BABANNEM ve DÜŞlerimden DÜŞürdüklerimin MASALı..(1)3-mayıs-2008
Ben melamet hırkasını
Kendim giydim eğnime
Ar ü namus şişesini
Taşa çaldım kime ne
Haydar Haydar taşa çaldım kime ne
…….
……..
Nesimi'yi sorsalar kim
Yarin ile hoş musun
Hoş olam ya olmayayım
O yar benim kime ne
Haydar Haydar o yar benim kime ne
Aşık Nesimi
Evveli ve Ahiri bir olan Zamanın içinde bir çocuk yaşarmış..bu çocuk, on yıl aradan sonra Sıla-i Rahim yapmaya karar vermiş..aynı, on sene evvel ki gibi, 2-3 günlüğüne köyüne gideceklermiş..o köyünde doğmamışsa da, onun bağı, oradan tutuluyormuş...kökleri o köye de ait değilmiş.. bildiği, maddesel ilk durak burasıymış..ve çocuk hazırlanırken, düşüncelerine takılmış..hatırlamış on sene evvelini..
1999 depreminden bir buçuk ay evvel gördüğü o dehşetengiz rüyasını, kimseye anlatamamış çocuk..ve sevdiklerini bir daha göremeyecek korkusu ile önce köyüne gitmiş..köylerinde Ali Ulvi Amcalarının da yazlık evi varmış..ve 2 de misafirleri..Ali ve Latif Sultanlar..Makam-ı Devlet-i Aliye Padişahları; o esnada, meğer burada bulunuyormuş..arz o vakit işte buradan döndürülüyormuş..lakin çocuk bu manalara çokkkk uzak ve gafil ötesi, çok cahilmiş…çocukcağız bilmeden, bir rüyanın peşine takılıp, öyle bir deryaya düşmüş ki, tüm ömrü boyunca buna şükretse, asla yetmezmiş..alnını secdeden hiç kaldırmasa, yine yetmezmiş..hayatı boyunca sürekli selam getirse, yine yetmezmiş..
Ginolu’nun sırtlarında, bembeyaz entarisi ile Ali Ulvi Amca varmış..ve yanında cahil bir çocuk.. tepede oturarak, denize bakıp konuşuyorlarmış..çocuk ne yazık ki bugün, o sohbetin tek kelimesini hatırlamıyormuş..ne yazık.!!beyaz entarili bu peygamber aşığı; çocuğun hayatının bir dönemini, mihri Hilye-i Şerif(hafız Osman:) ile mühürleyenmiş aynı vakitte..ve avucuna konan ise altından bir hatıra-i Muhammedi Mühür’müş...işte çocuğun hayatının dokunulmayan, kimseye bahsetmediği noktası burasıymış..bekletilen, bekletilen..ve çocuğun kimseyi yaklaştırmadığı tek alanmış burası..senelerce; “ne garip? ,ne mana var” deyip düşündüğü.. bugün Bedeni Hilye-i Kur’an olarak karşısındaymış.. ve bu dokunulmayan alan sadece O’nun içinmiş.. çocuk en nihayetinde bunu anlamış..
çocuk yeni gördüğü Dost Ali’sinin, o vakit, elini bile öpmemiş..çünkü, demişler ki ,sen O’nun elini öpersen, O’da senin elini öper..işte bu yüzden çocuk O’ndan uzak durmuş..ama öyle bir çekim varmış ki, elini tutup O’nu minderli odaya götürmüş çocuk..rüyasını anlatmış..baştan aşağı titremiş Alisi..”evet” demiş “şehitler ölmez..onlar diridir ve Hay dır..hiç bir şey olmayacak korkmayınız..hayır olacak inşallah..çok hayır olacak “ demiş..ve eklemiş..”sizin mürşidiniz var mı?”çocuk bilmeden bir sohbete iştirak ediyormuş..anlatmış..”o sayılmaz ..o er değil ki ..ondan mürşid olmaz..sayılmıyor..mürşidsiz olmaz “ demiş..çocuk mürşid nedir ,ne yapar?, o zamanlar hiç bilmediğinden bunu önemsememiş..işte çocuğun hayatı belki de o anda değişmiş..ileride onlar sarmaşdolaş-teklifsiz dost olacaklarmış ama ne zaman? tam 7 sene sonra..çocuk taşlara başını çokk vurduktan ve tüm çamurlara bulandıktan sonra...çünkü kirlenilmeden temizlenilmiyormuş ya, ondan...ve çocuk kimlerle beraber olduğunu ise, ancak 9 sene sonra anlayabilecekmiş..en sonuncusu da bu alemi terk ederken yani…belki böylesi daha iyiymiş..çünkü, hiçbir karşılık beklemeden sadece saf bir sevginin oluşması için bilmemek lazımmış..bildiğinde, beyin, sürekli bir şeyler talep ediyormuş..oysa sevince?.. koşulsuz sevebilmek için.. hiçbir şey istememeyi öğreniyormuşsunuz..daha doğrusu öğretiyorlarmış..
çocuk hayatında ilk kez; bu kadar zarif,naif ve edeb ehli kişiler görmüş..öylesine şaşırmış ve kendisinden utanmış ki, bunu O’nlara da söylemeden edememiş..O’nların karşısında konuştuğu için, O’nlardan özür bile dilemiş..kendisini o kadar berbat hissediyormuş ki..gerçek insanın ne nadir olduğunu, işte, O’nları gördüğü,o vakit anlamış çocuk..zaten O’nların lakabı da yeryüzünde yaşayan meleklermiş..
Evvel Zaman çocuğun hayatına fiilen girdiği ikinci senenin sonunda has evladını bu masal çocuğu ile kardeş ilan etmiş..ve” birbirinizden ayrılmayınız , daima dua ediniz ..benim için ağlaya ağlaya dua et olur mu?” demiş çocuğa…ve çocuğa Ahir Zaman’a söyleyemediği bir şey yaptırtmış.. (uyanık kaldığı son gün..onun mana törenleri varmış.. O’nun madde de uyguladığını istemiş çocuktan..)çocuğunda; Evvel Zaman Padişahı, Hay olduğu gün; O’ndan ilk talep ettiği şeymiş bu çocuğun..bunun sıkıntısını-ezikliğini çok uzun süre çekmiş..ama geçen O demiş ki:” mürşidin ne isterse sorgusuz yapacaksın..”işte çocuk sorgulamadan , bilmeden, cahil cesur olur ya hani, işte o hali ile bu yüce şeyi yapmış..bunu söyleyemediği- sesli dile getiremeyeceğinden ve içine dert olduğu için buradan yazıyormuş:)
köye gidebilmek için yaşadığı şehirden, çocuğun yaşadığı şehre gelen mana kardeşi ile beraber diğer Haybabam sınıfı talebelerinden bir grup yola çıkmışlar..aylardan nisan-mevsimlerden baharmış...Bolu’da hem yağmur, hem kar hem de güneş varmış…ve çocuk dağların tepelerini sık sık gösteriyormuş diğerlerine..”bakın ne muhteşem değil mi?.”yeşil tepeler mor çiçeklerle taçlanmışmış..mor ile taçlanacaksın ama yeşilden seyredeceksin diye gülerek hayal etmiş çocuk:)
çocuk bu yolculuğa çıkış nedenini düşünüyormuş..yolunda; toprak tozu olduğu, bu şehirde değilmiş..ve çocuk O bu şehirden gidince, nedense artık, bu şehirde durmak istemiyormuş..öyle derin çıkmazlara giriyormuş ki, her şeyi terk edip, hatta kendisini de terk edip, O’na karışabilmek istiyormuş..bunu yapamadığı içinde sürekli özlemle ağlıyormuş..yol boyunca çalan müzikle çocuk saatlerce düşünmüş ve ağlamış..hiç bir şey çocuğu teselli edemiyormuş..
evliyalar şehri Kastamonu’ya varmışlar nihayet..ilk önce Şeyh Şaban-ı Veli Hz.lerine uğramışlar..her sene 5 mayıs ta başlayan “evliyalar haftası” için hazırlıklar varmış..türbe tadilatta olduğu için etrafı bantlarla çevriliymiş..çocuklar cami de namaz kılmışlar.Şeyh Şaban-ı Veli Camii; ülke de, içinde bu kadar çok halvet odaları olan tek numuneymiş..caminin 3 katında dizilmiş sıra sıra halvethaneleri varmış..iki kapılı imiş bu halvethaneler...her ziyaretçinin yaptığı gibi onlarda halvet odalarına çekilip salat etmişler..türbe kapalı olduğundan içeri girilemiyormuş..yolda durup seyrederken, çocuk, aniden görmüş ki, niyaz penceresi var ve açık..bantların üzerinden atlayarak ve kabir kenarlarına basarak pencerenin önüne gitmiş…makamı selamlamış ve derdini ağlayarak anlatmış, hem de sevincini…veda etmiş.. gözyaşları ile dönerek tekrar kenarına basarak geçtiği kabir taşına bakmış..üzerinde “Hazine Katibi Seyyid Muhammed… “yazıyormuş..ve çocuk daha çok ağlamış…Şeyh Şaban-ı Veli Hazretlerinin türbe kapısında bir kitabesi varmış..o insanların ve cinlerinde mürşidiymiş ve tam 360 irşad yetkisi vermiş..bu kadar sayıda nasıl icazet verdiğini soranlara 300 üne Rasulullah diğer 60 ına ben verdim demiş..bunların 300 ü cin taifesindenmiş..
