5 Ağustos 2012 Pazar

99 ACVE HURMASI (akik taşlarının) MASALI 21


99 ACVE HURMASI (akik taşlarının) MASALI 21
Çalabım bir şâr yaratmış
İki cihan arasında
Bakıcak didâr görünür
Ol şârın kenaresinde

Nâgehan ol şâra vardım
Ol şârı yapılır gördüm
Ben dahi bile yapıldım
Taş ve toprak arasında

Ol şârdan oklar atılır
Gelir ciğere batılır
Arifler sözü satılır
Ol şârın pazaresinde

Şagirdleri taş yonarlar
Yonup üstâda sunarlar
Çalabın ismin anarlar
Ol taşın her pâresinde

Bu sözü ârifler anlar
Cahiller bilmeyip tanlar
Hacı Bayram kendi banlar
Ol şârın minâresinde…..hz.Hacı Bayram-ı Veli


Merhaba Sevdiğim ve Merhaba.. bugün 21. Masalımızla, ASAL olan 3  =1. devreye giriyoruz tabii..yani bir şeylere yeniden başlıyoruz…ve bende bilmeden dilemiştim ki, bu  bölümde temelimiz ; taş gibi sağlam, pürüzsüz, güzel, kuvvetli, güven verici ve şifa kaynağı olsun.. bilmiyorum yapabilecek miyim ama deneyeceğim.. neden taş?..bilmiyorum.. belki de kendim bu yaştan sonra taş gibi olamayacağımı bildiğimdendirJ.. belki de bu beden haricinde daha gerçek bir beden arayışımdandırJ.. henüz bilmiyorum ama işaret oklarım; beni, şimdi de bir türlü çözemediğim lakin ruhumla bağı olan bir temel-işaret-kıble taşına götürdü diyelimJ..geçmişte bir hayalim vardı mesela..uzayda tüm yıldız galaksi sistemlerinin aralarında mavi renkli ok işaret tabelalarını görmüştüm.. henüz uzaya yükselemediğim içinde,  şimdilik, yeryüzüne düşmüş göksel taşlarla iktifa edeceğizJJJ..ve yıldızlarda aslında bir taştır değil mi Sevdiğim.. ve taşlarda yakıtı kendisinden olan sıkıştırılmış gaz –ateş ve sudur vesselam..


ve Sevdiğim Sana çook uzun zamandır söylemediğim bir şey..ben Seni Sevmeyi geçip bu sevdadan kurtulacağımı sanıyorum ya hanii. ve hep diyorlar ya:” AŞK DA BİTER..ORAYIDA GEÇERSİN”...ve Sende demiştin: “geçecek bunlar ,geçecek..” işte yine yanılmışım.. hala görme ve işitme hasletim  KRALDAN ÇOK KRALCI OLAN-kendilerince bir halt yaptığını sanan korumacı  işgüzarlar tarafından elimden alındığında her şeyimi kaybediyorum.. tüm işaret taşlarım, yol kenarına yakılmış meşalelerim, göğe asılmış yıldızlarım  kayboluyor..o vakit, etrafımdaki her şeye karşı duyarsız oluyorum üstelik.. her seferinde hayatiyetimi yitiriyorum, o yol kesenlerse bunu bilmiyorlar tabii. . ((*isterdim ki  göreceğim ve görmeyeceğim her anımı önceden bileyim ve gideceğin yerleri de..öööle bel bel ömrüm Seni beklemekle geçmez, birazcık hayatımı yaşardım böylece değil mi?..))ve Seni yitirdiğimde meczubiyete doğru kolayca yelken de açabilirim bildiğin gibi.. ama meczub olmayacağıma dair Zamanlarının çocuğa verilmiş sözü de var değil mi?.. Sen beni bıraktığında=yoluma, işaret oklarımsız asla devam etmemem gerektiğinden= söz verdiğim için, gidip sözümü yerine getiririm… başka bir kimseyi Sen elbisesi gibi Sevmeyeceğim unutma ….ve sadece sözümü yerine getirip, sonrada  bu tür şeylerle bağımı kopartacağım.. ..  ve.. galiba hala, Seni yine aynı şekilde Seviyorum, üzgünümJ.. yanlış olduğunu bildiğim içinde asla Sana yaklaşmayacağım tabii ki..ve takvimsel hayallerle olaya başlıyoruz…


29 temmuz pazar.. bir gökdelenin en tepesine 3 basamak yapılmış..2. basamakta oturuyorum,  ayaklarımsa 1. basamakta.. halbuki ben yüksekten çok korkarım, bu ne böyle??..gök masmavi.. çoook aşağıda minicik insanlarda var.. birden yanıma bir büyük olanım apansız aniden gelip oturuyor..sonra bir mekandayım.. kanepeden uykuyla uyanıklık arasında büyük bir acı ile ağlayarak kalkıyorum.. aniden gelen, kardeşine büyük bir sevgi ile sarılıyor ve şöyle diyor:” ağlama.. sen 20. basamaktan düştüğünü sanıyorsun ama düşmedin.. hiç düşmedin.. o gökdelenden aşağı inip uyudun”.. ben hala acıyla ağlıyorum Sevdiğim.. düşüp ölmediğime inanamayan bir haldeyim.. etrafıma bakınıyorum.. burası nezih bir mekan.. Hikmet’in sanat evi.. aniden gelen onlara çok yakın olduğundan ona burada bir radyo programı dahi vermişlermiş..(ertesi gün o evin sahibi  buutlu sanatından  altın madalya almış üstelik ki, faceden öğreniyorumJ)..buzdolabının üstünde ahşap harflerle el emeği yazıyor.. ve bir tepsi gözüküyor.. tepsi altın sırma nakışlı bir örtü ile bezenmiş, muhteşem.. üstünde üst üste dizilmiş dışı kırmızı ,içi beyaz ve üstleri saray damgalı minik minik antik mırra fincanları var..bu fincanlar çok değerliymiş…..ve Sevdiğim unutmuyoruz ki ben asla o minik fincanlarından biri olmayı istemiyorum tamam mı??!!.istemiyorummm...şartımı unutmuyoruz.. asla kıskandırılmayacaktım.. unutma lütfen..

