Simya-i Kimya ilminde ALTIN ADAM OLMA SEMBOLÜ MASALI
”bu fani alemde nefesini sebil etme, nefesi kimya et”
Sevdiğim beni yer ve ben Sevdiğimi yerim..rızıkları birbirleri olanlar, birbirlerinsiz nefes alamazlar ve hayat onlar için cehenneme döner...gönülden bağı- rızkı Sevdiği olanlarsa; Sevdiğine incinip nefesin hikmetlerini keserse, gelen feyzlerini de keser ve hat kapanır..zira kablolar iki taraftan da yönetilir.. aşk budur.. aşık maşukuna aşkından vazgeçerse ,maşuk da ona ulaşamaz.. tek taraflı aşk olmaz..
AİT OLDUĞU YER SELSEBİL'E ADANMIŞTIR..
RUHSALLIK BEDENE KARIŞMAZ..bu durum aynı iki denizin birbirlerine kavuşup karışamaması gibidir..RUHUN KENDİ İŞİ ,BEDENİN
KENDİ İŞİ VARDIR.. beden
şeriattır .Ruh ise hakikati Hâk’tır.. ve hatlar kapanınca,
karanlık zulmet o kişiye yuva kurar.. bazen karanlık gereklidir ve bazen ise
alüVVün olan alevli ışıkları uyandırmak gerekir.. ortada ne var ,ne yok zuhur
etsin ve hazineler kendisini bilsin.. eşyalar nerdeymiş GÖZÜKÜP ,o yer sabitleşsin ..sahibi mutlak onları bilip,
gelip kullansın..
yaratımda tasarım vardır..tasarımın kontrolü de
vardır..tasarım sanat-ı ilahidendir.. yazılımların, kaderimiz olan DNA da kâdim
olması gibi.ve
biz amellerimizi niyete göre gerçekleştikçe, açılan yepyeni yazılımlarımızı başımızın üzerindeki görünmez bulutlarımızdan indirgememiz
gibi...kimse çalışmadan yeni
bir mirasa sahip olamaz.. yeni gelen ekler için, kişinin İKİ ELİ İLE YARATMASI yani çalışması gereklidir.. geçmişin mirasını ,bizlerden
evvelkiler gibi sürekli yesek yesek yine de tüketemeyiz fakat ,ruh daralır ve
sıkılır...ALLAH BİR YARATTIĞINI BİREBİR ASLA TEKRAR ETMEZ.. zira ruh daima yeni nefha ile
RUHLANDIRILIR.. ve KAPKARA Bİ-LAL
EZAN- I HAKİKAT OKUR..ezanı Bilal’den
ALLAH OKUR.. kişi yeniden ruhlandırılır.. Kellimni ya Aişe ! valide konuşur...kadın konuşunca tekrar dünya
işleri şeriat devreye girer.. hüküm bu iki usulde dümteka dümtak –deve
kervanları yürüyüşüyle asayiş berkemal daima yürür durur.....
Yürütme-yasa
ve yargı hayatın şeriatı mahkemesidir..kişi kendisinde hükümlü ve
hükümsüzdür..Adalet mülkün temelidir( hz Ömer)
İNSAN yani KUR’AN olan KAİNAT ta sembol olmayan ne var ki? ..BUGÜN AHMED BENİM AMA DÜNKÜ AHMED değil sembolü olan simya-i kimya ya bir göz atıyoruz lütfen.. ruhmeal ceset yaratım safhalarında seyrü sülük aşamaları denen, yanmak= arınmak-saflaşmak = MUSTAFA –İ ISTIFA kimyasını ,mürşidi kamil olan simyacı tarafından damıtılan bir kadim ermiş portresi üzerinde, tarihten bugüne seyr ediyoruz..
İNSAN yani KUR’AN olan KAİNAT ta sembol olmayan ne var ki? ..BUGÜN AHMED BENİM AMA DÜNKÜ AHMED değil sembolü olan simya-i kimya ya bir göz atıyoruz lütfen.. ruhmeal ceset yaratım safhalarında seyrü sülük aşamaları denen, yanmak= arınmak-saflaşmak = MUSTAFA –İ ISTIFA kimyasını ,mürşidi kamil olan simyacı tarafından damıtılan bir kadim ermiş portresi üzerinde, tarihten bugüne seyr ediyoruz..
