28 Aralık 2013 Cumartesi

99 ACVE HURMASI (akik taşlarının) MASALI 79

99 ACVE HURMASI (akik taşlarının) MASALI 79

"Aşk, ne de güzel bir günahtır ki, /Ona tövbe etmek kafirliktir./ O, öyle bir günahtır ki, ne arkasında kaçıp kurtulacak bir yol vardır,/ Ne de önünde oturup dinlenecek bir durak var.'' hz. Mevlana


Merhaba Sevdiğim ve Merhaba.. teşekkür ederek başlamak istiyorum. insan güzel bir ruh gördüğünde,ruhu baştan aşağı o ışığın aşkına boyanır ya, işte öyle bir şey bu. o ışığın yansımasıyla beden dirilir, güzelleşir, ruh sâfâ bulur, aşk tazelenir .. “Sevgiyle ….” denilenerek yarım bırakılan adsız noktaların boşlukları ,her an yeniden yeniden isteğe göre doldurulur doldurulur, içilir..ruhum bedenimde sevinçle ışıldarken, dudaklarımda tatlı bir gülümseyiş var.. aynaya bakan ben, şimdi yine kendimin güzelliğine hayranım ama kısa sürecek bu ihişamın acil şifalı sâfası içinde sarhoşum.. buna da şükür
J..

geçen üç hafta,
pembecik geldiği için çok yoğundu.hızla kaydediyorum ki, asıl; Seni belki de tamamen benden koparacak kitaba geleyim. lütfen neşeni bozma!.ne olursa olsun canımı yakma olur mu?!.şimdi yavaş yavaş sakince, bir kahve veya bir sigara ile bunları okumalısın. Unutma!.. keskin sirke küpüne zararJ..

13 aralık Cuma 
akşamı bir telefon geldi:”ben karşıya müzik okuluna gidiyorum. hazırlan seni alacağım” diyor.” peki ama pembeciği de alalım “diyorum..o,5 mayıs evliyalar haftasında hz pir caminde, sabah namazında gözlerinden avlanan, Orada, o  anda ,yeni tanıştığımdı.. o ,taa Ankara’dan gelse de benim semt komşum çıkmıştı
J. tesadüf işte!. şimdi, onun artık kayıtlı olduğu musiki okulundayız.. aaa hepsi burada, bu ay ki Mevlevi konserleri için ayin çalışıyorlar.gözlerim doldu.hz pir Mevlana beni hiiç unutmuyor şükür .. madden her imkanım elimden daima alınsa da, yeteri kadarı da lütfediliyor.. duyduğum müziğin ilk sesi ile, ruhumun sarkaç ipi anında salındı .durduğum yerde dönmeye başlasam da, yine bu zevkime az sonra el konuyor.ama Sevdiğim!? ben ne zaman döneceğim?!!

15 aralık Pazar..
rüyamda Konya’da bir otele çocuklarımla yerleştirildim.. otel küçüktü. altı semahaneymiş ve Sen benim geldiğimi görünce orayı terk etmiş, yabancı sema efendilerine bırakmışsın.bunu anladığım için çok üzgünüm, o gezmeleri yaptığım için hala kızgınsın ve o yabancı dervişler yerde  halaka-ı dairedeydiler. .bu dünya milletlerinin değişik semaları var .odaların duvarlarında anlatamayacağım desenli, parlak renkte, ebruya benzeyen ama asla ebru olmayan muhteşem resimler asılı.. bir servis aracı geldi, bizi Konya’da gezdireceklermiş ki ,uyandım.. ve bu öğlen vakti..Musa bey, pembecikle beni alıp Salahi Bey’in basımevine götürdü..az sonra nakşi üveysi Eril baba ve halveti ramazani A.Bektaşi baba da teşrif ettiler. Ruhani yanı ağır basan ev sahibimiz çok cömert, ince ruhlu, zarif, sohbetse harikuladeydi. Selahi Bey koleksiyonuna muhteşem kapılar eklemiş ki, bende bir kapı ve eşik severimdir zaten. ama eşikler mermer ve binlerle senelik olup halen üzerine basılacakJ.. sohbetin bir yerinde Salahi Bey, bundan iki ay evvel bir melaminin başka bir şehirden telefon açarak,” Ali göründü gözüme” kitabını istediğini ve başkada bulunmayan o kitabı halen almaya gelmediğini söyledi ki, malum kitap”  ANKÂ-YI KÂF-I LÂHUT KELİM-İ SİNA-YI CEBERRÛT… .. ..” idi J..Allahım ya..benle ne acaip bir oyun oynuyorsun ah bilsem! dakka bir!! o kitap benim içindi anladım ve  kitabımı istedim.. dolayısı ile o muhteşem şey benim oldu Sevdiğim.
KADİRİ GÜLÜ

Ya Rabbim! bana bu Ali Kitabını daha kaç türlü okutacaksın bilmiyorum ama her defasında bin defa dinden azad olup, tekrar iman tazelemem gerekiyor haberin olaJ!!benle kedinin fare ile oynaması gibi oynuyorsun.. Sana her dem iradesizim .elimde bir şey yok..bu masalın sonunda yine iman elden gitmiş olacak ve ben, Sen kabul etsen de, etmesen de, iman tazelemek için bir daha Sana biat edeceğim.. lütfen kalbini bana hazırla. o kalp ki ,verildiği kişi eli ile, yine Sana hediye olup sunulmuştu. o kalp ki, kırıla kırıla yamalı bohçaya dönse de, her kırığı yine Senin adınla ellerini kulaklarına bastırarak, içinden yükselen o basıncı ötelemekte.. bir gün o nokta-i vücud  bingbang olduğunda, yine her parçası Senin için Sana yönelip, Sana semâ ve senâ ile dönecek ,dönecek,dönecek....

Sonra, bu mekanın müze odasına geçtik.. Eril babanın müzisyeni Alpesed bize harika bir şeyler geçti..sohbet ve mekan akşama dek bizi demledi. buradan en mutlu ayrılan ise elimde yeni bir ALİ KİTABI olan bendim tabii..
EHL-İ BEYTİ ANLAMAK, KAİNATI  VE YARATILIŞ SİSTEMİNİ ANLAMAK DEMEKTİR

17 aralık Salı..bugün şeb-i arus..hz Ümmi Sinan’a davetliyiz..Musa Bey bizi önce Eyüp Sultan hz ,sonra Kaşgari hz götürdü..yokuşu çıkarken bir siyah beyaz kedi önüme gelip yattı. durup onu seyredip fotoğrafladım. Kedi,mezarların oradan bir fare yakalamış; zavallı fareyle sevip, oynarken farenin korkudan ödünü patlatıp öldürmüş, amma hala oynaşmaya devam ediyordu..hıım!!.. anlattığı şeye gülümsedim. mana farelerimiz, nefs kedimizce avlanmış ve tehlike bertaraf edilmişmişJ şissst..sakın gülmeyin lütfen!.bir masal okuduğunuzu unutmayınız. her şey bir kitaptır ve bizimle konuşur.Bugün eski kerametli evliyalardan yok. bizde evliyacılık oynayıp,  hayal kuruyoruz şuradaJ..ve yukarıda Kaşgari hz den sonra, herkesi beklemek için bankta oturuyorum..üç tane kedi gelip, kucağımda yatıp uyuyor.. öyle komikiz ki..ne kadar el etsem yine tınmayıp üst üste yatmış uyuyorlar.öyle yarım saat  geçti.. bu kediler nedense bana şu sıra çok düşkün.. içimdeki şey-  ısıran yılan yüzündendi.. beni korumak istediklerini ve koruduklarını söylüyor ki, henüz bendenizin saltanatpenah nefs kedisini bekleyen ruh kuşumsa teşrif etmedi...


Ümmi Sinan hz .tekkesindeyiz.. Nail Baba ve dostları bu mini semahanede sema ediyorlar. Baba, İngilizce olarak her söylediğini misafirlerine de aktarıyor.. babanın  papaz arkadaşları, yabancı misafirleri de var..çok kültürlü bir gel gel yaşıyoruz.. ve bende, daima ilk andaki o ney sesiyle oluşan tesire ruhumu kaptırıp, şööyle bir kutbiyetimden salınan ipin çevrim yönüne doğru durduğum yerde salınım yapıyorum. ve şimdi çok istememe rağmen, bu ruhsal zevkime yine el kondu..tıık yok. Sevdiğim.. kupkuru-dımdızlak  hiç bir şey hissedemeyip şeb-i arussuz kaldım yani..neyse bitti.

şimdi karşı evde bu ev ahalisinin beytül rabbinde(ev sahibesi) misafiriz. çaylar geliyor. A.Bektaşi baba bize sohbet ediyor. aşık Murat meşk ediyor.. oradaki heykeltıraş bir hanımda geçmişten günümüze bir şeyler anlatıyor.. burasıda müze gibi..tarih burada..çıkışta ramazani Bektaşi baba, geçen bana verilen kitabı istiyor. yenisi yoksa fotokopiliyecekmişiz…daha sonraki gün Salahi beyi aradım.okuduğum şeyin bana yaptığı şoku biraz anlattım. bana o sayfayı söyle dedi..söyledim.açtı..hıım.”kitap çok ağır değil mi?” dedi..”değil, ben bunların çoğunu hamzavi melami olan Hüseyin amcadan dinleyip öğrenmiştim .ama şimdi bu detaylar çok sarsıcı. bizi hep kandırmışlar, hep dine siyaset karıştırmışlar” dedim..o da,bu kitabın bazı yerlerinin yazarın neyzen arkadaşı tarafından ısrarla çıkartıldığını  anlattı ki ,bunu kitaptan takip edebiliriz(*ben,Hüseyin amcam sayesinde o bölümleri de öğrenmiştim ne yazık ki).. kitabın benden isteniş hikayesini ve izin var mı diye sordum. “sen kitabı bitirince ona gideceksin ya.onda vardır belki ,o sana yenisini verir. öyle uğraşma” dedi.. 

