ilim müminin yitik malıdır ...ilim çin de de olsa gidip alınız bir peygamber emridir.ve bizde urumçin olan uygur mani budist türklerinden bu ilim neymiş bakınıyoruz
Sümer’ de Uluk Türük : Şaman ruhu ve atalar ruhu olarak bilinen varlık. En büyük koruyucu ruhlardan biridir. Ulu Türk demektir..
Eski Türkler de esma ilah panteonu sözlüğünden alıntılar;
EWEET SEVGİLİ MASALIN TEFEKKÜRZEDE ÇOCUKLARI SELAM..HERŞEYDEKİ EN ESKİ KADİM KAYITLARA BAKA BAKA İZ SÜRDÜĞÜMÜZ İÇİN, bugün biz müslümanların ricali gayb dediği sisteme de bakıyoruz lütfen..bu okulun adı esasında TURUK ALİ dir..budizmde yeniden gelenler demek .esasında artık tekamülünü tamamlayıp -bozulan et beden olmayıp ruhsal rehber olanlar yani..tasarrufat ehli dediğimiz sistem..
turuku ali şiirim
Sümer’ de Uluk Türük : Şaman ruhu ve atalar ruhu olarak bilinen varlık. En büyük koruyucu ruhlardan biridir. Ulu Türk demektir..
Eski Türkler de esma ilah panteonu sözlüğünden alıntılar;
Tın: Ruh, can, nefes.
Ürüng Ayıı ToyON: Yakutlarda, Gök Tanrı anlayışına yakın anlam ifade eden varlık. Gökler aleminde yaşayan “ayıı” adı verilen varlıkların lideridir. Eşinin adı Kün Kubey Hatun’dur. Kübey Hanım yeryüzündeki doğumlardan mesul ruhdur..
ERlik-Yerlik: Yeraltı saltanatının hakimi, bir çok farklı isimle ve özellikle anılır.
AAN ALAHçın Hatun: Ulu ana, yer ana, yer ilahesi. Yeryüzünün görüntüsü sayılan ruh.EWEET SEVGİLİ MASALIN TEFEKKÜRZEDE ÇOCUKLARI SELAM..HERŞEYDEKİ EN ESKİ KADİM KAYITLARA BAKA BAKA İZ SÜRDÜĞÜMÜZ İÇİN, bugün biz müslümanların ricali gayb dediği sisteme de bakıyoruz lütfen..bu okulun adı esasında TURUK ALİ dir..budizmde yeniden gelenler demek .esasında artık tekamülünü tamamlayıp -bozulan et beden olmayıp ruhsal rehber olanlar yani..tasarrufat ehli dediğimiz sistem..
turuku ali şiirim
Güneş Işıkları hüzmeli,
Altın ışıklar saçıyor.
Yılan asa olmuş,
Sırat-ı Mustakim üstüne uzanmış.
Bir tesbih uzuyor,
İnci taneleri dizisi ışıldıyor.
Sıra ile açılıyor inciler,
Her biri bir Aliiiiiiii.
Ali’ler sonsuza dek gidiyor,
Selamlıyorlar ve gülümsüyorlar.
Yüzleri ışık ışık,Seçilmişler dizisi,
Ali’ler incisi,
Ali’mde; Ali’lerden bir Ali.
Pir’im benim hem de ol A-liii
Güzel yüzlü, tatlı dilli,Altın hüzmeli yolun incisi,
Güneşin öğrencisi,Kutlu kişi.
Kutbumdur o, benim
Merkezim, mihenk taşım,
Ali’liktir nişan-ı, ismi de Alii.
Kevser havuzu sahibi,
Can Aliiiiiiiiii,
Yar Aliii, dost Aliiii.(14-1-08)
Altın ışıklar saçıyor.
Yılan asa olmuş,
Sırat-ı Mustakim üstüne uzanmış.
Bir tesbih uzuyor,
İnci taneleri dizisi ışıldıyor.
Sıra ile açılıyor inciler,
Her biri bir Aliiiiiiii.
Ali’ler sonsuza dek gidiyor,
Selamlıyorlar ve gülümsüyorlar.
Yüzleri ışık ışık,Seçilmişler dizisi,
Ali’ler incisi,
Ali’mde; Ali’lerden bir Ali.
Pir’im benim hem de ol A-liii
Güzel yüzlü, tatlı dilli,Altın hüzmeli yolun incisi,
Güneşin öğrencisi,Kutlu kişi.
Kutbumdur o, benim
Merkezim, mihenk taşım,
Ali’liktir nişan-ı, ismi de Alii.
Kevser havuzu sahibi,
Can Aliiiiiiiiii,
Yar Aliii, dost Aliiii.(14-1-08)
İlk ricali gayb i MISIR VE SÜMER-HİNT MİTOLOJİSİNDE GÖREBLİRİZ...esmalar-göksel kader yazısı planetlere verilen isim ve zamanla giydirilen suret ile tanrısal kimlikleri tanrıya dönüştürüp -işlevleri unutulup put edinip tapınılmışlardır...
MESELA :Tibet’te arazi taş-kayalık olduğundan ve ağaç da bulunmadığından dolayı ölüler ne toprağa gömülür, nede yakılabilirmiş..o yüzden de onlar ölülerini havaya gömdüklerini söyler ve şamanların gözcüleri olup , dünyada ilk şaman kadını doğurduğu kabul edilen KARTALLARA yemek olarak sunulurmuş.....
tasavvuf sembolünde kartal-doğan-şahin en yüksek ruhlu kamilleri simgeler..çünkü bu kuşlar en yüksekten uçtukları gibi ,güneşe direk bakabilen tek yaratıklarmış..
tasavvuf sembolünde kartal-doğan-şahin en yüksek ruhlu kamilleri simgeler..çünkü bu kuşlar en yüksekten uçtukları gibi ,güneşe direk bakabilen tek yaratıklarmış..
eğer bir TÛRULKU=YENİDEN BEDENLENMİŞ bir üst seviyede rahip ölürse ona asla ölüler kitabı BARDO bizdeki ölüye verilen TALKIM okumazlarmış..tıpkı bizdeki göçen yüksek zevatın cenaze merasimlerinde onlar için fatiha ve helallik istenmediği ,onların bize fatiha ve helallik vermelerinin istenmesi gibiymiş..
******
kadim mana okulları bu göksel olayı yerde de makam ve yetki ile cisimlendirmişler ve bugüne dek gelmiştir..turuku aliye orta yoldur..ama sağ ve sol el okulunuda idare edermiş..yani RAHMANİ VE ŞEYTANİ TALEBELERDE AYNI İNSİYASYONDAN GEÇER BU YERYÜZÜ SİSTEMİNDE BUGÜNDE YAŞADIĞIMIZ GİBİ DEVLETLERİN İÇİNDEKİ EN DERUNİ-EN TEHLİKELİ YAPILARI OLUŞTURURLARMIŞ..
