Sana dilsiz, dudaksız sözler söyleyeceğim
Bütün kulaklardan gizli sırlardan bahsedeceğim Bu sözleri sana, herkesin içinde söyleyeceğim
Ama senden başka kimse duymayacak…Kimse anlamayacak. Hazreti MEVLANAmız... derler ki ;Hz. Pir, iyi ki Mesneviyi Hz.Hüsameddin’e söylemiş...ancak bu kadar anlayabiliyoruz..ya birde, Hüsameddin Çelebi yerine Hz. Şems’e söyleseydi; Şems’den başka O’nu anlayacak kimse olmazdı….
……………….. çocuklar meyhanedeydiler..Pir-i Mugan badeler sunuyordu..gayri resmi çocuğa, diğer resmi yolcular işaret edip fısıldıyorlardı:hadi soru sor..sana izin var..biz soramıyoruz..sen sorunca, biz hiç duymadıklarımızı dinleyerek öğrenebiliyoruz…çocuk gülümsüyordu ve bekliyordu..Hancı çocuğa baktı:soru yok mu bu gece?. hadi sor dedi..çocuk: her şey harflerden oluyor ya, az evvel konuşulan “Hac “kelimesindeki HA ve CİM harfini öğrenmek istiyorum..biraz anlattı Hancı..çocuk: ama daha derin anlam isterim dedi…güldü Rehber:şimdi hatırlayamam ki..kitap açıp okumak lazım dedi..ama sonra :bir tablo vardı duvarda harfleri anlatan, hiç okumadın mı?.. dedi…çocuk: “hayır,görmedim”….”git.. yukarıdaki en arka odaya bak.. orada asılı “dedi..çocuk elinde kağıt kalem yukarı çıktı.. ışıkları açtı..burası eski dem odasıydı..duvarlarda öyle harfleri anlatan tablo yoktu..ama sehpanın üzerinde bir çerçeve vardı..düşmüştü..çocuk çerçeveyi çevirdi ve gördüğü güzel gülüşe hayran baktı..ne çok özlemişti..ne uzun zaman geçmişti görmeyeli..çerçeveyi gülerek düzeltti ve bu İlahi Latifeye gülümsedi.. aşağı indi :baktım.. yukarıda öyle bir tablo yok dedi..rehber gülerek “orada, iyi bak”dedi..çocuk yine acaib bir saftiriklikle yukarı çıktı.. yine ışığı açtı.. tablo yoktu ama çerçeve vardı..O’na yine uzandı.. demin içinden geçen-utandığı için yapamadığı şeyi yapacaktı, anladı..gülümseyerek yüzüne tuttu..ve bir buse kondurdu..bir tane daha…ne hoştu ve ne güzel..şimdi özlemi dinmiş miydi “hayır”…çoook güzeldi..daha güzeldi ve daha çok özlemişti…aşağıya indi :yok dedi..” kalsın, başka zaman yazarım”…” olmaz.. ben şimdi bulurum” dedi Pir-i Mugan..ve gitti..birazdan döndü: şimdi git… odada, bak! dedi..çocuk dışarı çıktı “hangi odaya bakayım?” diye sordu..alt kattaki odayı gösterdiler:) ve tabloyu eline verdiler.. çocuk yere koyduğu tabloya bakarak, yerde yazdı..
HALVETİYYE KELİMESİNİN TEVİLİ
HI-kalbi masivadan temizlemeğe
LAM-zikir lezzetine
VAV-zahir ve batını koruma ve ahde vefaya
TE- temkine YE-güçlükten kolaylığa HE-müşahedeye delalet eder.
kaynak:Reisü’l Küttab Sarı Abdullah Efendi’nin “Semeratül Fer’ad” isimli eseri… elinde yazılı kağıdı ile geri gelen çocuk sormaya başladı..önce yazdıklarını okudu..sonra harflerin karşısına yazdıklarını tek tek sordu ve Selamsızın Selamlısı her birini tek tek anlattı..çocuk anladıklarından bazılarını not etti..
