30 Mart 2009 Pazartesi

HAYBABAM SINIFI TASAVVUF NEŞ'ESİ ÖĞRENİYOR MASALI






















"Birbirinize haset etmeyin, kin tutmayın. Başkalarının ayıplarını araştırmayın, konuştuklarını dinlemeyin, müşteri kızıştırmayın. Ey Allah'ın kulları! Kardeş olun.

"Hz.Muhammed (s.a.v.)

**************
Senin varlığın, benliğin, seninle beraber oldukça, emin olarak rahatça oturma zira senden putperesttik gitmemiştir. Hala benlik putuna tapmadasın.
Diyelim ki; şüphe putunu kırdın, tutalım ki zan putunu akıl baltası ile parçaladın, Böylece zandan, şüpheden kurtulma başarısına ulaşınca bu kez'de, kendine güvenme sana put oldu kaldı.

Hz. Mevlâna Celaleddin-i Rumî (k.s.)


**********************
Hazret-i Mevlânâ'nın, Konya'ya Yerleşmeleriyle İlgili yorumu:
"Hak Teâlâ'nın Anadolu halkı hakkında büyük inayeti vardır ve Sıddîk-ı Ekber Yorumu :Hazretlerinin duâsıyla da bu halk bütün ümmetin en merhamete lâyık olanıdır. En iyi ülke Anadolu ülkesidir; fakat bu ülkenin insanları mülk sahibi Allah'ın aşk âleminden ve derûnî zevkten çok habersizdirler. Sebeplerin hakîkî yaratıcısı Allah, hoş bir lutufta bulundu, sebepsizlik âleminden bir sebep yaratarak bizi Horasan ülkesinden Anadolu vilâyetine çekip getirdi.
Haleflerimize de bu temiz toprakta konacak yer verdi ki, ledünnî (Allah bilgisine ve sırlarına ait) iksirimizden (altın yapma hassamızdan) onların bakır gibi vücutlarına saçalım da onlar tamamiyle kimya (bakışıyla, baktığı kimseyi manen yücelten olgun insan); irfan âleminin mahremi ve dünyâ ariflerinin hemdemi (canciğer arkadaşı) olsunlar."

EFLAKİ, C. 1 (3/1 16)

*********
HAYBABAM SINIFI TASAVVUF NEŞ’ESİ ÖĞRENİYOR MASALI

BİR VAR mış BİR YOK muş
Zamanın birinde Haybabam sınıfı adında, bir dershanelik bir okul varmış..
Sınıfın adı” Tektaş-alyans”mış(O=HALVET)..Bu sınıfımızın uzun senelerdir süren bir neşesi varmış..O da tasavvuf üzerine konuşmak-dedikodu etmek-tasavvuf severleri misafir etmekmiş..Velhasılıkiram, bu mütevazi sınıfcığa bazen gerçek tasavvuf erenleri bile gelir ve sohbet edermiş..Gerçek tasavvuf ehline, Ehl-i Tasarruf denirmiş..Diğer hepsine de ehl-i tasavvuf dedikoducusu tabii..Ama bu işin dedikodusu bile zevkliymiş..Dedikodu bile ediyorsan, Allah’ı dedi-kodu edeceksin denirmiş zaten..


Din afyondur derler ya, tasavvuf afyondan bile kuvvetli bir zevk vericiymiş..Hatta bazen evlerine bile gitmek istemezmiş kimse..Hele hal ehli geldiğinde, uçan sineğin kanadı duyulacak olurmuş..Saf hal ehli bu yolda çok makbul değilmiş..Çünkü hal geçici ve kişinin elinde olan bir şey değilmiş..Halin, makamla dengelenmesi istenen şeymiş.. Ama her şey zıttı ile varmış ya hani..Bu, her ilimde olduğu gibi tasavvufta da kabul edilenmiş...Bu yolun ricali “hak “sa, şarlatanı da” batıl” ve varmış..

Sınıf, pek cömertlerin tezgahından alışverişte olduğundan: buradan alışverişte, herkese nasip olmayan bir seçeneğe haizmiş..Akla gelecek- gelmeyecek herkesi misafir ederlermiş mekanın müdavimleri…Öğrenciler, kimi duydularsa davet ederlermiş…Çok zengin bir menüleri varmış..Değişik din tebliğ edicileri,dinlileri,dinsizleri,makam sahibi,hal sahibi .. (birde burada olup bitenleri izleyip rapor eden münafıklar varmış..zararları tabiî ki kendilerine …Ayna yansıyor tabii- kime kendine!!!!)Bunların tam zıtları sahte rehberleri,yol kesicilerini,kozmik enerjistleri:) Bu son yazdıklarım ancak bir kez gelebilirlermiş …Bir bakılırmış..İlk önce bu enteresan kişiler süzgeçten geçermiş..Herkes, ballı ekmek gibi izlermiş onları evvela ..Ama sonunda bu olmadı derler, bir daha takılmazlarmış…Çünkü menüleri çok zengin olduğundan; biraz da, seç beğen, iste gelsin durumu olmuşlar sanki..Edebsiz sınıf bu:)

Lakin her çiçeği de pek merak ederlermiş..Her çiçeğin balı tatlı olmadığı gibi, birde akıl ve kalbe zehir sokanları ise ayırmak er kişi harcıymış…Olumsuz olanları yazmayız tabii..Kişileri de..Sadece “öz”leri yazmaya çalışacağım..

Masallarımda;hayallerimi, okuyup gözlemlediklerimi,kendimin ve başkalarının dedikodusunu yazdığımdan, kimse üzerine alınsın istemediğim için; buradan geçen yol göstericilerinin, aklımda kalan sözlerinden yazmak isterim ki, faydalı olsun..Yoksa yol kesenlerin,senelerce süründürerek oku -oku bir şey anlatamayanları(okumaktan maksat, yaşamaktır çünkü)-hizmet hizmet, hani himmet olamayanları yazmak istemem..

Bu yolun gerçek rehberleri gönül eridirler ve sorumluluğunu aldıkları kişiyi asla yolda bırakmazlarmış..VADEDİLEN İSE”YOL DA BULUNA GÖR ALIRLAR SENİ” İMİŞ..İşte bende, bu kişilerin sözlerinden bir buket yazmak istiyorum..Hakikat bakidir, batıl ise daima yokluğa mahkumdur …Hak erenleri yetersiz olduklarında “bilmiyorum” demekten hiç utanmazlar…”Bilmemek” gidilmek istenen hedeftir aslında:)bir erdemdir..Gerçekte, hakikati bilemeyenler daima “bilmiyorum” yerine belden aşağı vururlar mesela..Aşk ı olmayana tasavvufta “hayvan” derlermiş haniii..Biz ilmini aşkla bağlamışlardan söz edeceğiz bu masal da, izninizle..

İlk evvela bizim gibi cahillere senelerdir emek veren hepsi birbirinden değerli-kıymetli hocalarımızın tümüne saygı ile selam vermek istiyorum..Biliyorum ki aslında iyi-kötü yoktur..O anda, gelen giden her şey içinde bulunduğumuz hal için öğreticidir ve gereklidir.Ama kurallar ve yaşam şartları-ŞERİAT=SÜNNETULLAH kadar geçerli kural da, ne yazık ki yoktur..

ders notları:

*Dolar alırken sahtemi-gerçek mi diye bakıyorsunuz ya,işte mürşide de sahtemi gerçek mi bakmanız lazım..

*Salik kendisine rehber seçtiği kişiye, mürşidlik icazetnamesini sorabilirmiş ve mürşid bunu göstermek zorundaymış..Bu icazetnameleri de herkes anlayamazmış tabii..Sahtemi -gerçek mi ehli bilirmiş..Bazen yeterli adam yetişmediğinde bile mürşid edilenler varmış..Rehberi onun icazetnamesinde bunu öyle bir kusurla yazarmış ki, sadece ehli anlarmış yine…O yüzden tasavvuf ehli çok AKİL olmalıymış ve çok ilim sahibi..OKUmak lazım her şeyi ama işe yarayacak ER KİŞİ yi tabii..


*Tasavvuf ehli AKİL ve nüktedan olurlarmış..Hazır cevaplarmış..Zaten makam ve hal ehli ise adamı kitap gibi okur-yazar dürer –isterse bir nazarla bile düzeltebilirmiş..Gerçek tasavvuf ehlinde; bu çocuk, şunları gözlemliyormuş..Asla kibir yok..Toprak gibiler..TALEBE CEVAB VERİYORLAR..NE TALEB EDİYORSAN ANCAK ONU ALABİLİYORSUN. Asla dedikodu yapmıyorlar…Kimse hakkında ileri geri konuşmak yok..Kimsenin aile huzuruna,iç meselelerine,özel hayatına burnunu sokmuyorlar..Özelle alakalı hiçbir şey sormuyorlar..Anlatırsanız dinliyorlar ama asla ne oldu ne bitti sorulmuyor..Şikayet sevmiyorlar..Günahları bilen ve affedeci olan Allah diyorlar..DAİMA MÜJDECİLER....Ve bildikleri halde hep susuyorlar..Nasıl susuyorlar hep şaşılacak şey.. Ben minicik bir şey bildiğimi sansam;” ben biliyorum, ben söyleyeceğim.. ben, ben diye zıp zıplarmışım mesela..:)”Genelde tasavvufla ilgilenen kişiler soru sormazlarmış.. Biliyor gözükmek için sormayanlar olduğu gibi, gerçekten bilmediğinden soramayanlar ise daha çokmuş..Çünkü, gerçekte, soru soran az çok cevabı zaten bilirmiş..Onun derdi onaylanmak olduğu gibi gizli kibirmiş de…İşte tasavvufta bu bilindiğinden,yani nefsinden dolayı soru sorduğundan, edeben sorulmaması istenirmiş..Çünkü o soruya cevap, sohbetten zaten gelirmiş..Ve hakikatte anlatandan bile çok bilen,DİNLEYEN ehli de susarmış..O sadece had aşıldığında tek cümle ile işi bitirir, hadsize haddini bildirirmiş..Ve gene derin derin susarmış..Yada hiç konuşmaz, bir nazarla konuşanı susturur, ortamı darmadağınık edermiş…

*Ehl-i Tasarruf-u tasavvufun hemen hepsi güzel sesli olup, musikide derin ilim sahipleri oluyorlarmış..Pek çok sanatta da mahir oluyorlarmış..Hemen hepsinin bir el sanatında usta olduğu bilinen gerçekmiş..Ama hiç biri bunu açıkça söylemezmiş..Gizli ilimlere de vakıflarmış , bu hiç konuşulmazmış zaten…Sohbete başladıklarında kimse konuşamazmış..inanılmaz cazibeleri varmış..Onların girdiği yer güneş girmiş gibi olurmuş..Azamet-i Hüda tecellisi yani…Kadına karşı derin, büyük bir hürmet varmış onlarda..Bu alışık olmadık kadın hürmeti günümüzde pek yadırganırmış..Küçücük kız çocuklarına bile, ayağa kalkıp tazim gösteren mana padişahları varmış.(.oysa bugün kadın,genele bakınca, İslam olduğunu sanan erkeklerin elinde, sadece ucuz-HOR bir mal mış..)


