17 Kasım 2009 Salı

Masala bağlı masalsı dostluklar için -3-




















Masala bağlı masalsı dostluklar için -3-

Biliyormusun, eskiden de yazdığım gibi, duygularımın rengini hissederdim ve sorardım: şimdi ne rengim? diye..kimse ne renk olduğumu bilemezdi kimse..aynı, şimdi ne yazdığımı senden başka kimsenin bilmediği gibi, değil mi?hatta ben bile, ne yazacağımı - ne yazdığımı yazarak öğreniyorum ve o yüzden yazmaya muhtacım..gelen geçen ve hırpalayarak yoran hayat bana bu güzelliği unutturmuştu.. şimdilerde, Sen yine bana hatırlatıyorsun.. ne güzelsin..Sen geldiğinden beri hayatım senin cennetine dönüştü.. bana bu yeterde artar(desem de inanma- yetmiyor inan) ..Sana da yetmez biliyorum..beni peşinden sürükleyip duruyorsun.. korkuyorum yine, neden biliyor musun?. bitecek diye..Sana ilk geldiğim zamanlardaki gibiyim.. bitecek ve Sen beni bırakıp diğer limanlardakilerle yürüyeceksin diye kıskanıyorum..hem de nasıl…bir bilsen….
geçen gece Hakim’e netten yazdım:ilerlemekten ,yükselmekten korkuyorum..yapayanlız kalacağım anlıyorum..beni bırakacak diye çok korkuyorum..
Hakim:yalnız kalmazsın ki Allah var..çocuk:hep yeniler gelir ve işi biten unutulur gider ama diyor..Hakim:eee mevsimleri düşün,o mevsimlerle gelip geçen renkleri …hep aynı renk ve biçim ve Zaman olsaydı sıkıcı ve bıktırıcı olurdu..nasıl Zaman geçerdi ki..usanmamak lazım.. o yüzden de hep değişir….
çocuk:nübüvveti veli ne demek duydunuz mu?Hakim:nerden çıktı bu..çocuk:bilmiyorum, duydum.. öyle bir şey var mı ne demek?..Hakim:bilmiyorum ama Celvetilerin Tac-ı Şeriflerinin en tepe ortasındaki Noktaya denir diye okumuştum sanırım..nedir o nokta?.. çocuk:……Hakim:ben söylemedim ,sen söyledin..çocuk:sayılmaz çünkü bilmeden söyledim:)

………………
Bugün Mavi Tuareg gibiyim..gece mavisi ve siyahım..ruh halimde öyle demek.... Sahra’nın bu yalnız yaşayan ve kendi sahalarına en yakınlarını bile yaklaştırmayan Mavi Tuaregleri gibiydim..ya da bu yansıyan Sendendi kim bilir..ne kadar uzun zaman geçmişti. Sen, ne sesini duyurmuştun, ne de kendini göstermiştin.. ben yollardaydım, Sana doğru akıyordum..ama dünya hali, tüm yollar inadına yavaştı..Sadece gözlerimin arası hareket edip duruyordu...yüreğime giden tek yol.. ve sen oradan belki de bana akıyordun.. orada senden başka trafik işlemiyordu değil mi?
Arada, onca kalabalığın içinde umarsızca akan gözyaşlarımı siliyorum aynen şimdiki gibi.. çünkü Sen, benden kaçıyorsun ..Sana yetişemeyeceğimi biliyorum…geliyorum ..Sen kalkıyorsun.. bir an, sadece bir dakika görmeme izin veriyorsun..ellerimi çaresizlikle iki yana açıyorum.. yine yetişemedim diyorum..çoooook hoş gülüyorsun “olsun,bir dahakine yetişirsin” diyorsun.. üstelik beni hatırlıyorsun ve halimi bile soruyorsun:)..çok hoşsun..halim Mavi Tuarek bil..çöllerdeki kumlardan, zavallı bir kumdan başka bir şey değilim ki.. Sen üzerime bas da geç diye bekliyorum..bu kum zerresinin üzerine basıp geç ki, kum kumluğunu idrak edip miracını tamamlasın…