20 aralık cuma sabahı..rüyamda bir sınıfta siyah tahta önünde ders anlatmak için kalkmışım.Seni görmüyor ama neşeyle hissediyorum.Sana tahtadan konuşarak aşkla mektup yazıyordum ki, birden sol ayağım yerde ,sağ bacağım havada aynı bir balerin buz patencisi misali dönmeye başladım.bu o kadar latif ve hoş bir semaydı ki kendimden geçmiş,nasıl böyle dönebildiğime hayret ediyordum.. uyandığımda cep telefonuma bilgisayarımın tamiri bittiğini,gelip onu almam gerektiği mesajı gelmişti..güldüm..ha hah.onu tamire verirken ettiğim duadan haberin olmuş ve mektup yazmaya devam etmemi istemiştin:)Seni seviyorum.

21 Aralık  cumartesi.. sabah namazı evveli şu rüyayla korkuyla uyandım..bir  binadaydım. pencereden bakıyorum.tüm binaların tepelerinden siyah ipler salınmış ve baştan aşağı siyah giyinmiş casus Amerikalı asker adamlar her evin penceresinden içeri girerek, her yeri  işgal etmişler.bir evin içinde bir Iraklı oğlan çocuk görüyorum.bu işgalden dolayı ailesi ile iletişim kuramamış ve erzaklar kapıdan işgalcilerin denetiminde teslim ediliyor. burası Türkiye idi ama olay sanki Irak’taydı..uyanıyorum. kaç gündür ülkemin SEÇİM AREFESİNDE yine Taxim2 misali karışmasını bu rüya ile tefekkür ediyor ve dönen dolapları didikliyorum..hıım..biz neden millet olarak bu derece fitneye ve birbirimizi yok etmeye meraklıyız anlamıyorum. devlet-i hükümetimiz kötü dahi olsa, onu hep birlikte neden iyileştirip, tek elden, tek ses olup, eksiklerimizi, hata ve kusurlarımızı düzeltmiyorduk ki?. ülkemizi bölüp parçalamaya neden bu derece meraklıyız?. elimize kölelikten başka ne geçer ki sonunda?.. Lider denen şey ne kadar nadir geliyor..ülkemizdeki bu akıl almaz gelişme, hiç eksilmeyip sürekli artan bu bolluk, refah … acaba bu fitne ve sürekli nifak halindeki şükürsüz yaşayan böyle bir halka bu nimetler neden bahşediliyor diye neden kimse idrak edip, şükrederek bunun sebeplerini araştırmıyor?..


bir insan kendisinin ehlibeytidir ve bu beden onun tüm terkibine hırka evdir..cami insandır.sonra ailesi gelir, ailesi ehlibeyti ve hırkası içindekilerle evi- camiidir.sonra aynı sistem şehrine ve ülke idaresine sırası ile kademe kademe-halka halka gelir.hükümet babadır anadır. evdir. ehlibeyti halkıdır. hırkası içindekiler millet-i ümmetidir..baba gidince memlekette gider.öksüz ve yetim kalan milletin başına;leş kargası olarak bekleşen ve tüüm bu oyunları yüzlerce yıldır ülkemiz üzerinde tekrar tekrar oynayıp tezgahlayanlarda bizi ağlarına düşürür. onlar bizi asla sevmezler(*şekil A BAK!! DİĞER İÇ ETTİKLERİ ÜLKE HALKLARINI NASIL SEVDİKLERİNİ VE HALA NASIL SEVMEYE DEVAM EDEGELDİKLERİNİ  HATIRLA). sömürge oluruz. kendi ülkemizde  kadınımızla, erkeğimizle ve çocuğumuzla eğreti gelin gibi kullanılırız ..

acaba neden tüm etrafımızı saran Müslüman ülkelere senelerdir neler neler yaptıklarından hiç bir ibret-i ders alamıyoruz ?!.neden hala akıllanmıyor ve kendi çirkin huylarımızı düzeltmiyoruz?. eğer rüşvet alınıyorsa bu rüşveti veren ve rüşveti aldırmaya mecbur eden sistemi de düzeltmemiz gerektiğini unutmayalım. hamili kart yakınımdır diye daima yapageldiğimiz türk usülü bir şey var malum.. bir yere gelmiş insanların hiç haberleri dahi olmadan; her pis haltımız için, gerekirse tehditle bile onların isimlerini, telefon numaralarını, etraflarını kullanma huylarımızdan da birazcık utanıp yapmamaya çalışalım değil mi?.. nüfus kağıdı Müslümanlığının hiçbir işe yaramadığını, neye iman ettiğini, nasıl bir Müslüman olmak lazım geldiğini hala öğrenmeyenlere bazı şeylerin tekrar tekrar neden musallat edildiğini de tefekkür edelim lütfen..

fitne-i insan dilinin mikroskobik  alevli diller  zuhuru
YÜCE ALLAHIMIZ BİZİ DIŞ ODAKLI MİHRAKLARIN ÜZERİMİZDE OYNADIĞI OYUNDAN SAKINSIN.YÜCE RABBİMİZ BİZİM TOPRAKLARIMIZDA ,YABANCI BİR ÜLKENİN KARA GİYSİLİ KARANLIK ADAMLARININ EVLERİMİZİ İŞGALİNİ ENGELLESİN.YÜCE RABBİMİZ BU ÜLKEDE EZANI DİNDİRMESİN,TÜRK BAYRAĞI YERİNE BAŞKA BİR ÜLKENİN BAYRAĞINI DALGALANDIRMASIN. YÜCE RABBİMİZ BU UYUYAN AHALİYİ UYANDIRSIN,KİM OLDUĞUNU VE NE ANLAYIP NE YAPMASI GEREKTİĞİNİ ANLASIN.ANLASIN Kİ KAPIDA EVLERİMİZE GİRİP,HANELERİMİZE HER TÜRLÜ TECAVÜZÜ YAPMAK İÇİN TEYAKKUZDA BEKLEYEN O KARANLIK ÜLKELERİN KARANLIK ADAMLARINA HİÇ BİR FIRSAT VERMESİN.YA RABBİ BENİ CAHİL,AVAM AHALİ İLE HAŞRETME .SİYASET ADINA HALKINA KIYAN AHALİNİN FİTNESİNDEN DE ONLARDAN KAÇAN BEN GİBİLERİ MAHFUZ EYLE..HALKIMIN FİTNESİNDEN BENİ KORU..BEN FİTNE MİLLETİNDEN DEĞİLİM VE AMİNN..

24 aralık Salı..bugün pembecikle karşıya  Üsküdar’a geçtik. Balıkçılar çarşısında balık yerken kapkara bir işportacı zenci yanıma geldi ve şöyle dedi:” amcamın kızı sana illa bir saat satacağım şeç bir tane”.”ben saat kullanmıyorum” dedim.öyle ısrar etti ve neredeyse yok pahasına verdi ki dediğinden biraz daha fazla fiyatla mavi bir kol saatini aldım(eski bir rüyaya kinaye)
J..önce Devati hz ..mavi saati Tülin’in küçük kızına hediye yolladım.şimdi muhteşem sesli Selma hanımdayız.o hala çok hasta.ama bu defa geçen gördüğümden çok daha fazla iyi. son masallarımda yazdığım o 28 soruyu dedesinin ve babasının küçükken onlara  anlattıklarını söyledi.. sevindim tabii.. buradan  ehlibeyt aşığı ve artık aramızda olmayan Hüseyin amcalara geçtik.. Şükran teyze, O’nun son zamanlarında “onlarda ashabtı” dediğini ve hepsini cem ettiğini ve bunu telefonda Baha beye de anlattığını onunda sevindiğini anlattı..hıım!!ya Rabbim ben aklımı yitirirken beni bu hale getirenler yine bana yol gösteriyorlar ve beni yavaş yavaş sakinleştirip durultuyorlardı ki ,gülümsedim..

şimdi akşam. tektaştayız. Tülin en önce gelmiş. birazdan Selma hanım ve arkadaşları ve diğerleri de geldi..işte İçinden Hızır Geçen Adamda daima ben böyle ortalığı ayağa kaldıracağım zamanlarda olduğu gibi yine teşrif etmişJ..onu gözlerimi kısıp seyrettiğimde, onunla Senin aynı o şey olduğunuzu her defa seyrediyorum ki, bu siyaset o şeyi tamamen ortaya çıkartıyor nedense.. CELALİN İÇİNDE CEMAL,CEMALİN İÇİNDE CELAL. bir ucu rahman bir ucu şeytan..