*İnanılmaz sır sahipleriymişler aynı vakitte..Kimsenin ayıbını asla yüzüne vurmazlar, küçük düşürmezlermiş..Çocukla çocuk ,büyükle büyük olunurmuş.Hatta çekingen ve kusurlular daha şefkatle kucaklanılır, extra yakınlık gösterilirmiş.En yukarıdaki, en aşağıdakine tenezzül edermiş..Gerçek İNSAN-I KAMİL =BEŞİR=MÜJDELEYEN BİR PEYGAMBERİN VARİSİ olduğundan asla korkutmazmış..Korkutamazmış..Çünkü müjdelenmiş bir Muhammedi ümmete; cehennemi anlatan ,korkutan ,gözdağı veren,ezen ayetler okunmazmış Ehl-i Tasarrufça..Tasavvuf korkutmak için değil Muhammedi muhabbeti aşılamak için var olan bir sistemmiş..Aşk ın yolu tasavvuftan geçermiş..Onlar sadece vermekle-sevmekle-merhametle-gönülleri tarumar olanların gönüllerini tamir etmekle yükümlüymüşler..Bu da en ağır vazife imiş, anlayan için tabii..Anlamayana, kaskatı bir ilimmiş..Bunlar hiçbir şey yapmıyorlar, sadece aynı kelimelerle ömür tüketerek konuşuyorlar dedirtirlermiş bilerek..Oysa ki, İnsan-ı Kamiller öyle bir sohbet ederlermiş ki,öyle cümleler kurarlarmış ki, oradaki herkes kendi cevabını bu cümlelerden alırmış..Marifet, kalbi uyanık tutmakta..Gönlü kayık olan ,ondan bundan- bu modaya da uyayım diyen için değilmiş gerçek tasavvuf..Sadakat, istenen tek sermaye imiş..Yola sadık olmak..Ne istediğini bilecekmişsin bir kere..Modamı,çevre için mi,cennet için mi,ilim mi, aşk mı yada başka bir şey mi?

*Mesela mutmaine mertebesine dek= yani cennet garanti:) mertebesine dek her Müslüman tek başına BU ALLAH YOLUNDA gidebilirmiş, hem de mürşidsiz..Bunu hakiki Ehl-i Makam-ı İrşad sahibinden yazıyorum,kendimden değil;günün müjdesiydi:)……..Daha sonrası ise zevkmiş..Yani ben daha ileri dereceleri istiyorum diyen içinmiş..Allah bize kabirlerimizde:” senin mürşidin kim,meşrebin ne?” diye sormayacakmış çünkü..Bu aynı bir okulu bitirip, yetmeyip, daha üst makamları istemek gibi bir şeymiş….Terk ehline karışıp, zevk ehline de karışmak isteyenler için yani..Yunus misali……..

*Uzak doğu tasavvufu ile ancak ”fenafillah a yani hiçliğe” dek gidilebilirmiş..Oysa müminler, fena için değil,” beka” için yaratılmışlar..Başlangıçta EHAD varmış..Allah sonra SAMEDİYET dilemiş..Yani Allah’ta, Allah’lı ,Allah’ la olmak için…Huzuru Allah olan,ailesi Allah olanlar için…..Bunu anlayabilirmisin?

*Gerçek mana erenleri ne İNSANLARIN DIŞ ETKİLERİNE; ne sigaraya takılırlarmış, ne kılık kıyafete, ne de insanların memleketine,ne burcuna,ne ırkına,ne balçığa bulanmış olmasına,ne makam ve mevkiine.onlar kişide ki cevheri ,çöplükte bile olsa bilir- bulur ve işlerlermiş….Tasavvufta mürşidin işi “kişideki kabiliyeti en doğru biçimde işlemekmiş”..Sanat, ALLAH ın sanatı..O sanatı Allah’ın iradesine sevk etmek marifetmiş..Kabiliyetler kolay kazanılmayan lütuflardır ve lütuf çerçöp edilemezmiş..Mesela,tasavvufla alakalı kişiler de farklı mizaçlara sahipmiş..Bazısı etrafında içkiye ses çıkartmazken, sigaraya şiddetle tepki verirmiş?..Haramdaki hükmü dereceye bakmadan bu tepkiye hayret edilirmiş tabii ki..Biz ehli olmadığımız için sadece olayları izler ve bunun dedikodusunu yaparız ve bildiğimiz gibi yaşarız..Kalpleri bilen sadece Allah’tır çünkü..Bu sınıfta da sigara içenler ve içmeyenler arasında sık sık eğlenceli muhabbetler yapılırmış..(hocalarda bu muhabbete katılınca çok neşeli olurmuş..Geçen Elmalı Hamdi Yazır’ın mealini hazırlarken ki sigara hikayesi anlatılmış..Oda da, dumandan göz gözü görmezken talebesi:”Efendim, melekler gelmeyecek demiş..Muhteşem Yazır Efendi:”Evladım bizim melekler sigaraya alıştı, sen merak etme demiş:)

*Tasavvuf ehli bu kişiler herkesin yanında öyle pek de konuşmazlarmış..Mertebe mertebe kişiye göre sohbet ederlermiş..Çünkü tasavvufun özü edeb-i ala edeb olduğundan edebin olmadığı yerde bir tanesine tek kelime ettiremezmişsiniz..Naz ehli yani…Kur’an, Ahlak-ı Muhammediye olduğundan,Kur’an bahsi olduğunda asla edebsizlik edilmezmiş…Mesela; Cebrail’in bir adı da “Namus-u Ekber” demek ya hani..Bu “Namus-u Ekber” in anlamını tefekkür etmek lazımmış derin derin..Hani diyorlarmış ya hani:kendin den kendine okudu diye..Evet doğru, ama bir de Cebrail var..Ve adı Namus-u Ekber…Allah bunu boşuna mı anlatmış ve sergilemiş..Evet şah damarımdan daha yakın …Ama illa edeble gel demiş değil mi?

İşte Ehli Tasavvuf-u Tasarruf dermiş ki:İmanın şartı 6 dır..7. si haddini bilmektir..8. si haddini bilmeyen haddini bildirmektir ….

*Yaratılmış her şey Hakikat-i Muhammedi nurundan olduğu için ve Adem (a.s) da İLK ESMALARI ALLAH’tan tahsil ettiği için ilk Mürşid Allah- ilk Mürid de Adem( a.s) mış..Ve Adem ilk Mümin miş..(Mürşid-Mürid-Mümin Allah ın esmalarındanmış..Müminler ancak Rahimiyete kavuşacaklarmış..Rahman zahirmiş ve herkes içinmiş....Ama Rahimiyet sadece Mümin’lereymiş..)Allahın indinde tek din varmış o da İSLAM mış..Ve ilk Adem peygamber de tabii ki Mümin miş..Hz. Muhammed(s.a.v) yeni bir din getirmemiş ki..Allah bir- din de birmiş..Ve o Adem(a.s) ilkel biri değilmiş.. 99 veya 100 Suhufluk(sahife) bir kitap ehli peygambermiş..Yani henüz maymun olmadan evvel ….Hava ve toprak şartları duruma göre tabiî ki her şeyi etkilermiş ama Allah ın eşrefi mahlukat olarak yarattığı insanın atası Adem (a.s) miş ve onun da atası Hz. Ahmed..


Bir de bu masalçocuğu mana erlerinde, erkek olsun hanım olsun gözlemlediği bir şeyi yazmak istiyormuş..Bu kişiler, gençliklerine hiç benzemiyorlarmış yaş aldıklarında, nedense..Muhakkak sevdikleri rehberleri ile aynileşiyorlarmış ve inanılmaz güzelleşiyorlarmış..Kimse onların genç ve güzel hallerine bakmak istemezmiş bu halini görünce mesela…Nur içinde –cazip bir güneş gibiymişler..Hepsinin gözlerinde inanılmaz bir huzur-güven- zeka ve muziplik ışıldarmış..Sanki çocuk ama ruh çocuk…Sanki ışık ama nur ışık..Allah onların üzerinde öyle tasarruf edermiş ki, herkesin için de apaydınlık dursalar bile ; haram olduklarına asla fark edilmezlermiş..Öyle silik ,öyle perdeli,öyle sıradan olurlarmış..Tabi ki onlar kendi gibi olanları hemen bulurlarmış..

Üstlerine çok gelindiğinde ,keramet ve mana hırsızlarını gördüklerinde onların kendilerini kilitledikleri sigaralarını yakarlarmış,yada onların zanlarına ters gelen bir şey sergilerlermiş..Bu kolay ve eğlenceli bir şeymiş onlar için..Ve onlar AliCemgiz oyunda üstadlarmış..