konumuz insandır..konumuz, zahiri DÜNYA KANUNLARI OLAN DİNLER şer-i AT değildir.. her şeyi kendi içinde tek tek bilip anlamadan,olayları cem-i cami edemeyiz.. tevhid ilmi için her şeyi aslı ile bilip birlemek elzemdir.. ..din insanı hakikate kestirmeden götürecek bir araçtır ama amaç ve put değildir.... insanın manası KENDİNİ BİLMEK içindir..o halde kendisini bilen ancak DİN SAHİBİ OLUR..yani nüfus kağıdında İslam, Yahudi, Hristiyan, Budist, Sabi, Mecusi yazmakla o iş olmuyor.. kişi damıtıla damıtıla ,hakikati unsurlarından geçe geçe ALİYYUN olur.. alüviler-ışık a mensup kişiler seyrüsülükten geçerler.. öyle önüne gelenin ben ışık ehli aleviyim-aliyyünum demesi ile IŞIK-NUR EHLİ olunmaz..NAR ehli ile NUR ehli karışmaz..kendini bilmeyen herkes ne olursa olsun halen NARÎ BOYUTTAdır.. zat’en ,ZÂT-I ALİ ZAT MAKAMINDAKİ ZATLAR da,” narını nur eden gelsun berû” demiş değil mi ? J
evet..şimdi ,DÜNYADA bir İLK, BELGELİ OLARAK SUNULAN BİR HABERi birlikte didikliyoruz.. eğlenerek öğrenirsek unutmayız..ilim illa ciddi olacak diye bir şey yok.. hiçbir yaratılmış şeyi ,hatta o görkemli ilimleri dahi gözümüzde büyütüp, çok ciddiye alıp, onların birer araç olduğunu unutup,onları put edinip ucuba düşmemeliyiz ..şeytan herkesten çok biliyor ama, insan alimlerinin düştüğü ucuptan-kendini tanrı sanmalarından o bile imtina eder ya hani...işte öyle bir şey J....nasıl ki tıp adamları, deprembilimciler, nasa vs sürekli kendisini tekzip edip ,yeni varsayım hipotezleri ile güncellenip, eskiden olan kariyerlerini kendi elleri ile yerle bir edip siliyorlarsa, her öğrendiğimiz şeyde aslında öğrenene dek işe yarar.öğrendikten ve sindirdikten sonra ise o şeyler bizim için değersizleşirler..
Metro-Mail-Mektup Makamı Mahmud MuhaMMed Mustafa |
çünkü REFİKİ ÂLÂ denen YÜCE DOSTLAR ÂLİ MECLİSİ olan TURUKU ALİYE sürekli ilimleri günceller ve yeni ilimler indirger.. bu kişilerden sadece birinin başarması ile, ana feyz ilk ona-onun için gelir ama, kabiliyeti olan herkeste o gelen ilhamları havada Rahmanın soluğu olan nefesten kapar ve işi bitirirler..hani kalpten kalbe yol vardır denen rabıtai ilahi sisteme bağlı olmak var ya?!! İşte, KENDİSİNE KALP VERİLMİŞ BİR GÖNLE girmeyi başaran kişi de, dünyanın en cahil adamı dahi olsa, en arifane kişiye dönüşmesinin sırrı simyası da, bu gönülden akan feyzle beslenmesinde yatar.. ASLAN YATTIĞI YERDEN BELLİDİR J..aslanın dişisine de aslan denir.dişi aslan avlanır ve erkek aslan avı parçalar ilk lokmayı yer.usül budur ..
ARİFE TARİF GEREKMEZ.. ilim işe yaramıyor, sadece kitapta ve
sözlerde kalıyorsa atın gitsin.. hayatımızda kendimizde bulamayacağımız ilimler
eşek yükü kitaplar içindir. eşeklerde kütüphane=KUTUPHANE ye kitap taşır amma o
hala eşektir .. kutuphanede ise raflarda
duran sayısız kitap vardır.. mesele sürekli okunan kitap olmaktır.. mesele,
harikalarla göz boyamak değildir..emekle kazanılmış, BA-KA-RA dan mürekkep
İŞ-EMEK-ÖZGÜR KUL İNSANLIKtır..iki elimizle ne ekersek, ancak onun hasatından
devşirdiklerimizi yeriz..kişinin iki eli ile ettiiğinden başka kendine faydası
olan hiç bir şeyi yoktur ...
İki el KA sembolü, yaratmakla
alakalıdır..Kİ
,inşallah Sevdiğim, yakın bir gelecekte iki
EL-İL-İKİ BOYNUZ sembolü ile Seni selamlayacağım J
ve şimdi
de gelelim ıstıfa edilip, saf altına dönüşmeyi ,kadim dervişlerden olan Budist
rahipler nasıl anlayıp, nasıl uygulayagelmişler bakalım lütfen..bizim tanrı olmak gibi bir
derdimiz yok..ama ezoteriklerin tanrı insan olup, Olimposta (RİCALİ GAYB J =esma panteonu ) yer edinme çabaları kayda
değer..