O,” biz asla siyaset yapmayız ama bugün peygamberlik mesleği olan siyaset konuşacağız.. Allah’ın siyasetinin tüm siyasetlerden daha üstün nasıl olduğunu anlamaya çalışacağız” diye konuya girdi.ve sure olarak ta hz Meryem’in “ye iç gözün aydın olsun “havvas ayeti ile diğer halka inmiş olan” yiyin ,için ama israf etmeyin” ayeti arasındaki siyasetin ne demek olduğunu, bu güne tatbik ile anlattı(sadakatinden emin olunan gerçek müminler hiçbir zaman hiçbir şeye hıyanet etmezlerdi ile sadakatleri hediyelerle(rüşvet) ve belli şeyler ile satın alınarak bir arada tutulan, gönlü islama ısındırılmaya-diğerlerine verecekleri zararlarda bu yöntemle bertaraf edilmeye  çalışılan müşriklerin arasındaki ince  siyasetle işleniş  farkını hatırlayalım lütfen . mesela ebu süfyan ve ailesi muaviye ,ibn as ile mervanı vb. )..

o muazzam bir siyasetçi bence Sevdiğim..yani mürşitlerin işi zaten bu ilmi siyaset değil miJ?bizi fır fır parmaklarında evirip çeviriyorlar hepsi..sonra hoca bir ara hz Ali ile, daha sessiz ve çekingen bir halde hz muaviye dedi..hıımm! Allahım o kitap bana neler yaptı ah bir bilsen!..aynı Hüseyin amcaya dönüşmüştüm üstelik..nerdeyse bu haksızlığa feryat edip ağlayabilirim..teneffüs!.dooğru masaya gittim. hocaya “az evvel siz hz Ali nin yanında muaviye ye de hz dediniz” diye dikildim..hoca bir an şööle olsa da güldü ve gel şöyle yanıma otur, anlatayım dedi.. anlattı.anlattı. bende kitapta okuduklarımdan anlattım.hayır ben batınilikte dahi olsa onu ve onun türündekileri hak olarak kabul edecek hale yükselemiyordum.. meseleyi  batıni olarak anlar,hatta gayet güzel yazarak anlatabilirim ama şimdi öyle biri olmak istemiyordum çünkü canım yanıyordu ve fena halde bir alisever=aleviydimJ..o, benim söylediğim şeyleri ,o Melamilerinin büyüklerinin batıni alemdeki hak şeylerin mecazi yorumu olarak anlamak lazım geldiğini söylemişti..fakat, ben şimdi, koskoca bir emanet aile olan, hükümet-i rabbani,henüz tam nefesini dahi terk eylememişken, siyaset ve riyaset peşine düşülmesini ve ehli biat olarak savaşta nasıl ortadan yok olup:” nereye ey ehli biat!!?” diye tekrar geriye davet edilişlerini de ancak bu yaşta, şimdi öğrenip anladım.ve o müstehzi sitayişkar söz olan" eğer bir peygamber gelecekse ki.. ", o geldiğinde neler yapacağını da  öğrenmiş oldum..


 hoca bana sabır gösteriyordu ki, vazifesi de zaten buydu belki de. ben yoldan saparsam her şeyi mahvederdim biliyorsun..”hıım peki size mavi güneşi sormuş muydum?” diyorum.”sordun anlattım.. hatırla” diyor. ”hayır anlatmadınız, hatırlamıyorum. tekrar söyler misiniz lütfen” diyorum. gidilecek son gök katı sınır ,en uzaktaki hepsinden daha büyük olan mavi güneş  diyor.çocuk o, tarik yıldızı değil mi ? hoca “ evet” diyor. çocuk bu kitapta Uhud savaşında bir ara müşrikler savaşı kazanırken onların kadınları ve  ciğer yiyen hind  cenk elbiselerini soyunup  ,def çalarak  hep birlikte şu şiiri söylemişler”biz TÂRIK’ın kızlarıyız,yüksek sedirler üzerinde yürürüz.bizi karşılarsanız kavuşuruz,arkanızı dönerseniz ayrılırız” bu bana müşriklerinde Tarik Yıldızını bildiğini anlattı.hoca:” evet .Mekke toplumu hem vahye dayalı dini, hem de putperestliği biliyordu “ diyor..hıım.. yılanın kavseyninden ayırıp atmak?.artık sınırları kaldırmak. sınırsız seyre geçmek..


işte Sevdiğim.. bu gece çok zordu.ama parayla öğrenilemeyecek siyasetin en derin manevi ve maddi bağlantıları hakkında pek çok bilgi ile de dolu geçti. Sonuç; ülkemiz ve malımız çok değerliydi.kurda kuşa yem ettirilmeyecekti.. şuan dünyanın tüm parası ve gücü akın akın bu ülkeye akarken ve hilafet bu mekandayken ve gücü arttıkça, etraftaki dağınık 92 islami ülke milletini tek bir bayrak,tek bir din altına kolayca toplayacak bir ülkeye tabiki bu saldırılar hem içten, hem dıştan olacaktı. bizim yapmamız gereken  önce kendi eteğimizdeki taşları ,çöpleri temizleyip, sonra eğer artık varsa-kaldıysa
J etrafı temizlemek ve ikaz etmekten ibaretti.bu ülke daha çook badireler atlatacak kavilikte yaratılmış ve yaratılacaktı vesselam..


26 aralık  Perşembe .bugün pembecikle Fatih Sultan Türbe ve camisindeyiz. sonra geleneksel yolumuzdan yürüyüp benim gibi has alevilerin en sevdiği yegane padişah olan Devlet-i Âli Osmanın ilk halifesi  Yavuz Sultan Han hz deyiz..ona dua ettim. istedim ki devletimizin şu içinde bulunduğu fitne ve sahte islami kimlikten kurtulsun. bizi başka ülkelerin eline düşürmesinler. bizi bize ve yaban ellere kırdırmasınlar ve amin. sonra Hırka-i Şerif camiine gittik.sonra bir kahvede kahve içtik.sonra zamanımızın tefekkür virtüözü azâmı olan T. İnançer’in hz Mevlana konferansını dinlemeye gittik..O’da bize hz Mevlana’nın ne kadar çok okunursa okunsun, ne kadar az anlaşıldığını  ve tanıştıklarında kendisi dahi bir mürşid olan hz Mevlana’nın, nasıl  sohbet dostu olan hz Şems’e hapsedildiğini de anlattı.. ve hz peygamberin Safer ayının 26. Gecesi başlayan hicret yolculuğunun safer ayının uğursuzdur ,bir şey yapılmaz, sefere çıkılmaz hurafesini nasıl çürüttüğünden de bahsetti.. 

ve sonra kendi beldemdeyim. bu gece E. Demirli hoca var..ne ilginç ki, O’da  İnançer ile aynı şeyi -aralık ayından dolayı- hz Mevlana’yı  tamamen yanlış anlayarak ve anlatarak sevmemizden  bahsetti. Hiçbir şeyi okuyup ,öğrenip anlamadan sadece seviyoruz  diye nasıl ahkam kestiğimizi ve ne kadar yetersiz tefekkür ehli olduğumuzu anlattı.hz peygamberimizin tüm kavramlara ve bilinen tüm geleneksel anlayışa nasıl farklı bir bakışı açısı ile yön verip bize bunu öğretiş metotlarından ders yaptı..eğer bir yerde çok büyük bir sıkıntı varsa buna, esma değişikliği oldu ,yepyeni bir idrake geçmenin sancıları,yenilenme olarak bakmayı öğrenmeninse nasıl muhteşem bir idrakle yükseliş olduğunu bize çok güzel anlatarak öğretti..Bugün çok dolu doluydu.ve bizim memlekette de esma değişmişti ve bu kadar basit şeyi idrak hepimizden uzaktı.. Bakalım inşallah idrak edenlerden oluruz..


 27 aralık Cuma..
bu sabah itibariyle bu masalı yazmaya başladım Sevdiğim.yazımın en önemli yeri burası bence.aslında geçen hafta o kitabı okurken o hızla yazmış olsaydım çok şeyi yakıp yıkacak ve Seni çok incitecektim & Sen de beni o öfke ile yakıp kavuracaktın biliyorum.belki teferruatlarımın gizli deruni yerlerine yine bunu Senin anlayacağın şekilde yapmış veya yapacak da olabilirim?!.kendimi suçlu hissedemem.çünkü tahsilim ALİlik üzerine malum. Sen en baştan bunu bilerek kabul ettin. bir ben bilmiyordum.. anlayarak bilenlerse başıma gelecekleri söylemiyordu.. sadece vakti gelen herkes rolü gereği hayatıma girip, bana bir ipucu verip, beni diğer oluşma  paslıyordu.. böylece Ali Kitabını ararken seneler geçti ve ben, bu yolları arşınlamış, kendi sahasının erbabı pek çok  zevat ile tanıştım..bugün hepsine şükredip hamd ediyorum ki, ben kadar zır cahil birine emek verip, beni nerden nereye sürükleye sürükleye, canımı yaka yaka ,bağırta bağırta getirdiler..