Sanırım şimdilik bu kadar yeter …Başka bir bölüme geçelim istiyorum…

Bu masalı ithaf etiğim hem döl-hem yol babam ve terzi Osman amcaya muhabbetle…….
Haybabam sınıfı o geceki dersi de büyük bir keyifle dinlemiş eve dönüyorlarmış..Terzi Amca demiş ki kırmızı başlıklı çocuğa(bu ismi, çocuğa veren ilk kişiymiş o):”Madem sen babana geldin;bu gece, bende, size geleyim..Bu gecenin şerefine sabaha dek şarap içelim olur mu.?”Tamam demiş çocuk, bu yolculara yol gösterene...”İçelim” demişler çocukların hepsi, “şarap içelim..

”Haybabam şu sıra rahatsız olduğundan evden pek çıkamamaktaymış..Oskar ödüllü, Antartika’da çeklilmiş “Kral Penguenin Yolculuğu “belgeseline sarmış..Her gün aynı belgeseli izliyor hatta gelenler, ne mevki ve ne halde olursa fark etmiyor, tüm misafirlerle tekrar izliyormuş..

Çocuk demiş Haybabam’a:Hakikat-i Muhammedi nedir?”Bak” demiş babaerenler: Baba penguen ayaklarının üzerinde 4 ay boyunca taşıdığı yumurtadan doğmak üzere olan bebeğine bakıyormuş..”İşte Hakikat-i Muhammedi bu “…bakmışlar:)Sadece bakmışlar tabiiii..Çocuk internette çıkmış olan bir Harabi şiirini okumuş..Herkesi uyarmış evveli.”Kimse kalbini bozmayacak”..Babasından da sonra anlatmasını istemiş…Büyük bir zevkle, neredeyse yaşayarak Harabi’yi okumuş…Babası anlatmış…Çocuk kendisinde “Muhammediyeti açığa çıkartabilenler” için soru sormuş.. Babası anlatmış.. “ İlla edeb, edebsiz olmaz…”.Ve demiş:Eğer insan Allah’tan gafil olursa hayvan olur…Özetle bu…Gönül ..Mesela güneş gibi demiş..Güneşte, girme -çıkma olmadan nasıl her yeri ısıtıyor ve aydınlatıyorsa işte öyle..Bu Hakikat-i Muhammedi’dir..Gönül….İsim ve sıfatların bittiği yerde başlar.. Hakikat-i Muhammedii…En ufak bir iyilik yapan kıyametinde karşısında bulur..Zerre kadar kötülük edende, tak, karşısında bulur ,aynı bu CD gibi ..İşte bu penguenler gibi demiş:)

Çocuk babasına Arabi hz.lerinin yazdığı,” hayvan makamından” sormuş..Hz. Ali’nin, hiç belgesel izlemeden:) hayvanları nasıl öyle derin tefekkür ettiği ile bağlamış..Babası onaylamış..En büyük ibadetin tefekkür olduğunu anlatmış..Aslında Arabi hz.lerinin de “hayvan makamında” bunu anlattığını söylemiş..

Çocuklar Terzi amcaya dönmüşler..

O’nun adı Osman’mış..Rehberi ise; O’na, Ali Talib ismini vermiş.Bu ismi daha çok seviyormuş..Osman Amca “bir uşşaki dervişi “imiş yani “aşk ehli”..Yeşil gözleri derin bir umman gibi acı ve hazla parlarmış..İnanılmaz zeki ,aşkın aşırı şeddeli taşkınlığıyla bazen sarhoş ve nüktedanmış..Ama onu çok nadirinde naidiri kişi ancak anlayabilirmiş..Gözlerindeki derin acı belkide bu yüzdenmiş..Dostlarını gördüğündeki o haz parıltısı ise, cenneti=MuhammediAli muhabbeti yaşayacağı dostlarla şarap içeceğini bilmektenmiş..O, herkesi mutlu edermiş..Kimi görse şöyle dermiş :

”Seni gördüğüm için çok mutluyum..Allah senin için bu alemi yarattı.. Bende işte bu yüzden seni çok seviyorum..Sende kendimi gördüğüm için seni seviyorum. Sanma ki seni seviyorum, ben ,bana aşıkım bana..Bende ki Hakikat-i Muhammediye ye aşıkım “dermiş.İçilen şarap sek olduğu için, sabaha dek süren bu mey faslından yansıyanları aşağıda okuyalım….

OSMAN AMCA’NIN DEM’İNDEN DEMLENENLER:)
*Biz bu aleme kemali tahsil,cemali müşahedeye geldik(hz. Mevlana )Cemal ortaya çıkacak,biz müşahede edecek değiliz.Biz kemali bulduğumuz zaman, cemalin zaten ortada olduğunu göreceğiz…

*Dünyada güzele gitmesi gereken tek şey var..O’ da senin idrakinin Muhammedileşmesi…

Ey nutfe iken Ahsen-i takvim olan insan..
Bil kadrini bil,suret-i insan ele girmez….

Bir nefesini verme hevaya,
Sağlık gibi bir sübhan ele girmez..
(Osman kemali)

*Sende bir güzellik varsa,bu bizim güzelliğimizdir..Paylaşarak çoğaltmamız lazımdır…

*Kişi dünyanın neresine giderse gitsin benzer benzeri çeker hükmüyle yaşar asla kaçamaz..hırsızlar hırsızları-ayyaşlar ayyaşları-Allah dostları Allah dostlarını-iyiler iyileri,kötüler kötüleri bilir ve bulurlar..

*Dünya çok güzel-sen çok güzelsin.çünkü dünya “levlake levlak” kelimesinin açılımıdır…Yani Cenab-ı Muhammed tafsilatı ve tedrisatı dır.. Ve al-i ve ehl-i beyt-i dir..


*İsimlerin en güzeli bir bakıma Fatıma-i Zehra’dır.

*Ben önce efendimi gördüm ve onu çok sevdim..Sonra o mücella aynasında kendi özümü ,yani Muhammed denizinin, bendeki zuhuru olan, damlacığı sevmişim..Hatta damlacıklığı bile değil….O damlanın buharlaşma ve oradan kalan rutubeti…..Damla bile değil..İşte O’ nu sevmişim..Yani herkes bunu seviyor..Herkes onu sevdim,bunu sevdim sanıyor….

*Senden gören o,yürüyen,konuşan,işiten o..Sen ne zaman kadrini bileceksin..Kendini kadirleyeceksin?Kendi kadrini bilmek demek?Allah’ı ,Muhammedi hakkı ile bilmeye başlamak demektir…

*Aynayı tuttum yüzüme, Ali göründü gözüme
Nazar ettim özüme, Ali göründü gözüme

*Allah ı bilenin gamı olmazmış…

*Ben hiçbir şey im..ben insan olmak için çabalıyorum…

*Bütün mesele anı yaşamakta;geçmişi-geleceği bir tarafa koymaktadır.. Geçmişten -ahretten bahsetmek bir bakıma maleyanidir..Muhabbette, Muhammed’den bahsetmek asıl dır..

*Muhammedi atmosfere dahil olmak önemlidir..Bu ne demek biliyormusun?Çocuğunu,eşini,aileni,çevrendeki herkesi;onlar seni nasıl görürülerse görsünler ,senin onları Muhammed’den ayrı görmemen demektir..Birey kendi varlığının, onun varlığından gayri bir şey olmadığını bilecek..
*”Sen seni bil sen seni”bilmek demek ;muhatabının Hak’tan gayri olmadığını bilmek demektir..
Hadi Baba Huuu:)

27 Mart 2009 Cuma

DÜŞÜNÜYORUM ÖYLEYSE VAR MIYIM?






























Düşünüyorum Öyleyse Var mıyım?

Madem ki senin ölümün bir kere vaki olacaktır..
Bir kere ölüver vesselam! bu ne miskinliktir
Biraz kandan ve pislikten ve biraz damar ve deriden ibaretsin
Farzet ki bütün bu murdarlıklar hiç yokmuş
Bu ne gam yemek ve kaygulanmaktır.
Ömer Hayyam
Düşünüyorum Öyleyse Var mıyım?
Bugün kendime eğildim
ve kendimi düşündüm;
Kimim ben ve neyim?
İşin içinden çıkamadım,
kendimi evirip çevirdim
ve karşıma geçip baktım,
kimim ben ya huuu kim?..


Anlayamadım ne, neden, niçin?
Uzandım göğe sereserpe yattım
ve döndürdüm bir topaç gibi kendimi,
her boyuttan baktım,
bu kim ya huuuu kim?
Ve fırlatıp attım uzaya, sonra da yerin dibine soktum;
bak her zerrem yine ben ya huuuuu..
Kendimden korkuyorum,
kendimin gücünden korkuyorum,
kendimden kaçmak istiyorum..
Peki ben kimim ya huu?
Aradığım ne benim?
Ya da düşündüğüm nedir?
Madem ki ben varım….
Düşünerek bulduğum;
neden “hiç birşey” olduğum?
Eğer hiçbir şeysem nasıl düşünürüm?
Düşünüyorsam ben var mıyım be ya huu?
Ya da bulduğum hiç varolmadığımsa,
bunu düşünen kim be ya huuu?
İçimdeki bu muazzam güç,
beni korkutup duran,
kullanılmayı bekleyen,
kapısı mühürlü olan
o güç, peki kim be ya huuu?
Yumurtanın içi dolu tavuk,
ah o yumurta canlı ve yamuk,
karanlığın içinde ışık ve umut,
benim yediğim de yumurta ve umut..
Söyle, hala yumurtanın içindeyim..
Ben mi yumurtayım yumurta mı ben, be yahuuu?
Yumurta tek, damlalar sonsuz nokta,
her biri sağa ve sola dönmekte..
Söyle hangi yöne dönen kazanır be yahuu?
Ya da söyleme, biliyorum ki işe yaramaz..
Onların haberi yok ki varlıktan be ya huu,
sadece döner aşk ile onlar, sadece sema ederler noktalar..
Uzanıp dokunamazsın kendine,
kendine neden bu kadar uzaksın be yahuuuu?
Sen her şeysin herşey sende,
peki neden başkasına bakıyorum hala ben yahuu?
İçime dönüyorum,
ne çok ses var içimde,
hepsi bir telden benim, ben diyor be yahuu..
Sessizliğimde ses veren kim, o sessiz ses kim be yahuu?
Dokunmak istediğim ama dokunamadığım,
ruhum aşkım nerdesin be ya huuuuu?
Kendimden kaçıyorum,
kendimden korkuyorum….
Gidecek başka bir yerim mi var be ya huuuu?
Sığınıyorum yine sana,
geldiğim yere dönüyorum..
En sevdiğim yer
semadaki derya imiş,
her şeylerden kaçtığım da
titreyen ve ürperen hislerle -gözyaşlarıyla döndüğüm
sıla-i rahim, yuvam dairem-hiçliğimmiş..
Ne bellliyim orada ne de kimse bilir beni..
Ahh ahhhhh dön, dön, dönnn
aşk ile dönn, ne huzur dönn, dönnn dur.
Zerrelerin arasına dal ve sadece dönnn..
………
Sen perdesin yırtmak istediğin perde kim be yahuu?
Kapat perdeleri seyr olsun,
yırttığında perdeni sema mı kalır be yahuuu?
Nur Cihan




16 Mart 2009 Pazartesi

SEVDİRİLEN KADIN'DA SEYR ETMEK



















GAVS-İ AZAM’IN BİR KASİDESİ

Dostum bana şeref ehli şarabından içirdi,
Beni sarhoş etti de vecdim üzere kendimi kaybettim.