İLAHİ = tanrısallık olanı, cahil alimler TANRI diye çevirirse, tabii ki pek çok yamuk yumuk ölümlü ve aciz insan tanrılar daima ortaya çıkacaktır.. kim, Tanrı –ENEL HAK olmak istemez ki?.. ama yaşayan kamil zatların hayatlarına –yaşayan en büyük insiye guruların hayatlarına baktığımız da, onların zahirlerinde tanrıya ait hiçbir şey göremiyoruz ,peki bu neden ? eğer maksat ruhun tanrılığı ise,bu her ruh için geçerli değil mi J? Zira en büyük yüce ruhun kendi ruhundan üfürdüğü nefesler değil miyiz ? Sorunumuz ne ?hakkı beğenmeyip, hakkın nefsini terbiye etmeye kalkmak mı ve neden? O’nun nefsine bu zulümleri neden yapıyoruz ?.NEDEN HERŞEYİMİZDEN RAZI OLMAYIP,O’ NU DEĞİŞTİRMEYE KALKIYORUZ ve bu zulmün bedeli olarak zalimlerin elinde inim inim inliyoruz?
Yoksa huzur her şeyi oluruna bırakmak mı?.. yani tabiatta
cemadat olan taşın toprağın kuraları gibi mi?. bitkilerin hayvanatın kuralları
gibi mi? ve hepsine cami mahlukat olan insanın, cemadat-nebatat-hayvanat olan
dinin şeriatı kurallarına göre, her unsurunun hakkını vererek yaşaması mıdır
gerçek din ve ıstıfalaşmak.. bilemiyorum..bilmemem,
düşünmeme engel değil.. eğer bu soruları kaydettiysem, içlerinde var olan
cevaplarımı da inkişaf edeceğim demek değil midir..? soruyu soran muhatap
alacağı ve muhabbet edeceği bir yar ,bir dost ,bir yol arkadaşı istemiyor mu
sizce?
evet O, Dost bizi yar edindi ve ayetinde “sorun cevaplayayım” demedi mi?.... “çevir gözlerini bak, bir hata bir kusur bulabiliyor musun?” diye senden, kendisini denetlemeni ve sorgulamanı istedi mi istemedi mi? eweet..istedi ..o zaman sen kim oluyorsun ki,” ben efendiyim bana soru soramazsınız, ben yaşayan tanrıyım beni sorgulayamazsınız, ben erişilmezim bana ve yakınlarıma uzanıp laf edemezsiniz diyorsun?” ve Yaratan her bir peygamberine, onların ailelerine neler yaptı ,hiç mi ders almadın? En sevdikleri ,bize en yüksek veliler diye tanıtılanların hayatlarına ve sonlarına bakın!!....burada bize anlatılmak istenen bir şey var...
insan hep derin derin tanrı olmak ister ve bunu üstü örtülü
mecazlı sözlerle ifade eder de zaten..ama Yaratıcımız asla buna izin
vermez,neden ?çünkü verdiğimiz bir söz var ve o söze rabıta- bağımız var..insAN yere düşer, burnu sürtülür ama o
söz asla yere düşmez.. aynı vatan bölünmez bayrak düşmez meselesi gibi..
dava ALLAH ESMASI İÇİNDE CAMİ OLAN TÜM İSİM VE SIFATLARI ayrı ayrı TANRI EDİNMEYİP,BİR ESMADAN MEDET UMUP, ONU PUT EDİNMEMEK ve tüm esmaya RAB olan terbiye edici mihrâb ESMAMIZI BİLİP BULMAKTIR..İnsan-ı Cami olmak kolay değildir..mihrabı olmayan cami de olamaz vesselam J..
dava ALLAH ESMASI İÇİNDE CAMİ OLAN TÜM İSİM VE SIFATLARI ayrı ayrı TANRI EDİNMEYİP,BİR ESMADAN MEDET UMUP, ONU PUT EDİNMEMEK ve tüm esmaya RAB olan terbiye edici mihrâb ESMAMIZI BİLİP BULMAKTIR..İnsan-ı Cami olmak kolay değildir..mihrabı olmayan cami de olamaz vesselam J..
evet.. altınlaşmak simyasına geçiyoruz:
tefekküriye konumuz; BUDİST LAMALARIN TEKAMÜLLERİ SONUNDA bir daha DEVREYE GİRMEMEK, yani, YAŞARKEN taş-bitki-hayvan formuna düşmeyip, daima İNSAN kalabilmeleri için, ALTIN BUDA TANRI OLMA SERÜVENİ ve YAPIM AŞAMALARI ..
not: meraklısı okusun herkes okumasın ve böyle boş şeylerle vakit harcamayıp hayatını yaşasın lütfen..konuya bir mana da vermeyelim. manasız olalım balon-boş laf salatası hayatlar diyenlerde asla konuya dahil değillerdir.herkes kendi esmasına kabiliyetine göre olan mevzulara yönelirse ortalık güllük gülüstanlık olur değil mi? En laik din kitabı olan hz Kur’an ne diyor laikliğin ilkesi olarak : SENİN DİNİN SANA BENİM DİNİM BANA ..ve Allah kendisi laikse başka mahlukata söylecek ne söz kalır ki ?
Ben saf aynayım, sırrım dökülmemiş, paslanmamışım./Ben kin dolu bir gönül değilim, Tur-i Sina’nın gönlüyüm ben./Üzüm sarhoşluğu değil benim sarhoşluğum,/Benim sarhoşluğumun sonu yok./Tarhana çorbası içmem ben,/Can yemeği yerim; içerim can şerbeti.