bu şehir evliya ve sahabe doluymuş..ve birkaç saat manevi turizm yapmışlar..çocuk en çok Ilgaz dağındaki Benli Sultan türbesini seviyormuş..ileride bir gece muhakkak bu muhteşem tabiatta kalabilmeyi çok istiyormuş..o kadar güzel bir tabii manzara içinde yanii..dokusu hiç bozulmamış bir mekanmış burası..insanları da çok temiz ve safiyetliymişler..
geziler bitmiş, değişik yerlerde onlar için tertiplenmiş ziyafetlere de katılmışlar..gece köylerine varmışlar..
ertesi sabah çocuk ve kardeşi köyü dolaşmaya çıkmışlar..inanılmaz şaşırmış çocuk..bir on yılda tüm ahşap evleri hangi eller yıkıp- yok edip, o betonları dikmiş, anlayamamış....ama yine de bu memleket kendiliğinden hızla yayılan bir ormana sahipmiş ve yeşilliği de daimmiş...evlerde yazları yaşandığı için hemen kimseler yokmuş..her yer bomboşmuş..eskiden bir karış toprak için birbirlerini boğazlayanlar ,aç kalmamak için her karış toprağı değerlendirenler toprak olmuşlarmış...ve o topraklarda otlar büyümüş her yanı papatyalar sarmıştı..çocuk yılanlı asa yoluna benzeyen, kıvrım kıvrım patika yola baktı..yeşil otlar üzerinde serpilmiş bembeyaz papatyalara -ortasındaki sarılığa baktı ve dedi:”gittiği yerde ve döndüğü yerde tüm yolları bu kadar saf ve güzel olsun.. O’nun ve ailesinin hayatı daima hep ilkbahar olsun..O çok güzel..tıpkı bir nergisin suya olan hali gibi demiş..”
eski aile kabristanlığına gittiler..babannesini neşe ile selamladı çocuk..onu oraya davet ettiği için teşekkür etti..ve dır dır- habire neşeyle onunla konuştu..çocuklar 3 gün çok eğlendiler..tepedeki köye çıktılar ve Sinop’a doğru uzanan deniz manzarasına karşı, yukarıya kurulmuş bir salıncaktan sallanarak baktılar..bu yükseklikte böyle bir manzaraya karşı uçmak hissi çok hoşmuş meğerse..
ertesi gece, bir udi -bir de ses sanatçısı; misafirlere, sabaha dek, elinde bendir şarkılar geçti..6 saat hiç durmaksızın her telden terennüm ettiler..şarkıların arasında; yakın bir ilçenin belediye başkanı onlara açıklamalar yapıyordu…mesela söylenen” Çanakkale içinde vurdular beni türküsü Kastamonu’ya aitmiş Kastamonu’da yakılmış”..neden?”çünkü kurtuluş savaşında en çok şehit veren bu şehirmiş..ve gidenler hiç geri dönmemiş..”bu bilgiyi ilk kez duyuyorlarmış çocuklar..
onları, yakın ilçelerde de gezdirdiler..ve arabada canlı müzik:) ve tur rehberleri vardı..her yer bomboştu ve tertemizdi..bu huzur ve sakinlik neden büyük şehirlerde yoktu anlaşılıyordu…insan her şeyi kirletiyor ve yozlaştırıyordu..insan insanı yorup yıpratıyor ve her şeyden hatta kendinden bile bıktırıyor, kaçırtıyordu…insan o kadar ağırdı ki..bu ağırlık bazen zulmedebiliyordu..
bu yörede ölüm ve hayat iç içe olduğundan, ölüm çok normal bir şeydi..ve yeni yapılan aile kabristanlığına gitmesini söylediler çocuğa..”git bak ,yer seç ,beğenecek misin?” dediler:)çocuk kahve yaptı, evin kapısından çıkıp yolun karşısına geçti.. yedisi bir yanda diğer yedisi de karşında aynalanmış, ortasında iki adımlık yol olan, boş kabirlerin ortasından geçip duvarın üzerinde oturdu..kahvesini içerek düşündü..bu kabirlerde yatamayacak kadar huysuz ve geçimsizdi..bir kere yanyana idiler:)o hep ayrık otu halindeydi..köşedeki yerlere baktı yine beğenmedi..az yukarıya ağacın altına baktı, “olabilir” dedi..ama yine vazgeçti..”olmadı, babannemin yanına gömülürüm bari “dedi sonunda ve yine hayallerine daldı..
çocuk, hiç olduğunu öğrendikten sonra çok üzülmüştü..hiç olmak çok acı verdi ona..çok ağlıyordu…Evvel Zamanı arardı:” yokuz,hiçiz değil mi?” derdi “evet evladım, biz hiçiz..hiç bir şey yok..hiçiz,,hiç bir şey yok..” diyerek telefonu kapatırlardı..çocuk bir türlü bu hiçliğe razı olamıyordu nedense.. o, ilerisini de istiyordu bilmeden..muhakkak ilerisi olmalıydı ..orada bitmemeliydi..ama Evvel Zaman’ı ona demişti ki: “evladım, görüp göreceğiniz o ..başka hiçbir şey yok..ondan ötesi yok..ama bunun manası ciltler dolusu kitaptır..bu kişide bir anda da açığa çıkar,parça parça bir senede de.. bunu ben bile bilemem.. sadece o bilir.. “demişti..çocuğun soruları olurdu ve onları cevaplamazdı dostu..”vakti gelince size söylenecek evladım ..onlar bizi aşar..O’na ait” derdi..neden söylemediğini bugün anlıyordu..Makam-ı İrşad-ı Ahir Zaman ona vakti gelince öğretecek ve söyleyecekti..ve O’nların alemi bizi aşardı..biz çocuktuk O’nlar ise ABD-I HAS büyüklerdi..biz hata yapardık O’nlar bizi affederlerdi..iyi ki çocuktuk ve iyi ki O’nların ellerindeydik…SİZİ SEVİYORUM...ellerinizden öpüyorum:)SİZ BAŞIMA GELEN EN GÜZEL ŞEYSİNİZ...HERŞEYİMSİNiz..
geçen sene yazın başında,hayalinde çocuğun eline beyaz bir mektup verilmişti..zamanın çocuğuna yazılmıştı..Ebu-l Vakit’in yakında ayrılacağını yazıyordu..çocuk ağlaya ağlaya babasına gitmişti..sarılmıştı..gitmeyin, beni bırakmayın ne olur demişti..O ise inanılmaz sevinçliydi..çocuğun getirdiği bu müjdeli haberin şerefine onu eli ile bir anda göğsüne çekmişti ve çocuk inanılmaz kokular içinde, O Hırka’nın içindeki saadeti, salavatlar getirerek ağlayarak yaşamıştı..hep istediği şeylerden biri olmuştu..işte o göğüste ağlayabilmişti..birbirlerine sarılarak ve sürekli ellerini öperek vakit geçirmişlerdi..