eskilerden hatırlayalım mı?!.. (az evvelki susmuş, duygusuz taş gibi gözüken ve  artık resim yapamayanın halinden anladığıyla);çocuk, Sevdiğine aşkla bakarak şöyle demişti acıyla:” ben gibi olan çok var mı?”.. Zaman büyük bir ciddiyetle öylece durup, boşluğa tehlikeli bir şey söyler gibi  irkilerek :”hayır.. çok az.. çok az.”. Sevdiğim.. ben o çok azın ne kadar az olduğunu biliyorum aslında.. VE SENİN herkesin HEPSİNİ İSTEDİĞİNİDE.. ama yine de sahteleriyle beraber sayamayacağım kadar çoklar unutma ve ben onlarla asla mücadele edecek biri değilim, etmem de.. her şeyi onlara bırakıp geri çekilmekte üstüme yoktur zaten.. sadece bana hiçbir şekilde yakın olup, belli olmasınlar yeter..benim acım bana yeterde artar…


30 temmuz pazartesi seheri.. Sevdiğim bu masal için en büyük hediyemi şimdi yazacağım.. sıkı dur tamam mı..bu olağanüstü bir görsellik.. inanılmaz.. muhteşem..onca celalden cemal çıkması sanki bu mana içinmiş..TEŞEKKÜR EDİYORUM… ve bunu, inanıyorum ki, pek çok filmde yada yazıda veya resimde sonradan göreceğiz..Canımm..Her şeyim..Sevgilim..uzun olur Ehli Beytin düğünleri vardı ya hani..bu inanılmaz bişey benim için.. böyle görsel bir şölene nail olduğum için ayrıca teşekkür ediyorum…Bak şimdi olay salisenin bile salisesinde bir anda oldu.. uykuya geçerken ruh bedeni terk eder ve sarsılırsın ya hani.. boşluğa düşmek gibi bir an yani. işte o anda sarsılarak boşlukta uyandım diyelim.. çıplak bir erkek sırtı gözüküyor. .o adam beyaz biri..ve sırtından şimdide kaburga kemikleri gözüküyor..
ve şimdi de o kaburga kemiklerinden ayrılan bir ışık melek var..aaaa..bu 4 kanatlı bir kadın ışık silüeti..erkeğinin sırtındaki kaburga kemiklerinden oluşup o bedenden ayrılarak çok hafiflemiş halde uçarak yükseliyor…

*hamiş:
hamili kart yakınımdır dan yola çıkarsak Sevdiğim.. ben Sana ağırlık yapıp yük olmuyorum değil mi?. hani bir zamanlar hep sorardım ve Sende öyle bir sıkıntı vermediğimi hep söylerdin ya.. işte şimdi bana yine bunu bence tekrar etmen lazım..yoksa vesveseye kapılırım yine ..
-Sevdiğim gördün mü, bir saliseden az bir anda,  baş gözlerimle görmeden, sadece anlayarak gördüğüm şeyi bu dünya ilmi ile anlatmak ne kadar yetersiz ve heyecansız ..anlatamıyorum..

birde Sevdiğim altın cevizimiz var tabii..
henüz anlamına eremediğim ama gideceğimiz yer… bütün bunları göstererek öğreten Sevgili Efendim, Mürşidim, Selsebilim, Öğretmenimin bana istemem için söylediği hedefim…SevgilimcimJ…ben şimdi bir şey denemek istiyorum.. yani yapıp yapamayacağımı henüz  bilmiyorum…ben, ALLAH-TANRI BEYİNDİR diyen yeni kuantum-uzakdoğu- neo islam tasavvufçularından asla değilim.. ben,  bugünki her an değişen-sınırlı bir ilmede sadece gerektiği kadar önem vermek lazım olduğuna da inanırım.. ((eğer bugünkü  ilim ve teknoloji :bugün bizi genetiği ile oynanmış yiyeceklere ve o tohumları piyasa süren ilaç -virüs ve savaş makineleri üreticisi = dünyayı yöneten bir kaç aileye götürüyorsa....ve o belli ailelerin programında dünya halklarını köle-robotlaştırmak varsa.. vee..2.3.dünya ülkelerini az gelişmiş bulundukları içinde ,halkının başına musallat ettikleri  KUKLA DİNSİZ  DİKTATÖR REJİMLERi  tarafından sürekli körüklenen, sunî iç savaş düzenekleriyle insanlığı soykırıma tabii tutturulan sadist  sözde medeniyetlere  götürüyorsa, ben o ilmi asla sevemem zaten..))

ALLAH ın İLMİNİ SADECE BEYİN-KUANTUMLA SINIRLAMAK ALLAH’I SINIRLAMAK DEMEKTİR…Tanrı yok deyip, beyin tanrısını-EGOYU tanrı edinenler var mesela bildiğin gibi.. oysaki Allah aklı da-beyni de yaratmıştır.. VE İNSAN NE BİLİRSE BİLSİN –DEĞİL Mİ Kİ O ŞEY, ESMALARLA BİLİNMİŞTİR..YANİ YARATILMIŞTIR..YANİ HADİS- SONRADAN OLMADIR… ..yani bizler aklımızla, ancak, bizlere izin verilen  yaradılmışlık hududu içindeki şeyleri bilebiliriz..

ALLAH lafzının içinde EL-LAH=EL İLAH yani Tek Bir İlah- Tanrı vardır, O da H  (hu=ve=O)   hüviyet kimliği ile O dur anlamındadır değil mi??!!..peki bu kadar açık ve basit bir şeyi neden anlayamıyorlar bende bunu anlamıyorum..

BEYİNSE HÜCRELERDEN OLUŞMUŞTUR..HÜCCURAT…VE HER HÜCRENİN İÇİNDE KENDİ BEYNİ- HAFIZA PROGRAMIDA VARDIR..
mesela Sevdiğim.. ben, artık hayatiyetini beynen kaybetmiş fakat kalbi hala attığından ölü hükmüne girmeyenler için bu hafta bir şey tefekkür ettim bak.. SADAKAT-İ SIDKIYYET.. eğer bir vücud ve o vücudu bir arada tutan hüccuratının kapatılıp dağılmasına-ölmesine veya başka yerlere HÜCRE NAKİLLERİ  intikaline kesin karar verilmişse eğer.. ve.. o vücudunda; ona sıdkıyyetle bağlı bir hücresi de varsa hala, tabii ki işlem değişebiliyordu.. o öyle bir aşık-ı sıddık hücre idi ki:,Efendinin Zat-ı Vücudunun(MEVCUD-VAR OLAN)  kanserli tüm hücrelerine nüfuz edip, onu tekrar diriltebiliyordu.. İŞTE BU ÖLMEYEN TEK HÜCRENİN ADI SADAKAT-İ SIDKIYYETTİ.. tabii bu nadirin de nadiri bir şeydi.. çünkü  kalp sürekli döndürülen-dönen bir şeydi ve bir kararı çok zordu..(bunu şimdi neden yazdım bilmiyorum ama Sevdiğim ;bir selam sunduğumuz mekanda en son gelişen olaylar az evvel bende bu duyguyu uyandırdı galiba..selsebilimin bir çeşmesi kapanmak üzere sanki ..ama ben dümdüz at gözlüğü ile olaylara bakamam ya hanii..olayın perde perde, perde arkasına da bakmak isterim..hayrolsun inşallah ve aminn..