******
kadim mana okulları bu göksel olayı yerde de makam ve yetki ile cisimlendirmişler ve bugüne dek gelmiştir..turuku aliye orta yoldur..ama sağ ve sol el okulunuda idare edermiş..yani RAHMANİ VE ŞEYTANİ TALEBELERDE AYNI İNSİYASYONDAN GEÇER BU YERYÜZÜ SİSTEMİNDE BUGÜNDE YAŞADIĞIMIZ GİBİ DEVLETLERİN İÇİNDEKİ EN DERUNİ-EN TEHLİKELİ YAPILARI OLUŞTURURLARMIŞ..
uygur mani budistleri ilk ricaül gaybi kurumlaştırrnış,hatta resmetmişlerdir..
fakat köken daima mısır da OSİRİS İN TABUTU -TANRI ATON un içine uzandığı tabut olan kutsal ahit sandığıdır...
fakat köken daima mısır da OSİRİS İN TABUTU -TANRI ATON un içine uzandığı tabut olan kutsal ahit sandığıdır...
firavunaların 7 beden içiçe tabutları vardır ki 7 renk -7 değişik kademedeki bedenini ifşa eder..
bugün ne yazık ki dünyamızda kut verilip OĞUZ- perseus- herkül misali 14 vazifeden geçmeden her önüne gelen lider olabiliyor..ve tabii dünya da bu yüzden cehaletle pençeleşiyor..
fakat tüm bilgilerin ifşa edildiği bu kıyamet-uyanış-ayağa kalkma devrimizde de, en son teknoloji tıp frekans ile diğer katman bedenleri tesbit edip her katmanın- letaif esması ana renginin tedavisini yapmaktadır ???!!!!( ayni güya öyle diyorlarmış
)
evet.bence aşağıdaki alıntı yazımızı dikkatle okuyalım ...ve oradan buradan yalan yanlış izler süreceğimize ,kendi fikrimiz en kadim kayıtlardan olsun..zaten yeniler ve tüüm hz aklı maaş google de bulacağınız her yorum ve bilgide sadece bu bir kaç kayıttan türetilebilmiştir
NOT: BİZİM RİCALİ GAYBİMİZİ ARABİ HOCA TÜM DETAYI İLE YAZMIŞ..MERAK EDEN ORADAN BAKABİLİR..BU RİCAL yani doğu mistizminin ŞAMBALA VE AGARTA dediği sistem..zaten ricali gayb de müslümanlıktan sonra,uygur budist-mani din ehli insiyasyoncu türklerin islama girmesi ile ad değişikliğine girmiştir..
ÇÜNKİ BİR ALLAHIN SADECE BİR DİNİ ,BİR kendini bilmek -kendini okumak OKULU OLUR...O TURUK olan ASA YOLU OKUL AĞAÇ GÖVDESİ BİRDİR..AMA O AĞACIN KÖKLERİ GİBİ DALLARIDA SONSUZ SAYIDA VE YETKİNLİKTEDİR VESSELAM ve alıntımızla başbaşayız..
***************
***************
Cihan Hâkimi Tanrının Karşısında
Bodgo Hutuktu'nun çalışma odasından çıkarken benden önce oradan ayrılmış olan kütüphaneciye rastlayarak yaşayan Buda'nın kütüphanesini ziyaret etmeme rıza gösterip göstermeyeceğini sordum. Böyle derken de basit bir hileye başvurdum. "Bilir misiniz ki, aziz Lamam," dedim. "Birgün cihan hâkiminin Tanrı ile görüştüğü saatte orada bulunuyordum; o anın heyecan verici haşmetini hissettim." İhtiyar Lama, beni hayrete düşüren bir sükûnetle cevap verdi: "Budizm ve Sarı dinimizin bunu gizlemesi doğru değildir. İnsanlardan en sayınının ve en iyisinin, bahtiyar ülkenin, kutsî ilim mabedinin bilinip tanınmaları biz günahkârların kalplerimiz ve fesada uğramış hayatlarımız için öyle bir tesellidir ki bunu insanlıktan saklamak bir günah olurdu." İlave etti: İşte, dinleyiniz : Cihan hâkimi, bütün yıl Agarti panditalar ile gorolarının vazifelerini sevk ve idare eder. Yalnız, bazı vakitler, selefinin kara taştan bir sanduka içinde yattığı mağaradaki mabede gider. Bu mağara daima karanlıksa da cihan hâkimi içeri girer girmez duvarlarda ateşten çizgiler peyda olup sandukanın kapağından da alevler çıkmaya başlar. Goroların en eskisi, baş ve yüzü örtülü, elleri de göğsüne kavuşturulmuş olarak, onun önünde durur. Goro yüzünden örtüyü hiç kaldırmaz. Zira başı hareketli gözler ve söyleyen bir dil ile çıplak bir kafa tasından ibarettir. Dünyadan göçüp gitmiş olan ruhlar ile münasebete girişir.
Bodgo Hutuktu'nun çalışma odasından çıkarken benden önce oradan ayrılmış olan kütüphaneciye rastlayarak yaşayan Buda'nın kütüphanesini ziyaret etmeme rıza gösterip göstermeyeceğini sordum. Böyle derken de basit bir hileye başvurdum. "Bilir misiniz ki, aziz Lamam," dedim. "Birgün cihan hâkiminin Tanrı ile görüştüğü saatte orada bulunuyordum; o anın heyecan verici haşmetini hissettim." İhtiyar Lama, beni hayrete düşüren bir sükûnetle cevap verdi: "Budizm ve Sarı dinimizin bunu gizlemesi doğru değildir. İnsanlardan en sayınının ve en iyisinin, bahtiyar ülkenin, kutsî ilim mabedinin bilinip tanınmaları biz günahkârların kalplerimiz ve fesada uğramış hayatlarımız için öyle bir tesellidir ki bunu insanlıktan saklamak bir günah olurdu." İlave etti: İşte, dinleyiniz : Cihan hâkimi, bütün yıl Agarti panditalar ile gorolarının vazifelerini sevk ve idare eder. Yalnız, bazı vakitler, selefinin kara taştan bir sanduka içinde yattığı mağaradaki mabede gider. Bu mağara daima karanlıksa da cihan hâkimi içeri girer girmez duvarlarda ateşten çizgiler peyda olup sandukanın kapağından da alevler çıkmaya başlar. Goroların en eskisi, baş ve yüzü örtülü, elleri de göğsüne kavuşturulmuş olarak, onun önünde durur. Goro yüzünden örtüyü hiç kaldırmaz. Zira başı hareketli gözler ve söyleyen bir dil ile çıplak bir kafa tasından ibarettir. Dünyadan göçüp gitmiş olan ruhlar ile münasebete girişir.