çocuğun bir türlü soramadığı bir sorusu vardı..onun sormasını engelleyen bir şey bu soruyu ona hiç sordurmuyordu nedense..ama bu sefer çocuk bu sorusunu kalbinden niyetle istemişti..”ayakları bu kadar güzelse, kendisi kimbilir nasıldır?” diye düşündüğü o bembeyaz yorganlardan, bembeyaz kefenlere dürüleni düşünüyordu daima çocuk..”o hesabını nasıl ödeyecekti.?”selamlı kentin, sonsuzluk kabristanlığına gömülen..kadınların içeri alınmadığı o mekan..ve demişti Evvel Zaman..”Bize sorgu sual yok,Biz Hay’ız, ölmeyiz…vazife devam edecek şimdi ve sonra daima ..biriz- beraberiz ..”bunları gülerek ve neşe ile söylemişti..o gün ki kadar O’nu hiç neşeli görmemişti çocuk.. sanki bir düğünün kutlamasındaydılar..hiç içmediği kadar çay içip, her bitişte ellerini bir sultan gibi çırpıp çay doldurtuyordu..birbirlerinin bardaklarından çay içip aynı tabaktan defalarca yeniden doldurtulmuş böreği yiyip duruyorlardı..daha sonraki çok kısa zaman da, her görüşme sonunda ona Dost’u şöyle diyerek kapatmıştı telefonu..”Biz ölmeyiz,Hay’ız biz..vazife devam edecek şimdi ve sonra beraberiz,Biriz....”çocuk bir hiçti evet ama hep olabileceğinin müjdesini de öğreniyordu giderayak..ama bunun için Makam-ı İrşada gidebilmeyi başarması lazımdı önce.. çünkü O,Beka Sultanı’ydı..çocuk düşüncelerinden sıyrılıp ayağa kalktı ve yolun karşına geçip eve döndü..merakla sordular koloni halinde yaşayan ev misafirleri:”hangisini seçtin? şu yer benim bu taraf benim” demeye başladılar..”hiç birini seçmedim ,istemiyorum dedi çocuk..geçimsizim ve huysuzum.. ben, tek başıma yer istiyorum” dedi..tamam dediler neresini istersen..yer çokkk..
her gün, bir kupa dolusu kahve alıp babannesinin bostanına gitti çocuk..yemyeşil bostanda ayaklarını ve saçlarını ve ellerini otlara koyup uzandı..ve sigara içti ve düşündü durdu..onun hayatta en iyi yapabildiği tek şey düşünebilmekti..başka hiçbir konuda başarılı değildi zaten..çok sevdiği hava zerrelerine odaklandı ve onların ışık-nur gibi,kar taneleri gibi birbirlerine değmeden üzerine akıp yağmalarını izledi uzun süre..nefesi düşündü ve maddeyi düşündü..hangi kuvvet, zerreyi bir arada tutabiliyordu..hiçken var olabiliyordu..yokken dilediği renge ve biçime dönüştürebiliyordu..al işte bak!! hava burada.. çok bilenler, her şey bende, ben yaparım, ben ederim diyenler!!. al bak.. hadi yarat bakalım diyordu..evet sende ama hangi sen.?. O,sen olunca sen de..önce O, sen “O “ol, sonra diyordu…O dilemedikçe asla..O istemedikçe, asla diyordu çocuk..düşünüyordu bir kuantum fizikçisinin yaşayabileceği en güzel şeyin; seyr-i sülük yapan birinin rüyaları-müşahedeleri olabileceğini…ne ilginçti madde ilminin nihayeti ile seyr-i sülük bir bakıma aynı şeydi..lakin biri kitaplardan senelerce süren zevksiz bir eğitimle, diğeri, yaşatılarak en cahile bile seyrettirilerek öğretiliyordu..İslam Tevhid- Birlik diniydi ve laiklik-ayrım yoktu..çünkü laikliğe ihtiyaç yoktu..her şey zaten ilim içindi ve o ilim, İlmullah dı..( haşa Allah bölünüp ayrılabilir mi?TANRI TEK di ve O TANRI ALLAH dı)selamdı..selametti..birlikti..biri zevk ehli için, diğeri kuşkucular için..onlar deprem bilginleri gibi ellerinde hep farklı belgelerle her daim yeni fikirler savunuyorlardı..nedense, bir türlü ortak noktada buluşamıyorlardı..oysa ilmi tasavvuf gelip, hep aynı derya -deniz noktasında buluşabiliyordu.üstelik maddede alim olmak isteyene tonla masraf yapılıyordu ve imkanlar- teknoloji onlar içindi..makam ve mevkiler onlar içindi..onlar dış alemi bilmek içindi..dış masraflıydı tabii:)iç alemi öğrenme ilmi tasavvuf ise bedava idi,öğreticileri de bu işi bedavaya yapıyorlardı.. aynı hava gibi besbedava(bu iç tarafta para geçmediği için, sadece canını alıyorlardı,adamı ney gibi oyuyorlardı:)…bu işte bir iş vardı ama bu iş çocukları aşardı..ilim sahipleri belki kendi aralarında eğleniyorlardı..biz bilemeyiz ki, çok cahiliz biz…
ve babannesine gidiyordu aklı..bu bostanda ömrü geçmişti.. 87 senelik bir ömür..hemen hiç konuşmazdı babannesi..öyle düşünür dururdu..sessizlik ötesi bir kadındı o, sukut..çocuk onu ilk gördüğü zamanı hatırladı..küçüktü. arabadan inmiş, eve doğru koşuyorlardı.. babannesi tarlanın ortasında oturmuştu..ilk hatırası buydu.. babannesi durmadan namaz kılardı birde..derlerdi ki; kıldığını unuttuğu için, tekrar tekrar kılıyor ..neredeyse bir vakitten diğer vakte hep namaz kılıyordu..ve sık sık soruyordu namaz vakti geldi mi, ben şu namazımı kıldım mı? diye..çok yavaştı babannesi,her şeyi yavaştı..çocuk ona hiç benzememişti bu konuda..o, aceleden hemen ölmek isteyenlerdendi..hayatı acele üzerine kuruluydu ve o yüzden hep sakardı..her şeyi yıka devire, paldır küldür yaşıyordu ki; bir hızlanışta hemen çabucak bitiversin..yaşamak çocuğa inanılmaz ağır geliyordu..o dünya ile geçinemiyordu..ama şimdi düşündü.. aslında dünya mükemmeldi..o insanların davranışlarına, düşüncelerine üzülüyordu ve tahammül edemiyordu..geçinemediği insanlardı aslında.. ve biraz daha düşündü, hayır dedi..insanlar değildi geçinemeyip tahammül edemediği, asıl, kimseyle geçinemediği için kendisine kızıyor ve kendisine tahammül edemiyordu çocuk..kendisiyle barış yapmayı ise istemiyordu şimdilerde..çünkü kendisini değil, O’nu istiyordu.. O’nun damarlarında gezinmek ve aldığı nefesin içinde olabilmek istiyordu..aslında öyle olduğunu biliyordu.. lakin bunun farkındalığıyla yaşayabilmek istiyordu…
çocuk yine babannesine döndü..atalarını düşündü..Kırım’dan geldikleri söyleniyordu ..tarihleri yok olmuştu..babannesi ve dedesi, annelerin karnında iken büyük dedeleri savaşa gitmişlerdi ve bir daha hiçç geri dönen olmamıştı..geride kalan daima yaşlılar,kadınlar ve çocuklardı..bir şehir düşünün ki ülkede en çok şehit veren yer olsun..yetişkin tek erkeği neredeyse kalmamış olsun..ve unutulan gelenekler,yok sayılan bir alfebe,yakılan ,toplanan kitaplar,yasaklanan din eğitimi,unutulan soylar ve unutulan tarih,unutulan bir kültür olsun.. ne acı değil mi?geçmişi reddetme hastalığı yüzünden yenileneceğiz hastalığı yüzünden, binlerce yıllık bir geçmiş siliniyor..ne korkunç..yenilenen ne ile yenilenir ki? tabiî ki, onu besleyip büyüten, bugünde sahip olduğu her şey gibi geçmişle…bildiğini, ne ile bilebilir insan? yeni diye bir ilim olabilir mi hiç..o insanlar yeni değil ki bir kere..yeni bir yorum olabilir sadece..zamanın gereğine göre yeni bir bakış…geçmiştekilerin ona öğrettikleri ile..sadece altına;” bunu ben düşündüm, bunu ben buldum, bunu ben akıl ettim diye edebsizce imzasını atar benim gibi mesela..”oysa onların hepsi geçmişin hatıralarıdır..(anlayan hemen anlar..biraz okuyan,biraz araştıran hemen anlar..kim ne okuyor, nereden, hangi fikirle beslenmiş, hemen belli olur..)
sadece o yeni idrak etmiştir..o yeni anlamıştır..bazen kişiler hak etmeyip, edebsizlikleri ayyuka çıkınca, layık olmadıkları da ellerinden alınır ya(kendimden biliyorum) ..işte bir koca devlet de, ehli olmayanlara gücü verdikleri için bu zavallı hale düşürülmüştü..bugün dedesinin yazdığı, 70 sene evvelinin kitabını okuyamayan tek devlet bizmişiz, ne acı değil mi?
