’nin; diğer oğullarına, kendinden önceki, dostları olan, halifelerin isimlerini verdiğini yeni öğrenmişti çocuk..) işte bu ölçüler üzere çocuk yürüyecekti inşallah…ve aminnn..
çocuk önemli bulduğu rüya ve müşahedelerini anlattı ve Zaman, onları, çocuğa lazım olduğu kadar açıkladı..açıklama istemesi yasak olduğu için, açıklanmayan bölümleri sormadı çocuk..oluruna bıraktı..nasılsa vakti gelince, her şey kendiliğinden, kendisini şerhediyordu..dedi ki Zaman:” Ben, Evvel Zamanına benzemem..O çok nazik, çok ince ,çok kibar bir insandı..O, sizi hiç kırmazdı ve dediklerinize hiç itiraz etmezdi..ama Ben öyle değilim ..kesin ve net söylerim.bu da,kişilere, sert uslup geliyor ama bu meşreb yapısı biliyorsun.?.O’nunla meşrebimiz farklı dedi..çocuk gülümseyerek onayladı..ama aslında ikisinin aynı manada olduklarını biliyordu ..biri Cemal’di biri Celal..lakin zıtları ile yine aynı manadaydılar.”Ya Zülcelali Vel İkram” üzere seyahat ediyordu..işte çocuğun meşrebi O’na uygun olduğu için buraya yollanmıştı ya zaten..demişti ki Evvel Zaman:” aynı frekansta olan evlilikler çok nadirdir..ve melekler bile onları gıpta ile seyredip tavaf ederler.”aynı frekansta birleşmek…ve bir sohbette anlattıklarını hatırladı:”bir mürşide gidersiniz ve onu beğenmeyip geri dönerseniz bilin ki aslında, o, sizi beğenmemiştir.. ve bazen de mürşidler sizi başka bir mürşide yollarlar..çünkü onunla ters esmalısınızdır ve eğitim süreniz uzar, oysa, sizi yolladığı aynı esmayı paylaştığınız başka bir mürşidle, diğeri ile 7 sende kat edeceğiniz mesafeyi, 7 ayda alırsınız” demişti..çocuk bu mevzuları anlamıyordu ama bu kadarını hatırlamak bile güzeldi..
çocuk Evvel Zaman’la alakalı rüyasını anlattı en son..ve dedi:” hiç, O’nu göremedim.. bir kere bile..bana kendisini göstermiyor”..zaman çok acaip bakarak:” görmedin mi?” dedi..sanki gözü ile çocuğu işaret ediyordu..çocuk çok dalgındı ..”hayır hiç görmedim “dedi..Zaman yine sordu..”görmedin mi ?”..hayır hiç göremedim dedi çocuk ama bir şey anlatılmak istendiğini sezdi ..anlaması gerekti, oysa, şimdi dalgındı..
son hurmasını, o gün yiyip gelen çocuk,teşekkür etti..”hurmalar bana çok iyi geldi..o şiddetli hislerim duruldu, artık dayanabiliyorum” dedi..Zaman gülümsedi..”ama kalbime çok ağır bir hüzün yerleşti” dedi çocuk şimdilerde, daha derinden ve daha hisli ağlıyordu…
“artık ağlamayacaksın” dedi Zaman…”ağlamanı yasaklıyorum..güleceksin..ağlamak yok”.çocuk şaşkın “nasıl yani?” der gibi baktı.”hüzün yok” dedi Zaman..”kalpte hüzün olmaz ..oraya sevinç yerleşecek..sevinç gelecek..ağlayacağın vakit, hemen; sana ,ağlamanı yasakladığımı hatırlayıp güleceksin, tamam mı?” dedi Zaman..”tamam” dedi çocuk.
artık, O’nu görmeden yaşabilirim sanıyordu..onu düşünmeden de..sanki bu muhabbet dersi bitmiş gibi geliyordu çocuğa ..geleceği bilemiyordu ki..ve dedi ki “ben, bir ay gelmeyeceğim.”.”neden?” dedi Zaman “gel.”.”hayır gelmeyeceğim ,sizi rahatsız etmek istemiyorum,siz çok yoğunsunuz .”.”hayır, gel, daha erken gel” dedi zaman..”gelmeyeceğim” dedi çocuk..”gel, gel” dedi zaman ..”tamam” dedi çocuk..