Beni,efendimin kab-i kavseyn’inde oturttu,
Haslık minberi üzerinde en güzel oturuşla.

Bika huzurunda kutuplarla beraber hazır oldum,
Bir ara onlardan gaib olup yalnız müşahedeye koyuldum.

Aşıklar ancak benim artığımı içtiler,
Kasemde arta kalanı benden sonra içtiler.

Eğer benim içtiğimi içselerdi,yüce hazretin
Katında varılacak yerimin safiyetini görürlerdi.

Henüz o şarabı içmeden sarhoş olarak akşamladılar,
Onun sademesinden de hayretler içinde kalıp gecelediler.

Ben dünyada bir ay’ım,başkaları ise yıldızlar,
Her yiğit işte bu kulu sever de sever……

Benim denizim baştanbaşa bütün denizleri kuşatmıştır,
İlmim ise benden önceki şeylerle sonraki şeyleri içine almıştır!

Sırrım diğer sırlar arasında na’ra atar,
Ra’d meleğinin ufukta bulutlara na’ra attırdığı gibi.

Ey beni medheden kimse,istediğini söyle korkma!
Sana dünyada da ahirette de emniyet vardır.

İzzet ve kurbetle zevk almak istiyorsan,
Beni sevmeğe devam et ve ahdimi muhafaza edip bozma!..

Hz. Abdülkadir Geylani (Füyüzat-ı Rabbaniye)
********************

Sevgili Pirdeşim, Muhabbedim, Tüm Kalbimle…………


Ruh’ların deryasında, Seyr varmış
Seyreden, Muhabbeti Salat-ı, Kabe’de seyredermiş
Bir Leyla, aydınlık Vechini güldürmüş
Ve bir Leyla daha, Vechini gülerek suretlendirmiş
İki Leyla’nın arasında bir Ay yüzlü Mecnun

Bak yıkılan –toz olup savrulan o toprak heykel
hep Ben-i Adem’inmiş..

(ruhum latife yazmış)
*****************


ZITLARIN TOPLANMASI

İnsan sureti cem(toplanma) yeridir(bk.s.114)..O ,biri zahir biri batın iki ayrı ikiliği cem eder.Batıni ikilik,suretin içinde mevcuttur ve esas itibari ile kişinin kendi hakkında sahip olduğu görüştür.Zahiri ikilik ise suretler arasında bulunur;bu,kişinin başka bir surette yansıtılmış olarak kendisi hakkında sahip olduğu görüştür..

Batıni ikilikte erkek ve kadın aynıdır..Suretin manası farklılık arz etmez:Ruh’un ve nefsin dişil ve eril ilkeleri,her ikisinde de zahiri surete bakmaksızın mevcuttur.Kabiliyet ve istidada dayanan farklar,ferdler arasındadır..

Zahiri ikilik erkek ve kadının fiziksel suretlerinden oluşur..Manevi yeniden bütünleşmede fiziksel suretlerin rolüne dair Rumi şöyle der;”Fiziki suret,büyük önemi haizdir;suretin ve özün birlikteliği olmadan hiçbir şey yapılamaz.Kabuğu soyulmuş bir tohumu ekebilirsin,ama yeşermeyecektir.Kabuğuyla göm ki büyük ağaç olsun.Bu nokta-i nazardan beden,İlahi meramın tahakkuku için asıl ve zorunludur..”(Mesnevi)

Böylece,zıtların cemini başarmak ancak suretler yoluyla olur.Kadının sureti en yüksek özü ihtiva eder ve bu yüzden İbn Arabi şöyle der:”Kadın, dünyevi güzelliğin en yüksek biçimidir,fakat dünyevi güzellik,İlahi Sıfatların bir tezahürü ve yansıması olmadıkça bir hiçtir..”Manevi dönüşün başarılması,bu dişil suretin sembolik manasını idrak ile olur..İbn Arabi devam eder;”Bil ki Hakk Teala somut bir varlıktan bağımsız olarak müşahede edilemez ve bir insan suretinde,başka bir biçimden çok daha mükemmel olarak ve kadında da erkekte olduğundan daha mükemmel olarak tecelli eder.”(Fusus,Muhammed Fassı)

Kişinin, Allah’ı onlarla müşahede ettiği somut suretlerin yaratılışı,sanatın mevcudiyetinin esas sebebidir.Sanatkar tarafından yaratılan suretteki malzeme ve yaratma sürecinin kendisi,dişil ilkenin yüzleridir.Eser orataya koyan iki rol oynamalıdır:Tasavvur edilen fikrin pasif alıcısı olmak ve doğmak üzere olana doğru aktif bir alıcı olmak.

Hem aktif, hem de alıcı olan kadın hakkında İbn Arabi,şu hususu da ortaya koyar;Allah bir kadın vasıtasıyla çok daha mükemmel olarak müşahede edilir(s.79).Evvela erkek,iki dişil ilke arasında var olur.Kur’an şöyle der:”Ey insanlar sizi tek bir nefisten (Hz. Adem)yaratan ,ondan da eşini yaratan ve her ikisinden de bir çok erkek ve kadın üretip yayan Rabbinizden korkup sakının.”(Nisa,1) Müfessirler,bu ayete istinaden şöyle derler:”Adem’in karısı dişiydi,fakat kendisinden Adem’in doğduğu ilk nefis de dişiydi.”(T.İzutsu’dan).Yani Hz. Adem iki dişi ilke arasında var oldu;kendisinden doğduğu nefis ve ondan doğan nefis..

ikinci olarak Allah ya Aracı/aktif(şiirde Aşık olarak ifade edilir)veçhesinde ya da Alıcı/pasif (şiirde Maşuk olarak ifade edilir)veçhesinde veya her ikisinde birden müşahede edilir(s.103).Böylece bir erkek Allah’ı kendi suretinde müşahede ettiğinde dişil nefsin eril Ruh’tan doğduğunu görür;bu Allah’ın aktif veçhede müşahede edilmesidir.Öteki türlü Allah’ı pasif vechesinde de müşahede edebilir,çünkü bir yaratık olarak kendi sureti Allah’a nisbetle mutlak pasiftir..Fakat bir erkek,Allah’ı bir kadının dış sureti vasıtasıyla müşahede ettiğinde veya onun iç sureti üzerine düşünme durumunda müşahede ettiğinde bu veçhelerin ikisini de eşzamanlı olarak müşahede eder..İbn Arabi bu süreci şöyle tarif eder:

”Erkeğin dişil ilkesi(nefsi)üzerinde tam kontrol icra ettiği için,kadın suretinde tecelli eden Hakk,aktif aracıdır.Bu,erkeğin,bir kadında tecelli etmiş olarak Allah’a muti ve adanmış hale gelmesine sebeb olur.Hakk,ayrıca pasif alıcıdır,çünkü bir kadın suretinde görünmesinden dolayı erkeğin kontrolü altındır ve onun emirlerinin subjesidir.Bu yüzden Allah’ı kadında müşahede etmek her iki vecheyi de eşzamanlı olarak görmektir ve böyle bir rüyet,o’nu kendini izhar ettiği bütün suretlerde görmekten daha mükemmeldir.Bu yüzden kadın yaratıcıdır,yaratık değildir.çünkü her iki nitelik de (aktif ve pasif) Yaratan’ın Zat’ına aittir ve her ikisi de kadında tezahür eder.”(R.Nicholson,mesnevi)*

(*”Kadın yaratıcıdır,yaratık değildir” ifadesi Mevlana’ya aittir.Bunun dışındaki cümleler,Nicolson tarafından İbn Arabi’nin Fusus’undan aktarılmıştır.)

Aktif ve pasif esas olarak aynıdır ve kişinin uyanmak ve yolculuğa başlamak istidadı,her ikisine de bağlıdır.İstidat,varlıkta mündemiç olan imkanları idrak etme kabiliyetidir.İdrak etmek için alıcı olmaktır.Bu alıcılık tam pasiflik değil daha çok “alma gücü”dür.İbn Arabi şöyle devam eder:

”İki nitelik arasında hiçbir ayırım yoktur,çünkü alma gücü olan alıcılık,eyleme gücüne mükemmel eşittir,evvelkisi ikincinin hiçbir şekilde aşağısında değildir.”(Fusus)

Bunlar ceme dahil olan tamamlayıcı parçalardır.Zanaatkar,çamurunun dönüşümündeki imkanları fiilen kavrıyor olduğunda malzeme alıcı kalır;ancak,çamur zanaatkarın faaliyetini belirler.

Daire benzetmesine dönersek;çember dış surettir ki eril ya da dişi olabilir..Her iki durumdan birinde merkeze ulaşma “süreci”(yarıçap),bütün nesnelerin içindeki dişil ilkeyi teşkil eder;bu nefistir,harekettir,aşktır.Merkezin kendisi Ruh’tur,akıldır,logos’tur ve bütün nesnelerin içinde potansiyel güç halinde mevcut olan ve sadece cem yeri olan insan suretinde fiile çıkarılan dişil ilkedir..