çocuk düşündü, dün gördükleri anıtı..57.alayın, bir taburunun tamamı yan ilçeden olanları düşündü. bir anda tüm ilçe şehit oluyor..bir şehir ,bir üke bir anda yok ediliyor..ve hepsi ter-ü taze..eskiden hadise-sünnete uyarmışlar..Hz.Peygamber:” savaşa alimleri götürmeyin ki geride kalanları eğitsin” demiş miş..ama bu savaşta tüm yetişmiş alimler,yetişenler,özenle yüzlerce yıldır korunan sanatçılar hepsi kurban olmuş..koca bir kültür sanki bilerek yok edilmiş..yada yok edilmeye çalışılmış değil mi?neden?bu gün, ben, nereden köyüme geldiğimi bilemiyorsam,atalarımı ve geçmiş ritüellerimi bilemiyorsam,geçmişin tadını alamıyorsam bunun vebali kimin peki?babannemin mi? yoooo..o olmasaydı biz de olamazdık ki..onlar bu günkü hayatı bize yaşanılır kılan kadınlardı..hayatın kaynağı onlar..işte belki bu aidiyetsizlik yüzünden benim hiçbir hatıraya bağım yoktur..hakiki manada, gerçekten de bu madde hatıralarından hiçbirine ne ilgi duyarım, nede saklarım..
ve gencecik şehitlerin, daha genç hamile eşleri, geride kalanlar..ve açlık ve cahillik ve yolsuzluk ve susuzluk..ve eşkıya…ve çeteler..ve parasızlık..ve saflık ki bu saflık anlatılamaz..onlar dünyayı bilmiyorlar, hayatı tanımıyorlar ..ve bu küçük kadınlar.. sönen bacaları tüttürmek zorundalar.. yaşlılara bakmak, çocukları doğurup, hayata tutunmak zorundalar..işte bu yaşı küçük,anlamı büyük dul kadınlar hayatı yeniden kuran kadınlar, ne yazık ki bugün horlanıyorlar..onlar köylü, onlar cahiller..onlar insan bile değiller..neler peki..?evlatlarını her ne pahasına okutmak-şehirli yapabilmek için yapmadıklarını bırakmamışlar..
Bir köle gibi aileleri için çalışmışlar..ve o kıymetli diplomalı yeni nesil evlatlar, makamlarına kurulmuşlar..demişler ki biz şehirliyiz..biz medeniyiz..onlar cahil ve köylü…onlar dağlı..onlar ne bilebilir ki?..bilen biziz ,biz bile değiliz.. bilen batılı..o batılı, Irak’ı katlettiğinde değil de, Babil Müzesi’ni yağmaladığında bu çocuk çok ağlamış nedense..çünkü kalbi o çalınan Sümer tabletlerinde kendi geçmişinin yazdığını söylüyormuş..gözyaşları kendiliğinden, tarihine ağlıyormuş..o hırsızlar olmayan tarihlerini yazabilmek için, kendilerine soy sop hırsızlığı yapacak kadar alçalmışken, bizlerin yetiştirdikleri ne yazık ki soyu sopu satar hale gelmişti..sözde medeniyetler adına..köye ait her şey reddedilmişti..en basitinden köy yumurtası ,köy sütü ,tereyağı vesaire..batılılar gibi fabrikasyon yemeliydik..bunu okuyan bilim adamlarımız söylüyorlardı..hijyen şarttı..ve doğruydu…ama birkaç yıl sonra; artık onu yemeyin, bu ilacı da içmeyin meğer hatalıymış.. artık bunu yiyin ve şu ilacı için diye kolayca söyleyebiliyorlardı..bugün şehirliler gerçekten de köy ürünleri yiyemiyorlardı..bedenleri medeni olduğu için değil mekanik robotlara dönüştürüldükleri için..çünkü bedenler medeni olmuyordu ki, düşünceler medeni oluyordu..sanayi maddesi almaya alışmış bünye doğalı reddediyordu..madde ilminin yükünü çekenlerin, mana ilmine verdikleri o şiddetli tepkime gibi mesela..oysa mana ehli, ilme hiç kimsenin vermediği kadar değer verirdi..onlar gerçek alimin uykusunun cahilin ibadetinden üstün olduğuna da iman ederlerdi..ve tefekkür edebilmek tüm ibadetlerin en üstündeydi..
çocuk babannesine döndü..gülümsedi..o, okuma yazma bilemezdi..ama gökyüzüne bakarak saatleri ve tüm namaz vakitlerini söyleyebilirdi..ve gökyüzüne bakarak tüm rüzgarların isimlerini ve yönünü söyleyebilirdi..yaprağı bile gözükmese, o, her bitkiyi ismi ile tanırdı..hayvanların durumlarını bakarak söyleyebilirdi ve tavukların yumurtlama vaktinin gelip gelmediğini bile bilebilirdi..tüm yiyecekleri nasıl en son haline dek değerlendireceğini de bilirdi..bunlar tüm geçmişte yaşayan köylülerin normal bildikleri işti..onlar hayatı,tabiatı okuyabiliyorlardı..bugün biz bunları kitaplardan öğrenmeye çalışıyorduk lakin uygulayamadığımız içinde asla başarılı olamıyorduk..onlar her şeyi yaşayarak öğreniyorlardı..hayatta kalmayı biliyorlardı..
mesela bugün uzaya giden insan inanılmaz lüx siteler yapıyor..köy evlerinin daha teknoljik-moderni aslında..ama ödenen faturalar kişiyi umutsuzluğa sevketmekten başka işe yaramıyor..neden bu kadar kafası çalışan, bu kadar zeki ve her şeyi bilen insan yaşadığı mekanları bir köylü gibi bedava getiremiyor hep merak etmişimdir.neden onca ilim ve mekanik aksamı ile köle gibi yaşıyor.?.kulaklarında anten takılı gezen, ellerinde en gelişmiş cep telefon-bilgisayarları ile ayaklı sanayi halinde gezen bu markalı-diplomalı ve kariyerli insanlar, neden her gün bir ton fatura ile boğuşan mutsuz kölelerdi?neden bir köylü kadar bile özgür olamıyor..neden?.zamanı yakalamak için böyle mi yaşanır, yoksa zamanın engin bir dinginlikle içinde yaşadığı an olduğunu anlamakla mı yaşanır..?üniversitelerde beyinleri memur zihniyetine dönüştürüyorlar sanki...neden sadece okudukları konuyla yetiniyorlar da hayatı okumayı öğretmiyorlar?neden kendini bilmeyi,kendine eğilmeyi,kendini mutlu edebilmeyi öğretemiyorlar..çünkü bu ilmi bilen donanıma sahip maddi hoca ne yazık ki yok..bu ilim Allah ın ve üniversitelerden öğrenilemiyor ne yazık ki.çünkü, Allah’ın ilm-ü ledün ü kitaplardan değil, ehlinden, izinlisinden nazar ve kelamla ancak öğrenilebiliyormuş..işte bu ilmi öğreten müesseselerde yenilenirken, daha doğrusu artık hak eden kalmadığı için elimizden alınmış gitmiş..ama insan bilsin ki her yönetim çöker, unutulur ve gidermiş..sadece Devlet-i Aliye, Allah dilediği müddetçe bakiymiş..
neden su kuyusu açmıyor siteler,neden kendi suyunu sağlamıyor.?.bunca teknolonik imkanla neden kendi enerjisini sağlayan ve döndüren sistemler kurmuyorlar.?.neden mutlu olabilmek için kimse bir adım atmıyor.?.nasıl içsel mutluluk, başkasının kuyusundan su çekmekle sağlanamıyorsa, işte maddesel mutlulukta böyleydi..kendi suyunu kendin çıkartana dek acı sürüyordu..kendi çarkını kendi döndüren-faturasız evler, inşallah en kısa zamanda yapılır diliyorum..ve bir sitenin çim-çiçek masraflarını akla hayale gelmeyecek büyüklüktedir..neden bahçeye çok daha ucuza gelecek bir sera kurulup doğal üretimler yapılmıyor ki?bunları yapmak hiç de zor değil..çimlerin bahçıvanı bu işi yapabilir..çatıların üzerine enerji panellerini mimarlar mühendisler kurabilir..su kuyularını açabilirler..neden hayatı daha mutlu ve kolay yaşanılır kılabilmek için çalışmak yerine daha zor ve daha işkenceli bir fiyat çıkartmak için yaşıyoruz ki..daha modern köleler olabilelim diye mi?..
babannem dedi çocuk bu bostanı neden çok seviyormuş anladım..yan taraftaki çeşmeden oluğa akan suyun sesi, kuş sesleri ile ve rüzgarla karışıyordu..ve güneş ışıyordu ,ısıtıyordu.güneş dedi çocuk..güneş herkesindir ve herkese ışık ve ısı yayar ayrım yapmaz..aynı Allah gibi..o herkesin Allah ı dinlinin de dinsizin de Allah ı O..sen sadece perdelerini O’na aç gerisini o halleder…
ve çocuk daha derin hayallere daldı..bunları unutmak için her şeyi unutmak için düşüncelerinin ayarını değiştirdi..mutluluk kanalına takıldı..
O yoktu..çocuk inanılmaz bir boşluğa düşmüştü..öyle derindi ki yalnızlığı anlatılamazdı..ve çocuk Zaman’ı aradı.. ağlıyordu…kalbim acıyor dedi..
sürecekmiş………….