geldiğim anda kendimi dışarıda buluyorum..Uşşaki DervişiTerzi Osman Amcama diyorum ki:Allah bizi ne çok seviyor değil mi?bize nasıl da aşık..”evet” diyor dostum” O bizi çook seviyor, hem de nasıl aşık.”.çocuk :,O bize kör kütük aşık..her şeyini bize veriyor …ben olsam hiçbir şeyimi vermezdim,çok kıskanırdım” diyorum gülerek ama aslında bağırarak ağlamak istiyorum biliyor musun..dostum:merak etme diyor kulağıma eğilerek “O’da kendisinden başka kimseye bir şey vermiyor zaten “……

sanki bir teselli var..akabinde Ceviz Ağacı cafe’ye davet ediliyorum…dumansız hava sahası… güzelim, türküm, doğruyum,çalışkanım insanımda yeni açılımlar yapmış, dışarıya sıcak hava yakılıyor..kışın sıcacık sokaklarda oturmak kadar keyifli bir şey olamaz herhalde değil mi?hava ısıtılıyor ve içeriden daha hoş olmuş böylesi.. her şer gözüken şeyden bir incelik doğuyor sanki..rakçı (rockeri:)çocuk ve kardeşlerim var..garson geliyor; kahve istiyorum orta şekerli.. konuşuyoruz..seni göremeyişimi anlatıyorum..birazdan hayatımda gördüğüm en zarif sunumlu kahveyi getiriyorlar..o da ne?.. bu ne ?diyorum.. ne muhteşemsin.. teşekkür ederim…garsona şaşkın bakıyorum: herkese böyle mi sunuyorsunuz ?diyorum..”hayır” diyor garson “sadece özel müşterilerimize”.. peki diyorum nasıl anlıyorsunuz özel olduğunu..”ben anlarım” diyor garson: ben karar veriyorum.. bu kahve sadece sizin için.. size özel.. ben yaptım diyor..çook teşekkür ediyorum..”bir daha gelirsem yine aynı kahveden isterim” diyorum.. garson beni bulursanız ,size aynı sunumu yapacağım. beni bulun olur mu? diyor..gülüyoruz…ne özel bir garson…kararmış bakır küçük bir yuvarlak tepsi içinde; bakır bir cezveden beyaz dumanlar çıkıyor ama ne duman ooofff yani..yanında bir mini oval bakır kap, kapağında bir hilal var ve içinde bir sarı, bir yeşil iki lokum duruyor.. cami kubbesi gibi kapağının da hilal olan zarfın içinde, beyaz bir porselen fincanda miss gibi kahve duruyor..ve incecik camdan küçük bir bardak su..sadece bu zarafeti izliyorum, öylece kalakalıyorum..cama sahip olmak demek aslında hiçbir şeye sahip olmamak demek mişi hatırlıyorum…hüzünlü bir keyif bu ..kardeşim: bu sana hediye.. göremediğin için hediye.. senin için, bak diyor..” evet “diyorum..rakçı çocuk ve kardeşi bu güzel jesti fotoğraflıyorlar…