*böyle hatalarda Türuku Aliye ne yapacak, sadece izleriz tabii ki…ve Kemal sahibi olmanın, sır tutmanın, kişiye has, esmasına göre, derece derece marifet ilmi sergilemenin ne kadar ağır ve zor olduğunu da anlıyorum...sorumluluk-vebal yüklenmenin ağır bedelini de tabii… kişisel bir şeyi tüm aile ve dalga dalga diğerleriyle paylaşmanın ve inanarak sevmiş=kitaplardan öğrenilemediği içinde, neler olup bittiğini bilemediğinden, bir başkasına sorup öğrenemeyeceği  ve henüz nasıl seveceğini ise deneye yanıla öğrenen acemi  gönülleri alayla incitmenin bedelini de beraber seyr'eyleyip göreceğiz…

1.ANLATAMAYIŞ
J..ve gelelim asıl konumuz altın cevize giden yolumuza taş döşemeye.. Sevdiğim…ben, bazen nadirde olsa, yıllardır şunu anlayabiliyorum ki; bu olay anında, aniden, kendiliğinden olan  idraki bir algıdır.. mesela bir şey olup ta onu bu dünyasal anlamda anlayacağım vakit bunun beynimden mi yoksa kalbimle mi anladığımı??!!.. öfff.. yazarken bile ne zor yahuu anlatmak.. işte bak o şeyler bu maddi aleme yazıya ve anlatıma gelmiyor nedense.. ama ben inatçıyım ya, denemek istiyorum.. nasılsa Sen benden bıksan bile düzeltebilmek için okumak zorundasın J….Efendimsin, itibarım varsa EfendimdendirJ

2.ANLATIM DENEMESİ VE  BAŞARISIZIM
J.. şimdi yine deneyeceğim tamam mı?.. mesela bir şey olduğunda ve ben onu anladığımda bazen bunu baş gözümle görüyor ve anlıyorum ya hanii ve tabii ki anladığımın da beynimden bana geldiğini de çözebiliyorum.. ama bazen hiçbir şeyi baş gözümle görmesem de bilmediğim ve anlatamadığım biçimde anlayarak görüyorum ve onun bilgisine asla beynim karışıp bilemiyor mesela..bu boşluğa düşmek gibi sanki..ama o boşluğun kendi hafızası bilgisi yanılmaz ve şaşmaz..bir ikinci alternatifi de olmayan sapmaz dosdoğru bir algı..off ya..anlatamıyorum Sevdiğim değil mi?.. yine denerim bende napiimJ..

3.ANLATAMAYIŞI  DENEYİMJ.. aslında insan  ve tüüm yaratılmışlar =eşya İlhamatı Rabbani Vahiyle çalışır.. bunu insanın –eşyanın nefesi yakıtı olarak da anlayabiliriz mesela.. benzin, elektrik, su, Nefes-i Hikmet-i Himmet..evvet ..işte bu algılar bizim tahayyünümüzden tahayyülümüze yavaş yavaş nüfus ederler.. yaratılış artık yaratılmışlara verilmiştir.. Yaratıcımız üflenmiş nefesle kendisini bu alemde seyrettiğinden, yaratımı inşââlarda; yazılımı İLK alan KALP den beyne ,oradan  da fiillere kademe kademe iner.. bunların hepsi sıra ile birbirlerine bağlı ve muhtaçtır ki işlem tam olsun.. tüm unsurlar birbirlerine bağlıdır..

insan sadece baş gözü ile bilip görmez.. sadece beyni ile anlayıp bilmez.. beyinde his yoktur.. duygular kalbin işidir..buna en güzel örnek rüyalarımızdır.. rüyalarımızda hata yapmayız mesela.. ve yalanda söyleyemeyiz.. çok daha net kararlar veririz.. oradaki görüş ve yaşayış başkadır.. nefes alıp vermekte yoktur..

insan sezgiyle anlayarak da görüp bilebilir.. ve bu bilgi asla unutulmaz.. kesin ve nettir ,korunmuştur.. içine hiçbir türlü beyinsel ve + etki giremez.. sanki bu bilgi levhi mahfuzdandır misali ki ,bilmiyorum Sevdiğim…(bu ancak beyin ölümü gerçekleştiği halde, senelerce kalbi attığı için yaşayanların hali çözüldüğünde belki de anlaşılabilecek değil mi?)

ve bazen insan anladığı ve dili ile söylediği şeyin beyninden mi yoksa kalbinden mi geldiğini de bilebilir ki bu nadir ama inanılmaz bir zevktir..yani bu olay bizim kendimizin ;sadece bu beden ve beyin-akıl kalıbı heykelinden ibaret olmadığımızı, bize en güzel şekilde göstererek öğreten bir delili şahanedir.. biz  organik-biyolojik robotlar gibiyiz aslında..VELAKİN ROBOT FİLAN DA DEĞİLİZJ(AMMA SAYISIZ KİŞİ MANKURTSAL BİÇİMDE BEYNİNİ BAŞKALARINA SATMIŞ DURUMDADIR..)  vee. bir yerde bu robotluktan çıkabilmemize ve bu bedene hükmeden RUH iradesine de sahibiz.. ama bu yetkiyi ele geçirmek çok zor bir zanaatı sanattır.. işte o yüzden de insanlık hep kendine en benzeyen robotu yapmak peşindedir.. ve yapıyor da ve yapacak da tabii.. çünkü yüce Allah kitabını bize okuyalım diye vermiştir..