Bu şekilde, aktif olan, dişil ilke nefistir ve eril ilke Ruh onun içinde yatar,Bakire Meryem’in içinde yatan İsa (a.s )gibi..Zarf,ilk olarak manevi uygulamalar yoluyla almaya hazır kılındığında ve idrak edilen imkanlar(istidatlar,içteki arkelipler)geliştiğinde ve büyüdüğünde dönüşüm vuku bulur.Doğum sancılarına katlandıkdan sonra içteki Meryem,Ruh’u doğurur(s.92).Süreç,dişil ilkedir;ilk doğan ise erildir.İşte bu yüzden manevi dönüşümde yeniden doğuşa sadece eril ilke doğabilir., çünkü dişil ilke sürecin kendisidir.Ruh doğrultusunda,bu ilke Fatıma(s.93)olarak kalır;bu,yeniden doğan ruhun içindeki bir potansiyel güç halindeki yaratıcı dişi,Hz. Peygamber’in kızıdır..

Lale BAHTİYAR-“SUFİ/Tasavvufi arayışın dışavurumu kitabından alıntıdır..”


16. Mart. 2009 // Nur Cihan ...

nuralem7@hotmail.com

9 Mart 2009 Pazartesi

AŞAĞI İNİYORUZ MASALI




















Her ki o erzân hared erzân dehed
Gevherî tıflî be-kurs-ı nân dehed

Her şeyin değeri ödenen bedel kadardır. Atadan dededen kalan, yolda belde bulunan şeyin değeri olmaz. Zira bir şeyi ucuza alan ucuza verir. Cahil çocuk yolda bulduğu incinin kıymetini ne bilsin. Bu yüzden bir hazine değerindeki o inciyi gider de bir somun ekmeğe değişir. İncinin kıymetini denizin dibine dalan dalgıça, ya da inci satıcısına sor sen.
Aslında o çocuk sensin; inci de ata mirası olan dinin. Sen o hazineyi beşiğinde hazır buldun, sahip olduğun şeyin farkında olmayışın bundan.

Hz. Mevlâna Celaleddin-i Rumî (k.s.)


AŞAĞIYA İNİYORUZ MASALI


BİR VAR mışş… BİR YOK muşşş….masalın çocuğu var mış..
çocuk Kabe sine gitmeye karar vermiş..hava yağmurlu ve soğukmuş..çocuk şemsiye açmamış ve çokkk üşümek-ıslanabilmek istemiş…

süt (ilim-ruh) ve kedi (nefs) hasbihali

sokak kediciği, kutsal kadeh e-billur kasedeki süt e bakıyormuş:)
süt:”sen, hiç söz dinlemiyorsun kedicik “demiş..kedi:” dinliyorum”…
süt:”hayır, hiç söz dinlemiyorsun” demiş..”dinliyorum” demiş, kedicik yine..
”söz dinlesen, her şey daha kolay olacak, bir bilsen “demiş, süt..
ve hiç konuşmuyormuş kedicik..sadece bir yudumcuk süt e bakıyormuş…
çünkü, süt; kedinin düşüncelerini biliyormuş..
süt:”şeriate uymuyor,düşündüğünü yapamazsın..şeriate uymak zorundasın..”demiş…
kedicik her cümlesinin yalan olduğunu bile bile; sadece sütle hasbihal edebilmek için, zevkli bir oyun-sohbete girişmiş..

kedicik bilerek yalan söylüyor..süt ise doğrusunu ona sevgiyle öğretiyormuş..
”sevgili süt biz ikimiz aynıyız ama..istiyorum..”
”hayır “demiş süt gülerek:”aynı değiliz..Allah bir yarattığını bir daha yaratmaz” kedicik gülerek:” ruhlarımız aynı ama” demiş..
süt yine sakince gülerek:”hayır ruhlarımız da farklı..herkesin kendi ruhu var ..”
kedicik:”ruhum istiyor ama “demiş çok masum ve mahsun..
süt gülerek:”ruhum dedin, bak, benlik var.. senin ruhun değil ki o..”
”tamam” demiş kedicik:” ruh, istiyor o zaman..”
süt keyifle:” ruh; o, senin istediğini istemez ki.. nefsinle istiyorsun, o istediğini,” demiş..ve eklemiş..
”senin dediğin; o, her şeyin birliği, nefhayı ilahi de, o başka bir mana..”
kedicik :”evet, nefsimden ama ben yeniyim, biliyorsunuz…”ve nefhayı ilahi ile alakalı bir şeyler söylemiş….süt ona şefkatle bakmış..
süt:”işte sen yenisin diye, bunca iltimaslı davranıyorum ya”, demiş..
kedicik süte bakmış..bakmışşş….onunla asla boy ölçüşemeyeceğini bilerek susmuş..
süt kedisi istediğini yapmış mı bilmiyoruz..kedi susmuş..süt susmuş..o yüzden bizde susuyoruz…:)

************************
çocuk Mana Padişah’ına yüz sürmüş..artık konuşmayacaklarmış sanki..belki sadece bakışacaklarmış..konuşulacak hiçbir şey yokmuş belki de..çocuğun soruları yokmuş..hiç durmadan soru sorabilen çocuk, artık soru sormak istemiyormuş bile…sadece Padişah’ı seyretmek istiyormuş ve ağlamak..

çocuk, Padişah’a; O’nu göremediğini anlatmış..O’nu hayalinde bile göremediğini, sadece elbiseleri olduğunu söylemiş ağlayarak..aslında bu iyi bir şey miş..lakin çocuk ileri gitmeyi istediği kadar,geride de kalmayı istiyormuş sanki..Makam-ı İrşad, büyük bir hoşgörü ile çocuğu seyrediyormuş..” görmedin mi?” der gibiymiş..çocuk :”orada bir şey yok ki” demiş...ama bunu bilerek, yalandan söylüyormuş..çünkü karanlığın içinde ışık olduğunu,bu görünen, taptığı tenlere hiç benzemeyen muhteşem Yusuf güzellikleri olduğunu biliyormuş hem de…aynı vakitte hiç varolmadıklarını da..çok garip ve işin içinden çıkılamayacak bir halmiş bu..ne yazık ki;bilmek burada işe yaramadığı için de, çocuk akılla asla bu işi götüremiyormuş ....aklı iflas etmiş…gönlü ise O’nun tasarrufundaymış…Padişah çocuğa tam bir şey söyleyecekken kendisini tutmuş… “yakında göreceksin” der gibi bakıyormuş incecik bir nezaketle..

Padişah büyük bir sevgi ve şefkatle davranıyormuş çocuğa..ortam öylesine hassasmış ki..sanki çok değerli bir şey var ve o kırılmasın diye; hava zerrecikleri bile nefes almaya korkuyor gibiymiş…Makam-ı Aşk:”neden suret istiyorsun ki ,neden bu denli ten istiyorsun?..neden yüz görmek istiyorsun, ne önemi var?maddeye takılma ..ben ölünce ne yapacaksın peki?yanarsın sonra”, demiş..ve çocuğa ilk mürşidine duyduğu derin aşkı ve onu nasıl tanımladığını-kendisi için ne anlama geldiğini anlatmış gülerek…onu hala unutamadığını da söylemiş..

çocuk ağlayarak:” bu ders ne kadar zormuş..hem çok acı, hem de çok zevkli..çok acı olduğu için hemen bitsin istiyorum ama bittiğinde beni bırakacaksınız yada bir yerlere yollayacaksınız diye korktuğum için, hiç de bitmesin istiyorum”, demiş..Padişah:” neden böyle düşünüyorsun ,nerden çıkarttın,neden bırakayım ki?” demiş…çocuk susmuş,O susmuş, çok hazinmiş tablo..çocuk:”neden Allah bana bu kadar zor bir şey verdi..başaramıyorum..çok acı”, demiş ellerini çaresizlikle iki yana açarak..Padişah-ı İlahi büyük bir merhametle:”büyük imtihanların büyük mükafatları olur unutma” demiş.. çocuk mükafat istemiyormuş ki…susmuşlar yine.. çaresizce bakarak susmuş çocuk..

bugün diğer derslerden farklıymış..dışarıda kıyamet kopsa,bulundukları yerde merhamet,sevgi,muhabbet,şefkatten dolayı melekler tavaf edebilirmiş çocuk ve Padişah için..
çocuk burada kendisini bir emar yada ona benzer bir aygıttan seyrediyor gibi oluyormuş..mesela bugün bu haldeyken, Bahr-i Umman ın kendi bedeni olduğunu; o duyguların kendi denizinin dalga boyları ve rüzgarı olduğunu anlamış..işte bu yüzden insan olmak bu kadar zevkliymiş..işte bu yüzden çocuk maddeden bir türlü çıkamıyormuş..duyguları çocuğu yönetiyormuş.her an bir dalga onu savurup kıyıya fırlatıp atıyormuş… yada içe doğru çekiyormuş…İleride başarabilirse o duygularını yönetecekmiş, aynı Padişah gibi..

***********
çocuk birkaç gün evvel gittiği bir türbede, kendisiyle alakalı yaşadığı bir olayı anlatmak istemiş..sevgi dolu Padişah gene kükremiş:”sakın bana anlatma, istemiyorum ...biz harikuladelik peşinde değiliz..artık türbelere gitmeyeceksin ..yasaklıyorum”, demiş..çocuk:”zaten çok nadir gidiyorum” demiş..”daha nadir git ..gitmeyeceksin ..sıradan ve basit olmanı istiyorum… rüyada görme..istemiyorum..” demiş Zat-ı Mürşid..çocuk gülerek:”size geldiğimden beri hiç rüya görmüyorum ki..rüyalarımı almışsınız”..Padişah :”çok iyi..rüyada görme..sen düşündüklerini görüyorsun..görmeyeceksin ..harikuladelik, olağanüstülük yok..çok basit ve sıradan olacaksın..çok basit olmanı istiyorum”, demiş tekrar..