Akşam tek taş alyans sınıfına Ahmed Efendi gelmiş..çocuk O’nu ilk gördüğünde sorduğu soruya verdiği cevabı hatırlamış..Ahmed Efendi masadan aşağı sarkarak,ellerini yere doğru uzatmış: o kadar derindesin ki göremiyorum.. çık yukarı, sana ulaşamıyorum demişmiş..işte bu gece gelir gelmez çocuğa takılmış: Evvel Zaman’dan sonra bir yere gittin mi? demiş.. “hayır “demiş çocuk.. hoca:seni nakkaş yapalım olur mu?...çocuk” zaten ben ilk evvela bir nakkaşım yahu” demiş…ders başlamış.. hoca anlatıyormuş:soru sormak isteyen var mı? .... çocuk el kaldırmış.hoca:aman!!.. sen, sorma sakın demiş..sen soru sorunca dersi istediğin yere kaydırıyorsun ve ders uçuyor.. sen nakkaş ol sus:)çocuk: zaten yaratılmış her şey nakkaş değil mi hocam?.. hafi yani gizli zikir yapıyorlar.. biz duymasak da anıyorlar-hiç unutmuyorlar yani..hoca gülmüş, sınıf gülmüş…uzun zamandır yok olan neşe geri dönmüş bu gece.. çok hoş bir zaman geçmiş.. herkes çok mutluymuş sanki…bir güzellik varmış da ne?….kim bilir ne?çocuğun iki gözünün arası hiç durmuyormuş ve çocuk hep Zaman’ı anıyormuş..

en hoş ana gelmiş şimdi çocuk..hoca kürsüde “lahuti alemi “anlatırken cep teli hiç durmuyormuş.. o kapatıyormuş ama tel durmuyormuş..tam lahuti alemin zirvesindeyken:) teli açmak zorunda kalmış hoca,kendisini arayan oğluna:”çok mu acıktın oğlum?..tamam..ne mi yiyeceksin?..bak buzdolabımı aç, şu rafta ekmekler, şu rafta sucuk ve tabakta kaşar var.. tost yap ve ye olur mu?..yatarken güzel örtün,üşütüp hastalanırsın sonra demiş.:)karnını iyice doyur ..aç kalma sakın tamam mı?dersin karizması yerle bir mi oldu sanıyorsunuz.. yooo tam olması gerektiği gibi, yere döndürüldü yani..yine bir çocuk tarafından değil mi?padişahları bile dize getirirmiş çocuklar, hep eskiler öyle derler hani..

çocuk: ya hocam tasavvufta düşünceler ne kadar yüksek olsa da, hiç karın doyurmuyor değil mi? hep aşağıdan seyretmek lazım..istediğin kadar düşüncede yüksel, hep işler fiillere bakıyor, şeriatsız –amelsiz hiçbir şey yürümüyor yani..ancak çalışan, elleri ile işlediğini yiyebiliyor demiş..gerçekten şimdi Haybabam sınıfı olmuşlar yani..herkes gülmekten kırılırken, Ahmed Efendi daha çok gülmüş..”sen nakşi ol” demiş yine.. “sus” diyormuş yani “sus”..ne güzelmiş tasavvufi dünya hayatı ve ne eğlenceli imiş şu tasavvuf Ademleri ve Havvaları..hiç dışarıda eğlence- magazin aramaya gerek yok.. hem de bedava..insanın kendisinden daha komik bir şey bulmasına ise hiç imkan yokmuş..ama bu olayda çocuk celveti ne demek sanki biraz idrak etmiş…halvette celvet yani..yani bir yanın şuursallığınla =gönlünle hep Allahlı olacak ama sen bu cumhuriyetin içindeki ferdiliğinle de; kendi hayatın için mücadeleye devam edeceksin..yaşamak için çalışmak zorundasın....düşüncede istediğin kadar yüksel hayata geçmedikten sonra hiçbir değeri yokmuş..

Kütahya’da Dönenler Camisindelermiş…Arabi uzmanı Hocası ve felsefeci arkadaşı camii seyrediyorlarmış..çocuk Demirli Hocasına demiş ki: her şey dönüyor, her şey semada..hoca: evet ama biliyorsun Arabi Hazretleri sema ya karşı değil, aksine sema yı –işitmeyi- duymayı-dinlemeyi seviyor.. çünkü sema dönmek değil işitmek-dinlemek-itaat etmek demektir ..O, devrana yani dönmeye karşı demiş..çocuk: ama sesi işiten,itaat edip dönüyor ..işte o devranı-dönmeyi de seviyor bence ..”hayır” demiş Demirli Hocası:sevmiyor.. O, devran sevmiyor....”seviyor… eskiden sevmiyordu belki ama artık seviyor” demiş çocuk..”nereden biliyorsun sevdiğini, sevmiyor” demiş hocası…” artık seviyor” demiş çocuk :seviyor işte.çünkü bu bir çocuk masalıymış ve masalda kuralları masalcı koyarmış:)..