NUR=KUR’AN O’dur.. KADEME KADEME OLAYLARI İNŞA EDEREK KURAN EVRENİN YÜCE MİMARI , GÖKLERDE VE YERDE YAZILI  OLAN HZ. KUR’AN dır…

ve o kitapta gizli saklı hiçbir şey yoktur.. her şey idrak idrak ,her anlayışa göre derece derece kendisini seyrederek okumuş ve hatta okuyordur.. çünkü, İKRA BİSMİ RABBİKE deki KE  eki SENİN KİTABINI SEN OKU DEMEKTİR JJJ (K)  .. bir başkasının okuduğu kitabı bedava tonla verseler de bir işe yaramaz.. onun esması yazılımından okuyabildiği ancak kendi idrak potansiyeli  kadardır.. ama hz Peygamberimiz yaşayan canlı Kur’an olduğundan, O’nun hayatı sünnetine riayet etmekse,  O’nla aynı  ortak idrakle hz Kur’an-ı yaşamak ,O olmak demektir.. ne kadar?..kendi esmamız ve potansiyelimiz kadar tabii.. önemli olan samimiyetle yolunda yürümektir vesselam..

mesela Sevdiğim; ben isterdim ki: her sabah serin esen bir nefeslik sabah rüzgarı var ya hani.. hayata yeniden taptaze yeni bir ruh veren can..BAD-I SABAH..işte tüüüm bilim adamları bu nefesi incelesinler.. tüm hakikatin o seherin nefesinde olduğuna da nedense inanıyorum.. eğer bir daha Sana aşık olmam gerekse kesin sabah nefesine yine aşık olurdumJ..ya Rabbim iyi ki Sen bana kendini Nefes suretinde tanıttın.. bunun için ne kadar şükretsem az tabii de hala bir röportaj yapamadık be SevdiğimJ??!!.. ve Senin nefesinde tüüm nefesler gizli ve Senin nefesinde tüm nefeslerin gücü gizli..ve Senin nefesinde gök gürültüsü gibi  İRADE-İ SES’in KUDRETİ YARATICILIĞI GİZLİ..

Sevdiğim ..her şeyim. canım.. ben Seni çok özledim biliyor musun.. ve şimdi aylardan Ağustos.. Senin nefesine: tüm kainatı parçalayacak ve kuracak hükümde gürleyerek kükreyen sesine, Evvel Zamanımda aynı görkemle karşılık vererek nefesi bulutuna nefesini katışı var.. ve O demişti ki SENİN İÇİN: “YERYÜZÜ VE GÖKYÜZÜ O’NUN GİBİLER SAYESİNDE AYAKTA DURUYOR....”

seneler geçti ve ben çok amma çook ağladım..inanılmaz hazları görerek  Senle yaşadım.. ve o karanlık kudretinin zevkine; yaratılmış bir beden asla dayanamayacağı için, bunun istenmemesi gerektiğini de öğrendim ..her varlık kendi türüyle birleşebilirdi ve unsurlar bunun içindi.. (TÜÜM UNSURLAR BU ÖLÜMLÜ BEDENDE CEM-İ CUMAYI HALVETTEYDİLER MESELA..)
ateş ateş için.. toprak toprak için.. hava hava için..su su için..letaif bedenler letaifler için..tensel bedenler tensel bedenliler içindi.. birbirleriyle aynı olan unsurlar kendi cennetlerindeydiler ..lakin zıt unsurların beraberliği cehennemdi.. duygular ve hisler içinse maddi duyuların manevi anti bedenleri vardı.. ve bunların hepsi bir Sevgilin gözündeki ışıkta, sesindeki titreşimde ve  ağzından çıkarken nefesi ile hayat verdiği kelimelerin vurguladığı harflerle, O’ndan işaret bekleyene cevabı hayatiyet-i işaret taşı olmaktaydı.. O’nun her hareketi bir işaretti. .her  sözü bir mana.. O’nun duruşu ölüm…hareketi yaşamdı.. O’nun hüznü sonbahardı.. neşesi ise aşk ve kıskançlıktı…


Sevdiğim ..seneler gelip geçiyor.. tasavvuf için 40 yaşıma niyet etmiştim ya hani, ilk yazılarımda var mesela.. bugün 45ime geldim ..bende bunca yılda neler değişti yazmak isterim, bak..ilk evvela başlangıç korkunçtu.. eskiden sanmıştım ki 40 yaşıma geldiğimde tüm hayatım baştan aşağı mamur edilecek ve ben tam bir saltanatla mutlu mesut yaşayacağım.. oysa  37 lik bedenimde , taş üstünde taş bırakmayarak her zerremi yıkan depremimi ise bir gece bir anda yaşamıştım…ve sağıma yazılan koskocaman Kelime-i Tevhidi dersim.. YOLUM-YOLDAŞI REHBERİM EFENDİM,SAHİBİ  HAMİMİN ADI..ve Hak ile Batılı ayırmayı da öğreneceğimin  3 maddelik yazılı metninin okunuşu...

sonra tüm hayatım darmadağınık.. her şey yağmalanıyor.. hane harap ,beden harap…ne acılı 40 lı yaşlar ..hep gözyaşı….sonra: bak, o şeyi parmağına tak ve seyret bak neler olacak.. hiç bir şey yapma .. sen onu tak ve  sadece seyret” denmesi... eve gelip senelerdir parmağımdan çıkarttığım o şeyi Sana niyetle parmağıma tekrar takışım.. ve hayatım bir anda ama yavaş yavaş tekrar eskisinden çok daha güzelleşişini seyredişim.. (bir tek sağlığım ve bedenim hala harap ,birde maydanozum  kayıp )…ve maydanoz ,dereotu ve nane.. esmalar.. insan anne ve babasını ve kardeşlerini seçemezmiş lakin dostlarını seçebilirmiş ya hanii Sevdiğim..işte esmaları öğrenmeye başladığım bu sene ben çok değişiyorum.. KENDİNİ BİLME= ESMA İLMİ dersini keşke devlet okulları tedrisatına anaokulundan itibaren mecbur tutsalar.. hayat o zaman daha kolay katlanılabilir ve belki de yaşaması ayrıca özel zevkli bir pazzıl olurdu değil mi?