Cihan hâkimi uzun zaman söyler, ve sonra, ellerini ileriye doğru uzaratak sandukaya yaklaşır. Alevler daha parlar, duvarlardaki ateş çizgileri sönüp yanar ve birbirine girerek yanan alfabesinin esrarlı işaretlerini meydana getirirler. Sandukadan ancak göze görünür saydam ışık şeritleri çıkmaya başlar. Bunlar onun selefinin düşünceleridir. Bir müddet sonra, cihan hâkimi bu ışığın hâlesi içindedir ve ateşten harfler duvarlara Tanrının arzu ve emirlerini durmadan yazar yazar, yazarlar. O esnada cihan hâkimi insanlığın kaderine bütün hâkim olanların düşünceler ile temas halindedir: krallıkların, çarların, hanların, savaşçıların, şeflerin, büyük rahiplerin, bilginlerin, kudretli kimselerin düşünceleri ile. O, bunların niyet ve fikirlerini öğrenir. Bu niyet ve fikirler Tanrının hoşuna gidiyorsa cihan hâkimi bunları görünmez yardımı ile gerçekleştirecek. Tanrının hoşuna gitmiyorsa muvaffakiyetsizliğe uğramalarını temin edecektir. Bu kudretli Agerti'ye esrarlı "Om" bilimi verecektir, Om ki bütün dualarımıza bu sözle başlarız, eski bir azizin adıdır. Om, üç yüz bin yıl önce yaşamış olan ilk Goro'dur. O, Tanrıyı tanıyan, beşeriyete inanmayı, umutlanmayı ve kötülükle savaşmayı öğreten ilk insan olmuştur. Tanrı ona göze görünür dünyayı idare eden kuvvetlere hâkim olmak iktidarını o zaman verdi.
Cihan hâkimi, selefi ile görüştükten sonra, büyük Tanrı kurultayını toplar, büyük adamların fiil ve fikirlerini muhakeme eder onlara yardım eder veya karşı gelir. Mahitma ile Mahinga dünyayı idare eden nedenler arasında bu fiil ve fikirleri bulurlar. Daha sonra, cihan hâkimi büyük mabede girip yalnız başına dua eder ve alevler arasında da ağır ağır Tanrının yüzü meydana çıkar. Cihan hâkimi Tanrıya kurultayın kararlarını saygı ile bildirir ve en kudretliden, karşılık olarak, ilâhî emirlerini alır. Mabedden çıktığı zaman cihan hâkiminin yüzünde Tanrı ışığı parıl parıl parlar.[1]
****
****
Cihan Hâkimi Tanrının Karşısında-agarta -şambala ve insiyeler
Cihan Hâkimi Tanrının Karşısında
Bodgo Hutuktu'nun çalışma odasından çıkarken benden önce oradan ayrılmış olan kütüphaneciye rastlayarak yaşayan Buda'nın kütüphanesini ziyaret etmeme rıza gösterip göstermeyeceğini sordum. Böyle derken de basit bir hileye başvurdum. "Bilir misiniz ki, aziz Lamam," dedim. "Birgün cihan hâkiminin Tanrı ile görüştüğü saatte orada bulunuyordum; o anın heyecan verici haşmetini hissettim." İhtiyar Lama, beni hayrete düşüren bir sükûnetle cevap verdi: "Budizm ve Sarı dinimizin bunu gizlemesi doğru değildir. İnsanlardan en sayınının ve en iyisinin, bahtiyar ülkenin, kutsî ilim mabedinin bilinip tanınmaları biz günahkârların kalplerimiz ve fesada uğramış hayatlarımız için öyle bir tesellidir ki bunu insanlıktan saklamak bir günah olurdu." İlave etti: İşte, dinleyiniz : Cihan hâkimi, bütün yıl Agarti panditalar ile gorolarının vazifelerini sevk ve idare eder. Yalnız, bazı vakitler, selefinin kara taştan bir sanduka içinde yattığı mağaradaki mabede gider. Bu mağara daima karanlıksa da cihan hâkimi içeri girer girmez duvarlarda ateşten çizgiler peyda olup sandukanın kapağından da alevler çıkmaya başlar. Goroların en eskisi, baş ve yüzü örtülü, elleri de göğsüne kavuşturulmuş olarak, onun önünde durur. Goro yüzünden örtüyü hiç kaldırmaz. Zira başı hareketli gözler ve söyleyen bir dil ile çıplak bir kafa tasından ibarettir. Dünyadan göçüp gitmiş olan ruhlar ile münasebete girişir.
Bodgo Hutuktu'nun çalışma odasından çıkarken benden önce oradan ayrılmış olan kütüphaneciye rastlayarak yaşayan Buda'nın kütüphanesini ziyaret etmeme rıza gösterip göstermeyeceğini sordum. Böyle derken de basit bir hileye başvurdum. "Bilir misiniz ki, aziz Lamam," dedim. "Birgün cihan hâkiminin Tanrı ile görüştüğü saatte orada bulunuyordum; o anın heyecan verici haşmetini hissettim." İhtiyar Lama, beni hayrete düşüren bir sükûnetle cevap verdi: "Budizm ve Sarı dinimizin bunu gizlemesi doğru değildir. İnsanlardan en sayınının ve en iyisinin, bahtiyar ülkenin, kutsî ilim mabedinin bilinip tanınmaları biz günahkârların kalplerimiz ve fesada uğramış hayatlarımız için öyle bir tesellidir ki bunu insanlıktan saklamak bir günah olurdu." İlave etti: İşte, dinleyiniz : Cihan hâkimi, bütün yıl Agarti panditalar ile gorolarının vazifelerini sevk ve idare eder. Yalnız, bazı vakitler, selefinin kara taştan bir sanduka içinde yattığı mağaradaki mabede gider. Bu mağara daima karanlıksa da cihan hâkimi içeri girer girmez duvarlarda ateşten çizgiler peyda olup sandukanın kapağından da alevler çıkmaya başlar. Goroların en eskisi, baş ve yüzü örtülü, elleri de göğsüne kavuşturulmuş olarak, onun önünde durur. Goro yüzünden örtüyü hiç kaldırmaz. Zira başı hareketli gözler ve söyleyen bir dil ile çıplak bir kafa tasından ibarettir. Dünyadan göçüp gitmiş olan ruhlar ile münasebete girişir.
Kaynaklar
[1] [Eser adı belirtilmeli] Akba Kitapevi, Ankara-1943
[1] [Eser adı belirtilmeli] Akba Kitapevi, Ankara-1943
****
Yirmi milyon dediğimiz, o sayıya biz de bağlı kaldık, Dwija ve Yogi'ler, bunlar Agarta inisiyatik hiyerarşisinin en dış halkasını teşkil ederler, onlar Agarta'nın simetrik olarak bölünmüş dış bölgelerinde yaşarlar ve Agarta halklarının kendilerini temsil ederler. Bunların üstünde beş bin Pandita veya alimler vardır, eskiler buna ilmiye sınıfı tabir ederler bunların görevi temel eğitim ve öğretimi halk kademelerine sunmaktır. Bunların üstünde 365 Bhagwanda 'nın meydana getirdiği Yüce Meclis Dairesi gelir. Sonraki daire 36 kişiden meydana gelir. Hiçbir kayıtta bunların ismini bulamadığım için buraya koyamadım, 36 kişinin meydana getirdiği bir grup daha ve onların da üzerinde yüksek inisiyasyonu temsil eden oniki ulu inisiyasyon azasından meydana gelmektedir. Bunlara 12 Büyük Maj Yeşiller de denmektedir. Ve nihayet bunlarında üstünde iki yardımcısıyla dünyanın kralı Brahitma veya Brahatma veya bunları yan yana da koyabilirdik böyle üçgen bu şekil güzel olsun diye böyle yaptım aslında bu yanlış Mahitma ve Mahingayı yan yana koymak gerekiyor. Dünyanın kralı Brahitma ve iki yardımcısı rahip kral Mahitma ve Mahinga gelmektedir. Ve böylece Agarta'nın bu hiyerarşik dizilişi bir Yüce İdare Mekanizması'nın görev ve fonksiyonunu fizik planda ifade etmekten ibarettir veya temsil etmekten ibarettir.