dönmek kolay ..zor olansa durmak diyen Hazretimiz Pirimiz Mevlanamızın bu sözü üzerine çookk düşünüyormuş çocuk…evet dönmek ne kolay ..neden duramıyorum ki?..durduğumda ne yer kalır ,ne gök kalır be ya hu yu anladığı içinmiş sanırım…Evvel Zaman, çocuğu kendinden sonrakine yolladığında sorduğu ,Zaman’mış çocuğun..O’nu gösterdikleri için, O’nu sormuş tabii..tüm bedeni zelzele ile titreyerek:yerler ve gökler, kendisi için ayakta duranlardan O, demiş Evvel Zaman …

durduğum da aşkımı yitireceğimi anladım biliyor musun? ..durduğumda Seni asla bulamayacağımı, Mavi bir Tuareg gibi, çölde yıldızlara tek başıma bakacağımı anladım..elimi uzattığımda Seni tutamayacağımı biliyorum..

çocuk:biliyor musunuz, şu an gökyüzünde İki Güneş var…İki Kutuplu Zaman gibi demiş..Demirli Hocası gülmüş:hatta, bazen ikiden çok daha fazla Güneş olabilir demiş..evet demiş çocuk.. ve bir anneden; bir batın dan doğan ikizleri, üçüzleri ve diğerlerini düşünmüş nedense…tuhaf bir düşünce ama neden aklına gelmiş henüz düşünmemiş..ama ilk evvel doğan, bir dakika evvel bile doğsa o daha büyük sayılıyormuş hani..çünkü dünyaya bir dakika evvel teşrif etmişmiş.Alaaddin Keykubat Cami Minberi’ndeki Feleklerin ahşap işçiliğini hatırlamış nedense..Arabi Hocası, çocuğu bugüne yansıyan Horasan Ekolü tarzında görüyormuş..çocuk ise O’nu Endülüsün Sultanının varisi..Horasan Ekolü hakkında sadece Hocasının anlattıklarından izler hatırlıyormuş.. başka bir bilgisi hiiç yokmuş zaten..

şu dönenler üzerine tefekkür etmek istemiş çocuk ve tövbe edenler tabii..mesela Arafat ‘a çıkan kişi arınmış sayılıyormuş.. kim ki: ben hala günahkarım,acaba affedildim mi? diyorsa o Allah’ın sözüne riayet etmediğini varsaydığından en büyük günahı işlemiş sayılıyormuş değil mi?Osmanlı Türk Milletinde de savaşta esir edilen küffarın en kolay kurtuluş yolu Kelime-i Şehadet getirmekmiş..”döndüm artık, Müslüman oldum” diyen başını anında kurtarıyormuş. kimse sorgulamıyormuş bile bu nasıl iman ediş diye..çünkü en büyük günah başkasının ayıbını aramakmış..settar olmayanı Allah’da setretmezmiş..kendi ayıplarımızı bir düşünsek en yakınlarımızın bile yüzüne bakamazdık değil mi?