dikili taşlar
eskiden çocuklarıma hep ağlayarak şöyle derdim:” ben sizden özür diliyorum.. hiç iyi bir anne olamadım.. size layık değilim. .ama bilin ki ne zaman başınıza bir şey gelirse ,her yandan tüm kapılar yüzünüze kapansa dahi ve tüm kapılardan hakaretle kovulsanız bile, ben sizin annenizim ve sizi her türlü sevip kabul ederim.. beni sevmek zorunda değilsiniz.. hatta anne bile demeyebilirsiniz.. ama ben sizi kimselerin kabul etmeyeceği her halinizle her vakit tüm kapılarım açık olarak kabul edeceğim”.. Sevdiğimm..onlar çok küçüktüler.. ama biz ağır şeyler yaşıyorduk.. böyle şeyler insanları şımartmaz olgunlaştırır.. bende işte bu yüzden tüm hayatım boyunca  şımarmayı çook istediğim halde hiç şımaramadım ne yazık ki.. içinizde hep hüzün oluyor.. ve başkalarının hüzünlerini, acılarını da hemen çabucak gözlerinden, dudağının ucundaki gülümseyişin kıvrımından, sesinin tınısından ,hali tavırlarından  yakalıyıveriyorsunuz..bu insanlar büyüdüklerinde de asla şımarık ve terbiyesiz olamazlar mesela.. ama onları tamir etmek-yeniden güven duyabilmelerini sağlamak  çok zordur değil mi Sevdiğim..


bizler hepimiz aslında geçmiş DNA larımız ve genetiğimizle bizi dünyaya getirip bizi yetiştirenlerin okudukları okuldaki ders programları gibiydik ve bu dünyanın kurbanlarıyız da bir anlam da.. insanoğlu; bu dünyaya doğarak ,bu dünyaya kurban edilmiştir.. öldüğünde ise adak tamam olup azat edilmiştir.. O YÜZDEN “ÖLMEDEN EVVEL ÖLÜP İDRAK PERDELERİMİZİ AÇMAMIZ ELZEMDİR.”. ve hepimiz birbirimizden kelebek kanadı etkisi ile mesul ve sorumluyuz hakikatte..

ve Sevdiğim bu 99 hurma masalımla hayatım çok değişti.. ve hala değişiyorum ne mutlu ki... düşüncelerimde her an değişip gelişiyor....ilk defa bu sene çocuklarımdan ağlaya zırlaya özür dilemedimJ..hepimiz farklı farklı esmalardaydık.. kan bağımız ile kalplerimiz birbirimize ısındırılmasa  birbirlerimizi boğazlayacağımızı ALLAH Kur’an da zaten yazmış da değil mi?.. YARADILANI SEVERİZ YARATANDAN ÖTÜRÜ…işte aynı anne babadan olmak yada aynı karından doğmakla da bu kanun değişmiyordu.. çünkü Adem ve Havva ebeveynlerimizin bir evladı katil, bir evladı maktül ,bir evladı da orta yolun işaret taşlarından bir peygamberdi ve bu ilahi nizam her bir aile için hala yürürlükteydi.. ailemizin içinde kalpleri bize ısınamayanların olması  gibi, bizim kalplerimizin  tam ısınamadıklarının da olması çok normaldi .. ve bu durumda; hz Nuh Atamızın denize bırakmak zorunda kaldığı evladı için itirazına karşın  Rabbinden işittiği azarı da hatırlamalıyız ..


insanın evlatlarıyla esması zıt olabilir.. veya kardeşleriyle veya ana babasıyla veya karıkocanın da tabii..bu kişiler arkadaşınsa çekip gidersin olur biter, lakin ailense bunu asla yapamazsın.. sabretmek lazım.. çünkü imtihanın en büyüğü evladı ile imtihan edilmektir unutmamak lazımdır..
aynı göbek kordonundan aynı kanla, aynı etle ,aynı sütle, aynının kopyası ile imtihan en ağırıdır ve bu ağır bedelleri yine bir tek anne affedebilir ne gariptir ki..neyi affetmeyecek??! ;kendi  duyguları, kanı, eti, sütünden oluşan bir şeyimi? ..

ve esması  birbirilerine zıt olan aile fertlerinin belki de yapması gereken tek şey 7 yıllık yan unsur esmalarının=HUYU SUYU,SAĞLIĞI,KADERİ dönüşümünü sabırla beklemekten başka hiç bir şey de değildir değil mi Sevdiğim.. çünkü o esma ve o idrak henüz o kişide yoksa- açılmasına izin verilmemişse- tüüm dünya, tüüm efendiler ,tüüm ilim adamları ve psikiyatristler birleşseler dahi o kişi için hiçbir çare üretemezler ne yazık ki..çok ağır ve zor bir imtihan tabii..ALLAH HERKESE KOLAYLIK İHSAN ETSİN VE AMİNN..ve Yaratıcımız bize kitabında zaten bunu açıkça bildirmiştir de değil mi: “biz sizi canlarınızla, mallarınızla, sağlığınızla, sevdiklerinizle .. imtihan edeceğiz .ama bu alışverişten yine de siz kazançlısınız”..

Sevdiğim.. içimden yine renklenmek geldi.. şimdi bir renk olsam ne renk olurdum dedim ve ilk sesim sadece ve hala PEMBE diyor..şu yukarıdaki yazıyı yazan ben şuan pembe renkli bir duyguya sahibim ve içim eveet  evvet öylesin diyor ne garip değil mi?..((zaten Senden bana gelen o iki VÜCUD VE O VÜCUDUN ŞİFASI kitapları da beyaz zemine pembe kenarlıydılar değil mi…))çok şükür tabii.. vee..neden renkler?.. çünkü bu masalı  taş ve prizma için bir şeyler bulmayı umarak yazdım biliyorsun.. sabır taşıdır kalpler.. ve taşı sıksan suyu çıkar ya hanii..birde latif prizmamıza ışığı tutsan, renk tayfları izi düşermiş hanii..bakalım mı eskiler bunu nasıl tecrübe edip mertebelendirmişler:

1.havai(ma’i,mavi)
 azrak,utarit,KELİME-İ TEVHİD:)
2.kırmızı,ahmar,merih,İsm-i Celal Nuru..
3.beyaz,abyaz,zühre,İsmi Cami’olan Hamir Nuruna(bütün isimleri içine toplayan hamur)
4.sarı,astar,şems,Hak İsm-i Şerifi Nuruna..
5.yeşil,ahter,kamer,Hayy İsm-i Şerifi Nuruna
6.siyah,esved,zühal,Kayyum İsm-i Şerifi Nuruna. siyaha saygı icabı siyah-ı şerif denilmektedir..İsm-i Zat’a Alem-i Celal e işarettir...daireyi fena..
7.boz(renksiz) abrani (bulut rengi), müşteri, Kahhar İsm-i Şerifi nuruna işarettir..
…7 renk olması 7 ismin nurlarına işarettir….
…………..
ayrıca mavi rengin hz. İsa’nın sembolü olduğu ve bu yüzden  tarikatlerde kullanılmadığını…………….
(Alıntıdır)
Elagabalus'a adanan, Emesa Tapınağı'nın ve
El-Gebal'e ibadet edilmesini sağlayan içerisindeki kutsal
 taşın resmedildiği bir Roman parası.