çocuk da zaten, bu basitleşme işlemi için de gelmiş bugün..çocuk arada ağlayarak yeni isteklerini sıralamış Padişah’a..Padişahlar hazinelerini yıkık viranelere gömerlermiş ya hanii..işte çocuğunda belki ,böyle emanetleri varmış..ve emanetlerin ehline devri gerekiyormuş..Zaman ın Ehl-i A’li’sine ..çocuk:” ben, bir tek bununla-içinde bulunduğum halle bile başa çıkamıyorum” demiş çaresizlikle.. gözyaşları ile:” sorumluluk istemiyorum..hepsini alın..sadece beni sevin yeter…başka bir şey istemiyorum..”Padişah, Kabe kadar merhametliymiş..çocuğa, yapacağı işlemleri anlatmış başlık olarak..çocuk ayrıntı sormamış..artık, çocukta hiçbir şey kalmamış..sıradan ve basit olabilirmiş..zaten can verip canan alacağını bilerek, taa en başta geldiği için, hiç sorunda kalmamışmış..

Şehrazat yeni masallarını uzatmış..Padişah-ı Şehriyar, alırken farklıymış bu sefer masalları..çocuk yine sormuş-O’nu incitmeyi istemediği için:”istemezseniz yazmayacağım”.. “hayır, devam et, yaz” demiş padişah…

*************************
Padişah ilerleyen vakitlerde evlatlarına şunları anlatmış..aslında bu çocuk içinde bir dersmiş..içinde bulunduğu halden çıkabilmesi için ipuçları varmış:”doğuda ilim dinleyerek öğrenilir-sınırlı değildir-söze dayanır..hep genişler..zevklidir..edebiyat vardır..ve edeb den gelir..batıda ise görerek öğrenilir,gördüğünü sınırlar ve şablona sokar ..batıda yazılı “literatür” vardır.batının litarütürüne edebiyat denemez...doğu dinleyerek, insan muhayelesini çalıştırıp,sezgilerini kuvvetlendirir..ve ilim canlanır..kendisini görüntü ile gördükleriyle sınırlayarak kayıtlamaz ..insan ancak, görerek gördüğü şey ve alanla kendisini sınırlar..doğu toplumlarında sözlü edebiyat vardır..binlerce yıldır kulaktan kulağa akar ve unutulmaz, hep taze ve hep canlıdır.. her yeni duyan kişi, kendine göre bunu yorumlayarak yeniden yeniden yaşayabilir.. Kur’an da önce sözdü, daha sonra yazıya döküldü.. ….kör peygamber vardır ama sağır peygamber hiç yoktur” demiş Padişah-ı İlahi....işitmenin ve o işittiği ile kişinin hayal aleminde yaratacağı alemleri anlatmış..

burası, aslında olmazı olur kılan alan gibi gelmiş çocuğa..aynı bir müziği duyduğumuzda, o müziğin bizi alıp götürdüğü hayaller gibiymiş..aynı, yeni pişmiş ekmek kokusunun, bizi taa çocukluğumuzdaki bir hatıraya götürmesi gibi, demiş çocuk..taptaze,hala capcanlı,aynı anda gibi, diye de düşünmüş çocuk..yada senelerdir korkusundan-celalinden kaçıp durduğu Padişah’ta bakan gözdeki ışıkta; kendi ışığını görüp, ona ,pervaneye dönüşmesi gibi diye düşünmüş çocuk..tek bir an yaşanan bir ses,bir koku,bir hareket nasıl da insanı alıp götürüyormuş… hayret!!…

aynı okuduklarını-seyrettiklerini, rüyasında görmesi gibiymiş..onun artık, o rüya alemine vedası gerekiyormuş..çünkü bu alem asıl gerçek rüya imiş ve her şeyi burada varlıkta görebilmeyi öğrenmesi gerekiyormuş..varlıkta yokluğu-yoklukta ise varlığı görebilme sanatı yaniii..aklını terk ederek; aklını gönlüne bağlayabilirse ancak bunu başarabilirmiş..çocuk daha evvel Padişah’a geldiğinde istediği şeyin de bu olduğunu hatırlamış..belki yakında hiç konuşamayacak hale gelecekmiş çocuk..çünkü kelimelere ihtiyacı kalmıyormuş pek..sadece bakmak yeter…ama bunu sadece Hekim-i İlahi’sinde seviyormuş çocuk..eğer beden-madde kayıtlarından kurtulabilirse ancak Padişah’la gönül bağını kurabileceğini anlamış çocuk, bu geceki dersten..bu da hiç kolay değilmiş..zaten bu yolculukta zor u başarmak değil miymiş?..o yüzden de bir rehbere müracat etmemiş miymiş?..kendi başına yapamayacağı ,dikenli ve tehlikeli yolları bir bilenle gidebilmek..yok-var olmanın dayanılmaz hafifliği denen şey belki de buymuş..aslında bu en büyük saadetmiş ..

Selsebil’e ait olan ana kaynağa ulaşmışşş..
Mevlana’ya ait olan Mevla’sına ulaşmışşş……

gökyüzünü kandillerle donatmış ya yaradan…
çocuğun çerağının yandığı-nurdan kandil i de uyanmış
ve cihanın gönlüne doğmuş…
merhaba ey sevgili, merhaba
merhaba.. hoş geldin alemime… merhaba


nur cihan

2 Mart 2009 Pazartesi

RUH’UMUN MASALI(1’İN DİĞER 1’E DEVRİ DAİM MASALI:)











RUH’UMUN MASALI(1’İN DİĞER 1’E DEVRİ DAİM MASALI:)


AŞK HER ŞEYE DEĞER

ÖYLE BİR RÜYAYDIN Kİ,SADECE BİR KEZ GÖRDÜĞÜM
DENEDİM TUTAMADIM,RÜZGARDA SAVRULAN BİR KÜLDÜN
DENEDİM TUTAMADIM RÜZGARDA SAVRULAN BİR KÜLDÜN

AŞK HER ŞEYE DEĞER,SENİNLE ANLADIM
BİN YIL GEÇSE SÜRER İÇİNDE RÜZGARIN
AŞK HER ŞEYE DEĞER,SENİ SEVİYORUM
SEVMEK SUÇSA EĞER,KABUL EDİYORUM

ÖYLE BİR YANLIZLIK Kİ,EŞLİK EDİYOR HAYALİN
GÖZLERİM KAPALI,YANIMDASIN HALA SEVGİLİM
GÖZLERİM KAPALI ,YANIMDA GİBİSİN HALA SEVGİLİM

AŞK HER ŞEYE DEĞER,SENİNLE ANLADIM
BİN YIL GEÇSE SÜRER İÇİNDE RÜZGARIN
AŞK HER ŞEYE DEĞER,SENİ SEVİYORUM
SEVMEK SUÇSA EĞER,KABUL EDİYORUM
AŞK HER ŞEYE DEĞER,SENİ SEVİYORUM
SEVMEK SUÇSA EĞER,KABUL EDİYORUM

şarkıyı söyleyen:Aslı Güngör
şarkı sözü:burcu Güngör


PEMBE- BEYAZ VÜCUD KİTABI VE O PEMBE -BEYAZ VÜCUDUN ŞİFASI KİTABI MASALI

BİR VAR mışBİR YOK muş…. masalın çocuğu varmış..
çocuk Padişah’ın şubatı sevmediğini duymuş.. o da şubatı sevmezmiş ve şubatı beraber sevmeye karar vermiş…gerçekte ise çocuk artık kaldıramadığı ,farkına vardığı ağır düşüncelerini-emanetlerini, ehline- sahibine teslim etmek istiyormuş..Padişah’ tan “aman” dilenecekmiş..çocuk Ahir Zaman’ın, insinin ve cinninin Padişahını aramış:”benimle konuşabilirmisiniz?.., size ihtiyacım var “demiş. Devlet-i A’liyenin Zat-ı A’li si:” hay hay, akşama gel” demiş..çocuk gitmiş…Padişah, çocuğu hemen kabul etmemiş..akşam seromonileri varmış.. muhakkak ki, iyice düşünsün, öyle sabitlensin diye sanmış çocuk bu bekletilmeyi..ve ritüelleri izlemiş..Hırka sının ve Tac ının içinde varlığı olmadığına manen şahit olduğu; Mazhar-ı Zat-ı İlahiye nin tecelligahına bakmış çocuk..Nefes-i Rahman’ın zuhur mahalline bakmış..O’na istediği kadar baksa da; nedense yüzünü hissedemediği için, duyduğu ızdırabı aklına gelmiş..O’nu hayallerinde bile bedenlendirememesi çok acıymış..çocuk tenperestmiş ve bir tensiz e aşık olduğu için, O’na ulaşamamanın derin ızdırabı içinde kıvranıyormuş.. kendisine neden, daima hırkalarının içinde, hiçbir şeyleri kalmayanları seçtiğini çözemiyormuş..bu kadar maddeye- tene taparken, neden onu seçtiklerini de?