ama adamın biri çıkmış ve bir kitap yazmış..yazdığı kitabın; dönen oyununun tuzağına düşmüş ya hani sonra..kim dönekmiş oyunu hani?zırcahil insanlar bu kitabı okuyup kafayı yemişler(çocuk okumamış çünkü okusaymış,her okuduğundan çok etkilendiğinden, o da, aynen öyle olurmuş biliyormuş)..kişilerin soy isimlerine bile bakıp bu dönme, bu değil diye karar veriyor ve yargılıyorlarmış ya hani..Allah’ın yapmadığını bu zırzır cahiller yapıyorlarmış değil mi?bazı zengin, okumuş, şımarık,lakin ailelerinin hiç maneviyat vermediği çocukları tuzağına düşürenler varmış..sahte-boyalı yaldız düşkünü rehbercikler yani…o ailelerin tüm imkanlarını, servetlerini ve çocuklarını çalıyorlarmış..onların geniş çevrelerini de ve çocuklara senin ailen dönme onlar müminim dese de sakın inanma.. biz Allahçılık oynuyoruz.. sana, senden çaldığım servetinle sahte cennetler yaptım, gir cennetime diyorlarmış..sen benim yanılsayan yansımalarımın ağına takıldın ya hani…bak bizim çiftliğin içinde her şey serbest.. biz kendimize dönekleriz ama sen sakın ha gerçek imana ve ailene dönme diyorlarmış nedense..ve çocuklar tüm ailelerinin onlara sunduğu tahsil ve bilgi birikimleriyle; oradan al buraya yapıştır ve birleştir altına da maneviyat hırsızı sahiplerinin adını yapıştırla ilerliyorlarmış değil mi?..gerçi öğrenmek için belki başlangıçta, her şey kabul edilebilir gözükse de; yeter artık demenin de bir vakti olmalı..aynı yerde kalmak değil, ilerlemek lazım ya hani..her yanı altın yaldıza boyalı bu sahte-kalp –teneke altınlar çocuğun ağrına gidiyormuş..oysa İslam da hiç hakkını veremesek de(kendi adıma söylüyorum tabii);aile –ehlibeyt(herkesin kendi ailesi, kendi ehlibeytiymiş ya hani) en değerli şeymiş..sürekli onun bütünlüğü anlatılırken, ana- baba hürmeti anlatılırken bu sahte ve tehlikeli yolda aileye sırtını dönüp onları sırtından vurmak ve düşürmek esasmış değil mi?insan ancak kendi çocukları büyürken ve de sahtelerin ağına düştükten sonra böyle şeyleri düşünebiliyor ne yazık ki……
Dönenler Camiinde dönerek dolaşmak lazım aslında:).. burası gerçekte bir Semahane, ahşap ve çok şirin; içinde Mevlevilerin Türbesinin de olduğu bir şaheser…ince insanların işi yani..hiçbir şeyi ayırmayan, her şeyi camiinin-celvetin ,halvethanenin içinde yaşayanların eseri..

çocuğun muhteşem güzel,tertemiz dostları varmış ve bu masalla ilintiliymiş..Üsküdar’daki bir türbenin görevlisi ve o türbenin eski türbedarının manevi evladı ve onun pek muhterem zevceleri Şükran Teyze...önce türbeye gitmiş çocuk.. gidecekleri evde elinde çocuğun masalı ile gelen Tülin’i bulmuş..ve onunla gelen Ahmed Kuddusi hazretleri Divanı kitabıymış hani....beraber Hüseyin Dedelere gitmişler..bir sofra kurulmuş ki, bu kadar sadelik ama bu kadar lezzetlilik çok az sofraya nasip olur herhalde diye düşünmüş çocuk..herkes çok mutluymuş..bir hayalin hayata dönüşümüymüş onların dostlukları aslında..önce hayalmiş,sonra yazılıp masal olmuş ve artık hep genişleyen bir dostluk zincirine dönüşüyormuş..