3 GEN TAŞ KİTABI na devam ediyoruz..abrani renkli  3GENTAŞ  TEFEKKÜRLERİ..
Sevdiğimm..3 ağustos Cuma gece.. uyumadan evvel bir kapkara devasa  omurgasız bir fare gidiyor..ve  bir yılan.. sonra uyku ..uyanıyoruz ve olumsuz şeyler yanında birde şunu tefekkür ediyoruz bak: hazineler yerin en karanlık dehlizlerinde olur..ve en büyük hazinelerin üzerinde muhakkak bir yılan otururmuş efsanesini  hatırlıyoruz.. o yılan hazineye sahibinden başka kimseyi yaklaştırmaz, sadece sahibi gelince hazinenin üstünden kalkıp gidermişi de tabii..…Sevdiğim beni daha çok koru olur mu lütfen.. ve Seni ne görüşümü nede duyuşumu yitirtme.. ben o vakit çok acı çekiyorum ne olur anla..
 vee..haftaya ise yeni bitirdiğim Taberi Tarihinin 1. Cildinden sana sürpriz taş tefekkürleri derlemeyi çook istiyorum tabii ki.. 

Yakut türklerinde göğün direği
önce ezoterik alıntılar: "Yer'in göbeği", "Yer'in kalbi", "dünyanın merkezi"..Yerküre bir canlıdır..yeryüzünün yedi çakrası mevcut olup, Yer'in Göbeği sembolü ana çakrayı ifade etmektedir..bu kimilerine göre kozmik geçit-kavşak-yolarıdır.. Altay, Yakut ve Uygur Türk şamanları ruhlar alemine bu yolla irtibat kurup haberleşir..ve ölülerde ahirete bu yolla geçebilir olduklarına inanırlardı.. yeraltı cehennemdir ve gök katlarına gitmek için herkesin evvela önce yeraltı cehenneminden geçmesi gerekmektedir.. ki; biz İslam da da herkes ,evvela  cehennem ateşinden geçecektir diye inanırız.. bu kimine Gülizar olur kimine de od.. .. ve şamanizmde bu ahiret yolculuğu kademelerine devam ediyoruz:     ….

- 'Dünya Dağı'na tırmanış.

- Yer'in göbeğindeki delikten eksene varış.

- Bir veya birkaç ırmağın geçilmesi.

- İfritlerin bulunduğu köprüden kolayca geçiş. (Bu, ölen herkesin karşılaşacağı, acı çekmesine neden olabilecek, günahkarlar için ince bir köprüdür.)

- Gerekirse, doğmayı bekleyenlerin gölge canlarıyla bulunduğu 'gölgeler diyarı'na uğrama. ("Gölgeler diyarı" söz konusu köprüden geçebilmiş, yani vicdanî hesaplaşması bitmiş ve şuurlu imajinasyon aşamasına geçmiş varlıklar ortamıdır.)

-  'Yaşam ağacı'nda yükseliş. (Ağacın göğe uzanan dalları esîrî kuşakları simgeler..)

Nadir şamanların nadiren ulaşabilecekleri, göğün en yüksek katının kapısına varış. Bu, içine hiçbir şamanın giremeyeceği kapıdır. Gök - Tanrı bu kapıdan insanlara şefaat eder, kamlar ve şamanlar bu delikten semavi âlem ile irtibat kurabilirler. Bu kapı, fani insanlar âlemi ile semavi âlemin bir sınırıdır. Bu kapıya uçup gelen nadir şamanlara Gök-Tanrı, ruhlarından birini elçi olarak gönderir, bu şekilde görüşülür, ilişki kurulur; o ruhlar bu kapıdan aşağı inmezler.

Göğün göbeği ile' Yer'in göbeği arasındaki eksen ya da ilişki=inişler ve çıkışlar; çeşitli tradisyonlarda direk, ağaç, dağ, merdiven, sütun, ip veya oklardan oluşan bir zincir sembolleriyle ifade edilmiştir. Yer'in merkezi eski uygarlıklarda kimi zaman bir taşla temsil edilirdi. Bunlara betil taşı denir. (İbranice'de "Tanrı evi" anlamındaki Beytel). Genellikle koni, piramit, yumurta veya kubbe biçiminde olan bu taşlarda bazen bir veya iki yılan tasvir edilir. Bu taşlar Mısır'da, Babil'de, Delf'te mevcuttu. Anadolu'daki Kibele kara taşının da bir betil taşı olduğu söylenir. Mısır ve Babil taşları koniktir, Babil'dekinin üzerine iki başlı bir varlık, yılan ve sütun kabartmaları bulunur. Deli'teki betil taşı beyazdı. (Bizans döneminde Ayasofya'nın içindeki bir alan Yer'in göbeği olarak kabul edilmiştir.)

...Yükselme kavramı en basit şekilde "yatay olan "dan "dikey olan"a geçişle ifade edilebilir. Çarktaki biri yükselebilmek için önce çarkın merkezini bulmalıdır ki, eksende yükselebilsin. Çarkın ekseninde yükselmek ise yataydan dikeye geçiş demektir, yani yatay ilerleme belirli bir noktaya gelindikten sonra yerini  vazifeliler için yükselmeye bırakır." ( alıntı :Ezoterizmin Işığında NeoSpiritüalist Yaklaşımla Semboller - Alparslan Salt )


BERMUDA ŞEYTAN ÜÇGENİNDE  2000 m.deniz dibinde  GARİP PİRAMİT bulunduğu iddia ediliyor: Bu piramidin tabanı ucdan uca 300 metre, 200 metre yüksekliğinde 100 metre derinlikte. Ön sonuçlar tamamen pürüzsüz ve kısmen şeffaf olduğu gibi, cam veya cama benzer bir (kristal?) malzemeden oluştuğu bu yapıyı göstermektedir... Her biri Mısır’da Keops piramidinden daha büyüktür ..(Bu konu henüz bir haber olarak yayınlanmış değil.Underground sitelerde yayınlanıyor ve görüntüler henüz net olarak açıklanmadı.)