Lamelif harfi yani LA yı sordu çocuk..Hz.Nebi Efendimiz” Lamelif’e,O, iki harftir demeyiniz,O tek harftir “ demiş bunu açıklar mısınız? dedi..Rehber tevhidi anlattı..çocuk anladı ki bugün; ben rehberim, ben öğretirim diyen hemen çoğu kişi aslında, henüz Kelime-i Tevhidin LA sına yani, ikisini bir görmek-fenaya ermeğe, erememişler ne yazık ki..çünkü Allah tüm isimlerini yarattıklarına verdiği halde bir tek İlah ismini yaratılmışlarına bahşetmemiş,lakin O’nu, O’ndan ayrı sanarak herkesi sürekli şirke düşmekle suçlayan- horlayanlar asıl şirke düşmüşler değil mi?Tapılacak Tek Tanrı-İlah olan Allah’ı Birleyememişler…çünkü onlar akıllarıyla bulduklarını sandıkları ilimlerine tapıp; Allahın hissi ile hislenmeyi,duyguları yok saymışlar…Allah’ı acımasız bir sistem makinesine, neredeyse dönüştürmüşler değil mi? ve çocuk sordu..cevaplar geldi.. her cevap bir diğerini açan- bağlayan- vesilelerdi aslında ve konu halvetin dışına hiç çıkmamıştı..çıkmasına imkan yoktu..çünkü Halvet Dairesinden başka imkan dairesi de yoktu:)
“kal ehli mürşidler fenaya ermemişlerdir ..fenaya erenler ise fenayı kayıtlarlarsa-“LA” DA KALIRLARSA meczub olurlar..onlar terk ehline karışıp zevk ehline varamayanlardır..oysa zevk ehli hiçbir şeyi kayıtlamaz ve her an,yeni bir şen de olan bu seyrin zevkini çıkartır..Allah hepimize hal ehli mürşid bulmayı nasip etsin” dedi Rehber-i İlahi..…..
çocuk yürüyordu yürüyordu ve düşünüyordu..Evvel Zaman’a ilk evvelinde sormuştu :bu yolda ilerlemek için ne yapayım? demişti..Evvel Zaman Padişahı: hiçbir şey yapmayınız evladım.. sadece sabredip bekleyiniz.. her şey kendiliğinden olacak ..siz yürüyünüz..hatta, hep yürümeyin ..dura dura yürüyün…uçmayı dilemeyiniz.. çünkü uçanlar tayyareler gibi düşerlerdemişti..işte çocuk ,düşe kalka senelerdir yürüyordu..hala rüyalarında bile bir kez olsun uçamamıştı:)yani insan şöyle bir uçurur değil mi?:)üstelik çocuğun mürşidleri hep insin ve cinnin Padişahlarındandı…neden uçurmuyorlardı, anlamıyordu ki?..etrafında ne değişik yollarda gezenler vardı ..ne uçmadıkları, ne dalmadıkları kalmıştı.. ama bizim masal çocuğunda henüz hiiiçç bir boyutsal açılım yoktu..acaba es leri fazlamı tutuyordu ne?çocuk bu ilerleyemeyişini tefekkür etmek istedi..hatta geçen gidişlerinden birinde:ben hiç ilerleyemiyorum diye kendisini, hakikatte ise edebsizce,Rehberini şikayet bile etmişti..ben uçmak ister miyim? dedi kendine..sonra” ben zaten uçuyorum ya huuu…ben zaten uzaylıyım..uzayda baş aşağı bir çekim gücüyle- bir devran topuna bağlı değil miyim ki?...”evet” dedi kendisine..”o zaman?”