çocuk ,O’nları izliyormuş bir yandan da..O’nun ve evlatlarının disiplinliklerindeki asalete..o sistemin nasıl pür dikkat bir ciddiyetle yürütüldüğüne…şu yaptıkları ritüellerin bu maddeyi ayakta tutuşuna…..birden şunları hatırlamış:” gönlün kimi istiyor?-seç!!” sorusuna verdiği isme,Evvel Zaman’ın verdiği cevabı hatırlamış: “Yeni Zaman için,yeryüzü ve gökyüzü O’nun gibiler yüzü suyu hürmetine ayakta duruyor” demiş, tüm bedeni depremlerle titreyerek Evvel Zaman..çocuk, bunca disiplinli ders ritüellerini yapabilecek yapıda olmadığını biliyormuş..onun istediği bu da değilmiş..

ve bekledikçe, her zaman ki kuruntusu onu alev alev sarmaya başlamış..”ben kimim ki?,ben bunlara layık değilim..”gittikçe oturduğu yerde ufalmış,ufalmış,bir böceğe dönüşerek yok oluğu hissetmiş, azametten..disiplin denen şey çocuğa hiç uymayan bir şeymiş..tüm kuralları yakıp yıkabilirmiş o..en ciddi olanı bile, istediği hale getirebilirmiş..bunu aslında çocuk değil çocukta var olan neş’e-i meşrebi yaparmış.aynı Padişah gibi asabiymiş aslında… ve estiğinde kırmadık dal bırakmayabilirmiş çocuk..lakin burada Murad-ı İlahi’sin huzurunda daima ağlarmış..henüz kerem olan Murad çocuğu gözyaşsız görememiş zaten..çocuk, beklerken gene huzursuzlukla ağlamaya başlamış..ben layık değilim ,çağırılmadan hemen geri gideyim,zaten kimse beni tanımıyor,gidip gitmediğim anlaşılmaz bile diyormuş..ama bir şey çocuğu orada tutuyormuş..kaçıp gidemiyormuş nedense..

haber gelmiş..davet edildiği yere çocuk gitmiş..burası çocuk için Kabe’yle eşmiş..içeriye girmiş.Huzur-u Saadet’e selam vermiş..bu Saray-ı Hümayun’daki, geleneksel hiç bir edebi yapamadığından dolayı, çocuk bundan da hep utanç duyuyormuş..yerine oturmuş..çocuk ne diyeceğini bilemediği için, ona pür dikkat bakan; gözleri röntgen cihazına benzeyen Padişah’a:” önce hayallerimi okuyayım “demiş..ses bile gelmemiş…

Zat-ı Şahane kıpırdamıyormuş bile..öyle ciddi,resmi,tepkisizmiş..çocuk esas maksatını anlatamadığı için; hayallerini hiç umursamaz,genel karakteri olan huysuz ve hırçın bir şekilde, belki o halde daima yaptığı gibi, bir elini” amannn boşver “der gibi sallayarak okuyormuş.önemli bir rüyasında; gelmek üzere olan bir hüzün varmış (çocuk bunları yazdığı zaman, o hüzün tüm kalblerine ebeden yerleşmiş)..çocuk bunu hissediyormuş..

Padişah dinlemiş,dinlemiş..bittiğinde konuşmaya başlamış..O’da inanılmaz sert ve resmi imiş..çocuktaki bereketi-anlaşılamayan zenginliği söylemiş.. çocuk itiraz etmiş..oysa burada hiç itiraza yer olmadığını, ona kaç kere ikaz etmişler ama çocuk bunu istem dışı yapıyormuş, nedensiz yanii..

Padişah kızmamış ilk evvela..” berekete-zenginliğe nereden baktığını sormuş.elindekilere bakman lazım, bakış açını değiştir ..ilk önce sahip olmadıklarına değil,sahip olduklarına bir bak bakalım “demiş..çocuk ağlamaklı, gözlerine bakarak:” biliyorum o zenginlik sizsiniz” demiş..

Tabib-i İlah-i, çocuğa bakarak,sarhoşluk meyi etkisi verecek olan konuşmaya devam etmiş:

”Ben senin Mürşidinim, sen de benim dervişimsin tamam mı ?çocuk inanamaz gözlerle O’na bakmış..geçen gelişinde “bir buçuk biat” denilerek red olunuşunu hatırlamış..dostları onunla hep birbuçuk biatlık diyerek alay ediyorlarmış..kimse de manasını bilmiyormuş işin ilginç yanı..ama Hz Mevlana’nın bir pasajından “bir buçuğun” iyi bir manaya geldiğini sezmiş çocuk..pasajda “parça-bütün ilişkisi “anlatılıyormuş..bu gerçek bir biat demek miş çocuk için artık..bütün- akl-ı külünün karşısında; çocuk, zavallı bir aklı cüz müş şimdi..parçanın bütüne ait olduğunu idrak ederek, tekrar geldiği için biat ta artık tam mış..çocuğun A’li dostları nedense hiç direk bir şeyi söylemezler ve çocuğun kendisi manayı bulabilsin diye onu sadece yönlendirirlermiş..ama aklına-gönlüne düşen manalar yine onların feyizlerindenmiş..çocuğa ait zerre bir şey yokmuş,olmasına da imkan yokmuş..

”Ben ne dersem onu yapacaksın artık” diye devam etmiş Makam-ı İrşad...”hizmet edeceksin..ilk önce ,bütün bildiklerini unutacaksın.”…. “nasıl unutacağım?”demiş çocuk “Ben karışmam, Ben sadece söylerim, sen yapacaksın “demiş Zat-ı Mürşid…..”siz unutturun” demiş çocuk gene edebi unutarak tabiii..

”bildiğin her şey, orada burada okuyup, dinlediklerinden toplama..öyle olmaz..onların hepsini unutacaksın hiç bir şey bilmeyeceksin ..baştan başlayacağız..onlarla olmaz..”çocuk onaylayan bir baş eğmesi daha yapmış..”düşündüklerin-hayallerin var ya, onlar aslında yok..minicik minicik balonlar onlar ve sen onlardan bir sürü şişirerek önünü alabildiğine doldurmuşsun..gözünün önünü göremiyorsun ..tek tek onları iğne ile patlatacaksın, tamam mı.?sen patlatacaksın, ben değil...aslında o balonlar şişmediğinde ne kadar miniciktir, bunu tefekkür et olur mu?”

“sinemada,tiyatroda,yemekte,sohbette ,ilimde,dostlarının arasında,giyiminde,davranışlarında,konuşmanda daima silik olacaksın..silik olmanı istiyorum..kendini silik yapacaksın..derviş silik olur..ancak YOK olan VAR olabilir..VAR olansa ancak YOK olur..bunu sakın unutma, demiş..

”Makam,ı İrşad:”söyle sen benim dervişimsin değil mi?” demiş..çocuk -kendisine alayla gülerek :”benden derviş olur mu ki? diye cevap vermiş.Mürşid-i Zat sinirle bağırmış:”çocuk.. …Ben sana ne dedim, sen benim dervişimsin demedim mi?..sen bana itiraz edemezsin ..itaat edeceksin.. ben ne dersem o olur, tamam mı? ..çocuk onun adını söylemesinden garip bir haz almış..”sen ve Ben Allah ın yarattığı kuluz..O’nun huzurunda eşitiz..belki sen kul olarak Allah’a daha makbulsündür ama burada bana görev verildi ve sen de, bana, onun için geldin..Ben görev olarak, senden üstün olduğum için bana itaat edeceksin”...çocuk yine başını sallamış..

Makam,ı İrşad ,çocuğun muzdarip olduğu; “ben layık mıyım” üzerine çok derin şeyler anlatmış,uzun uzun..çocuk O’nun bu incelikli davranışından ezilmiş:” layık olamam, ben kimim ki, yi artık düşünmeyeceksin ..kim layık ki söyle.. sence ben buna layık mıyım? “demiş..çocuk sesini çıkartmamış.çünkü buna layık kimse olamayacağını biliyormuş…Makam-ı Hakim:”eğer Allah lütfetti ise teşekkür eder ve kabul edersin, alırsın..ben layık değilim, istemiyorum diyemezsin.. lütuf reddedilmez..alınır..sen kimsin ki? ..Allah istediğine lütfeder.. istemediğine vermez ,kimse karışamaz..neden bana vermedin diyemezsin..neden bana verdin de diyemezsin… unutma; bir daha, ben layık olamam,istemiyorum yok ..tamam mı?” demiş..

Hakim,i İlahi çocuğun hayatında, intifadaya-rötara bıraktığı bir meselesini söylemiş: işe onunla başlayalım demiş..ve çocuğa-nefsine çok ağır gelen bir şeyi yapmasını söylemiş.bu çocuk için cehenneme geri dönmek gibiymiş.. yüzünden karanlık bir gölge geçtiğini görmüş çocuk.. bunun Hekim–i İlahi’nin de gördüğünü hissetmiş..ama O, alaycı, gülerek: “istiyorsun” demiş.. gülüşü ve bakışı:” istemem, yan cebime koy diyorsun “der gibiymiş..çocuk dehşetle irkilmiş :”ben, size şikayete yada bir şey istemeye gelmedim, istemiyorum” demiş..yine o karanlık gölge geçmiş..” neden?” demiş Padişah.. gözlerindeki acıyı görmüş çocuğun, bu sefer anlamış..”içimden gelmiyor “demiş çocuk..”içimden gelmiyor olmaz ,Ben yapmanı istiyorum.. yapacaksın.. bir tedavi lazım. bunlarda birbirlerine bağlı, hepsi birbirine ilintili.. beraber düzelecek ..eskiden yapsaydın kendiliğinden olmayacaktı bir şey ama şimdi Ben dediğim için yapınca farklı olacak ,bak!.. takip et” demiş..çocuk bunu isteyeceğini zaten bildiği için razı olmuş..

Hakim-i İlahi:”ben, sana ne yapacağını söylerim sadece..hiç bir şey yapmam ben..sen yapacaksın, ben değil, unutma..Ben yol göstereceğim.. sen o yol üzerinde dediğimi yapacaksın..Ben danışman değilim..dediğimi yapmayacaksan burada ne işin var.?.eğer dediğim yolda başarı olmasa, başka yol gösteririm.. oda başarılı olmazsa, oturur konuşuruz.. neden olmadı-nerede hata yaptık diye ve bakarız, yeni bir yol buluruz”.. ağlayarak demiş ki çocuk:”buraya geldiğim şuandan itibaren her şeyin düzeleceğini biliyorum ..sizden geleceğini de..