şimdi öyle bir yere geldim ki!…geçen hafta nasıl bir kızılbaş alevi olduğumu ve sonradan olan hiçbir sahte alevinin, turuku âli  aleviyeleri ile asla boy ölçüşemeyeceğini filan yazacaktım. hatta çok hoş esprilerim dahi vardı. ama şimdi hepsi yağmalandı Sevdiğim. keşke Sana geçen hafta o kitabı okuduğumu yazmasaydım. ama biliyorsun her korktuğum şeyi Sana yazarak haber verdiğimde, Sen onu benden alıyorsun. işte o kitabı okuduğumu Sana yazana dek nasıl ağlaya zırlaya isyanla okuyordum görecektin. herkesle kavgaya  hazırdım. hepsinden nefret ediyordum. hiçbirini artık anmak dahi istemiyordum.. bize hep yalan tarih yazılıp okutturulmuştu. okuyup araştırıp, hakikatleri kendimiz birleştirip öğrendiğimizde, hiçbir şeyin bize öğretildiği gibi olmadığını anlıyor ve kandırılışımıza isyan ediyorduk.. ve harfler çook canlıydı,özellikle benim için..o yüzden her şeyi okuyamıyor, okuduklarımdan beni koru diye Sana haber vermek zorunda hissediyorum kendimi..


Bu kitapta bir yer vardı. son nefesin verildiği dizler hakkında.hakiki sevgili ve dizinde göğsüne başını yaslayarak ve yüzü yüzünde gönlü gönlüne aktığı başkaydı. bunu  okurken çok ağladım Sevdiğim.sonra kitabı kapattım. doğru muydu?. kalbim doğru diyordu.sonra birkaç sayfa ilerideki yerden sayfayı açtım.ve sağ elim sayfanın üzerindeydi ağlıyordum ki bir baktım;   parmaklarımın ucunun gösterdiği cümle, birkaç sayfa evvelki aynı göğüs göğüse nefesin verilişi  cümlesinin tekrarıydı.evet kalbim bu doğru diyordu.. birde Nad-ı Ali var tabii..ALLAHIM, harflerin ve sayıların piri olan zat’ı ve kendi ÂLİ'yi bu derece severek,  bu kitabı böyle yüksek bir aşkla yazan, tarihi bir kütüphanenin müdürü olan ve yazdığı her şeyi sayfa ve kütüphanesine dek ismen- her biri sünni bir belgeyle kaydetmiş biri, bu şiiri asla alelade sayfaya koyamaz dedi kalbim.ve Nad-ı Ali sayfasının rakamına baktım 164. Sayfa idi.toplamı devam eden birler, 11. di.. yani hz ALİ ‘nin ebcedi .bu bile beni derinden sarsıp ağlattı..üstelik bunu daha ilk anda idrak etmem de bana ait  değildi..


 hasılı Sevdiğim.. Sen bana neler yaptın bilmiyorum.. lakin tüm hayatımı sarsan bir kitap okudum ve onla alakalı tek rüya görmedim?!.Sense, uzun zamandır beni terk etmiştin. bunu normal bulmuyorum.ruhum körkütük Sana aşık,bir kez daha  Senin aşk mıknatısına tutulduğum şu günümde sevinçten havalara uçarken; Senin, bendeki o mananın ve derdin tümünü de aldığını şimdi yazarken anlıyorum.yazmak istediğim her şey uçup gitmiş ve bir izi dahi kalmamış. ama bu kitabı hazırlayanı ziyarete kabul ederse gideceğim inşallah ve Sen yanımda olacaksın değil mi? yoksa kalbimde çok şey eksik kalır ..

ev sahibi el-âbâ  altındakiler
şimdi Sana, ben o kitabı okumaya başladığım andan itibaren devletimizde de başlayan iç karışıklıkla anladıklarımdan hiç olmazsa bahsedeceğim. çünkü ben ne geçmiş zamana, ne gelecek zamana inanıyorum. her dem aynı şeyi farklı yorumla, tekrar tekrar, şimdi yeni bir şey söylemek lazım metoduyla, zamanı, geniş zamanda yaşayarak kaydettiğimize inanıyorum. benim için bu zamanda hz Peygamberimizi temsil eden makam önemli. O’nun ehli beytim dedikleri hakikatte kimler?. çünkü bazı peygamber eşleri ve çocukları ehli beytten değiller. mesela ebu cehil, ebu lehep, muaviye  ,hz peygamberimiz tarafından Medine'den kovulan ve asla geri çağırılmaması emredilen el hakem ibn el as melunu  daha sonra Medine'ye davet edilmiş ve fitneci başı oğlu mervan'da ortalığı ateşe salmıştır vs. filan..bunların hepsi hem umumi geniş daireden ehlibeyt-i akraba ,hemde ashap..

pekii bunlar esasında  ashab değil ashab bozucu değiller mi? İslamın köküne kibrit suyu sıkmış
ve  hz Peygamberimizin getirdiği gerçek insani eşitliği en kısa zamanda kaldırıp, yine aile hanedanlığına ,yine aşiret –asalet putperestliğine, sınıf farklılığına,kadın zulmüne, islamı, anlamı dışında kullanım ilmi siyasetine tez vakitte dönüştürmüşler. peygamberimizin ümmetine tek miras bıraktığı emanet Kur’an-ı kerim ve o hz. Kur’an’ın canlısı olan, ilk saf daire-i nokta olan, ev sahipleri ,pençe-i Âli Âba sı ilk elden saf dışı edilip, hz Kur’an kağıt sayfalarına hapsedilmiş. bugünde aynen bu zihniyet genelde devam ediyor malum.çok az uyanmış insan var.diğerleri ayaklı cenazeler..güdümlü taxim sürüleri misali..


Kalbim şunu söylüyor.hz Peygamberimizin hırkası altındakiler aynı O’nun gibi olan, tam ehliyet sahibi olanlardı.
ama insanoğlu çiğ süt emmiş. İçindeki” onda var, bende neden yok” kıskançlığı habis bir ur gibi..hz ADEM babamızın, Habil gibi ,birde Kabil adında evladı vardı.biri daima kurb’an seçilmeliydi..ve Habil kurb’an dı..yerine Allah’ın hediyesi olan ŞİT as geldi. Hz İbrahim’in iki oğlu vardı, hz İsmail kurb’an seçilmişti.. ve Yakub as 12 ay’ lık mevsimler misali 12 oğlu vardı ve hz Yusuf diğerlerine kurb’an seçilmişti..hz Meryem, annesinin Rabbine kurb’an adağı idi..ve o kurbanın yine bir kurb’an oğlu  hz İsa oldu.hz Zekeriya, hz  Meryem gibi iffetli bir evlat istedi, aynı onun kadar has Yahya as. adında bir oğlu oldu. ama iffetsiz bir kral ve iffetsiz  kızının kurbanı oldular.. hz Muhammed sav ise tüüm hakiki, ilk saf olan-atom çekirdeği içi sayılan (ATON-at10=güneş ) ehli beyt-ini bir elin BEŞ- 5 parmağını da birden bu haris insanlığa kurb'an etti hemde hiç ara vermeden, nefesini müteakip gün sayanların göreceği vakte dek....TÜM PEYGAMBERLER HEM KENDİLERİ, HEMDE AİLE BİREYLERİ İLE YARATILMIŞ AHALİYE HEP KURBAN OLDULAR. bir taraf zevk-ü sefa sürerken, bir taraf daima ibadet eder ve diğerleri de onları horlayıp aşağılar. İncelik,hatır, gönül bilmezler o emanetleri katlederler nedense.
ev sahibi el âbâ içindekiler

Oysaki nasıl insan ruhu ve nefsi bir vücudsa ki, bunu ikilinin ikincisini lamelif harfi gibi anlayabiliriz ve peygamberimiz LAMELİF TEK BİR HARFTİR ONU AYIRMAYINIZ demiştir. işte MUHAMMEDALİLİKTE böyle tek vücut olmak demektir. onları ayırmak ve onların anlamını anlamamak onlara hiçbir zarar vermez. Fakat tüm yaratılmış iki ayaklılara büyük zarar verir..ama bu yolun MuhammedAli yolcularını hiç kimse ne yolundan, ne de bu muhayelenin gelecek akımlarından alıkoyamaz vesselam..



*şunu unutma ki, taa hz Peygamber bu alemden göçtü, din siyasete alet edildi ve baş olma sevdası, emaneti ehline vermeme ve ehliyetsiz ellerde islam kadar üstün bir öğretiyi heder etme savaşları da başlatıldı..dünyada en az yetişen şey, toplumları bir arada tutabilecek ve yeni tekamül evrelerine ahaliyi taşıyabilecek liderdir..gerçek liderler nadiren doğar ve genelde çok kısa sürede üstün başarı sağlar lakin yine en yakın ailesi, dost sandığı ashabı,ve avam tarafından hırs ve kıskançlıkla alaşağı edilirler.sonra kaos ve uzun yıllar bu adaletsiz kadir bilmezliğin getirisi olan toplu cezayı çekme gelir.insan elindekini bereketlendirip çoğaltmayı öğrenmeli ve çalışmalıdır.elimizdeki malzeme bu deyip ,o malzemeden yepyeni şeyler –esma evlilikleri yapabilmeli ve yepyeni İsa bebekleri doğrurabilmeliyiz..


*TARİK-İ ÂLİ MAVİ GÜNEŞİME: Sevdiğim işte 
yukarıda söz verdiğim tövbem,eğer kabul edersen biâtı kaydımdır;
... ikisi de hiç konuşmuyorlardı.. ve sessizliği bozan çocuk aşkla baktığı gözlerden gözünü çekmeden ellerini uzattı. ve Zaman çocuğun istediğini anladı, elini  verdi.. çocuk o eli öptü. sonra elin içini yavaşça çevirdi. parmaklarını o avuçta gezdirip, sonra uzanıp o avucu öptü.. gözlerini kaldırdı, Zaman’a baktı. iki gözde gülüyordu. ve çocuk uzandı … … .. (noktalı boşlukları sadece Sevdiğim dolduracak lütfenJ) Sevdiğim.. şimdi kaldırıp kendimi içine attığım bu kuyudan istiyorsan beni yine Sen çıkartacaksın.. istemiyorsan ben o kuyunun derin karanlığında kendimdeki Senle yaşamaya devam edeceğim vesselam..mutlu seneler..