Çocuk için, dünyadaki en zor şeylerden biriside; birine telefon açıp konuşmaktı..başkasının özeline girmek çok korkunç dokunuyordu çocuğa..ve telefonda konuşma özürlüydü..insan görmediğiyle konuşamıyordu ki”sizi ararken ne kadar zorlandığımı biliyor musunuz?” dedi çocuk..başını salladı Zaman ..”biliyorum” dedi ve bu konuda rahat olmasını söyledi..
ve çocuk şimdiye dek yaptığı tüm edebsizlikler için özür diledi..onları kontrol edemediği için üzgündü ama elinde olmadığını ve onlardan utanmadığını da ifade etti, anlattı..”sakın böyle düşünme “dedi Zaman..”senin düşündüğün gibi bir hal görmedim, hiç öyle bir şey olmadı” dedi Zaman..çocuk:”ben sizin yüzyıllardır süren bu disiplinli,incelmiş hareket ve sözlerinizi, Siz’e karşı yerine getiremiyorum..biliyorsunuz, hiç alışık değilim, böyle yetişmedim” dedi..”olduğun gibi kal,hiç mahsuru yok” dedi Zaman ..”ben memnunum..nasıl dilersen öyle davran,rahat ol .”.çocuk her zaman O’nu görür ve biraz muhabbetten sonra evine dönerdi..”bugün, sizi seyredeceğim” dedi gülerek çocuk..”tamam, seyret “dedi Zaman..o gün Zaman’ın İlk Mürşidi’nin anma gecesi varmış..O’nu anlattı Padişah-ı İlahi’si çocuğa ve çocuktan izin istedi:”O’nun için, ruhen hazırlık yapmam lazım, biraz yalnız kalmalıyım” dedi..çocuk O’nu anlıyor ve saygı duyuyordu..İlk Efendi’sinin kendisi için ne anlama geldiğini çocuğa gülerek anlatmıştı eskiden, Zaman..çocuk, bu mukaddes anı izleyecekti..sağ elini kalbin üzerine koyarak hafifçe eğildi çocuk..ve O’nu izlemeye, yerine gitti..
çocuk çok sevindi..bir tek ,O’nun tam karşına gelen yer boştu .oraya oturdu..yanında da bu mekanın en yaşlısı,en saygı duyulanı, artık bebek olmuş bir masum vardı..O’nun elini öptü,dudağına buse kondurdu..çocuk güldü..o güldü..ve GERÇEK MAKAM-I GÜL’ döndüler..
ve seromoni başladı..Padişah,ı Zaman, aynı Evvel Zaman’ın onları hayalinde tanıştırdığı kıyafetlerini giyerek gelmişti..Padişah Libası..Kırık Beyaz bir Hırka ve Beyaz bir Takke..ve dizleri üzerinde ritüeline başladı..
O, az sonra, vecde girmeye başladı..yüzüne derin bir huzur ve mutluluk geldi..öylesine bir dinginlik-huzur hali vardı ki yüzünde; yukarı kıvrılmış dudakları neredeyse; kalbindeki kahkahaları kontrol etmeye çalışan , tutan gülme eylemindeydi..gittikçe, nur-ziya artıyordu..Zaman kıyafetleri ile bütünleşen ışığın içindeydi şimdi..çocuk O’nu büyük bir hayranlıkla –gıpta ile izliyordu..O, sevgilisi ile buluşmuştu..bir avucu dizlerinin üzerinde yukarıya doğru açıktı…öyle güzelleşmişti ki anlatılamaz..SAF NURlanmak üzereydi..ne yaşı vardı ne yaşanmışlık izleri şimdi..Nur’dan Sütunlu O Peygamber Manalı Erler’e benzemişti…BEYAZ GÜL dü O…çocuk O’na hayrandı..bu mukaddes- mahremiyeti tenezzül edip çocuğa göstermişti..gördüm dedi çocuk gördüm..O’nun nazla,işveyle salınışına baktı…ondaki Cilve-i İlahi,ondaki şu İşveli Naz hiç kimseye böyle yakışamazdı biliyordu..ah dedi ahhh.. O, şimdi Rahman’ın Gelini…mahrem alan,haram olan..çocuk ondaki güzelliğe baktı..”hayranım Sana “dedi..”Allahım benden O’nu seven ,O’nu selamlayan sen ol..ben O’nu hakkı ile sevemem ve selamlayamam ..lütfen” dedi..
Zaman bu mukaddes anı çok kısa tuttu..yarım bıraktı..çocuk,biliyordu ki yarım dı..az evvel yarım bırakmaması için ricada bulunduğunda, Zaman’ın nasıl gülümsediğini hayal etti..ve hatırladı: Güneş’in önünde, küçük ay ın gölgesiz tutulurken ki selamlarını .. o gecenin nihayetinde Güneş-i İlahi, şu anlama gelen ayetle sözlerini bitirmişti:”Ey Habibim.. Sen yeter diyene dek vereceğim..Sen yeter diyene dek…….”
çocuk yetmez dedi…yetmez…bu henüz başlangıç..gördüm ,gördüm ama yetmez…gördüğüm yetmez..daha ötesi var biliyorum yetmez dedi çocuk….bunu SADECE SEN YAŞADIN, ben seyredip, gördüm..lütfen dedi çocuk lütfen….
teşekkür ediyorum..sonsuz kere teşekkür ediyorum Efendim….
Nur Cihan
27.05.2009
nuralem7@hotmail.com