Nur Cihan
13.05.2009
nuralem7@hotmail.com
Ben melamet hırkasını
Kendim giydim eğnime
Ar ü namus şişesini
Taşa çaldım kime ne
Haydar Haydar taşa çaldım kime ne
…….
……..
Nesimi'yi sorsalar kim
Yarin ile hoş musun
Hoş olam ya olmayayım
O yar benim kime ne
Haydar Haydar o yar benim kime ne
Aşık Nesimi
Evveli ve Ahiri bir olan Zamanın içinde bir çocuk yaşarmış..bu çocuk, on yıl aradan sonra Sıla-i Rahim yapmaya karar vermiş..aynı, on sene evvel ki gibi, 2-3 günlüğüne köyüne gideceklermiş..o köyünde doğmamışsa da, onun bağı, oradan tutuluyormuş...kökleri o köye de ait değilmiş.. bildiği, maddesel ilk durak burasıymış..ve çocuk hazırlanırken, düşüncelerine takılmış..hatırlamış on sene evvelini..
1999 depreminden bir buçuk ay evvel gördüğü o dehşetengiz rüyasını, kimseye anlatamamış çocuk..ve sevdiklerini bir daha göremeyecek korkusu ile önce köyüne gitmiş..köylerinde Ali Ulvi Amcalarının da yazlık evi varmış..ve 2 de misafirleri..Ali ve Latif Sultanlar..Makam-ı Devlet-i Aliye Padişahları; o esnada, meğer burada bulunuyormuş..arz o vakit işte buradan döndürülüyormuş..lakin çocuk bu manalara çokkkk uzak ve gafil ötesi, çok cahilmiş…çocukcağız bilmeden, bir rüyanın peşine takılıp, öyle bir deryaya düşmüş ki, tüm ömrü boyunca buna şükretse, asla yetmezmiş..alnını secdeden hiç kaldırmasa, yine yetmezmiş..hayatı boyunca sürekli selam getirse, yine yetmezmiş..
Ginolu’nun sırtlarında, bembeyaz entarisi ile Ali Ulvi Amca varmış..ve yanında cahil bir çocuk.. tepede oturarak, denize bakıp konuşuyorlarmış..çocuk ne yazık ki bugün, o sohbetin tek kelimesini hatırlamıyormuş..ne yazık.!!beyaz entarili bu peygamber aşığı; çocuğun hayatının bir dönemini, mihri Hilye-i Şerif(hafız Osman:) ile mühürleyenmiş aynı vakitte..ve avucuna konan ise altından bir hatıra-i Muhammedi Mühür’müş...işte çocuğun hayatının dokunulmayan, kimseye bahsetmediği noktası burasıymış..bekletilen, bekletilen..ve çocuğun kimseyi yaklaştırmadığı tek alanmış burası..senelerce; “ne garip? ,ne mana var” deyip düşündüğü.. bugün Bedeni Hilye-i Kur’an olarak karşısındaymış.. ve bu dokunulmayan alan sadece O’nun içinmiş.. çocuk en nihayetinde bunu anlamış..
çocuk yeni gördüğü Dost Ali’sinin, o vakit, elini bile öpmemiş..çünkü, demişler ki ,sen O’nun elini öpersen, O’da senin elini öper..işte bu yüzden çocuk O’ndan uzak durmuş..ama öyle bir çekim varmış ki, elini tutup O’nu minderli odaya götürmüş çocuk..rüyasını anlatmış..baştan aşağı titremiş Alisi..”evet” demiş “şehitler ölmez..onlar diridir ve Hay dır..hiç bir şey olmayacak korkmayınız..hayır olacak inşallah..çok hayır olacak “ demiş..ve eklemiş..”sizin mürşidiniz var mı?”çocuk bilmeden bir sohbete iştirak ediyormuş..anlatmış..”o sayılmaz ..o er değil ki ..ondan mürşid olmaz..sayılmıyor..mürşidsiz olmaz “ demiş..çocuk mürşid nedir ,ne yapar?, o zamanlar hiç bilmediğinden bunu önemsememiş..işte çocuğun hayatı belki de o anda değişmiş..ileride onlar sarmaşdolaş-teklifsiz dost olacaklarmış ama ne zaman? tam 7 sene sonra..çocuk taşlara başını çokk vurduktan ve tüm çamurlara bulandıktan sonra...çünkü kirlenilmeden temizlenilmiyormuş ya, ondan...ve çocuk kimlerle beraber olduğunu ise, ancak 9 sene sonra anlayabilecekmiş..en sonuncusu da bu alemi terk ederken yani…belki böylesi daha iyiymiş..çünkü, hiçbir karşılık beklemeden sadece saf bir sevginin oluşması için bilmemek lazımmış..bildiğinde, beyin, sürekli bir şeyler talep ediyormuş..oysa sevince?.. koşulsuz sevebilmek için.. hiçbir şey istememeyi öğreniyormuşsunuz..daha doğrusu öğretiyorlarmış..
çocuk hayatında ilk kez; bu kadar zarif,naif ve edeb ehli kişiler görmüş..öylesine şaşırmış ve kendisinden utanmış ki, bunu O’nlara da söylemeden edememiş..O’nların karşısında konuştuğu için, O’nlardan özür bile dilemiş..kendisini o kadar berbat hissediyormuş ki..gerçek insanın ne nadir olduğunu, işte, O’nları gördüğü,o vakit anlamış çocuk..zaten O’nların lakabı da yeryüzünde yaşayan meleklermiş..
Evvel Zaman çocuğun hayatına fiilen girdiği ikinci senenin sonunda has evladını bu masal çocuğu ile kardeş ilan etmiş..ve” birbirinizden ayrılmayınız , daima dua ediniz ..benim için ağlaya ağlaya dua et olur mu?” demiş çocuğa…ve çocuğa Ahir Zaman’a söyleyemediği bir şey yaptırtmış.. (uyanık kaldığı son gün..onun mana törenleri varmış.. O’nun madde de uyguladığını istemiş çocuktan..)çocuğunda; Evvel Zaman Padişahı, Hay olduğu gün; O’ndan ilk talep ettiği şeymiş bu çocuğun..bunun sıkıntısını-ezikliğini çok uzun süre çekmiş..ama geçen O demiş ki:” mürşidin ne isterse sorgusuz yapacaksın..”işte çocuk sorgulamadan , bilmeden, cahil cesur olur ya hani, işte o hali ile bu yüce şeyi yapmış..bunu söyleyemediği- sesli dile getiremeyeceğinden ve içine dert olduğu için buradan yazıyormuş:)
köye gidebilmek için yaşadığı şehirden, çocuğun yaşadığı şehre gelen mana kardeşi ile beraber diğer Haybabam sınıfı talebelerinden bir grup yola çıkmışlar..aylardan nisan-mevsimlerden baharmış...Bolu’da hem yağmur, hem kar hem de güneş varmış…ve çocuk dağların tepelerini sık sık gösteriyormuş diğerlerine..”bakın ne muhteşem değil mi?.”yeşil tepeler mor çiçeklerle taçlanmışmış..mor ile taçlanacaksın ama yeşilden seyredeceksin diye gülerek hayal etmiş çocuk:)
çocuk bu yolculuğa çıkış nedenini düşünüyormuş..yolunda; toprak tozu olduğu, bu şehirde değilmiş..ve çocuk O bu şehirden gidince, nedense artık, bu şehirde durmak istemiyormuş..öyle derin çıkmazlara giriyormuş ki, her şeyi terk edip, hatta kendisini de terk edip, O’na karışabilmek istiyormuş..bunu yapamadığı içinde sürekli özlemle ağlıyormuş..yol boyunca çalan müzikle çocuk saatlerce düşünmüş ve ağlamış..hiç bir şey çocuğu teselli edemiyormuş..
evliyalar şehri Kastamonu’ya varmışlar nihayet..ilk önce Şeyh Şaban-ı Veli Hz.lerine uğramışlar..her sene 5 mayıs ta başlayan “evliyalar haftası” için hazırlıklar varmış..türbe tadilatta olduğu için etrafı bantlarla çevriliymiş..çocuklar cami de namaz kılmışlar.Şeyh Şaban-ı Veli Camii; ülke de, içinde bu kadar çok halvet odaları olan tek numuneymiş..caminin 3 katında dizilmiş sıra sıra halvethaneleri varmış..iki kapılı imiş bu halvethaneler...her ziyaretçinin yaptığı gibi onlarda halvet odalarına çekilip salat etmişler..türbe kapalı olduğundan içeri girilemiyormuş..yolda durup seyrederken, çocuk, aniden görmüş ki, niyaz penceresi var ve açık..bantların üzerinden atlayarak ve kabir kenarlarına basarak pencerenin önüne gitmiş…makamı selamlamış ve derdini ağlayarak anlatmış, hem de sevincini…veda etmiş.. gözyaşları ile dönerek tekrar kenarına basarak geçtiği kabir taşına bakmış..üzerinde “Hazine Katibi Seyyid Muhammed… “yazıyormuş..ve çocuk daha çok ağlamış…Şeyh Şaban-ı Veli Hazretlerinin türbe kapısında bir kitabesi varmış..o insanların ve cinlerinde mürşidiymiş ve tam 360 irşad yetkisi vermiş..bu kadar sayıda nasıl icazet verdiğini soranlara 300 üne Rasulullah diğer 60 ına ben verdim demiş..bunların 300 ü cin taifesindenmiş..