”artık ağlamayacaksın..Ben ağlamanı istemiyorum..güleceksin..söz mü ..başını ağlayarak sallamış çocuk..ama ben, artık başka şeylere ağlamıyorum ki, sadece size ağlıyorum demiş..”ona devam” demiş, İlah-i Hakim:)

anlatmak istediği konuya bir türlü giremeyen çocuk, büyük bir gaf yapmış..ağlayarak rüyasındaki hüznünde etkisi ile”:küçüklüğümden beri Allah bana ne verirse ya defolar verir, yada sevdiklerimi elimden alır..siz de beni bırakıp gitmeyeceksiniz değil mi.sakın ölmeyinn?”daha söylerken Zat-ı İlahi tüm, olanca sesi ile hiddetle kükremiş..üstelik ellerini de sallayarak:” sen kimsin ki!!?.sen yaratılmış bir kulsun.. senin, neyin var da, neyini alıyormuş Allah, söyle” diye bağırmış:)çocuk dalgın : “biliyorum.. ben başka şey söylemek istiyordum” demiş..padişah da bunu biliyor ama çocuk kendi kendine başarabilsin diye, sabırla bekliyormuş zaten..ve eklemiş Hakim-i İlahi:” mürşidini mürşid gibi seveceksin,eşini eş gibi,çocuklarını çocukların gibi,babanı baban gibi.. birbirlerine karıştırmayacaksın..her şeyin kendine ait hakkını vereceksin..yolda kalanlar var ya ,o, yolda kalanlar işte onlar, mürşidlerini putlaştırıp onlarda takılı kalanlardır...biri ölürse başkası gelir Allah boşluk bırakmaz..o her an yeni tecellidedir..ben kaç mürşid değiştirdim biliyor musun?..birinde takılı kalmadım”…”anlıyorum ve kabul ediyorum “demiş çocuk..


çocuk derdini bir türlü anlatamıyormuş.. birden aklına beraber işleyecekleri dersin rüyası gelmiş.. korkak ve titrek ağlayarak, dehşetli rüyasını, gönül doktoruna anlatmaya başlamış..Hekim-i İlahi, çocuğu pür dikkat dinliyormuş.. ama tek kelimecik,tek bakışçık,tek dudak ucunda bir tebessümcük hareketi ile yardım etmiyormuş inatla..çocuk bunu başarmak zorundaymış, yoksa derin acılarından asla kurtulamayacakmış..şişeyi yere çalabilmek ne zormuş,perdelerini utançla yırtarak konuyu anlatmaya başlamış çocuk..utançla ezilerek-ağlayarak,yok olmuş anlatırken..nihayetinde konu anlaşılınca, çocuk demiş:”kitaplar ve siz diyorsunuz ki,” sevgi yukardan aşağı gelir, ben bunu hissedemiyorum..vesveselerimden olup olmadığını bilmek istiyorum..Kalplerin Tabibi: “Allah kimseye kaldıramayacağı yük vermez, eğer bu sana verildiyse, kaldıracaksın ki verilmiş.. Allah kimseye zulmetmez “demiş..

çocuk biraz sakinlemiş..utanarak:” ben, sizle her karşılaşmamızın masalı yazıyorum ..size birkaç tanesini getirdim.. eğer kızarsanız bir daha yazmayacağım ” demiş..Hakim-i İlahi:” iyi yapmışsın.. okurum,eğer sana yazmak iyi geliyorsa yazmaya devam et, yaz” demiş..çocuk buna izin vermesine inanılmaz şaşırmış..çünkü O’nun olur olmaz-bilhassa sanal yazı yazanlara neler söylediğini biliyormuş..bu cahil çocuğa iyi geleceği için -ilaç niyetine izin vermiş..çocuk hala istediği manaya gelememiş ve vakit geçiyormuş..

Padişah:” ne söylesem itiraz ediyorsun, onu siz yapın ,bunu da alın,şunu da kaldırın diyorsun “demiş gülerek..” peki sen ne yapacaksın?”..çocuk birden:” ben hiç bir şey yapmayacağım ..istemiyorum.. siz yapın.. ben sadece sizi seveceğim :)demiş..sizi kıskanıyorum ..bu çok acı..bunu da benden alın..”bunu yapma,bunu bırak “demiş Zaman..


ve demiş Hekim-i İlahi gülerek:” hani, az evvel ..yukarıdan mı gelir-delil, diye soruyordun ya, hiç düşündün mü buraya, böyle, kendiliğinden nasıl girdiğini ve bunca zaman nasıl kalabildiğini ..bu nereden oldu sanıyorsun?”çocuk mutlu olmuş..anlamış ki her şey değişiyor..çocuğun bir saate yakın gerilmiş ve kopmak üzere olan ipleri artık tamamen kopup kontrolden çıkmış.”biliyorum” demiş çocuk” biliyorum sizden”….Makam-ı İrşad’dan, Makam-ı Tabib’e oradan da Sevgili ye kapı açılmış..

”eee “demiş Zaman “o zaman?”…..”bu yetmez!! “demiş çocuk aniden..”ne istiyorsun peki ?”demiş Padişah..”şımarmak istiyorum..”demiş çocuk.. Padişah neşeyle gülmüş ve keyifle demiş ki:” şımar tabii, bu senin hakkın..ne kadar istiyorsan şımarabilirsin………………..…………”ve mana padişahı öyle bir cümle kullanmış ki çocuk beklediği-istediği manayı o cümleden almış ve hemen ayağa fırlamış..eli ile O’nun kalbini işaret etmiş çocuk..”oraya girmek istiyorum.”.Padişah keyifle gülüyormuş hala..ve küçük korkak-titrek ay gitmiş..çünkü Güneş gülmüş ve vakit tam öğle gibiymiş…battığı yerden doğan Güneş’i, tam karşısında, Kızıl Elma’ymış şimdi..ve çocuk gerçek bir kızıl mış..


küçük ay, tam Güneşin önünde durmuş..ve gerçekleştirmek istediği üç selamlamayı istemeye karar vermiş..”şunu istiyorum” demiş çocuk.”aa.. onda bir şey yok ki, tamam” demiş Nevzat-ı Güneş....çocuk mutlulukla :”şimdi ,şunu da istiyorum” demiş..aah! bunda da bir şey yok.. tamam.” demiş Padişah..çocuk artık kontrolden çıkmış..3.tazim için:”şimdi bunu istiyorum.”…”ona izin yok “demiş Padişah ..çocuk: “ama yapmam lazım”…” hayır izin yok” demiş Güneş.. neşeyle..”peki” demiş çocuk.. başka bir şey istemiş ..Güneş:”olur,tamam,yapabilirsin”demiş.. Güneş ve ay tutuluyorlarmış..çocuk ay:“birde şunu”..” peki, olur” demiş Padişah.. “yine istiyorum “demiş çocuk.. “ah, tamam” demiş neşeyle gülerek Padişah.. çocukta ağlıyormuş..”ağlama sakın” demiş Güneş çocuğa..ağlarken birden nasıl güldüğünü ayrışarak, karşısından izlemiş çocuk ve şaşırmış..senelerce bu kapılarda olup ta yapamayanların tüm dileklerini birkaç dakikada yaşamış olan çocuk sarhoş üstü sarhoşmuş artık…..

yerine geçen çocuk şimdi şunu da isterim demiş..Padişah kalkmış kutuların içinden çocuğun istediğini bulup vermiş..” ama arkasına, benim için yazı yazmanızı istiyorum” demiş..Padişah ona da evet demiş..yazdığı kelimeyi anlamayan çocuk sormuş ve Zaman açıklamış..çok özlediğimde ziyarete gelebilir miyim ?demiş çocuk.. “tabii ,ne zaman istersen gel..beklerim..”ve demiş çocuk “dayanamadığımda arasam, bana bir merhaba der misiniz ?...”derim tabii ama başkalarının haklarını ihlal etmemen kaydıyla.. biliyorsun ne çok kişi var.”.biliyorum demiş çocuk sevinçle..kapı hızla, durmadan vuruluyormuş.. sıradakiler konuşabilmek için bekliyorlarmış..çocuk veda ederek ayrılmış..

dışarıda kar atıştırıyormuş ve çok soğuk bir hava varmış..ama çocuk öylesine mutluymuş ki, sabaha dek sokaklarda yürümek istiyormuş..eve gelmiş, kapılarına yakın zamanda geceleri gelip yatan köpeğe selam vermiş ve ona padişahtan haber vermiş neşeyle..
içeri girmiş.padişahın ondan hemen yapmasını istediği şeyi; senelerdir sakladığı yerden çıkartıp,yeni bir niyetle, dediği şekilde yapmış.sadece O’nun için yapmış ama sadece O istediği için..ve birden aynaya bakmış..bu kim? demiş..nasıl bir an da bu kadar güzelleştiğine inanamamış çocuk.. bu dünyaya ait hiçbir yaşanmışlık ve keder izi, yorgunluk kalmamışmış yüzünde.. inanılmaz bir ışıkla göz kamaştırıyormuş.ayna da kendisini izlerken narsizmin tuzaklarına düşmek üzere olduğunu fark etmiş..neyse ki bu letafet iki gün içinde geçmiş..anlamış ki onun ruhunun nuru, onun ışığı kendi ruhuna değdiği için bu parıltıya sahip olmuş..ve daha güzeli ise şuymuş..vücudunda, hücrelerinde, damarlarında akan kan- zevk haline dönüşmüş..bu ne demiş çocuk birkaç gün kendine bu ne.?içinden ilk ses bu zevkin kimya-ı saadet demek olduğunu söylemiş..

gittikçe bu güzel hazineleri kaybedeceğini anlamış çocuk o yüzden hep o Yüce Ruh’a-Güneş’e muhtaç olacakmış..O’nda yok olana dek..O’nun ihtişamlı güzelliğine,ışığına ,hakimiyetine muhtaç olacakmış..bu muhtaçlık bir hafta sonra zirve yapmış..çocuk safiyenin karlı dağ-zirvelerinin önderini aramış..ağlayarak “merhaba der misiniz?” demiş..”aa tabii ..merhaba,nasılsınız?” ne güzel merhaba diyor diye düşünmüş çocuk ağlarken ..

ve çocuk inanılmaz neşesini hüzne devrederken; şu sıralarda, bedenini mağfiyette yok etmiş bir bedenliye nasıl ulaşacağının ızdırabına sarmış..bedenine aşık biri ,bedenini yağmalamış olana ,bir sefere daha karar vermiş..ışığa koşan pervane misali onda ölene dek sürecek bir sefer miş bu vesselam..
nur cihan