Şimdi bazı ezoterik bilgileri sizlerle paylaşmak durumundayım. Bu oniki Maj hakkında biraz konuşmak istiyorum. İsa Peygamberin Beytlehem'de dünyaya geldiği zaman, üç maj tarafından ziyaret edildiği bildirilmektedir. Bu hikaye klasik, kanonik dediğimiz İnciller'de mevcuttur. İşte İsa Peygamber'i ziyaret eden üç maj, aslında bizdeki bilgilere göre Agarta'dan ve bu oniki Maj Yesiller Grubu'ndan gelen üç üstat idi ve orada İsa henüz doğmuşken, İsa'ya orijinal görevini bir kez daha hatırlatmışlardı. İsa peygamber doğumu ve gelişi itibariyle çok özel bir varlıktır. Onun en büyük kavli veya ahdi, doğmadan önceki şuur halini doğduktan sonrada taşıyacağı yolunda idi ve onun dünyayı yendim ifadesi bu yönde anlaşılmalıdır. Yani İsa peygamber dünyanın maddesel yapısının veya kozmik yapısının doğumla birlikte yol açtığı unutma vetiresini, örtme vetiresini, kapatma vetiresini kendi gücüyle yenmiş bir varlıktır. İsa peygamberin Kuran da ana karnındayken ve doğduğu anda insanlarla konuştuğu yazılıdır. Yani o enkarnasyon üstadı ulu varlığın, fizik sisteme, fizik bedene ne derecede hakim olduğunun bir ifadesidir bu. Ayrıca bu üç maj, İsa peygambere bu hatırlatma görevini yapmıştır ve hatta O'nu kutsamış bir takım hediyelerde getirdiği ki onların hepsi semboliktir ifade edilmektedir. Şimdi bu on iki maj ile ilgili olarak bir bilgimiz daha var onu da paylaşalım sizlerle.
***
***
Şimdi bir de ışınlar konusu var kısaca buna da değinmek istiyorum. Bilgi yada logos yada bilgi enerjisi sistemimizde yedi büyük ışın yada yedi büyük enerji tarzında tezahür etmektedir. Şöyle bir şemamız daha olacak
Bunların ilk üçü bu sistemin ana enerjilerini yani isteği, hizmeti ve aktiviteyi oluştururken diğer dört enerji daha tali konumda kalmaktadır. İşte bu ışınların, bu enerjilerin odaklandıkları asıl astronomik sistemler gerçek astrolojinin konusunu teşkil etmektedir. Eldeki bilgilere göre herkes adeta bu yedi enerji akımına ayarlanmış durumdadır veya uyumlanmış veya sabitlenmiş durumdadır. Ve bir insanı anlamanın en iyi yolu o şahsın kişiliğinin hangi ışına ait olduğunu bulup çıkarmaktır. Şimdi eldeki bilgilere göre birinci ışın yeryüzündeki insanlara yani ona bağlı olarak faaliyet gösteren insanlara varlıksal yapının okültist, aksiyoner, başlatma iradesine sahip olan, kudreti, gücü, isteği, amacı sunmakta ve kaynak olarak yani astrolojik kaynak olarak veya kozmogonik kaynak olarak Büyük Ayı Takım Yıldızı'ndan, tesir almaktadır. Sırası geldiğinde bu konuda Tevrat ta da bilgiler var yani "Dübb-i Ekber'i bağlayabilir misin?" mealinde orijinal ifadeler geçiyor, zannediyorum bunlarla ilgilidir onları da konuşmaya çalışacağız. İkinci ışın, Pleades takım yıldızı veya Ülker takım yıldızı dediğimiz hatta bizde Yedi Kandilli Süreyya diye de geçer, bundan esinlenmektedir, buna bağlı olan varlıklarda yaşamlarında orijinal görev olarak sevgiyi, hikmeti, merhameti, birleşme iradesini, inisiyasyonu ve şuur genişlemesini tezahür ettiriyorlar. Üçüncü ışın dediğimiz ışın, Büyük Köpek Takım Yıldızı'ndan ve Sirius'tan esinlenmektedir. Buna bağlı olan varlıklar düşünceyi, zekayı, anlayışı, yaratıcı zekayı, uyum sağlama yeteneğini, majisyen ve evrimleşme isteğini tezahür ettirmektedirler. Üçüncü ışının alt ışınları olarak, dördüncü ışında uyum sağlama iradesi, beşinci ışında somut bilgi ve bilim, altıncı ışında idealizm, soyut kavramlar, kendini adama, inanç gücü, sebep olma iradesi ve yedinci ışında da grup bilinci, organizasyon, disiplin, kendini ifade etme iradesi, tiyatral ritüelleri insanların karşısında başarıyla sunabilmek ve maji. Tabi burada maji kelimesini büyücülük anlamında değil, evrendeki mevcut tesirleri bilinçli, doğru ve ilahi irade yasaları yönünde kullanmak anlamında kullandığımızı ifade ediyoruz.
****
[5] Bu kelime, Yunanca'da "uyanık kalmak" anlamına gelen "egregorein" fiilinden türemiştir. Bu fiil, Hanok'un (Nuh'un büyükbabası olan Mathusalem'in babası) kitabında, Hermon tepesine yerleşip orada "uyumadan beklemeye and içmiş olan asî melekler" için kullanılmıştır. Yeminlerine sadık kalmış olan bu melekler Seth'in (Adem'in üçüncü oğlu) kızlarıyla birleşmişler ve böylece dev ırkının doğuşuna öncülük etmişlerdir; bu ırk, daha sonra Tufan sırasında yok olup gitmiştir. Kabalistlere göre egregor'lar ya insan bedenli melek görünümüne ya da sırf bedensiz varlık görünümüne sahiptirler. Yehova geleneğinde ise genellikle, diğer melekler gibi göçebe yıldızlar veyahut da ateş topları görünümünde tasvir edilmektedirler. Parapsikolojideki egregor, psişik bir gücün özgürleşmesiyle meydana geldiği sanılan gizli bir gücün tezahür edişidir. Vasat psişizmli bir sürü insan tarafından veyahut da üstün seviyeli psişizme sahip bir avuç insan tarafından tahrik edilmiş olan egrero' lar, telekinezi (uzaktan etki) fenomenlerinde ortaya çıkan güce benzer bir maddi güce sahiptirler. Deneysel parapsikolojide, bu egregor' lar, psişizmleri bir manyetizör tarafından uyarılmış ve bir medyum tarafından da katalize edilmiş olan bir grup insanını iradelerini yoğunlaştı rmasıyla elde edilebilmektedirler. Bu, zor bir işlemdir, ama şartlar elverişli olduğunda pekala başarılabilmektedir. Psişik senkronizasyon tesis edildiği anda, egregor, düşünceden türemiş bir varlık görünümü altında veyahut da gayri maddi bir güç görünümü altında tezahür etmektedir.