Antik Helen (Grek, Yunan) kültürüne şöyle bir baktığımızda, kutsal sayılan 30 kadar taşın bu uygarlığın inanç sistemi içinde yer aldığını görürüz…
Kimi araştırmacılar, Hermes sözcüğü üzerindeki araştırmalarında, HRM kökeninin olasılıkla taş yığınlarını anlatmak için kullanıldığını belirtmektedir.
1-2. yüzyılın Romalı tarihçi ve yazarı Tacitus’un anlatımlarında, Tebhes’de yaşayanların Baküs ile özdeş tuttukları bir konik taşa taptıkları geçer… Delos’taki tapınakta, Apollo da bir taş ile simgelenmektedir.

Helen ve Romalılarda ;kişilerin ve önemli olayların anılması  amacıyla taşları, paraları, bir şekilde sakladıkları görülür. Bu İbranilerde de ve ilk devirlerde çok yaygın bir âdettir. “Oiraban” ya da “Orbun” diye bilinen bu anı tazeleme geleneği, sonra Hıristiyanlara da geçmiştir. Kişilerin birbirlerine verdiği bu taşlarda kazınmış harfler ile P.U.A.P. yani Pater (Baba) - Uios (Oğul) – Agion - Pneuma (Kutsal Ruh) üçlemesinin yazılı olduğu görülür.

Antik Helen ve Roma âdetlerinde “Pseshoi” denilen siyah ve beyaz taşların mahkemelerde karar alınırken kullanılırdı. Oylama yapıldığında beyaz taş kabul ya da olumlu, siyah taş ise ret ya da olumsuz anlamına gelmekteydi. (Bu yöntem Masonluk da dahil olmak üzere günümüzde de birçok kurumda uygulanmaktadır. Beyaz hep beyazdır da günümüzde siyah yerine kırmızı kullanıldığı da görülebilir.)

Eskilerde; sınır taşları, ufak tepe ve tümseklerin üzerinde taş yığınları yapıldığı görülür. Bu taş yığınlarının yanından geçenlerin, bunların üstüne bir taş daha bıraktığını ya da attığını ve onları bir tür yol gösterici olarak algıladıklarını biliyoruz. Helenler, bu yığınların üstünde genellikle bir cin ya da bir başka göksel varlığın oturup, yolcu ve sürüleri koruduğuna inanırdı.
Eskiden yol kenarlarına dikilen “Hermae” (Hermerler) adlı taş ve direklerin, bereket getirmek amacını taşıdığı, sonraları ünlü yolcu ve tüccarların ilâhi Hermes motifi ile özdeşleştirildiğine ilişkin teori, bugün bile geçerliliğini korumaktadır. Hermerlerin kutsal taş yığınları arasında dikildiği ve sütun şeklini andırdıkları, sütunun üzerine bir heykel başı konulduğu, yanına da bolluk ve bereket simgesi olarak tahtadan bir erkeklik organı takıldığı görülür. Hermae geleneğinin sonraları başka tanrı ya da insanların başlarını taşıyan sütunlar anlamında olduğu, M.Ö. 4. yüzyıldan başlayarak da iki büstü tek sütunda birleştirmek uygulamasının pek rağbet gören bir âdet haline geldiği izlenir.

2. yy. Helenli gezgin Pausanias, anlatımlarında bir beyaz taştan söz eder. Omphalos, Delphi’nin kutsal yılanı olan Pytho’nun mezarını örtmekteydi; bu, aynı zamanda yeniden doğuş ve yeniden elde edilmişlik bilincinin bir yansımasıydı.
Antik Helen halk inancına göre ise, insanlar Tufan’dan sonra çevreye dağılan taşlardan dünyaya gelip çoğalmıştı. Bu devrin inançlarında gerçek kavramı, “gerçeğin sert taşları” ya da “gerçek kadar sert” anlamına gelirken, yeşil taşlar da gençlik ve ölümsüzlük anlamına çekilirdi.


Roma İmparatorluğu’nda kutsal taşlara hizmet, önemli bir iş sayılırdı. Antik Roma geleneklerine bakıldığında, yeminlerinde bir taş fırlatma âdeti dikkati çeker.
İnsanların ya da devlerin taş ya da kayaya dönüşebildiğine ilişkin inanç, gök gürleten ilâhların ellerinde tuttuğu şimşekler çıkartan çekicin taştan olması ve sonradan bunun balta ile özdeşleştirilmesi hayli ilginç bir gelişimdir.
Aynı zamanda simgesel olarak sınırları belirlemek için de belirli yerlere birer sütun dikilirmiş.
Efes Tapınağı’nın kutsal taşı da, diğer kutsal taşlar gibi gökten düştüğüne inanılan bir taşmış.(alıntı)


Mihenk taşı…
gümüş ve altın alaşımlarının kalitesini test etmekte kullanılan, düz, sert, ince pütürlü, siyah veya koyu renkli bir taştır. Bu amaç için çeşitli taşlar kullanılır, bunlar genelde kuvars içerikli veya bazalt tipi minerallerdir.. Lidit (bazanit), çakmaktaşı, arduvaz (kayağan taşı), akik veya koyu renkli yeşim taşı da kullanılabilir.
Kullanımı…Kalitesi kontrol edilecek altın, mihenk taşına sürülünce taşın üzerinde metalin izi kalır. Bu çizik üzerine nitrik asit damlatılarak renk değişimine göre altının ayarı tahmin edilir.Nitrik asit altın dışındaki metalleri çözer, eğer çizik parlak sarı renkte kalırsa alaşım iyidir; eğer renk kırmızı-kahverengine dönüşür veya yok olursa alaşımdaki altın oranı düşük veya noksandır. Gümüş miktarını belirlemek için de benzer bir yaklaşım kullanılır, ama nitrik asit yerine önce gümüş sülfat, sonra kromik asit sürülür.(alıntı)