DÜNYANIN EN ZOR 28 SORUSU ve DÜNYANIN EN KÖK HÜCRESEL 28 CEVABI.. 

15.soru..Rûy-ı Revan Çeşmesi hangi kişinindir? Yani erimiş tunç ki su gibi akardı. O kişi o kadar tunçtan bir şehristan yaptı ki,o şehristan nerededir ve kimin elindedir?(*rûy-ı revan’a arapça da ayn-ı kıtr, türkçede akartunç denilir.)

15.cevap…Bu şeyi Allahu Teâla  Süleyman as ‘a boyun eğdirmiştir. gelen rivayetler şöyledir. o akar tunç ırmağı Hz Süleyman için her ayda üç defa akardı.Süleyman as. Ondan ne dilerse işlerdi.

 “Erimiş bakır çeşmesini biz Süleyman için akıttık.”(Sebe sûresi,12)

Bir gün Süleyman a.s devleri ve perileri topladı. Onlara:” bu akartunç ırmaklarından kendim için bir kale ve bir kent yapınız ki, o şehir kıyamete dek dursun ve ona zarar gelmesin. Büyüklüğü 12 mil olsun. Hem o kale öyle bir yerde olsun ki, hiçbir ademoğlu onu bulamasın.onu hile,tuzak ile yıkmaya, bozmağa çare bulamasın.Benim hazinem,kitaplarım ve o tunç pınarım o kaleye iletilsin”. Halkı bu yolda düşündüler ki, orası Endülüs denilen bir yerdi..bir yanı çöplüktü.öyleki 20 gün bir kişi hızlı hızlı gitse su ve ot bulmaya derman bulamaz dediler. Süleyman as. Devlere emir buyurdu. O getirilen akartunç ırmağı ile devler buraya ulu bir kale yaptılar..Yerin altından ona bir yol açtılar. Tılsımlar ve büyülerde bulunup o yolu kimseye bildirmediler, ta ki ademoğlu o yolu bulup bilemesin istediler. Süleyman as’ın hazineleri, kitapları,nesi varsa hepsi bu kaleye getirilip saklandı.

((*taa. Emevi hükümdarlarından Mervan oğlu Abdülmelik emir olup Endülüs sınır boylarını Musa bin Nasra verdi.bir gün onun katında bu şehrin sözü edildi.Abdülmelik o şehri görmek istedi ve Musa b.Nasr’a , Süleyman as ‘ın şehrini bulup kendisini çağırması için bir emir mektubu yolladı..Musa etrafındaki tüm tedbirli adamlarla her yana haber saldı.yanına en yiğit 1000 kişi ve 40 günlük erzak alıp yola çıktı.şehri aramaya çıktılar.tam dört gün gece gündüz gidip en son o şehrin kalesine vardılar.oraya beş mil kala gecenin yarısıydı ve türlü acaip –şaşkınlık verici şeyler gördüler.öyleki gözlerine güneş ,ay ve yıldızlar gibi parıl parıl parlayıp ışıldayan nesneler gördüler.askerler bundan korkup ağır ağır yürüdüler.sabah o kalenin dibine gelip,kalenin çevresini sardılar.kapıyı aradılar ama içeri girecek hiçbir yer  ve duvarların yüceliğine hiçbir çare bulamadılar.

Musa bunun üzerine tellal bağırttı.kim kaleye çıkıp,içeride olandan haber verirse 100.000 akçe bahşiş vereceğini vadetti.Bir yiğit talip oldu.ne kadar eşya varsa üst üste yığıp,urganlarla  onu kale duvarına çıkarttılar. O kişi duvarın üzerine çıkıp aşağı baktı ve kahkaha ile gülüp kaldırıp kendisini kalenin içine attı yok oldu.Sonra başkası denedi ve akıbeti yine aynı oldu.bir kişi para istemeden beni çıkarın ama ben gülmeye başlayınca ayağımdan bağlı urganı çekip beni aşağıya alınki size durumu anlatayım dedi ve onu çıkarttılar.Oda kale içine bakınca kahkaha atmaya başlarken arkadaşları onun ipini kendilerine çektiler.ama başka bir şey aniden ipi kesip ,o askeride kale içine düşürüp yok etti..ve hepsi korkup pes edip geri dönmeye karar verdiler..ve kale etrafında son kez dönerken bir kitabeye rastladılar.kitabede şu şiir kazılıydı:

Ey gücüne ,ömrüne gururlu olan kişi,bilki dünya kimseye kalmaz.Gelmiş geçmiş ne bir mal çokluğuyla ,ne ordu bolluğuyla harun gelmiş geçmiş .ne malın çokluğuyla ne asker çokluğuyla bu dünya kalmamıştır,bir Süleyman’a bile. Davud oğlu Süleyman bilin ki işte benim..Allah’tan akar tunç çeşmesi istedim! Rabbim de verdi onu.koydum bu ıssız yere,diktirdim bu kaleyi devlere ,perilere .çamuru bakırdandı, kerpici de yakuttan.en kıymetli taşlarla süslendi kale ,her an bu bilinmelidir ki olmalı başa ülkü. Göz kapanır,kimseye kalmaz şu dünya mülkü!.Mülk yalnız Allah’ındır, vermek almak O’nundur..Ey yolcu !öğüdümün önünde bir parça dur,ibret al,düşün taşın ,karşısında bu taşın!..))

16.soru..Bu Cihanda Hak Teâla ile ortaklık davası eden kimdir? Ve o kişi,Yüce Allah’ın uçmağına(cennetine) benzer bir uçmak yapmıştır.o nasıldır? yeri nerededir?.

16.cevap..
bu iddiayı yapan Şeddat bin Âdi dir..o zaman dünya batıdan doğuya dek ve tüm cihan padişahları onun egemenliği altındaydı.gücüne ve saltanatına büyüklük duyup azmış Allahu Teâla’ya ortaklık davasında bulunmuş,Allah’ın cenneti gibi bir cenneti dünyada yapmıştı.
Şeddat AD’ın oğludur ki,Allahu Teala yeryüzünde ondan kuvvetli kimseyi yaratmamıştır.onların kurduğu binayı yeryüzünde kimse kurmamıştır.

Ey Muhammed! Senin  Rabbin Ad kavmine ve İrem kavmine nice iş kıldı..Onlara nasıl azap ettiğini görmedin mi?.O direk gibi İrem kavmine!.”(Fecir suresi,67)

Bu İrem Şeddat’ın adıdır. kimi kişilerde İrem Âd oğlu Şeddat’ın yaptığı cennetin adıdır ,kimileri de İrem , Âd kavminin şehirlerinin adıdır demişlerdir.
Şeddat kafir oldu ve Allah’ı inkar etti.Allahu Teala Âd kavmine HUD PEYGAMBERİ gönderdi ve onları İslama davet ettirdi.Hud as ,Şeddat’a “Allah’a iman ederse cennete gireceğini” haber verdi.. ve Şeddat, Hud as’dan cennetin nasıl bir şey olduğunu sordu. Hud as anlattı.Şeddat :”senin Rabbinin cenneti ahirette.. oysa ben tüm cihana hakimim.emir vereyim ki bu dünyada o  cenneti kursunlar ve emir vereyim adamlarım senin Rabbinle savaş etsinler” dedi.ve Şeddat emrinde olan, yeryüzünde  zulümde eşi benzeri yaratılmamış zalim İveç’e, Hud as ‘ın Rabbi ile savaşı emretti. bu İveç Amelika ve ‘Ad kavmi ulularından çok farklı biri idi.İveç, Adem peygamberin kendi oğullarındandı.Hak Teâla onu öyle büyük yaratmıştı ki ayağa kalksa başı bulutlara değer,yukarı çıkardı.Uzunluğu o kadardı ki denizin dibinden balığı eli ile tutar,alırdı..Güneşe tutar ,güneşin sıcaklığında balığı kızartır yerdi
J..

((*şöyle de denilmiştir;Nuh tufanı koptuğunda sular dağların başından kırk kulaç yukarı çıktığında dahi  İveç’in dizlerine dek ancak çıkardı..ve şöyle de denmiştir;İveç anasından doğduğu vakit Adem babamız yaşıyordu .Hatta Musa as zamanında da ölmemiş,diriydi!”..

yine derler ki;o,3600 yıl ömür sürdü.ne zamanki hz Musa zamanı geldi ve hz Musa, İsrailoğullarından  50.000 asker topladı ve bu İveç’le savaşa çıktı.İveç gelen hz Musa’nın ordusuna baktı ve bir dağı kaldırarak onların üzerine atmak için harekete geçti ve dağ taşı başı üzerine koydu.o esnada hz Musa rabbine dua etti ve rabbi bu duayı kabul etti. hemen bir küçük kuş yolladı ve o kuş İveç’in başı üzerinde atılmak üzere bekleyen taşın tepesine konup anında o taşı gagası ile deldi ve o taş İveç’in boynuna geçirildi.o yüzden artık onun adı İveç bin Unk-gerdan oğlu İveç dediler.hz Cebrail gidip hz Musa’ya müjdeyi verdi ve “beri gel ey Musa zafer senindir ,İveç’le savaş yap! Zafer senindir”..ve hz Musa kendisine verilen kudret ile ve elindeki asanın mucizesi ile İveç’i tek hamlede devirdi. iveç yere düşüp öldü..taa Kisrâlılar devrine dek bu yatış sürdü..
Kisra acem padişahlarına verilen addır. Keyhüsrev ve Keykavus bunlardandır.O zamanda Fırat ırmağının üstüne bir köprü kurmak istediler.o yönlerde ağaç bulunmadığı için 50 çift güçlü öküz ile İveç’in göğüs kemiklerini yükleyip, Bağdat şehrinde ,Fırat üzerine bir köprü yaptılar
J..bir 100 yıl ahali bu köprüden geçtiler sonra insan kemiği üzerinden geçmeye isyan edip  acem hümkümdarlarına sövdüler.o yüzden bu kemik köprü kaldırılıp şimdiki köprü yapıldı..))