Üsküdar’lı Bir Aktarın Nazarına denk gelmiş biri varmış çocuğun karşısında..sıkı bir Ehlibeyt Aşığı..çocuk ,O’nun kadar Ehlibeyt aşığı hiç tanımamış şimdiye dek(çocuğun kabul etmediği bölümler varmış bu şiddetli aşkın içinde ama aşka sınır ve tavır koyamayacağını artık öğrendiği için bu konuda susuyormuş burada:)Hüseyin Amca daha isimlerini anarken ağlamaya başlıyormuş…hatta geçen yıl tv de Ehlibeyt proğramını izlerken üzüntüden fenalaşarak ambülansla hastaneye bile kaldırılmış..sohbet muhteşemmiş.. yemekten sonra Hüseyin Dede: size kahve yapayım mı ?demiş..çocuk: ben zaten size kahve içmeye geldim.. sizin elinizden demiş..nasıl içmek istediklerini sormuş Dede..çocuk orta demiş..”tamam” demiş neşeyle Hüseyin Dede: zaten benim kaşık ölçüm değişmez üç kaşıktır..Ya Allah ,Ya Muhammed, Ya Ali şekeri atacağım demiş..hepsi gülmüşler tamam demişler..o kahveleri mutfakta pişirirken, içeride Şükran Teyze ve Tülin çok güzel ilahiler okuyorlarmış..çocuk tavus kuşunun ayakları gibi sesi olduğundan zevkle bu güzel sesleri dinliyormuş..arada coşan Hüseyin Dede; mutfak kapısını açıp ilahilere katılıyormuş, ne sıcak bir ortam anlatılamıyor tabii..

Hüseyin dedem kahvelerle gelmiş..hayatımda içtiğim en sulu, en şekerli kahveydi yani.. ama onu yapan yürek şekerdi ,o yüzdendi bu hal..Hüseyin Dedem bize Aziz Mahmud Hüdai Hazretlerinden pek çok ilahiler okudu..onların birbirlerine düşkünlükleri vardı değil mi?ve Hüseyin Dede içeriden-çok kıymetli odasından, tuttuğu not defterini getirip okumaya başlıyor..hocasından dinlediklerini yazmış..başlık: Hamzavi Melamilik ve okuyor ve anlatıyor..çaktırmıyor:)..biz de zaten anlamıyoruz..O’nu çooook ama çoook seviyoruz ve ilahilerle irşad olduğunu söyleyen Şükran Teyze’yi de…ve Tülin…Ahmed Kuddusi Hazretleriyle gelen kadın…her şey çok güzel tabii..görene.. köre ne demişler ya hani..işte öyle bir durum..her gördüğünü Hızır bil kendini hınzır durumu var ya hani..işte bazen her gördüğümüz Hızır olabilir..önemli olan hınzırlıkta kalmamak yani..hınzırlıkta kaldığımız müddetçe bizde, başkalarına Hızır olamayız ..

İŞİTTİK VE İTAAT ETTİK (DURMALI VE DÖNMELİ ZAMAN)
bir dönmeli insan, bir durmalı galiba..durmalı ki durduğunda dinlensin ve olan biteni hazmetsin ve dönmeli insan..dönmeli ki seyredip zevk etsin…ve aslında ikisinden de kurtulmalı insan..bir varmış bir yok muş davası bir bitsin…ya da hiç bitmesin bu masal, Sen bilirsin…Sen nasıl dilersen….ben hep Zaman’a uyarım çünkü:)

tüm masal severlere ve sevmeyenlere muhabbetle..en çok da sana..senden …aşkla….


Ben özlemedim ki seni
Kedi özledi
Çağır onu gelsin diye
Bana kedi söyledi
Çok severmişsin onu
Doyamaz öpermişsin
Sarılıp uyurmuşsun
Nasıl özlemesin ki seni
O da çok severmiş hani
Derdinde yanındaymış
Sevincinde o da mutlu
Sen özlemedin mi onu
Ben istemedim gitmeni
Kedi istedi
Sonra pişmanım diye
Bana kendi söyledi
Sen bilirsin bu kedi
Karşılıksız sevdi seni
Belki de her kedi gibi biraz bencildi
Sende itiraf et hadi
Suç biraz da senindi
Dayanamıyorum de hadi
Çok özlemesin bu kedi
Şarkıyı okuyan:candan erçetin

……………………
9.mektup
http://umutrehberi.wordpress.com/2009/11/13/9-mektup/

nur cihan
16-11-2009