bu şehir evliya ve sahabe doluymuş..ve birkaç saat manevi turizm yapmışlar..çocuk en çok Ilgaz dağındaki Benli Sultan türbesini seviyormuş..ileride bir gece muhakkak bu muhteşem tabiatta kalabilmeyi çok istiyormuş..o kadar güzel bir tabii manzara içinde yanii..dokusu hiç bozulmamış bir mekanmış burası..insanları da çok temiz ve safiyetliymişler..
geziler bitmiş, değişik yerlerde onlar için tertiplenmiş ziyafetlere de katılmışlar..gece köylerine varmışlar..
ertesi sabah çocuk ve kardeşi köyü dolaşmaya çıkmışlar..inanılmaz şaşırmış çocuk..bir on yılda tüm ahşap evleri hangi eller yıkıp- yok edip, o betonları dikmiş, anlayamamış....ama yine de bu memleket kendiliğinden hızla yayılan bir ormana sahipmiş ve yeşilliği de daimmiş...evlerde yazları yaşandığı için hemen kimseler yokmuş..her yer bomboşmuş..eskiden bir karış toprak için birbirlerini boğazlayanlar ,aç kalmamak için her karış toprağı değerlendirenler toprak olmuşlarmış...ve o topraklarda otlar büyümüş her yanı papatyalar sarmıştı..çocuk yılanlı asa yoluna benzeyen, kıvrım kıvrım patika yola baktı..yeşil otlar üzerinde serpilmiş bembeyaz papatyalara -ortasındaki sarılığa baktı ve dedi:”gittiği yerde ve döndüğü yerde tüm yolları bu kadar saf ve güzel olsun.. O’nun ve ailesinin hayatı daima hep ilkbahar olsun..O çok güzel..tıpkı bir nergisin suya olan hali gibi demiş..”
eski aile kabristanlığına gittiler..babannesini neşe ile selamladı çocuk..onu oraya davet ettiği için teşekkür etti..ve dır dır- habire neşeyle onunla konuştu..çocuklar 3 gün çok eğlendiler..tepedeki köye çıktılar ve Sinop’a doğru uzanan deniz manzarasına karşı, yukarıya kurulmuş bir salıncaktan sallanarak baktılar..bu yükseklikte böyle bir manzaraya karşı uçmak hissi çok hoşmuş meğerse..
ertesi gece, bir udi -bir de ses sanatçısı; misafirlere, sabaha dek, elinde bendir şarkılar geçti..6 saat hiç durmaksızın her telden terennüm ettiler..şarkıların arasında; yakın bir ilçenin belediye başkanı onlara açıklamalar yapıyordu…mesela söylenen” Çanakkale içinde vurdular beni türküsü Kastamonu’ya aitmiş Kastamonu’da yakılmış”..neden?”çünkü kurtuluş savaşında en çok şehit veren bu şehirmiş..ve gidenler hiç geri dönmemiş..”bu bilgiyi ilk kez duyuyorlarmış çocuklar..
onları, yakın ilçelerde de gezdirdiler..ve arabada canlı müzik:) ve tur rehberleri vardı..her yer bomboştu ve tertemizdi..bu huzur ve sakinlik neden büyük şehirlerde yoktu anlaşılıyordu…insan her şeyi kirletiyor ve yozlaştırıyordu..insan insanı yorup yıpratıyor ve her şeyden hatta kendinden bile bıktırıyor, kaçırtıyordu…insan o kadar ağırdı ki..bu ağırlık bazen zulmedebiliyordu..
bu yörede ölüm ve hayat iç içe olduğundan, ölüm çok normal bir şeydi..ve yeni yapılan aile kabristanlığına gitmesini söylediler çocuğa..”git bak ,yer seç ,beğenecek misin?” dediler:)çocuk kahve yaptı, evin kapısından çıkıp yolun karşısına geçti.. yedisi bir yanda diğer yedisi de karşında aynalanmış, ortasında iki adımlık yol olan, boş kabirlerin ortasından geçip duvarın üzerinde oturdu..kahvesini içerek düşündü..bu kabirlerde yatamayacak kadar huysuz ve geçimsizdi..bir kere yanyana idiler:)o hep ayrık otu halindeydi..köşedeki yerlere baktı yine beğenmedi..az yukarıya ağacın altına baktı, “olabilir” dedi..ama yine vazgeçti..”olmadı, babannemin yanına gömülürüm bari “dedi sonunda ve yine hayallerine daldı..
çocuk, hiç olduğunu öğrendikten sonra çok üzülmüştü..hiç olmak çok acı verdi ona..çok ağlıyordu…Evvel Zamanı arardı:” yokuz,hiçiz değil mi?” derdi “evet evladım, biz hiçiz..hiç bir şey yok..hiçiz,,hiç bir şey yok..” diyerek telefonu kapatırlardı..çocuk bir türlü bu hiçliğe razı olamıyordu nedense.. o, ilerisini de istiyordu bilmeden..muhakkak ilerisi olmalıydı ..orada bitmemeliydi..ama Evvel Zaman’ı ona demişti ki: “evladım, görüp göreceğiniz o ..başka hiçbir şey yok..ondan ötesi yok..ama bunun manası ciltler dolusu kitaptır..bu kişide bir anda da açığa çıkar,parça parça bir senede de.. bunu ben bile bilemem.. sadece o bilir.. “demişti..çocuğun soruları olurdu ve onları cevaplamazdı dostu..”vakti gelince size söylenecek evladım ..onlar bizi aşar..O’na ait” derdi..neden söylemediğini bugün anlıyordu..Makam-ı İrşad-ı Ahir Zaman ona vakti gelince öğretecek ve söyleyecekti..ve O’nların alemi bizi aşardı..biz çocuktuk O’nlar ise ABD-I HAS büyüklerdi..biz hata yapardık O’nlar bizi affederlerdi..iyi ki çocuktuk ve iyi ki O’nların ellerindeydik…SİZİ SEVİYORUM...ellerinizden öpüyorum:)SİZ BAŞIMA GELEN EN GÜZEL ŞEYSİNİZ...HERŞEYİMSİNiz..
geçen sene yazın başında,hayalinde çocuğun eline beyaz bir mektup verilmişti..zamanın çocuğuna yazılmıştı..Ebu-l Vakit’in yakında ayrılacağını yazıyordu..çocuk ağlaya ağlaya babasına gitmişti..sarılmıştı..gitmeyin, beni bırakmayın ne olur demişti..O ise inanılmaz sevinçliydi..çocuğun getirdiği bu müjdeli haberin şerefine onu eli ile bir anda göğsüne çekmişti ve çocuk inanılmaz kokular içinde, O Hırka’nın içindeki saadeti, salavatlar getirerek ağlayarak yaşamıştı..hep istediği şeylerden biri olmuştu..işte o göğüste ağlayabilmişti..birbirlerine sarılarak ve sürekli ellerini öperek vakit geçirmişlerdi..