İşte sararttı seni bir gümüş bedenlinin özlemi, altın haline geldin artık./Sen altına âşıksın, altın benim rengime âşık.
Gönlü saf sufiyim ben,/Benim tekkem alem; medresem dünya benim./Değilim abalı sufilerden./İster yakarış eri ol sen, meyhane eri istersen;/Bundan sanki ne çıkar?/Yok Cumartesi imiş, yok Cuma imiş, bence ne farkı var?
Gerçeğin tadını alan er,/Ne altına aldırış eder,/Ne kalender tacına bakar./Ne tasası vardır, ne kini.
Ey Tebrizli hak Şemsi,/Yüzünü göstermeseydin sen, yoksul çaresiz kalırdı kulun,/Ne gönlü olurdu, ne DİN 'i.../ Mevlana Celaleddin Rumi"
önce bir romandan alıntımız var..dikkatle
okuyoruz lütfen. J
Bir akşam üzeri Reis'in huzuruna çağrıldım. "Önceden yaşamış kişilerden birisi bedenini terk etmek üzere. Şimdi Yabani Gül Bahçesinde bulunuyor. Kutsiyet İçinde Muhafa- za'yı görebilmen için senin de orada olmanı istiyorum."
Böylece bir kez daha tahta bir eğerin ve Sera yolculuğu nun zorluklarına katlanmak zorunda kaldım. Manastıra vardığımda Yaşlı Reis'in odasına götürüldüm. Manyetik alanının renkleri neredeyse tamamen solmuşlardı. Ruhu bir saat kadar sonra bedeninden ayrılıp, özgürlüğüne kavuştu. Bir reis ve bilgin olduğundan, Bardo'ya giden yol boyunca kendisine yol gösterilmesine gerek yoktu. Bu nedenle bizim de üç günlük süreyi beklememiz gerekmiyordu. Gövde yalnızca o gece lotus duruşunda oturtuldu ve lamalar da ölünün başında nöbet tuttular.
Bir akşam üzeri Reis'in huzuruna çağrıldım. "Önceden yaşamış kişilerden birisi bedenini terk etmek üzere. Şimdi Yabani Gül Bahçesinde bulunuyor. Kutsiyet İçinde Muhafa- za'yı görebilmen için senin de orada olmanı istiyorum."
Böylece bir kez daha tahta bir eğerin ve Sera yolculuğu nun zorluklarına katlanmak zorunda kaldım. Manastıra vardığımda Yaşlı Reis'in odasına götürüldüm. Manyetik alanının renkleri neredeyse tamamen solmuşlardı. Ruhu bir saat kadar sonra bedeninden ayrılıp, özgürlüğüne kavuştu. Bir reis ve bilgin olduğundan, Bardo'ya giden yol boyunca kendisine yol gösterilmesine gerek yoktu. Bu nedenle bizim de üç günlük süreyi beklememiz gerekmiyordu. Gövde yalnızca o gece lotus duruşunda oturtuldu ve lamalar da ölünün başında nöbet tuttular.
Sabahleyin günün ilk
ışıklarıyla birlikte manastırın alt tarafında bulunan dehlizlere inildi. Önümde
yürüyen iki lama, bir tahtanın üzerine konulmuş olan cesedi taşıyorlardı.
Hâlâ lotus duruşunda oturuyordu. Arkadan gelen rahiplerden boğuk bir ilahi
ve ilahi sustuğunda
da gümüş bir çıngırağın titrek sesi geliyordu. Üzerimizde kırmızı giysilerimiz ve bunların üstünde de
uzun, sarı ipekli atkılarımız vardı. Alev alev yanan meşalelerin ve yağ kandillerinin
ışığıyla büyümüş, eğri büğrü olmuş gölgelerimiz, dans eden,
titreşen çizgiler halinde duvarlarda geziniyorlardı. Aşağıya, yer
altındaki gizli bölmelere doğru indik bir süre. Nihayet yerin onbeş- yirmi
metre altında, taştan yapılmış bir kapının önüne geldik ve içeri girdik.
Oda buz gibi soğuktu. Rahipler cesedi büyük bir dikkatle yere koydular ve
sonra üç lama ile benden başka herkes odadan çıktı. Ardından yüzlerce yağ
lambası birden yakıldı, ortalığa keskin sarı bir pırıltı yayılıyordu. Ceset soyuldu ve özenle yıkandı. Bedende
bulunan tabii deliklerden çıkarılan iç organlar kavanozlara yerleştirildiler
ve dikkatle mühürlendiler. Cesedin
içi baştan aşağıya yıkanıp kurulandı ve özel bir çeşit vernik döküldü
içine. Bu vernik gövdenin içinde sert bir kabuk oluşturacak, beden de
böylece sanki canlıymış gibi duracaktı. Vernik kuruyup sertleştikten sonra,
gövde boşluğu pamukla sıkıca dolduruldu ve pamuk da sertleşsin diye biraz
daha vernik döküldü. Bedenin dış kısmı ise yine vernikle kaplanarak
kurumaya bırakıldı. Katılaşan beden üzerine zar gibi ince bir ipek tabakası
kaplandı. Bu iş de tamamlanınca, ipeğin üzerine bir başka çeşit vernik
daha sürüldü; beden, hazırlıkların bir sonraki aşaması için hazırdı artık.