İşte Zalim Şeddat,bu yeryüzündeki gelmiş geçmiş en zalim kişi olan dev İveç’i halife yapmıştı. Ve onu Hud as ve Rabbi ile savaşa görevlendirdi..ve yeryüzündeki cennetinin imarı için 100.000 kişiyi görevlendirildi. yeryüzünde havası ve suyu en latif ,en düz arazi tesbit edildi..tüm cihan padişahlarına emir  verildi, kendilerinde ve ahalide olan tüüm altın-mücevherat ona gönderile, tüm sanat erbabı ona gele..öyle ki çarşıya bir at veya eşek satışa çıksa, değeri bir akça olsa, kimsede o para dahi kalmadı ki bir mal alına ve çark döne..hatta ölülerin ağzına konan akçalar için dahi mezarlar açılmaya işte bu devirde başladı..böylece Şeddat yeryüzünü cennetini kurdu..kerpiçleri gümüşten,kubbeleri kızıl yakuttan, ırmakları sütten, şaraptan, sudan veya baldandı. taşları yakuttandı.kıyılara kum yerine inciler döşenmişti.toprağı misk ve za’ferandı .ırmakların kıyılarına ağaçlar dilikmişti ki yeşil zebercettendi.. yaprakları kızıl altın,çiçekleri ak gümüş,budakları incidendi..her budakta türlü kuş konmuştu.cevahirden olan her yuvanın içine miskü amber doldurulmuştu.yeller esip  o ağaçlara dokunsa ,misk ve amber kokusu yapma cennetin her yanına dolardı.her bir kuştan başka bir ötüş gelirdi. güneş doğup bu bahçeye vurduğunda ışıklardan gözler kamaşırdı.ayrıca yer yer misk ve amberden tepeler yapılmıştı.dünya yüzünde ne kadar  güzel oğlan çocuk ve göz görmedik  güzel kızlar varsa,hepsi türlü bezekli giysiler  içinde o köşklerde oturtulmuşlardı.tam 700 sene bu cennet için çalışıldı ama Şeddat bitişini görmemişti.. sadece vasfını işitmiş,görmesine çok az kalmış ve Hud as İLE SÖZLEŞMİŞTİ.

Hud as ‘a,”cennet tamam olunca sana göstereyim ,bak bakalım senin dediğin cennet kadar varmıdır,yokmudur ,bir kez gör “dedi..hz Hud onu bu asiliği için uyardı..ama Şeddat O’nu dinlemedi..vaktaki cennet  denen İrem Bağları tamamlandı. Âd oğlu Şeddat kendi yakını 100.000 kişi ile cennetini görmeye gitti..ona varmaya bir menzil kalınca bir geyik gördü..gönlü geyiğe kaydı.çünkü bu geyiğin kendisi gümüşten ,boynuzları altından,gözleri yakuttan,ayakları inciden yapılmıştı..Şeddat o geyiğin peşine atını sürdü ve geyik kaçtı.Şeddat ahalisinden çoook uzaklara dek geyiğin peşinden gitti.geyik gözden kayboldu ve bir atlının kendine doğru gelmekte olduğunu gördü..atlı Şeddat’a: ”ey Allah’ın zayıf kulu,ne düşünüyorsun sen! bu toprak üstünde yürürsün ve gidersin de hiç öleceğim demezsin” dedi..Şeddat kızdı: ”sen kimsin “dedi..atlı:”ben ölüm meleğiyim “dedi..Şeddat:”ne istiyorsun?”.atlı:”senin canını almak istiyorum”..Şeddat:”bir lahza aman ver ki şu yeri düzenledim, bir kezcik göreyim.”.atlı: Allahu Teala’dan emir yoktur”.Şeddat yalvardı:”bari askerime kadar gideyim”.atlı:”ferman yoktur!”..ve ölüm meleği anında onun canını alıp atından yere düşürdü..sonra kapkara bir bulut gökten askerinin üzerine indi..dünyayı kararttı. ansızın bir yel çıktı..bu sert ve soğuk bir rüzgardı..SARSAR YELİYDİ..

Âd Kavmi de önünde durulmaz ,dondurucu bir rüzgarla yok edildi”..(Hakka suresi,6)
böylece ne Şeddat nede askerleri o cenneti göremeden yok edildiler dedi hz Nebi..
O Yahudi ileri gelenleri ”doğru söylüyorsun Ya Muhammed.bizde böyle öğrendik ”diye çağrıştılar..

((*Muaviye bin Ebu Süfyan?! ‘dan hikaye edilmiştir ki, onun halifeliği?!! Devrinde Abdullah bin Kilabe diye biri  vardı..onun bir gün devesi kaybolmuştu.deveyi ararken tesadüfen Şeddat’ın cennetine uğradı..çok hayret etti.. çünkü hiç dünya bahçelerine benzemiyordu..şaşırdı kaldı..delirdiğini sandı ve yanına oradan bazı şeyler alıp muaviyeye getirdi.muaviye onlara baktı ,ateşe koydu .anladı ki üzerinden çok devirler geçmiş bu miskü amber artık değersiz ve oranın İrem cenneti olduğunu anladı.adamlarını  oradaki mücevherleri almak için yolladı.ama bir daha hiç kimse orayı bulup göremedi..
yine başka rivayetlerde bir dağın içinde mağarada şeddatın mumyalanmış taht üzerinde kaftanlar ve taçlanmış mezarına girilir.ama artık devirler geçmiş, el değen her şey toz oluyordu. sadece şeddatın bu dünyanın geçiciliğine dair yazdırdığı kitabesi baki kalmıştı..))

17.soru..
Bir yüzük taşına yazılan söz nedir?Hak Teâla o yüzüğü Davud peygambere göndermişti. Oğullarından” bu 10  söze kim cevap verirse o Mürsel (gönderilmiş)peygamberdir” diye haber verdi ve” yeryüzünde ne kadar kişi varsa onun boyunduruğuna boyun eğecektir”dedi..bu sorulara 10 çocuğundan hz.Süleyman cevap vermişti.ondan ötürüde dünyaya padişah olmuştu.o 10 söz ne sözlerdi?

17.cevap..
Süleyman as’ın mührü bir yüzüktür ki dört köşeli bir kaşı vardır..bu yüzüğü Cebrail as uçmaktan(cennetten) Allahu Teâlanın buyruğu ile çıkartıp,Davud as’a getirmiştir ki, o yüzük Mührü Süleyman’dır..Kaşının bir köşesinde ELMÜLKÜ LİLLAH yazılmıştı..

 Cebrail as dediki:”Ey Davud,Hak Teala’dan sana 10 soru birde yüzük getirdim.Allah’hın buyruğu şudur ki oğullarını toplayasın ve bu 10 soruyu onlara sorasın..hangisi doğru karşılık verirse senin yerine o geçsin.. devleri,perileri,ademoğullarını,yelleri,kuşları,canavarları,dünyada ne varsa ki hepsini buyruğuna baş eğdirsin, itaatli kılsın ve tüm dünyaya padişah olsun”..
Hz Davud on oğlunu çağırdı ve o on soruyu sordu. hiçbiri bilemediler..en son hz Süleyman ayağa kalktıeğer izin verirseniz bu sorulara cevap vereyim”dedi..hz Davud’un gönlü hoş oldu..
hz Davut 10 soruyu hz Süleyman’a sordu: Ya Süleyman! söyle bana dünyanın en kötü şeyi nedir ki ondan kötüsü yoktur?.. ve yine bana söyle ki en güzel şey nedir ve ondan daha güzeli yoktur? ve dünyada acı olan nedir? çokca tatlı olan nedir?..o nedir ki ondan daha çirkini yoktur? nedir ki ondan daha kabası yoktur? yine nedir ki o şey ki,ondan daha yakını olmasın? nedir o şey ki ondan daha ırağı olmasın?..yine nedir o şey ki ondan daha gussalı, daha kaygı verici şey olmasın? nedir o şey ki ondan daha sevinçli şey yoktur? Ey Süleyman bana bu 10 sorunun cevabını ver! ”dedi..

hz Süleyman babası Davud as’a dedi ki: ”Ey Baba! Bu dediğin sorular kolay şeylerdir. Dünyada en kötü şey insanoğlunun nefsidir..Ondan yekrek, daha üstün olmayan şey ise akıldır..gayette acı olan şey yoksulluktur. çok tatlı olan şey varlıklı, zengin olmaktır. insanoğluna sövmekten, küfürden daha çirkin şey yoktur. kaba(katı yürekli)kadından daha kabası yoktur.. insanoğluna ahiretten yakın şey yoktur ve bütün kişiler ona gitmektedir.. sonra dünyadan ırak şey yoktur ki, insanoğullarından ıraklaşmaktadır. .gayet gussalı, kaygılı şey ruhun bedenden ayrılmasıdır.. gayet şad ,sevinçli olan şey yine ruhtır ki, insanoğlunda bulununca bu sevinci duyar!”..