çocuğun bir türlü soramadığı bir sorusu vardı..onun sormasını engelleyen bir şey bu soruyu ona hiç sordurmuyordu nedense..ama bu sefer çocuk bu sorusunu kalbinden niyetle istemişti..”ayakları bu kadar güzelse, kendisi kimbilir nasıldır?” diye düşündüğü o bembeyaz yorganlardan, bembeyaz kefenlere dürüleni düşünüyordu daima çocuk..”o hesabını nasıl ödeyecekti.?”selamlı kentin, sonsuzluk kabristanlığına gömülen..kadınların içeri alınmadığı o mekan..ve demişti Evvel Zaman..”Bize sorgu sual yok,Biz Hay’ız, ölmeyiz…vazife devam edecek şimdi ve sonra daima ..biriz- beraberiz ..”bunları gülerek ve neşe ile söylemişti..o gün ki kadar O’nu hiç neşeli görmemişti çocuk.. sanki bir düğünün kutlamasındaydılar..hiç içmediği kadar çay içip, her bitişte ellerini bir sultan gibi çırpıp çay doldurtuyordu..birbirlerinin bardaklarından çay içip aynı tabaktan defalarca yeniden doldurtulmuş böreği yiyip duruyorlardı..daha sonraki çok kısa zaman da, her görüşme sonunda ona Dost’u şöyle diyerek kapatmıştı telefonu..”Biz ölmeyiz,Hay’ız biz..vazife devam edecek şimdi ve sonra beraberiz,Biriz....”çocuk bir hiçti evet ama hep olabileceğinin müjdesini de öğreniyordu giderayak..ama bunun için Makam-ı İrşada gidebilmeyi başarması lazımdı önce.. çünkü O,Beka Sultanı’ydı..çocuk düşüncelerinden sıyrılıp ayağa kalktı ve yolun karşına geçip eve döndü..merakla sordular koloni halinde yaşayan ev misafirleri:”hangisini seçtin? şu yer benim bu taraf benim” demeye başladılar..”hiç birini seçmedim ,istemiyorum dedi çocuk..geçimsizim ve huysuzum.. ben, tek başıma yer istiyorum” dedi..tamam dediler neresini istersen..yer çokkk..
her gün, bir kupa dolusu kahve alıp babannesinin bostanına gitti çocuk..yemyeşil bostanda ayaklarını ve saçlarını ve ellerini otlara koyup uzandı..ve sigara içti ve düşündü durdu..onun hayatta en iyi yapabildiği tek şey düşünebilmekti..başka hiçbir konuda başarılı değildi zaten..çok sevdiği hava zerrelerine odaklandı ve onların ışık-nur gibi,kar taneleri gibi birbirlerine değmeden üzerine akıp yağmalarını izledi uzun süre..nefesi düşündü ve maddeyi düşündü..hangi kuvvet, zerreyi bir arada tutabiliyordu..hiçken var olabiliyordu..yokken dilediği renge ve biçime dönüştürebiliyordu..al işte bak!! hava burada.. çok bilenler, her şey bende, ben yaparım, ben ederim diyenler!!. al bak.. hadi yarat bakalım diyordu..evet sende ama hangi sen.?. O,sen olunca sen de..önce O, sen “O “ol, sonra diyordu…O dilemedikçe asla..O istemedikçe, asla diyordu çocuk..düşünüyordu bir kuantum fizikçisinin yaşayabileceği en güzel şeyin; seyr-i sülük yapan birinin rüyaları-müşahedeleri olabileceğini…ne ilginçti madde ilminin nihayeti ile seyr-i sülük bir bakıma aynı şeydi..lakin biri kitaplardan senelerce süren zevksiz bir eğitimle, diğeri, yaşatılarak en cahile bile seyrettirilerek öğretiliyordu..İslam Tevhid- Birlik diniydi ve laiklik-ayrım yoktu..çünkü laikliğe ihtiyaç yoktu..her şey zaten ilim içindi ve o ilim, İlmullah dı..( haşa Allah bölünüp ayrılabilir mi?TANRI TEK di ve O TANRI ALLAH dı)selamdı..selametti..birlikti..biri zevk ehli için, diğeri kuşkucular için..onlar deprem bilginleri gibi ellerinde hep farklı belgelerle her daim yeni fikirler savunuyorlardı..nedense, bir türlü ortak noktada buluşamıyorlardı..oysa ilmi tasavvuf gelip, hep aynı derya -deniz noktasında buluşabiliyordu.üstelik maddede alim olmak isteyene tonla masraf yapılıyordu ve imkanlar- teknoloji onlar içindi..makam ve mevkiler onlar içindi..onlar dış alemi bilmek içindi..dış masraflıydı tabii:)iç alemi öğrenme ilmi tasavvuf ise bedava idi,öğreticileri de bu işi bedavaya yapıyorlardı.. aynı hava gibi besbedava(bu iç tarafta para geçmediği için, sadece canını alıyorlardı,adamı ney gibi oyuyorlardı:)…bu işte bir iş vardı ama bu iş çocukları aşardı..ilim sahipleri belki kendi aralarında eğleniyorlardı..biz bilemeyiz ki, çok cahiliz biz…
ve babannesine gidiyordu aklı..bu bostanda ömrü geçmişti.. 87 senelik bir ömür..hemen hiç konuşmazdı babannesi..öyle düşünür dururdu..sessizlik ötesi bir kadındı o, sukut..çocuk onu ilk gördüğü zamanı hatırladı..küçüktü. arabadan inmiş, eve doğru koşuyorlardı.. babannesi tarlanın ortasında oturmuştu..ilk hatırası buydu.. babannesi durmadan namaz kılardı birde..derlerdi ki; kıldığını unuttuğu için, tekrar tekrar kılıyor ..neredeyse bir vakitten diğer vakte hep namaz kılıyordu..ve sık sık soruyordu namaz vakti geldi mi, ben şu namazımı kıldım mı? diye..çok yavaştı babannesi,her şeyi yavaştı..çocuk ona hiç benzememişti bu konuda..o, aceleden hemen ölmek isteyenlerdendi..hayatı acele üzerine kuruluydu ve o yüzden hep sakardı..her şeyi yıka devire, paldır küldür yaşıyordu ki; bir hızlanışta hemen çabucak bitiversin..yaşamak çocuğa inanılmaz ağır geliyordu..o dünya ile geçinemiyordu..ama şimdi düşündü.. aslında dünya mükemmeldi..o insanların davranışlarına, düşüncelerine üzülüyordu ve tahammül edemiyordu..geçinemediği insanlardı aslında.. ve biraz daha düşündü, hayır dedi..insanlar değildi geçinemeyip tahammül edemediği, asıl, kimseyle geçinemediği için kendisine kızıyor ve kendisine tahammül edemiyordu çocuk..kendisiyle barış yapmayı ise istemiyordu şimdilerde..çünkü kendisini değil, O’nu istiyordu.. O’nun damarlarında gezinmek ve aldığı nefesin içinde olabilmek istiyordu..aslında öyle olduğunu biliyordu.. lakin bunun farkındalığıyla yaşayabilmek istiyordu…
çocuk yine babannesine döndü..atalarını düşündü..Kırım’dan geldikleri söyleniyordu ..tarihleri yok olmuştu..babannesi ve dedesi, annelerin karnında iken büyük dedeleri savaşa gitmişlerdi ve bir daha hiçç geri dönen olmamıştı..geride kalan daima yaşlılar,kadınlar ve çocuklardı..bir şehir düşünün ki ülkede en çok şehit veren yer olsun..yetişkin tek erkeği neredeyse kalmamış olsun..ve unutulan gelenekler,yok sayılan bir alfebe,yakılan ,toplanan kitaplar,yasaklanan din eğitimi,unutulan soylar ve unutulan tarih,unutulan bir kültür olsun.. ne acı değil mi?geçmişi reddetme hastalığı yüzünden yenileneceğiz hastalığı yüzünden, binlerce yıllık bir geçmiş siliniyor..ne korkunç..yenilenen ne ile yenilenir ki? tabiî ki, onu besleyip büyüten, bugünde sahip olduğu her şey gibi geçmişle…bildiğini, ne ile bilebilir insan? yeni diye bir ilim olabilir mi hiç..o insanlar yeni değil ki bir kere..yeni bir yorum olabilir sadece..zamanın gereğine göre yeni bir bakış…geçmiştekilerin ona öğrettikleri ile..sadece altına;” bunu ben düşündüm, bunu ben buldum, bunu ben akıl ettim diye edebsizce imzasını atar benim gibi mesela..”oysa onların hepsi geçmişin hatıralarıdır..(anlayan hemen anlar..biraz okuyan,biraz araştıran hemen anlar..kim ne okuyor, nereden, hangi fikirle beslenmiş, hemen belli olur..)
sadece o yeni idrak etmiştir..o yeni anlamıştır..bazen kişiler hak etmeyip, edebsizlikleri ayyuka çıkınca, layık olmadıkları da ellerinden alınır ya(kendimden biliyorum) ..işte bir koca devlet de, ehli olmayanlara gücü verdikleri için bu zavallı hale düşürülmüştü..bugün dedesinin yazdığı, 70 sene evvelinin kitabını okuyamayan tek devlet bizmişiz, ne acı değil mi?