[6] Agarta konusunda daha ayrıntılı bilgi elde etmek için Ruh ve Madde Yayınlarının "Metatron- DÜNYA KRALLIĞI-Kıyamet işçileri Ülkesi AGARTA'nın Öyküsü" (Rene GUENON) adlı esere başvurmanızı tavsiye ederiz.[1]
[6] Agarta konusunda daha ayrıntılı bilgi elde etmek için Ruh ve Madde Yayınlarının "Metatron- DÜNYA KRALLIĞI-Kıyamet işçileri Ülkesi AGARTA'nın Öyküsü" (Rene GUENON) adlı esere başvurmanızı tavsiye ederiz.[1]
****
En büyük Majlar'dan birisi de Muhammed peygamberdir. Çok seneler evvel, yani bir peygamber tarzında, orijinal bir misyonla doğmadan evvel, orijinal bir misyonu ifa etmeden evvel, Agarta'da bu oniki Majdan, bu oniki üstattan birisi olarak yaşamıştır. Ve Sirius Kültürü'nü, Mu'dan sonra ikinci kez beşeriyete lütfedilmesi için çok büyük çaba harcamıştır. Şefaat meselesini bu yönden de ele alabiliriz. Kendisi gerçekten büyük bir efendidir. Yani bu kozmik bağlantının, bu müthiş devasa kültürün, bu Sirius Kültürü'nün yeryüzüne getirilmesi için yapmış olduğu büyük çalışmayı şefaat konusu olarak ele alabiliriz. Ve orada kendisi bu büyük şefaat için çok büyük bir ruhsal yayına başlamıştır. Aşağı yukarı 120 yıl boyunca yeryüzüne ikinci kez verilecek olan Sirius Kültürü'nü Agarta da bizzat kendisi planlamıştır. Neyi, ne kadar, ne ölçüde ve ne zaman ifade edeceğini bizzat kendisi planlamıştır. Bu arada dünyanın akaşasını da tetkik etmiştir yani insanların bu Siriusyen kültürle uyumları, Mu dan itibaren 200.000 yıl önceden insanların bu kültürle uyumları, tepkileri, nerede problem çıkar, nerede çıkmaz gibi bütün araştırmaları yaptıktan sonra bu konudaki hesabını kitabını yaptıktan sonra dezenkarne olmuştur. Daha sonrada orijinal bir misyonla peygamber tarzında doğup yeniden bu işi ifa etmiştir. Bu kültürün sembolü kara taştır. Yani kara taş kültü olarak devam etmektedir. Karataş bugün Kabe'de, hala Kabe'de bulunan Hacer-ül Esved dedikleri, herkesinde öptüğü o siyah taştır. Hacca giden herkes aşağı yukarı bunu öpmeye çalışıyor. Şimdi, Muhammed peygamber Kabe'deki bütün putları yıktığında veya kırdığında, o dönemde bir put gibi kendisine saygı gösterilen ve özen gösterilen bu taşa dokunmayarak, onu muhafaza etmiştir. Bunun mutlaka bir nedeni vardır, bilerek yapılan bir şeydir bu ve bu taş Sirius Kültürü'nü sembolize eder. Kaynak olarak ta Satürn'den geldiği ve bu taşın eskiden çok büyük bir manyetik güce sahip olduğu ifade edilmektedir yani sistem buna çok büyük bir manyetik güç yüklemiştir. Bugün kristallerle uğraşanların, kristallerle şifa yapanların ve kristal teknolojisini az çok bilenlerin bu taşlara nasıl bir güç yüklenebileceğini bildiklerinden yola çıkarak bir misal olarak bunu verdim. Bu taşın böyle bir özelliği de vardır. Hatta bir bilgiye göre Sufiyun onun dünyaya geldiğinde aslında bembeyaz olduğunu, fakat dünyanın ve insanların halinden dolayı utancından kapkara kesildiği yönünde de bir ifade kullanmaktadır ama bu sembolik de olabilir. Böyle bir bilgiyi de nakledeyim, bende kalmasın.
Şimdi ezoterik bilgilere göre bu Sirius Kültürü, Satürn ve Venüs aracılığı ile gelmiştir. Ve hatta şöyle bir bilgi de var. Muhammed peygamberin Satürn'deki bilgelerle de bu konuyu tartıştığı, münazara ettiği de ifade edilmektedir.
Bu arada İslam da yeşil rengin kutsal olduğu bilinmektedir. Bu yeşil nereden gelmektedir diye bir soru yönelttiğimizde, hatta İran minyatürlerinde de Muhammed peygamberin yüzü yeşil peçeyle örtülü olarak resmedilmektedir. İşte bu yeşilin de asıl dayandığı ilk hatıranın Agarta da ki Maj Yeşiller Grubu olduğu ifade edilmektedir.
***********
***********
Yaradılış enerjitik olarak ve sayısal olarak daima yedili bir yapı izlemektedir. Buna bağlı olarak dünya küremiz yedi enerjitik katmandan meydana gelmiştir. En katı bölümüne, litosfer dediğimiz taş küre bu yedinci enerjitik seviyeyi ifade ediyor, altıncı enerjetik katman ondan süptil olan hidrosfer dediğimiz sıvı bölümü, dünyamızın üçüncü bölümü veya katmanı atmosfer dediğimiz gazların teşkil ettiği bölüm ve bundan sonra beş duyuyla algılayamadığımız, yani bizim donanımlarımızın, fizik beş duyumuzun algılayamadığı dördüncü eter, üçüncü eter, ikinci eter ve birinci eter dediğimiz enerjetik katmanlar gelmektedir. Bu birinci eter dediğimiz katmandan itibaren dünyanın astral seviyesi başlamaktadır ve bu da yedi enerjetik katmana bölünmüştür. Buradan yukarıya doğru sonsuz bir gidişe sahip olan bir enerjetik katmanların anlatım şekillerinden biri. Bu anlatıma bağlı olarak Agarta merkezi şurada göstermeye çalıştığım gibi
Dünyanın fizik küresi içerisinde bulunmaktayken, Şhambhallah dediğimiz enerji merkezi veya inisiyasyon merkezi dünyanın fizik seviyesinin ikinci eter katmanında yer almıştır, mesele budur. Şimdi, Şambala'nın misyonundan biraz daha bahsetmek istiyorum, bu daha ziyade dış beni eğiten bir tesir odağıdır. Eşya bilimini, ruhun bilimine hakim kılmak ister ve bu uğurda ateşle simgelenen fizik enerjileri kullanır. Ve gerektiğinde şiddete de baş vurabilir. Her türlü fizik kıymet ve güç onların endüklemesi, onların esinlendirmesi ve onların muhayileleri sonrasında ortaya çıkar. Günümüzdeki teknolojiye dayalı, ekonomiyi her şeye üstün kılan ki bu devrenin özelliğine uygundur bütün bu faaliyetler Şambala'nın esinlendirmeleri sonucu ortaya çıkmaktadır. Şambala ve Agarta'yı birbirinin zıddı olan iki kutup olarak ele almamalıyız yani biri pozitif, biri negatifi ifade eder şeklinde değil. Bu konu biraz yanlış anlaşılmıştır yani bir karşı kutup şeklinde değil. Şambala faaliyetlerini Agarta dan ayırmış ve geleneklere göre de İsa'dan önce üç bininci yıllarda bu iş olmuştur. Kendine has bir organizasyonu bulunan tesir dağıtıcı bir mihraktır. Kendisi de kozmogonik bir varlık olan dünyanın, Agarta, sevgi sunumu ile dünyanın kalp çakrasına hitap ederken veya tekabül ederken, Şambala, dünyanın tepe çakrasına tekabül etmektedir. Birisi Tanrının sevgisini yeryüzünde sunarken, diğeri Tanrının iradesini yeryüzünde sunmaktadır. Yani meseleyi bu şekilde ele alırsak bunların asla birbirinin zıddı olan iki kutup olmadığını anlarız.