Hz. Davud:”gerçek söyledin,öyledir !”dedi..

18.soru..
Davud oğlu Süleyman as. kabri nerededir? ve Ademoğullarından O’nun çağına yetişen kimdir?

18.cevap.
Süleyman as’ın kabri bir deniz içindedir.bir taşı oyup içini bir köşk eylemişlerdir.onun içine bir taht kurulmuştur.Süleyman as padişahlığı zamanında nasıl oturmuşsa ,o tahtın üzerine öyle oturtulmuştur.o padişahlık yüzüğü hala parmağındadır.onu gören kişi kendisini diri sanır.o köşkün iki bekçisi vardır. bunlar o taş adayı daima dolaşır ,beklerler..gece olsun,gündüz olsun boş bırakmazlar.Ademoğullarından hiç kimse oraya varamaz..
Hak Teala onu öyle korumuştur ki hiçbir kişi o makama erişemez. Süleyman as dünyadan göçeli beri tek kişi oraya varmamıştır.ancak iki kişi vardır ki adları AFFAN ve BELKİYÂ dır.bu Affan hz Süleymanın kabrini öğrendi ve o yüzüğü almak istedi..Belkiya’yı yanına yoldaş aldı.yolda çok zahmetler çekerek oraya vardılar. Affan ilerledi ve o yüzüğü hz Süleyman’ın parmağından çıkartmak istedi ki ansızın çatlama ve patlama oldu.bir ateş parçası çıktı.Hak Teala buyruğu ile Affan tutuştu, kapkara oldu.Belkıya bu hali görüp geri döndü.bu haber etrafa yayıldı.bunun sebebi şu idi.hz Süleyman, ecel geldiğinde, asasına dayanıp dururken dünyaya gözlerini kapattı..hiç kimse onun öldüğünü bilemedi..bir yıl o asanın üzerinde durdu.bir yıldan sonra bir akça (beyaz)böcek ,Süleyman’ın asasını yedi.asa kırılıp yere düştü.o zaman devler,cinler,insanlar arasında karışıklık bozgunluk düştü.kavgalar belirdi..en son üç taife elbirliği ettiler.. Süleyman as ‘ı tahtı ile götürüp bu dediğimiz yere ilettiler..hikaye uzun ve kitabın ileriki  bölümlerine müracatJ..
yahudiler: “gerçek söyledin Ya Muhammed tevratta da böyledir” dediler..

19.soru..
Yeryüzünde ilk yapılan ev nedir?. Nerededir?
19.cevap..dünyada ilk yapılan ev Beytü’l Ma’mur du.Hak Teala hz Adem’e izzet edip O’nu cennetten gönderdi..o kızıl yakuttandı.Nuh tufanı belirince ,azap suyu dünyayı basınca ,o evi Hak Telanın emri ile gökyüzüne ilettiler..sonra Hak Teala İbrahim as emir buyurdu..İsmail as ile o evin yerine bir ev yaptılar ki,  Beytül Mamurun yerine yapılan şimdiki Kabe’dir..

doğrusu insanlar için yapılan ilk evdir”(Âli İmran suresi,96)
Yahudi alimler:”doğru söyledin Ya Muhammed bu tevratta da böyledir “dediler..

20.soru..
Dünyada ilk haksız yere kan akıtan ve ilk günah işleyen kimdir?
20.cevap..Dünyada ilk haksız yere kan döken kişi Kabil’dir.kızkardeşinden ötürü Habil’i öldürmüştür.o da şundan dolayıdır ki Havva Anamız her çocuk doğuruşunda ikiz doğurur idi.bunların biri kız biri erkek olurdu.ikisini bir birlerine verirlerdi..çünkü o zaman insan az olduğu için buna izin vardı. Habil’le doğan kız çok güzeldi.Adem as Habil’i çok severdi.o güzel kızı Hak Teala’nın emriyle Habil’e evermek istedi.Kabil buna razı olmadı.En sonunda Habil’i öldürdü.bu hikaye çok şaşılacak ve güzel bir hikayedir devamı ayetleri ile kitabın diğer bölümlerindeJ….

21.soru..
Yeryüzünde ateşe tapmanın temelini ilk kim attı?
21.cevap..Yeryüzünde ateşe ilk tapan Kabil’di. Kardeşi Habil’i öldürdüğünde babası hz Adem’den korkup kaçtı.Sahrada,yaban ellerinde dolaşır ,babasının yanına gelmezdi.zamanla Kabil’in çocukları çoğaldı.bir kuşluk vakti Kabil kendi evinde otururken lanetlenmiş İblis pencereden içeri girdi.. kapının karşısında durdu.Kabil:” ne kişisin? ne istiyorsun?” dedi..İblis:”ben melekim.gökten geldim ki sana nasihat edeyim.senin hakkında bir tedbir edeyim ki,baban ve anan yanına varasın, kardeşlerini göresin, hem de onlar senden razı olurlar.Seni öldürmezler.”dedi..Kabil çok zaman vardı ki anababasını, kardeşlerini görmemişti,kardeşlerini görmeye hasret çekiyordu. bu sözü işitince sevinçle: ”buna ne çare var?” dedi.İblis:” hiç bilirmisin ki bu ateş Habil’in kurbanını ne için yaktı?”Kabil:” ne için?”.. İblis:”çünkü Habil od’a(ateş) tapıyordu.ateş ondan hoşlandı.sende eğer ateşe secde edersen ,oda senden hoşlanır ve sen ne dersen onu yerine getirir”. Kabil’de hemen ateşe secde etti.Kabil’in oğulları da onun halini görüp ateşe taptılar. işte od’a ateşe tapmak ondan kaldı” dedi..
yahudiler: “doğru söylüyorsun Ya Muhammed tevratta bu yolda söylenmiştir “dediler..
devam edecek.(Tarih-i Taberi/F.Gürtunca çevirisinden alıntılanmıştır)..

28.12.2013
nur cihan
nuralem7@hotmail.com

20 Aralık 2013 Cuma

99 ACVE HURMASI (akik taşlarının) MASALI 78

99 ACVE HURMASI (akik taşlarının) MASALI 78

Merhaba Sevdiğim ve Merhaba..
bugün 13 aralık Cuma.. şimdi kar yağıyor.. sabah rüyamda tozpembe bir harman yeri tarla ve tozpembe bitkileri hayranlıkla izlerken uyandımJ.hayır olsun inşallah. geçen haftadan beri nadasa çekilişim daha bir arttı, bomboş hissediyorum.Sen hala kırgın olduğundan hayallerime teşrif dahi etmiyorsun..bende geldiğim yer üzerinde yoğunlaşarak, Sana anlatabildiğim kadar yazmak istiyorum ki, bana yardım edebilesin..
Bir defa her sabah-akşam aynı şekilde uyanmak ve uyumak.. hep aynı rutinlikte daima aynı hareketler, aynı kelimeler ,aynı davranışlarla küçük bir zaman çemberinde yaşadığıma fena halde kafayı taktım.. hatta her sabah bu tekrarlarımı yaşarken kendime sinirim bozulmaya başladı. bir yerde hata yapıyor ve onu fark edip düzeltmediğim içinde, bozuk plak misali bir öteki cümleye geçip diğer bölümü  çalıp yaşayamıyordum..

hava+su+ateş+toprak=RUH
ve düşüncelerimin bedenime, beynime sığmayıp alıp başını gitmesine kızıyorum. beden olarak son derece zayıf, güçsüz, çaresiz, zavallı bir varlıktım. Oysa ki düşüncelerim bedenime sığmadığı gibi, zamana da sığmıyordu. idraki muhayyilem sık sık zaman çemberimden dışarı çıkıyor.. zaman dairesinin içine hapsolmuş bedenim, zaman sarkacının hipnozuna tutulup toplu rüya gördürülen ahâlinin çok daha fazla dışına çıkmaya dahi başladı.. bu durum beni korkutuyor Sevdiğim. düşüncelerimi kaybedeceğimden endişeleniyorum. delirmeyeceğime vaad aldığım halde, delilik mefhumuna gidip gelebildiğimi bildiğimden, aklımın bu esnetilmiş yapısına da çook şükretmem gerektiğini de biliyorum tabii.eğer  bir lazer ışığı düzleminde olan akıl ve delilik hattında gidip gelmeseydim, bunları ne yazabilir, ne düşünebilir, nede o hayalleri görebilirdim (*şimdi bu bölümü okudum ve kızım sen sıyırtmışsın ya huu bile dedimJ)..

sadece aciz, çaresiz hantal bedenim için isyankar olduğumu ve gizli reddedişimin hala sürdüğünü fark ettim..bedenimden, onun için düşündüğüm tüm olumsuz zanlarımdan özür dilemek istedim.. ruhuma elbise -ruhuma tabut olup, ruhuma maddeleşme zevkini yaşattığı için bedenime tabii ki şükrediyorum. yoksa nerdee biz böyle maddeleşerek dünyayı deneyimleyelim! bir ruh’un yüksek mükemmelliğini al, bir pislik deryası olan kokuşmuş çamur heykel kalıp içine sok; kan, irin, her türlü pis nehirlerin- denizlerin içine o tertemiz bakir güzelliği at.. et, yağ, sinir, kas kara parçaları içine hapset. bu beden coğrafyası normalde hiç kimsenin sevip, beğeneceği bir şeyde değildir. inanılmaz leş gibi bir ağırlıktır. ona can veren, hayat veren, dirilik ve güzellik veren, nefes veren, o bedeni ayağa kaldırıp hafifleten, yerçekimine karşı gelen ruhun o asil ışığıdır. insanı güzel yapan nurdan olan ruhun ışığıdır. ışığı çekilen veya kapatılan kişi ne bedbaht bir kara zindandadır ah bir bilse..