çocuk düşündü, dün gördükleri anıtı..57.alayın, bir taburunun tamamı yan ilçeden olanları düşündü. bir anda tüm ilçe şehit oluyor..bir şehir ,bir üke bir anda yok ediliyor..ve hepsi ter-ü taze..eskiden hadise-sünnete uyarmışlar..Hz.Peygamber:” savaşa alimleri götürmeyin ki geride kalanları eğitsin” demiş miş..ama bu savaşta tüm yetişmiş alimler,yetişenler,özenle yüzlerce yıldır korunan sanatçılar hepsi kurban olmuş..koca bir kültür sanki bilerek yok edilmiş..yada yok edilmeye çalışılmış değil mi?neden?bu gün, ben, nereden köyüme geldiğimi bilemiyorsam,atalarımı ve geçmiş ritüellerimi bilemiyorsam,geçmişin tadını alamıyorsam bunun vebali kimin peki?babannemin mi? yoooo..o olmasaydı biz de olamazdık ki..onlar bu günkü hayatı bize yaşanılır kılan kadınlardı..hayatın kaynağı onlar..işte belki bu aidiyetsizlik yüzünden benim hiçbir hatıraya bağım yoktur..hakiki manada, gerçekten de bu madde hatıralarından hiçbirine ne ilgi duyarım, nede saklarım..
ve gencecik şehitlerin, daha genç hamile eşleri, geride kalanlar..ve açlık ve cahillik ve yolsuzluk ve susuzluk..ve eşkıya…ve çeteler..ve parasızlık..ve saflık ki bu saflık anlatılamaz..onlar dünyayı bilmiyorlar, hayatı tanımıyorlar ..ve bu küçük kadınlar.. sönen bacaları tüttürmek zorundalar.. yaşlılara bakmak, çocukları doğurup, hayata tutunmak zorundalar..işte bu yaşı küçük,anlamı büyük dul kadınlar hayatı yeniden kuran kadınlar, ne yazık ki bugün horlanıyorlar..onlar köylü, onlar cahiller..onlar insan bile değiller..neler peki..?evlatlarını her ne pahasına okutmak-şehirli yapabilmek için yapmadıklarını bırakmamışlar..
Bir köle gibi aileleri için çalışmışlar..ve o kıymetli diplomalı yeni nesil evlatlar, makamlarına kurulmuşlar..demişler ki biz şehirliyiz..biz medeniyiz..onlar cahil ve köylü…onlar dağlı..onlar ne bilebilir ki?..bilen biziz ,biz bile değiliz.. bilen batılı..o batılı, Irak’ı katlettiğinde değil de, Babil Müzesi’ni yağmaladığında bu çocuk çok ağlamış nedense..çünkü kalbi o çalınan Sümer tabletlerinde kendi geçmişinin yazdığını söylüyormuş..gözyaşları kendiliğinden, tarihine ağlıyormuş..o hırsızlar olmayan tarihlerini yazabilmek için, kendilerine soy sop hırsızlığı yapacak kadar alçalmışken, bizlerin yetiştirdikleri ne yazık ki soyu sopu satar hale gelmişti..sözde medeniyetler adına..köye ait her şey reddedilmişti..en basitinden köy yumurtası ,köy sütü ,tereyağı vesaire..batılılar gibi fabrikasyon yemeliydik..bunu okuyan bilim adamlarımız söylüyorlardı..hijyen şarttı..ve doğruydu…ama birkaç yıl sonra; artık onu yemeyin, bu ilacı da içmeyin meğer hatalıymış.. artık bunu yiyin ve şu ilacı için diye kolayca söyleyebiliyorlardı..bugün şehirliler gerçekten de köy ürünleri yiyemiyorlardı..bedenleri medeni olduğu için değil mekanik robotlara dönüştürüldükleri için..çünkü bedenler medeni olmuyordu ki, düşünceler medeni oluyordu..sanayi maddesi almaya alışmış bünye doğalı reddediyordu..madde ilminin yükünü çekenlerin, mana ilmine verdikleri o şiddetli tepkime gibi mesela..oysa mana ehli, ilme hiç kimsenin vermediği kadar değer verirdi..onlar gerçek alimin uykusunun cahilin ibadetinden üstün olduğuna da iman ederlerdi..ve tefekkür edebilmek tüm ibadetlerin en üstündeydi..
çocuk babannesine döndü..gülümsedi..o, okuma yazma bilemezdi..ama gökyüzüne bakarak saatleri ve tüm namaz vakitlerini söyleyebilirdi..ve gökyüzüne bakarak tüm rüzgarların isimlerini ve yönünü söyleyebilirdi..yaprağı bile gözükmese, o, her bitkiyi ismi ile tanırdı..hayvanların durumlarını bakarak söyleyebilirdi ve tavukların yumurtlama vaktinin gelip gelmediğini bile bilebilirdi..tüm yiyecekleri nasıl en son haline dek değerlendireceğini de bilirdi..bunlar tüm geçmişte yaşayan köylülerin normal bildikleri işti..onlar hayatı,tabiatı okuyabiliyorlardı..bugün biz bunları kitaplardan öğrenmeye çalışıyorduk lakin uygulayamadığımız içinde asla başarılı olamıyorduk..onlar her şeyi yaşayarak öğreniyorlardı..hayatta kalmayı biliyorlardı..
mesela bugün uzaya giden insan inanılmaz lüx siteler yapıyor..köy evlerinin daha teknoljik-moderni aslında..ama ödenen faturalar kişiyi umutsuzluğa sevketmekten başka işe yaramıyor..neden bu kadar kafası çalışan, bu kadar zeki ve her şeyi bilen insan yaşadığı mekanları bir köylü gibi bedava getiremiyor hep merak etmişimdir.neden onca ilim ve mekanik aksamı ile köle gibi yaşıyor.?.kulaklarında anten takılı gezen, ellerinde en gelişmiş cep telefon-bilgisayarları ile ayaklı sanayi halinde gezen bu markalı-diplomalı ve kariyerli insanlar, neden her gün bir ton fatura ile boğuşan mutsuz kölelerdi?neden bir köylü kadar bile özgür olamıyor..neden?.zamanı yakalamak için böyle mi yaşanır, yoksa zamanın engin bir dinginlikle içinde yaşadığı an olduğunu anlamakla mı yaşanır..?üniversitelerde beyinleri memur zihniyetine dönüştürüyorlar sanki...neden sadece okudukları konuyla yetiniyorlar da hayatı okumayı öğretmiyorlar?neden kendini bilmeyi,kendine eğilmeyi,kendini mutlu edebilmeyi öğretemiyorlar..çünkü bu ilmi bilen donanıma sahip maddi hoca ne yazık ki yok..bu ilim Allah ın ve üniversitelerden öğrenilemiyor ne yazık ki.çünkü, Allah’ın ilm-ü ledün ü kitaplardan değil, ehlinden, izinlisinden nazar ve kelamla ancak öğrenilebiliyormuş..işte bu ilmi öğreten müesseselerde yenilenirken, daha doğrusu artık hak eden kalmadığı için elimizden alınmış gitmiş..ama insan bilsin ki her yönetim çöker, unutulur ve gidermiş..sadece Devlet-i Aliye, Allah dilediği müddetçe bakiymiş..
neden su kuyusu açmıyor siteler,neden kendi suyunu sağlamıyor.?.bunca teknolonik imkanla neden kendi enerjisini sağlayan ve döndüren sistemler kurmuyorlar.?.neden mutlu olabilmek için kimse bir adım atmıyor.?.nasıl içsel mutluluk, başkasının kuyusundan su çekmekle sağlanamıyorsa, işte maddesel mutlulukta böyleydi..kendi suyunu kendin çıkartana dek acı sürüyordu..kendi çarkını kendi döndüren-faturasız evler, inşallah en kısa zamanda yapılır diliyorum..ve bir sitenin çim-çiçek masraflarını akla hayale gelmeyecek büyüklüktedir..neden bahçeye çok daha ucuza gelecek bir sera kurulup doğal üretimler yapılmıyor ki?bunları yapmak hiç de zor değil..çimlerin bahçıvanı bu işi yapabilir..çatıların üzerine enerji panellerini mimarlar mühendisler kurabilir..su kuyularını açabilirler..neden hayatı daha mutlu ve kolay yaşanılır kılabilmek için çalışmak yerine daha zor ve daha işkenceli bir fiyat çıkartmak için yaşıyoruz ki..daha modern köleler olabilelim diye mi?..
babannem dedi çocuk bu bostanı neden çok seviyormuş anladım..yan taraftaki çeşmeden oluğa akan suyun sesi, kuş sesleri ile ve rüzgarla karışıyordu..ve güneş ışıyordu ,ısıtıyordu.güneş dedi çocuk..güneş herkesindir ve herkese ışık ve ısı yayar ayrım yapmaz..aynı Allah gibi..o herkesin Allah ı dinlinin de dinsizin de Allah ı O..sen sadece perdelerini O’na aç gerisini o halleder…
ve çocuk daha derin hayallere daldı..bunları unutmak için her şeyi unutmak için düşüncelerinin ayarını değiştirdi..mutluluk kanalına takıldı..
O yoktu..çocuk inanılmaz bir boşluğa düşmüştü..öyle derindi ki yalnızlığı anlatılamazdı..ve çocuk Zaman’ı aradı.. ağlıyordu…kalbim acıyor dedi..
sürecekmiş………….
Nur Cihan
13.05.2009
nuralem7@hotmail.com