*******
*******
ALINTIDIR
Bilgelik Ejderi Uyanıyor (!)
Hermes’in (Hermes’in Thoth ile aynı kişi olduğu söylenir) Zümrüt tabletlerinin bilgilerine göre; meditasyon ve duaya yönelen Hermes’e bir ejderha görünmüştür.
Anlatılanlar şöyledir:
Bu suret kanatları gökyüzünü kaplayan, bedeninden her yöne ışıklar saçan Yüce Ejderha’ydı. Yüce Ejderha,Hermes’e adıyla seslendi ve ona Dünyanın Gizemi hakkında neden düşündüğünü sordu. Gördüğü şeyle dehşete kapılan Hermes ejderhanın önünde kendini yere attı ve kim olduğunu açıklaması için ona yalvardı. Yüce Varlık, kendisinin Poimandres, Evrenin Aklı, Yaratıcı Zekâ, her şeyin Mutlak Hâkimi olduğunu bildirdi.Bunun ardından Poimandres hemen şekil değiştirir. Durduğu yerde göz kamaştıran, nabız gibi atan bir Nur vardır. Bu Işık, bizatihi Yüce Ejderha’nın ruhani doğasıdır.
Hermes görkemin ortasında ‘yükseltilir’ ve maddi evren onun bilincinden silinir. Hızla koyu bir karanlık çöker ve karanlık genişleyerek Işık’ı yutar. Her şey sarsılır. Etrafında suya benzer bir töz girdap halinde döner ve ondan dumana benzeyen bir buhar çıkar. Etraf dile gelmez iç çekişlerle ve acı haykırışlarla dolar, bu sesler sanki karanlık tarafından yutulan Işık’tan gelmektedir. Aklı Hermes’e ışık’ın spiritüel evrenin şekli olduğunu ve dönen karanlığın onu yutan maddi töz olduğunu söyler. ALINTIDIR
*************
Bir akşam üzeri Reis'in huzuruna çağrıldım. "Önceden yaşamış kişilerden birisi bedenini terk etmek üzere. Şimdi Yabani Gül Bahçesinde bulunuyor. Kutsiyet İçinde Muhafa- za'yı görebilmen için senin de orada olmanı istiyorum."
Böylece bir kez daha tahta bir eğerin ve Sera yolculuğu nun zorluklarına katlanmak zorunda kaldım. Manastıra var dığımda Yaşlı Reis'in odasına götürüldüm. Manyetik alanının renkleri neredeyse tamamen solmuşlardı. Ruhu bir saat kadar sonra bedeninden ayrılıp, özgürlüğüne kavuştu. Bir reis ve bilgin olduğundan, Bardo'ya giden yol boyunca kendi sine yol gösterilmesine gerek yoktu. Bu nedenle bizim de üç günlük süreyi beklememiz gerekmiyordu. Gövde yalnızca o gece lotus duruşunda oturtuldu ve lamalar da ölünün başın da nöbet tuttular.
Sabahleyin günün ilk ışıklarıyla birlikte manastırın alt tarafında bulunan dehlizlere inildi. Önümde yürüyen iki la ma, bir tahtanın üzerine konulmuş olan cesedi taşıyorlardı. Hâlâ lotus duruşunda oturuyordu. Arkadan gelen rahipler den boğuk bir ilahi ve ilahi sustuğunda da gümüş bir çıngıra ğın titrek sesi geliyordu. Üzerimizde kırmızı giysilerimiz ve bunların üstünde de uzun, sarı ipekli atkılarımız vardı. Alev alev yanan meşalelerin ve yağ kandillerinin ışığıyla büyü müş, eğri büğrü olmuş gölgelerimiz, dans eden, titreşen çizgi ler halinde duvarlarda geziniyorlardı. Aşağıya, yer altındaki gizli bölmelere doğru indik bir süre. Nihayet yerin on beş- yirmi metre altında, taştan yapılmış bir kapının önüne geldik ve içeri girdik. Oda buz gibi soğuktu. Rahipler cesedi bü yük bir dikkatle yere koydular ve sonra üç lama ile benden başka herkes odadan çıktı. Ardından yüzlerce yağ lambası birden yakıldı, ortalığa keskin sarı bir pırıltı yayılıyordu. Ce set soyuldu ve özenle yıkandı. Bedende bulunan tabii delik lerden çıkarılan iç organlar kavanozlara yerleştirildiler ve dikkatle mühürlendiler. Cesedin içi baştan aşağıya yıkanıp kurulandı ve özel bir çeşit vernik döküldü içine. Bu vernik gövdenin içinde sert bir kabuk oluşturacak, beden de böylece sanki canlıymış gibi duracaktı. Vernik kuruyup sertleştikten sonra, gövde boşluğu pamukla sıkıca dolduruldu ve pamuk da sertleşsin diye biraz daha vernik döküldü. Bedenin dış kısmı ise yine vernikle kaplanarak kurumaya bırakıldı. Katı- laşan beden üzerine zar gibi ince bir ipek tabakası kaplandı. Bu iş de tamamlanınca, ipeğin üzerine bir başka çeşit vernik daha sürüldü; beden, hazırlıkların bir sonraki aşaması için hazırdı artık. Sonra iyice katılaşsın diye, olduğu gibi bir gün bir gece bırakıldı. Bu sürenin sonunda odaya geri döndüğü müzde cesedi lotus duruşunda, kaskatı olmuş, kalıp gibi bul duk ve onu alıp daha da aşağılarda bulunan bir başka odaya, daha doğrusu bir fırına taşıdık.