Sonra iyice katılaşsın diye, olduğu gibi bir gün bir gece bırakıldı. Bu
sürenin sonunda odaya geri döndüğümüzde cesedi lotus duruşunda, kaskatı
olmuş, kalıp gibi bulduk ve onu alıp daha da aşağılarda bulunan bir başka
odaya, daha doğrusu bir fırına taşıdık.
Sonra bedene kaplanmış olan
ipek kaplamalar soyuldu. Beden mükemmel bir biçimde korunmuştu. Yalnız rengi
çok daha koyulaşmıştı ve sanki aniden gözlerini açacakmış gibi canlı
görünüyordu. Uyuyordu sanki. Rahiplerden biri bedeni bir daha vernikledi ve sonra kuyumcular iş başına geçtiler.
Bunlar işlerinde son derece usta kişiler olup, gerçek birer sanatkârdılar.
En ince, en yumuşak altını kat kat, üst üste kaplayarak yavaş yavaş,
büyük bir dikkatle çalışıyorlardı. Tibet'in dışında bir servet değerinde
olan altın, burada yalnızca kutsal bir maden olarak daha özel bir değer
kazanıyordu. Bozulmayan bir maden
olduğundan, insanın ebedi ruh evresinin bir sembolüydü. Kuyumcu rahipler
en küçük bir ayrıntıda bile titiz, olağanüstü bir özenle
çalışıyorlardı, öyle ki işlerini tamamladıklarında, geriye ustalıklarının
kanıtı olarak her çizgisi ve kıvrımı sanki gerçekten canlıymış gibi duran,
altından yapılmış bir insan bırakmışlardı.
Ceset şimdi üzerine kaplanmış olan altınla iyice ağırlaşmış olarak, "Yeniden Bedenlenenler Salonu"na taşındı ve orada bulunan diğerleri gibi altın bir tahtın üzerine yerleştirildi. Bu salonda çok eski zamanlara ait mumyalar vardı; yarı kapalı gözlerle şimdiki neslin zayıflıklarını, kusurlarını gözetleyen ciddi birer yargıç gibi, sıra sıra oturuyorlardı. Bu kutsal odada fısıltıyla konuşuyor, yaşayan ölüleri rahatsız etmemek için dikkatle yürüyorduk. İçlerinden biri özellikle dikkatimi çekti; garip bir güç beni onun önünde büyülenmiş gibi tutuyordu. Mumya sanki her şeyi bilen bir tebessümle süzüyor gibiydi beni. Tam o anda biri hafifçe koluma dokundu, korkumdan havaya sıçradım. "Bu sendin Lobsang, senin bundan önceki bedenlenmen. Onu tanıyacağını tahmin etmiştik." Rehberim beni bir sonraki mumyanın önüne götürdü ve "İşte bu da bendim" dedi. Sessizce, ikimiz de heyecanlanmış, salondan dışarı süzüldük ve kapı ardımızdan mühürlendi.
Ceset şimdi üzerine kaplanmış olan altınla iyice ağırlaşmış olarak, "Yeniden Bedenlenenler Salonu"na taşındı ve orada bulunan diğerleri gibi altın bir tahtın üzerine yerleştirildi. Bu salonda çok eski zamanlara ait mumyalar vardı; yarı kapalı gözlerle şimdiki neslin zayıflıklarını, kusurlarını gözetleyen ciddi birer yargıç gibi, sıra sıra oturuyorlardı. Bu kutsal odada fısıltıyla konuşuyor, yaşayan ölüleri rahatsız etmemek için dikkatle yürüyorduk. İçlerinden biri özellikle dikkatimi çekti; garip bir güç beni onun önünde büyülenmiş gibi tutuyordu. Mumya sanki her şeyi bilen bir tebessümle süzüyor gibiydi beni. Tam o anda biri hafifçe koluma dokundu, korkumdan havaya sıçradım. "Bu sendin Lobsang, senin bundan önceki bedenlenmen. Onu tanıyacağını tahmin etmiştik." Rehberim beni bir sonraki mumyanın önüne götürdü ve "İşte bu da bendim" dedi. Sessizce, ikimiz de heyecanlanmış, salondan dışarı süzüldük ve kapı ardımızdan mühürlendi.
Bundan sonra pek çok kez bu
salona girmeme ve altın kaplamalı figürleri incelememe izin verildi. Bazı
zamanlar tek başıma gidiyor, meditasyon yaparak oturuyordum önle rinde.