.. birden Batmayan Güneş’in sözünü hatırladı..O, bu uçup kaçma hikayesi için şöyle demişti..”yok öyle uçup konma falan, ayaklarımız ne güne duruyor..biz ördek miyiz uçalım,biz insanız..bırakın ördekler uçsun :)..”evet.. ben ördek değilim” dedi çocuk: insanım..ayaklarım var..yürürüm ben de.. ne demiş Koca Yunus:ben yürürüm yane yane..aşk boyadı ben kane..ne akilem ne divane..gel gör beni aşk neylediii…. her iş için bir ehliyet lazım diye aklına geldi..ilkokul diploması, orta, lise, üniversite yada bir iş için ustalık diploması değil mi?bunlar kişiye yetkinlik verir..değişik araçları da kullanmak o aracın ehliyeti ile kanuni olur..ama yürümek öylemi?Allah Teala “yürü ya kulum” dediği herkes yürüyebilir istinasız ve bu umumi bir yürüyüştür.. umumen ,topluca yürümeye izinliyiz demek ki değil mi?..HADİİ-NİYET ET VE YÜRRÜÜÜ..”yolda buluna gör, alırlar seni” yani… Çocuk düşündü: eğer ben, seyahat etmek istesem, hangi araçla seyr’etmek isterim?..Eski Mısırda “ölüler kitabında “sandal figürü vardı.. uzayı deniz kabul ediyordu onlarda ve öbür tarafa ölüler bu kayıklarla gidiyorlardı ve Nuh’un Gemisi’ni düşündü yani İnsan-ı Kamil’i..Be Teknesini..Be Teknesine binebilmeyi.. ne güzel olurdu değil mi?..zaten her Gemi de birkaç Filika olur.. illa uçacaksak nostaljik olmalı; Anka olmalı insan Anka değil mi?..çocuk yüksek sesli motorlu,gürültülü hiçbir aracı sevmezdi..dikkat çekiyordu hem..”ben burdayım, ben burdayım, gelin ve beni düşürün” der gibi…. Nazar(ama hangi anlamda nazar?)….mesela roketle uzaya çıkmak istemezdi..ya yakıtı biterse,ya o korkunç dar yerde havasızlıktan sinir krizi geçirirse ,içi korkunç gürültülü olan o sıkıcı yerde ne işi vardı ki?..belgeselden izlerim daha iyi ya huu..o, yerden bu temaşayı seyretmek isterdi..daha geniş ve daha konforlu..yerden seyr’etmekle- yukarıdan seyretmek nasıl olur?diye düşündü..eğer becerebilirse hiçbir fark yoktu galiba....hem yukarıda radara yakalanmayan avcı yarasa uçakları varmış ve kaçak uçanları düşürüyorlarmış ve düşüş tamamlanınca ancak buraya yansıması geliyormuş ne garip değil mi?.tıpkı sönmüş yıldızların yüzlerce sene sonra ışıklarının bize ulaşması gibi değil mi?
hafta sonu, Batmayan Güneş’i ziyarete gitmişlerdi..bir otobüs dolusu farklı meşreb ve neşeden -tek taş alyans sınıfı -kişiydiler..çocuk çok hoş bir konumdaydı..mekanı cennetti – kabri Cennet-ül Bakiii…sağındaki koltukta çook sevdiği, kendisiyle aynı yolda yürümek için dua ettiği Arabi uzmanı Demirli Hocası vardı..O’nun arka koltuğunda ise klasik müzik eğitimi alan bir suficanla, yanında, elinde bendir sufizme meraklı bir rakçı vardı..her telden terennümler etmişlerdi..önce ilahiler..ardınlar sanat müziği..peşinden pop..çocuk karlı kayın ormanı şarkısını istedi..Demirli Hoca:ya merak ediyorum, sizin seyr-ü sülükteki esmalarınızda bu kadar geniş yelpazelimi ?”biz camii esmasıyla gidiyoruz hocam “dedi çocuk..bu latifeye güldüler. Karlı Kayın Ormanından sonra hak geçmesin diye Çırpınırdın Karadeniz okudular..ve çocuk şarkıları..otobüsteki ağlayan bebek için toplu halde, dandini dandini dastana ninnisini bile söylediler ki bu çoook muhteşem olmuştu..gürültüler bitince Demirli hocadan sohbet istediler..O’da kimseyi kırmadı..sorular ve cevaplar ve sohbet başladı… Çocuk, Arabi Hoca gibi düşünebilme uzmanına sordu:O, “ Hz.