Yada taşı..Türk Mitolojisinde yağmur yağdırıp yaraları iyileştirdiğine ve Türklere Gök Tanrı tarafından armağan edildiğine inanılan taş.Mavi,küçük bir yumruk büyüklüğünde bir taş olduğu rivayet edilir.bu yada taşıyle  yağmur ve kar yağdırılır; rüzgâr estirilir. Bu Türkler arasında tanınmış bir şeydir.. Değdiği kişilerin umarsız hastalıkları iyileşir.En kuru yerlerde bile yağmur yağdırır…Gök Tanrı'nın Türklere bahşettiği en büyük hediyelerden biri olduğuna inanılır…..Yada taşı bazı kaynaklarda dağ kültü ile ilişkilendiriliyor. Buna göre eski Türkler kutsal bir dağın üzerinden geçerken koyunların ayakları taşlara vurup yağmur yağdırmasın diye ayakları bezlerle bağlanırmış. Bir başka kaynağa göre ise bu taşlar (bazı?) hayvanların midesinden çıkarılıp çeşitli dualar okunarak yağmur yağdıracak hale getirilirmiş. Suya konup sallanma hızına göre rüzgar çıkarılabiliyor, yağmur/dolu/kar yağdırılabiliyormuş…(alıntı)



kibele ve yumurtası
(*Sevdiğimm..bu yada taşımı bilmiyorum ama eskiden mesela bizim köyde de böyle bir taş varmış. .o taş bir kişiye mirasla geçermiş.. ve kimin karnı yada başka bir yeri ağrısa o taş o kişiden istenir ve ağrıyan yerin üstüne konurmuş ve ağrıda gerçekten geçermiş..birde Sevdiğim Anadolu da ,ocaklı-el almış-izinli bazı kişi-ailelerden  ve  galiba bu taşlardan da çok var değil mi?..belki çoğu kaybolmuş veya işlevi unutulmuş da olabilir kim bilebilir ki?..))

Kur’an da taş ile alakalı tahmini 16 ayet geçiyor…

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
Bakara suresi:24 -  Yok yapamadıysanız, ki hiçbir zaman yapamayacaksınız, o halde yakıtı insanlar ve taşlar olan, inkârcılar için hazırlanmış ateşten sakının.

Bakara suresi:60 -  Hani bir zamanlar Musa, kavmi için su istemişti, biz de "asanla taşa vur!" demiştik, bunun üzerine o taştan on iki pınar fışkırmıştı. Her kısım insan kendi su alacağı yeri bildi. Allah'ın rızkından yiyin ve için de bozgunculuk ve saldırganlık yaparak yeryüzünü fesada vermeyin.

Bakara suresi:74 -  Sonra bunun arkasından yine kalbleriniz katılaştı, şimdi de taş gibi, ya da taştan da beter hale geldi. Çünkü taşlardan öylesi var ki; içinden nehirler kaynıyor, yine öylesi var ki, çatlıyor da bağrından sular fışkırıyor, öylesi de var ki, Allah korkusundan yerlerde yuvarlanıyor... Ve sizin neler yaptığınızdan Allah gafil değildir.

Maide suresi:3 -    Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkasının adı anılarak kesilen; boğulmuş, vurulmuş, yukardan düşmüş, boynuzlanmış, canavar yırtmış olup da canlı iken kesmedikleriniz; dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanan hayvanlar ve fal oklarıyla kısmet (şans) aramanız size haram kılındı. Bunların hepsi doğru yoldan çıkmaktır. Bugün kâfirler, dininize karşı ümitsizliğe düşmüşlerdir. Onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım. Size din olarak İslâmı beğendim. Kim açlıktan daralır, günaha istekle yönelmeden bunlardan yemek zorunda kalırsa, ona günah yoktur. Çünkü Allah bağışlayan, merhamet edendir.

Maide suresi:90 -  Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar (putlar) ve fal okları şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz.

Enfal:32 -  Bir vakit de, "Ey Allah, eğer bu Senin katından gelmiş bir hak kitap ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize daha acı bir azap ver" demişlerdi.

Hud suresi:82 -            Ne zaman ki, emrimiz geldi, o ülkenin altını üstüne getirdik ve üzerlerine istif edilip pişirilmiş çamurdan taşlar yağdırdık.

Hicr:74 -            Biz, onların şehirlerinin üstünü altına geçirdik ve üzerlerine de balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık.

İsra suresi:50 -            De ki: "İster taş olun, ister demir..."

İsra suresi:68 -            (Denizden karaya çıktığınızda) O'nun sizi karada yerin dibine geçirmeyeceğinden, yahut üzerinize taş yağdıran bir kasırga gördermeyeceğinden emin misiniz? Sonra kendinize bir vekil de bulamazsınız.



Kehf suresi:22 -
            Ashab-ı Kehf'in sayılarında ihtilaf edenlerden bazıları: Onlar, üç kişidir, dördüncüleri köpekleridir" diyecekler. Diğer bazıları da "Onlar, beş kişidir, altıncıları köpekleridir " diyecekler. Her ikisi de bilinmeyen hakkında tahmin yürütmektir. (kimileri de:) "Onlar, yedi kişidir; sekizincisi köpekleridir" derler. De ki: "Onların sayılarını Rabbim daha iyi bilir." Onları ancak pek azı bilir, Bu sebeple onlar hakkında bu bildirilenler dışında bir münakaşaya girişme ve bunlar hakkında hiç kimseye de bir şey sorma!

Ankebut:40 -            Nitekim onlardan herbirini günahları sebebiyle suç üstü yakaladık: Kiminin üzerine taşlar savuran rüzgarlar gönderdik, kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmiyor, asıl onlar kendilerine yazık ediyorlardı.

Zariyat suresi:33 -            Onların üzerine çamurdan pişirilmiş sert taşlar yağdıracağız.

Kamer suresi:34 -            Biz de onların üzerlerine (taşlar savuran) bir fırtına gönderdik. Yalnız Lût ailesini seher vakti kurtardık,

Mülk suresi:17 -            Yoksa siz, gökte olanın üzerinize taş yağdıran bir kasırga göndermeyeceğinden emin misiniz? Tehdidim nasılmış bileceksiniz.   

Fil suresi:4 - Onlara çamurdan sertleşmiş taşlar atıyorlardı.

Hindistan..şivanın siyah kutsal taşı
        
nur cihan
04.8.2012
nuralem7@hotmail.com