Hepsinin de çok büyük bir ilgiyle okuduğum, yazılı geçmişleri vardı.
Burada, Rehberim'in, yani Lama Mingyar Dondup'un oldukça ayrıntılı bir
öyküsü de vardı; geçmişte neler yaptığı, kişiliğinin ve yeteneklerinin
bir özeti, ona ve ilmiş bulunan onur payeleri ve unvanları, nasıl öldüğü
gibi.
Kendi geçmişimi de büyük bir dikkatle okudum. dan oyulmuş gizli bir bölümde bulunan bu Kutsal Salon'da, doksan sekiz tane altın mumya oturuyordu. Tibet'in tarihçesi önümdeydi. Ya da o an için ben öyle sanıyordum, çünkü Tibet'e ait en eski tarihçe daha sonraları gösterilecekti bana.
üçüncü göz kitabından alıntıdır...Rampha
Kendi geçmişimi de büyük bir dikkatle okudum. dan oyulmuş gizli bir bölümde bulunan bu Kutsal Salon'da, doksan sekiz tane altın mumya oturuyordu. Tibet'in tarihçesi önümdeydi. Ya da o an için ben öyle sanıyordum, çünkü Tibet'e ait en eski tarihçe daha sonraları gösterilecekti bana.
üçüncü göz kitabından alıntıdır...Rampha
****
eveet .TEFEKKÜRİYEMİZ için elimizde ana malzememiz yani, ezotermik kitaplardaki altın odada ,altın taht üstünde oturan altın tanrı heykellerimizin hikayeleri var ya hanii..işte şimdi de, o hale gelmek için, seyrü sülük denen "insan yapım atölyeleri olan" KENDİNİ BİLME TURUK OKULLARINDA GEÇİRİLEN İŞLEM SAFHALARINA bir göz atıyoruz.. kayıtlarımı, bulduklarıma ek yaparak kendi zanlarıma göre yazıyorum veya kopyalıyorum.tüm hatalar bana aittir..
eveet .TEFEKKÜRİYEMİZ için elimizde ana malzememiz yani, ezotermik kitaplardaki altın odada ,altın taht üstünde oturan altın tanrı heykellerimizin hikayeleri var ya hanii..işte şimdi de, o hale gelmek için, seyrü sülük denen "insan yapım atölyeleri olan" KENDİNİ BİLME TURUK OKULLARINDA GEÇİRİLEN İŞLEM SAFHALARINA bir göz atıyoruz.. kayıtlarımı, bulduklarıma ek yaparak kendi zanlarıma göre yazıyorum veya kopyalıyorum.tüm hatalar bana aittir..
*SİMYA DA RENKLER
HAKKINDA ÖN BİLGİDİR.. En sıcak, En ısısı yüksek renk mavidir. Mangal
kömürü al büyükçe, pürmüzle ısıt, evvela
turuncu olur , sonra kırmızı olur ,sonrada
mavi olur. en yüksek ısı mavidir. Mutlaka nazar boncuğunda mavi bulunur
.Yanında sarı bulunur.. sarı uzaktan en çok görünen renktir. Onun için
NAZAR boncuklarda sarı ve mavi renk olur, birisi
uzaktan görmek için, biri harareti öldürmek içindir (alıntıdır)..
*RENK KÜRELERİ NOTLARI: Sağ ayağın
kaldırılması (Küre-Müselles-ÜÇGEN)e
işarettir: 4 kapı 40 makam:
Küre-i har Ateş (ŞERİAT)bir anadan doğmak …
Küre-i hava Hava (TARİKAT) ikrar verip bir yola girmek ..
Küre-i ma Su (MARİFET) Hakkı kendi özünde bulmak..
Küre-i hak Toprak (HAKİKAT) Tanrısal-İLAHİ Makama Ulaşmak…
(bektaşilikten alıntı)
*kabalada renklerin simyası…Sefirot tablosunda, beyaz Aklı hikmet, Lûtuf ve Zafere, kırmızı Zeka, Sertlik ve San'a, mavi Taç, Güzellik ve Esas'a, siyah da Krallık'a tekabül eder.
KAİNAT İNSAN VÜCUDUnda tesbit edilmiş EVRENİ OLUŞTURAN atmosfer gazlarının oranları :Oksijen : % 65
Karbon : % 18,5
Hidrojen : % 9,5
Azot : % 3,3
Kalsiyum : % 1,5
Fosfor: : % 1
Potasyum : % 0,4
Kükürt : % 0,3
Klor : % 0,2
Sodyum : % 0,2
Magnezyum: % 0,1
*ve şimdi de
romandaki ölülere okunan rabıta-i mevt kitabı BARDO ya bakıyoruz...