İsa Kademi üzerindeyim ”demiş ya..işte balık ya hani eski sembolü..işte hepimiz o deryada balıklarız ya ..peki neden bu deryayı fark edemeyen bizler, bu kadar alıklarız?..hoca gülmüş..ve anlatmış üstten üstten..çocuk zorlamış ileri safhalarına..:hani bir hokka içinde mürekkebiz ya ..ve o mürekkebin içinde aslında yazılmamış harfleriz..ve o harfler okunduğunda suretlendi ya hani..hoca gülüyormuş..çocuk anlatıyormuş..çünkü kendisini ,zaafı olduğu Arabi Hazretleriyle sohbet ediyor gibi hayal ediyormuş:)maksat Endülüs’ün Sultanına “evet -evet “dedirtmek, onaylanmakmış sanki..çocukluk işte…”a’ma”yı sormuş çocuk: daha ötesi var mı?”yok” demiş hocası..ya varsa? demiş çocuk.”yok” demiş hocası..gülerek kaşlarını “cık” diyerek yukarı kaldırmış hocası ”yok”.. ya seyreden varsa, o kim peki? demiş çocuk..hoca gecenin karanlığında gülerek :eeee her balık alık olmuyor işte..alık olmayan balıklar var… işte onlar; hem içten, hem de dıştan, durdukları yerde seyredebiliyorlardemiş…ne muhteşem bir anlatım diye düşünmüş çocuk ..işte beklediğim,sevdiğim,istediğim Arabi Hocamca cevap diye düşünmüş…çocuk her an şükretmesi gerekenlerdenmiş.. çünkü, o, çooook büyük bir zenginliğe sahipmiş..o, Allah’ın sevdiği mütevazi Kullarından bazılarını tanımak bahtına nail olmuş..Onları henüz anlamasa da, Onların sözlerine ve nazarlarına denk gelmek bile İlahi Bir Lütuf değil de neymiş?
Batmayan Güneş, karşısında yarım daire şeklinde dizilmiş sevenlerine hitap ediyormuş..Ay(hilal) ve Yıldız gibiymişler şimdi….önde saz heyeti ve sanatçılar en güzel parçaları geçiyorlarmış..zikir ve şarkı birmiş onlar için.. çünkü anlamları sadece aşk mış…Batmayan Güneş, bir eliyle diğer elinin derisini tutarak demiş ki:”ten.”bu ten var ya.. o dışımız.. ama ;nefes alıp vermiş “Huuuu “demiş işte bu nefes ise, canımız ..bunların ikisi birdir..söyleyin, onları ayrı görüp, ayrı düşünebilir misiniz?içimiz dışımız birdir..zahirimiz- batınımız birdir..onlar birdir…ayırmayın..hicretse nefsin ruh’a hicretinden başka bir şey değildir..nefsinizi ruhunuza hicret ettiriniz. otobüste; Aşık Murat, önce ney üflemiş sonra ilahiler ve şarkılarla devam etmiş..bir tane enfes bir şey okumuş ve çocuk rica etmiş..Aşık Murad, çocuk için onu kağıda yazmış ..çocuk da; Murad-ı Aşk-ı İlahisi için masalına eklemiş tabii.. cihanı hiçe satmaktır adı aşk
döküp varlığı gitmektir adı aşk Bu dünya sanki od’dan bir denizdir kendini denize itmektir adı aşk bela gökten yağmur gibi yağar da
başını a’na tutmaktır adı aşk Elinde sukkari ayrılığa sunup ağuyu kendi yutmaktır adı aşk var Eşrefoğlu Rumi bilhakikat vücudu fani etmekti adı aşk Eşrefoğlu Rumi Hazretleri/Kadiri Pir-i Sanisi mefailün-mefailun-feulün |