Döşeme özel bir çeşit tozla kalın bir tabaka halinde kap lanmıştı. Ceset odanın orta yerine yerleştirildi. Sonra rahip ler ateş yakma hazırlıklarına giriştiler. Geri kalan birkaç kişi odayı, Tibet'in çeşitli bölgelerinden gelmiş özel bir cins tuz ve çeşitli otlarla tıka basa doldurdular. Nihayet herkes koridorun dışında toplandıktan sonra kapı kapatılıp, manas tır mühürü ile mühürlendi ve fırının yakılması için gerekli emir verildi. Odunlar az sonra çatırdayarak yanmaya başla dılar; alevler yayılıp sıcaklık arttıkça eriyen reçineler cızır cızır parlıyorlardı. Ateş artık tezek ve işe yaramaz yağ par çalarıyla sürekli olarak beslenecekti; bir hafta boyunca öfkeli öfkeli yandı durdu.Yedinci günün sonunda beslenmesine son verildi. Nihayet yavaş yavaş söndü, titreşen ufak pırıltılar kayboldular. Soğumaya başlayan ağır taş duvarlar gıcırtılar çıkararak inlediler. Koridor tekrar içeri girilecek kadar soğu muştu. Odanın da soğuması için üç gün daha bekledik. Niha yet mühürlenme gününden sonraki on birinci gün, büyük mühür kırıldı ve kapı açıldı. Rahipler nöbetleşe nöbetleşe, bütün odayı dolduran ve artık sertleşmiş olan bileşimi elleriyle kazıdılar. Bedenin' zedelenmesini önlemek için herhan gi bir alet kullanılmadı. Rahipler iki gün süreyle bu gevrek- leşmiş tuzlu bileşimi ellerinde ufalayarak kazıyıp durdular. En sonunda hâlâ lotus duruşunda ve odanın tam orta yerin de oturan cesetten başka bir şey kalmadı içeride. Onu özenle yerinden kaldırıp, yağ kandilleriyle aydınlatılmış bir başka odaya taşıdık.
Sonra bedene kaplanmış olan ipek kaplamalar soyuldu. Beden mükemmel bir biçimde korunmuştu. Yalnız rengi çok daha koyulaşmıştı ve sanki aniden gözlerini açacakmış gibi canlı görünüyordu. Uyuyordu sanki. Rahiplerden biri bedeni bir daha vernikledi ve sonra kuyumcular iş başına geçtiler. Bunlar işlerinde son derece usta kişiler olup, gerçek birer sanatkârdılar. En ince, en yumuşak altını kat kat, üst üste kaplayarak yavaş yavaş, büyük bir dikkatle çalışıyorlardı. Tibet'in dışında bir servet değerinde olan altın, burada yal nızca kutsal bir maden olarak daha özel bir değer kazanıyor du. Bozulmayan bir maden olduğundan, insanın ebedi ruh evresinin bir sembolüydü. Kuyumcu rahipler en küçük bir ayrıntıda bile titiz, olağanüstü bir özenle çalışıyorlardı, öyle ki işlerini tamamladıklarında, geriye ustalıklarının kanıtı olarak her çizgisi ve kıvrımı sanki gerçekten canlıymış gibi duran, altından yapılmış bir insan bırakmışlardı. Ceset şim di üzerine kaplanmış olan altınla iyice ağırlaşmış olarak, "Yeniden Bedenlenenler Salonu"na taşındı ve orada bulunan diğerleri gibi altın bir tahtın üzerine yerleştirildi. Bu salonda çok eski zamanlara ait mumyalar vardı; yarı kapalı gözlerle şimdiki neslin zayıflıklarını, kusurlarını gözetleyen ciddi birer yargıç gibi, sıra sıra oturuyorlardı. Bu kutsal odada fısıl tıyla konuşuyor, yaşayan ölüleri rahatsız etmemek için dik katle yürüyorduk. İçlerinden biri özellikle dikkatimi çekti; garip bir güç beni onun önünde büyülenmiş gibi tutuyordu. Mumya sanki her şeyi bilen bir tebessümle süzüyor gibiydi beni. Tam o anda biri hafifçe koluma dokundu, korkumdan havaya sıçradım. "Bu sendin Lobsang, senin bundan önceki bedenlenmen. Onu tanıyacağını tahmin etmiştik."
Rehberim beni bir sonraki mumyanın önüne götürdü ve "İşte bu da bendim" dedi.
Sessizce, ikimiz de heyecanlanmış, salondan dışarı sü züldük ve kapı ardımızdan mühürlendi.
Bundan sonra pek çok kez bu salona girmeme ve altın kaplamalı figürleri incelememe izin verildi. Bazı zamanlar tek başıma gidiyor, meditasyon yaparak oturuyordum önle rinde. Hepsinin de çok büyük bir ilgiyle okuduğum, yazılı geçmişleri vardı. Burada, Rehberim'in, yani Lama Mingyar Dondup'un oldukça ayrıntılı bir öyküsü de vardı; geçmişte neler yaptığı, kişiliğinin ve yeteneklerinin bir özeti, ona ve rilmiş bulunan onur payeleri ve unvanları, nasıl öldüğü gibi.
Kendi geçmişimi de büyük bir dikkatle okudum. dan oyulmuş gizli bir bölümde bulunan bu Kutsal Salon'da, doksan sekiz tane altın mumya oturuyordu. Tibet'in tarihçe si önümdeydi. Ya da o an için ben öyle sanıyordum, çünkü Tibet'e ait en eski tarihçe daha sonraları gösterilecekti bana.
üçüncü göz kitabından alıntıdır ..rampha
*************
Böylece bir kez daha tahta bir eğerin ve Sera yolculuğu nun zorluklarına katlanmak zorunda kaldım. Manastıra var dığımda Yaşlı Reis'in odasına götürüldüm. Manyetik alanının renkleri neredeyse tamamen solmuşlardı. Ruhu bir saat kadar sonra bedeninden ayrılıp, özgürlüğüne kavuştu. Bir reis ve bilgin olduğundan, Bardo'ya giden yol boyunca kendi sine yol gösterilmesine gerek yoktu. Bu nedenle bizim de üç günlük süreyi beklememiz gerekmiyordu. Gövde yalnızca o gece lotus duruşunda oturtuldu ve lamalar da ölünün başın da nöbet tuttular.
Sabahleyin günün ilk ışıklarıyla birlikte manastırın alt tarafında bulunan dehlizlere inildi. Önümde yürüyen iki la ma, bir tahtanın üzerine konulmuş olan cesedi taşıyorlardı. Hâlâ lotus duruşunda oturuyordu. Arkadan gelen rahipler den boğuk bir ilahi ve ilahi sustuğunda da gümüş bir çıngıra ğın titrek sesi geliyordu. Üzerimizde kırmızı giysilerimiz ve bunların üstünde de uzun, sarı ipekli atkılarımız vardı. Alev alev yanan meşalelerin ve yağ kandillerinin ışığıyla büyü müş, eğri büğrü olmuş gölgelerimiz, dans eden, titreşen çizgi ler halinde duvarlarda geziniyorlardı. Aşağıya, yer altındaki gizli bölmelere doğru indik bir süre. Nihayet yerin on beş- yirmi metre altında, taştan yapılmış bir kapının önüne geldik ve içeri girdik. Oda buz gibi soğuktu. Rahipler cesedi bü yük bir dikkatle yere koydular ve sonra üç lama ile benden başka herkes odadan çıktı. Ardından yüzlerce yağ lambası birden yakıldı, ortalığa keskin sarı bir pırıltı yayılıyordu. Ce set soyuldu ve özenle yıkandı. Bedende bulunan tabii delik lerden çıkarılan iç organlar kavanozlara yerleştirildiler ve dikkatle mühürlendiler. Cesedin içi baştan aşağıya yıkanıp kurulandı ve özel bir çeşit vernik döküldü içine. Bu vernik gövdenin içinde sert bir kabuk oluşturacak, beden de böylece sanki canlıymış gibi duracaktı. Vernik kuruyup sertleştikten sonra, gövde boşluğu pamukla sıkıca dolduruldu ve pamuk da sertleşsin diye biraz daha vernik döküldü. Bedenin dış kısmı ise yine vernikle kaplanarak kurumaya bırakıldı. Katı- laşan beden üzerine zar gibi ince bir ipek tabakası kaplandı. Bu iş de tamamlanınca, ipeğin üzerine bir başka çeşit vernik daha sürüldü; beden, hazırlıkların bir sonraki aşaması için hazırdı artık. Sonra iyice katılaşsın diye, olduğu gibi bir gün bir gece bırakıldı. Bu sürenin sonunda odaya geri döndüğü müzde cesedi lotus duruşunda, kaskatı olmuş, kalıp gibi bul duk ve onu alıp daha da aşağılarda bulunan bir başka odaya, daha doğrusu bir fırına taşıdık.