TİBET ÖLÜLER KİTABI BARDO DAN İSLAM TASAVUFUNA LETAİF-ÇAKRA NURLAR İLMİ..ölmeden evvel son nefeste ,ruhu almaya gelen renkli ışık nurlar-esmaların derecelerine göre ölümü deneyimlelerden özet alıntılar ....
ve mevtamız HAKKIN RAHMETİNE KAVUŞTU ..ÖLÜM ÖTESİNE IŞIKLAR DİYARINA YOLCULUKTA BAŞLADII..
TİBET ÖLÜLER KİTABI BARDO DAN İSLAM TASAVUFUNA LETAİF-ÇAKRA NURLAR İLMİ..ölmeden evvel son nefeste ,ruhu almaya gelen renkli ışık nurlar-esmaların derecelerine göre ölümü deneyimlelerden özet alıntılar ....
ve mevtamız HAKKIN RAHMETİNE KAVUŞTU ..ÖLÜM ÖTESİNE IŞIKLAR DİYARINA YOLCULUKTA BAŞLADII..
1.GÜN: ilk evvela EN KUVVETLİ AĞIR YANIŞ OLAN nefsi emmarenin de rengi denilen ,Kelime-i Tevhidin rengi şeffaf mavi -bilgeliğin ışığı geliyor.. “Bu ışığın yanında, devalardan gelen soluk beyaz bir aydınlık da sana çarpacak! “Kötü zanların olan karmanın etkisiyle sen daima ilk gelen ışıktan kaçıp soluk , gölge alt alemin ışığına çekilmek isteyeceksin, sakın yapma!! Taş buda olacaksın!..durma!!
*Taş maddesi kutsal sırlardan yüce bir sırdır ve buna ulaşmak ezeli lütûf ve sanat işlemleriyle mümkün olur. Çünkü bu işlem, hakkında bilgi verilmeyen ve kolay mükemmellikte bir amaçtır..(hz.Ömer Şifaî)
2. GÜN: bembeyaz bir ışık-iyilik ışınımı gibi çıkacak. Buna zorlukla bakabileceksin ve bu ışık sana doğru gelecek. “Bu ışığın yanında cehennemden gelen kurşun renkli bir duman da olacak. Öfkenden ya da korkundan beyaz ışıktan kaçmak isteyecek ve cehennemin kurşuni dumanının içine düşeceksin. O yüzden beyaz ışıktan korkma ona kendini bırak!!
3.GÜN: tacı şeriflerin tepe rengi ,güneş ve alimlerin nuru sarı renkli olurmuş. Ve hazzın rengi de parlak sarıdır ya hanii..işte tüm zevklerin yaratıcısı ZİHİN-zeka ve bilgelik ışığı SARI RENKLİ NURLA tezahür ediyormuş :) Bu ışıkla yana yana, insan dünyasının soluk mavi-sarı aydınlığı da, Bilgelik ışığıyla aynı zamanda gelip sana dokunacak. sakın ona kendini verme ,parlak ilk olan ışığı seç ey oğull!!
4. GÜN :ve KIRMIZI IŞIK –NUR gelir...islam
tasavvufunda parlak net kırmızı nur , İSMİ CELAL olan ALLAH
LAFZATULLAHIdır... “Bu bilgi ışığının yanında gelense kırmızımsı
soluk bir aydınlıkta parlayacak. Ona sakın Kapılma!!.
5. GÜN : şimdi
de YEŞİL-HAY-HIZIR -İRŞAD EDİCİ IŞIK geldi.. yeşil ışık
‘Hava’ elementinin ilk biçimidir.. üzerinde haça benzer + şeklinde ışıkla
parlayacak ..“Bu gördüğün, kendi kişisel bilginin doğal gücüdür. İRŞAD
KENDİNDEN KENDİNEDİR..“Bu yeşil ışığın yanında, kıskançlık duygusunun neden
olduğu koyu yeşil bir aydınlık da gelip üzerinde parlayacak, sakın ona
aldanma!! Yeşil kalp çakramızın rengidir..orada olan ANKÂ RUH kuşumuzda zümrüt
yeşili cevher nuru ışığındandır.
6.GÜN: 4 ana unsurun olan su+ toprak + ateş +hava ilkel halleri olan dört renk hep birden üzerinde parlayacak. Bu Tohumundan yayılan güç dışarıdan gelmedi.. bu güçlü ışıklar Senin kalbinin dört bölümünden gelmektedirler. Merkez de sayılırsa, bu beş yön anlamına gelir. Kalbinden çıkar ve üzerinde parlarlar.
Yardımcı nur
ruhları-tanrısal ışıklar senin benliğinden başka bir yerden gelmezler ve senin
kendi zekanın bölümlerinde ezelden beri vardırlar. Bu idrake
eremeyenler bunlara ilahlık atfedip TANRILAR DEMİŞ ve zihnin ışıkların soluk
girdaplarında daima sanal ilahları ile kaybolup, unutulmuşlardır.... Şimdi
sen Onların doğasını tanıyorsun...onların her birinin belli renkleri ,süsleri,
tavırları, tahtları ve sembolleri vardır.. değişmezler.. o yüzden de
başlangıçtan beri zihin; kendini bilmek isteyen yolcularına daima,
aynı renk ve aynı sembollerle, aynı imgelerle kendisini öğretip tanıtır.. tüm
dervişan aynı sembollerle aynı yerde, hangi makam ve halde olduğunu böylece
kolayca bilir.. anlar.. her yolcu dili,dini,ırkı ne olursa olsun
birbirlerini tanıyarak bulurlar..
Şimdi çakra-şakra-letaifleri az çok kavradın değil mi? bu enerji tekerleklerin 5’ER çift ışınım çemberi olarak gruplanmışlardır.. onları bazen harikulade ışık küreleri olarak ta deneyimleyebilirsin.. tek renk görebileceğin gibi, gökkuşağı gibide görebilirsin.. daima parlak, net, sevinç ve neşe veren huzurlu olanı sev..soluk ve belirsiz donuk renklerden uzaklaş.. bunların hepsi senin zihninin bilgi dolu himmet-hikmet daireleridir unutma!!
7 GÜN: ölüyü almaya 6 ışık toplu halde gelir ve onu parlak ve soluk zıt halleri ile etkilemeye çalışır. KİŞİ KENDİ SAF IŞIĞINI YAKALADIĞI ANDA KURTULUR. .“Dairenin merkezinde, Bilginin sahibi, Dans üstadı Lotus, GÜL karmanın meyvelerini olgunlaştıran sahip, beş renkte ışımaktadırlar. İSİS’İN GÜLÜ, BRAHMAN’NIN LOTUS’U, BÛ-İ MUHAMMEDİ KOKUSU işte tam da burasıdır..
******
tefekküriyemize devam
ediyoruz lütfen:
Evet ..her yaratım 6 safhadan olup,7. Gün tek bir gün kabul edildiğinden dolayı ;olayı haftanın 7 günü,7 nefs beden ışığı ile ve 4 ana unsura ait 4X4 =16 olmak üzere, AY'IN EVRELERİ OLARAK ANLADIM.. suya düşen tek bir damla 7 dalga açılıp ,tekrar huzurla 7 dalga içe dönerek ,geldiği noktaya döner.. ve her ne kadar yaşam kaynağı RA olan GÜNEŞ enerjisi kabul edilse de, AY yaratımda esastır..
tasavvufta iki yol vardır..biri aşk ehli içindir.aşk, en hızlı eren ama en acı çekilen
yoldur.aşka ar ,namus ve hiç bir kanun sökmez
..aşk ehli ,tüm idrak perdelerini hızla yırtabilir..ama aynı yolu ilim
ve bilimle de yavaş yavaaaş, yavaaaaş yorulup acı çekmeden de gidebiliriz.. bu
bir vergidir.. hangisi denk gelmişse kabul edilir.. sonuç hedeftir ve
şaşmaz.
tevhid elbisesi giymeyi ve her gördüğüne tevhid elbisesi giydirmeyi öğrenerek FARK’A GELEN KİŞİ İÇİN din ,dil,ırk ,kanunlar yoktur..tek bir idare, tek bir din ve tek bir yasa vardır…oda Tevhiddir. .tüm bu oluşumlar Kelime-i Tevhid’de sırlıdır.. hepimiz,bilelim bilmeyelim Kelime-i Tevhid cümlesinin içinde yol alırız …
*islam tasavvufunda 4 ANA UNSUR’UN 4
ÖLÜMLE çarmıha gerilip ÖLDÜRÜLMESİ: beyaz, kırmızı, siyah
ve yeşil .... beyaz ölüm açlık
demekmiş...kırmızı ölüme mevt-i camii
de deniyormuş.. Arabi Hocaya göre bu ölüm daha fazla melamiyedekiler de
görülüyormuş ve ölüm demek tövbe demekmiş.. yeşil ölüm yamalı
giysilerle sembollenmiş..aynı tabiatın her daim değişen yeryüzü nebatatını
simgeliyormuş bu yamalar..ve siyah ölüm..ezası= cefası fark
etmeyen?!! ve sevenin sevdiğinde fena olmasıymış.(İsmail Hakkı Bursevi
/Tamamü’l Feyz )
hülasa ; tüm bu idrakler bize simya
ilmini de verir..madde de elementler kimya ile çözülür.. soyut manadaysa, yanmak=ölüm=tevbe
ile arınılıp, damıtılır.. kişinin kendi vehimlerinden sıyrılıp, yüklendiği
emanet ilimleri süze süze, aldığı yerlere tam vaktinde geri verişidir..kişiye
bu işlemleri kendisinde simya-i kimya ettiren meslek erbabına ise mürşid yani
simyacı denir..MİHENK TAŞI, TAŞLARIN DEĞERİNİ ÖLÇEN DE O’DUR..
nur cihan
13 kasım 2015nuralem7@hotmail.com