Döşeme özel bir çeşit tozla kalın bir tabaka halinde kap lanmıştı. Ceset odanın orta yerine yerleştirildi. Sonra rahip ler ateş yakma hazırlıklarına giriştiler. Geri kalan birkaç kişi odayı, Tibet'in çeşitli bölgelerinden gelmiş özel bir cins tuz ve çeşitli otlarla tıka basa doldurdular. Nihayet herkes koridorun dışında toplandıktan sonra kapı kapatılıp, manas tır mühürü ile mühürlendi ve fırının yakılması için gerekli emir verildi. Odunlar az sonra çatırdayarak yanmaya başla dılar; alevler yayılıp sıcaklık arttıkça eriyen reçineler cızır cızır parlıyorlardı. Ateş artık tezek ve işe yaramaz yağ par çalarıyla sürekli olarak beslenecekti; bir hafta boyunca öfkeli öfkeli yandı durdu.Yedinci günün sonunda beslenmesine son verildi. Nihayet yavaş yavaş söndü, titreşen ufak pırıltılar kayboldular. Soğumaya başlayan ağır taş duvarlar gıcırtılar çıkararak inlediler. Koridor tekrar içeri girilecek kadar soğu muştu. Odanın da soğuması için üç gün daha bekledik. Niha yet mühürlenme gününden sonraki on birinci gün, büyük mühür kırıldı ve kapı açıldı. Rahipler nöbetleşe nöbetleşe, bütün odayı dolduran ve artık sertleşmiş olan bileşimi elleriyle kazıdılar. Bedenin' zedelenmesini önlemek için herhan gi bir alet kullanılmadı. Rahipler iki gün süreyle bu gevrek- leşmiş tuzlu bileşimi ellerinde ufalayarak kazıyıp durdular. En sonunda hâlâ lotus duruşunda ve odanın tam orta yerin de oturan cesetten başka bir şey kalmadı içeride. Onu özenle yerinden kaldırıp, yağ kandilleriyle aydınlatılmış bir başka odaya taşıdık.
Sonra bedene kaplanmış olan ipek kaplamalar soyuldu. Beden mükemmel bir biçimde korunmuştu. Yalnız rengi çok daha koyulaşmıştı ve sanki aniden gözlerini açacakmış gibi canlı görünüyordu. Uyuyordu sanki. Rahiplerden biri bedeni bir daha vernikledi ve sonra kuyumcular iş başına geçtiler. Bunlar işlerinde son derece usta kişiler olup, gerçek birer sanatkârdılar. En ince, en yumuşak altını kat kat, üst üste kaplayarak yavaş yavaş, büyük bir dikkatle çalışıyorlardı. Tibet'in dışında bir servet değerinde olan altın, burada yal nızca kutsal bir maden olarak daha özel bir değer kazanıyor du. Bozulmayan bir maden olduğundan, insanın ebedi ruh evresinin bir sembolüydü. Kuyumcu rahipler en küçük bir ayrıntıda bile titiz, olağanüstü bir özenle çalışıyorlardı, öyle ki işlerini tamamladıklarında, geriye ustalıklarının kanıtı olarak her çizgisi ve kıvrımı sanki gerçekten canlıymış gibi duran, altından yapılmış bir insan bırakmışlardı. Ceset şim di üzerine kaplanmış olan altınla iyice ağırlaşmış olarak, "Yeniden Bedenlenenler Salonu"na taşındı ve orada bulunan diğerleri gibi altın bir tahtın üzerine yerleştirildi. Bu salonda çok eski zamanlara ait mumyalar vardı; yarı kapalı gözlerle şimdiki neslin zayıflıklarını, kusurlarını gözetleyen ciddi birer yargıç gibi, sıra sıra oturuyorlardı. Bu kutsal odada fısıl tıyla konuşuyor, yaşayan ölüleri rahatsız etmemek için dik katle yürüyorduk. İçlerinden biri özellikle dikkatimi çekti; garip bir güç beni onun önünde büyülenmiş gibi tutuyordu. Mumya sanki her şeyi bilen bir tebessümle süzüyor gibiydi beni. Tam o anda biri hafifçe koluma dokundu, korkumdan havaya sıçradım. "Bu sendin Lobsang, senin bundan önceki bedenlenmen. Onu tanıyacağını tahmin etmiştik."
Rehberim beni bir sonraki mumyanın önüne götürdü ve "İşte bu da bendim" dedi.
Sessizce, ikimiz de heyecanlanmış, salondan dışarı sü züldük ve kapı ardımızdan mühürlendi.
Bundan sonra pek çok kez bu salona girmeme ve altın kaplamalı figürleri incelememe izin verildi. Bazı zamanlar tek başıma gidiyor, meditasyon yaparak oturuyordum önle rinde. Hepsinin de çok büyük bir ilgiyle okuduğum, yazılı geçmişleri vardı. Burada, Rehberim'in, yani Lama Mingyar Dondup'un oldukça ayrıntılı bir öyküsü de vardı; geçmişte neler yaptığı, kişiliğinin ve yeteneklerinin bir özeti, ona ve rilmiş bulunan onur payeleri ve unvanları, nasıl öldüğü gibi.
Kendi geçmişimi de büyük bir dikkatle okudum. dan oyulmuş gizli bir bölümde bulunan bu Kutsal Salon'da, doksan sekiz tane altın mumya oturuyordu. Tibet'in tarihçe si önümdeydi. Ya da o an için ben öyle sanıyordum, çünkü Tibet'e ait en eski tarihçe daha sonraları gösterilecekti bana.
üçüncü göz kitabından alıntıdır ..rampha
*************
kara taş ayınini tekrar canlanrmak...K.B.L anlamı..dünyanın efendisi TUTANKAMON un halen yaşayan enkarnesi vs masonik yüce meclis dünyayı yöneten 12 kişilk meclis vs vs