12 aralık Perşembe..bu akşam beldemize gelen, çoook satan aşkın gözyaşları kitabının yazarı S. Yağmur’u dinlemeye gittim(nedense onu bir tiyatro olarak düşünüp, algılamıştım. meğer o bir tasavvuf sohbetiymiş fakat kalbime gelen ilk hissim yanılmamış, o gerçek bir tiyatrocu idi)..onu ilk defa dinledim. henüz hiç okumadım..mor yeleğinin bir yeninde arapça hiç, diğer yeninde ise koca bir vav harfi yazılıydı.şiir okurken üzerine attığı siyah şalının iki yakasında çift vav vardı. kendi şemsinden aldığı emirle, hz Şems hakkındaki o kitabı yazmış. Anlatıyor.. onda daha çok aile terapisti, mesnevi ile terapi yapan yeni akım tasavvufculuğu hissettim. yüzleşmeleri gayet güzel stand up misali yapıyor. ama sanırım esmalarımız uyuşmadığından, aşkı yani benim anlayacağım aşkı onda ne yazık ki hissedemedim. bir defasında tam dört saat kitaplarını imzalamış ve bir hanımın çaresiz bir bakışla dört saat bekleyip, elinde kitabı “benim şemsim nerede” diye ona soruşunu anlattı..bunu anlayabilirim. benimde arkadaşlarım AŞK romanı ilk çıktığında ve okuduklarında çılgına dönmüşlerdi ki, ben ne yazık ki bu tür yeni bir şeyi senelerdir hiiç okumadım (*ben başkasının derleme aşkını değil, kendi aşkımı okumadan yazıyorum zatenJ).. arkadaşlarımın “BEN AŞIK OLMAK İSTİYORUM,YETER!!BU ADAMDAN SIKILDIM! macera istiyorum, beni sarsacak-heyecan verecek-hayatımı yerinden oynatacak AŞK İSTİYORUM AŞK! diye ciyak ciyak bağırdıklarını gayet iyi hatırlıyorum.hatta pek çok okuyucunun türlü tehlikeli maceraya girdiğini de.. şimdi hatırlayıp gülüyorum-işte hayal ve yazı insanı bu türlü etkiler ve hayatlarımıza bilelim bilmeyelim nüfuz eder.o yüzden kimi, neyi, nasıl okuduğunuza dikkat etmelisiniz..


zaten bende sevme potansiyeli sıfır.aşk kabiliyetim de ne yazık ki yok..Aşk çok acıtıcı bir şey olduğundan, Sevdiğimin tercihleri de sürekli başka başka mecralara kayıp gittiğinden, bende naçizane artık bu ilmi aşk tezahür etti
J.iş bu ilmi aşk da çok zor bişi Sevdiğim. yani eskiden bir şaman-kam, kehanetçi, topluluğunun lider kişisi her şeyi bilirmiş. oysa binlerle yıldır ilim çoğaldıkça çoğaldı. her konu adına bir dal, her dala yan dal ve çıkıntılar eklenip uzmanlık kolları oluşturdu.

yanii.. geçende ikinci defa deneyimlemek istediğim astroloji sanal kursumda açıları ve açı kalıplarını işlediler..Allahım yaa..hiç bir şey mi anlamaz insan.işte ben o kadar cahildim. onlar bambaşka bir lisan konuşuyor ve birbirlerini anlıyorlardı. oysa ben hiçbir şey anlayamıyor ve konudan uzaklaşıp soğuyordum ki, öylede oldu. sonra ertesi gün Mü aradı. az evvel uyuya kalıp benim astro halimle alakalı gördüğü rüyayı anlattı, ikaz etti..bu rüya geçen yine bir arkadaşımın benle alakalı bu tür ikaz rüyası ile örtüşüyordu ki, benim o bej dantel motif elbiseli rüyalarımla da üçleme yapıyordu. durum şuydu: “astroloji derslerinden uzak dur.sen öyle öğrenmeyeceksin. bilmen gerekeni biz öğreteceğiz ve tarzımız öyle değil, ilmimiz öyle değil. sabret. sabret o her biri ayrı bir galaksi sistemi yıldız adası olan- o zaman devriye çarkları- esma motifli elbisesi, senin için örüldü zaten. giymek için acele etme.keyfini çıkart öğrenmenin ve öğrenci olmanın, mahfuzluğun. her motif diğer motifle birleşir, bu hem ferdiyet , hem de camilik için elzemdir. her çarkın içi merkezi yıldızdır.. dairedir. tek bir noktalı düğüm ,içi boşluk halkasıdır. o alyans yüzük vuslat delik alemlerin kapısı,tünel geçittir..bu tür anlatım; sen en iyi görerek ve bildiğin bir elişiyle yaşatılarak  öğrenebildiğin için ancak bu derece yüksek ifşa oluyor.kağıt üzerinde değil.yaşamayan her ilim ölüdür, baki değildir ,unutulmaya mahkumdur.   biz bize lazım olmayan ilimlerden seni uzak tutacağız ki, işini doğru yap ve ne sap ne sapıtmaya izin ver..

işte Sevdiğim sonra, bizim mexicoya giden face şamanistimiz, dün şu bilgileri  meşhur piramidin oradan geçti. o piramitin en tepesindeki tek oda kozmik enerjinin çok yüksek olduğu bir yermiş. evrenler arası yolculuk yapabilecek en özel derviş adayını imtihanla seçip, bu odaya eline kayıt cihazlarını da vererek, aynen bizdeki gibi uzun zamanlar sürecek ağır riyazatlı bir halvete sokarlarmış. bir maya dervişi bu halvethanede kaldığı müddetçe aynen bizdeki gibi gördüğü her şeyi, öğrendiği o sembolik kuş dili ile kaydedermiş.. halvetten törenle çıkartılan ve gün ışığına, normal gıdalara alıştırılan derviş tüüm yaşayıp gördüklerini bir bir yüksek konseye, yani büyük efendi mürşidine arz edermiş.ve bunlarda maya halkına güya duyurulmuş?!..tabii ki zamanda yolculuk yapan insiye maya dervişi halvethanedeyken asla yaşlanmadığı halde, dünya şartlarında en kısa zamanda bunun telafi edeceğini ve hızla yaşlanarak öleceğini de bilirmiş. yani mayalarda o piramitin tepesindeki halvethanede böyle bir yıldız habercisi olmanın bedeli daima, kısa zamanda ölümmüş ki, dervişler bunu bilerek razı olurlarmış.. onun için en yüksek şaman cenaze merasimi yapılır ve bir anıtı olurmuş..

oysa bizim Peygamberimiz göz açıp kapayıncaya dek, ruhu ve cismi ile miraç yolculuğunu yaptığı halde onda ne bir yaşlanma, nede cisminde bir hasar meydana gelmediği gibi, hiçbir zamanda yaşını göstermedi..demek ki mayalarda zamanda yolculuk ve halvet konusunda yerinde gitmeyen bir şey vardı değil mi Sevdiğim. çünkü İslam tasarrufu altında bazı dervişler inanıyorum ki, bugün dahi kendi esma potansiyeli ve kabiliyetleri kadarıyle miraç yolculuklarını yapıyor ve dönünce de öyle hemen madden ölmüyorlarJ ..neden? çünkü onlar zaten yaşayan ölüde ondan. ölmeden gitmiyorlar ki, ölerek gidiyorlar ..  islam sufizmin de ise aksine; miraç dönüşlerinde meczub kalmak, fetihten sonra delirmek ise nakıslık sayılıp, rehberin konusunda tam yetkin olmadığı kabul ediliyor.. efendinin tam ehil olmadığı, dervişinse sadakatsizliği söyleniyor ki, doğrusu bu.. daha ötesi Allah’ın gizli bilgisi ki, biz orayı –neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilemeyiz...

Sevdiğim, hani geçende Debbağ hz katibinin yazdığı kitabı okumuştum ya.işte orada bu konuyla alakalı bir şey vardı ki, bu bölüme hatırlayabildiğim kadarını eklemek istiyorum, bak! Debbağ hz anlatmış ki, bir derviş varmış. yıldızlarla alakalı tüm bilgiler onun rüya haberleriyle gelirmiş ve bu derviş bu esma konusunda yetkin olduğundanmış ..bir süre sonra bu uzay haberleri veren derviş ölmüş ve efendi üzülmüş. ah demiş artık göklerden haber verenimiz nicedir yok. sonra bir gün yeni bir derviş gelmiş ve o yıldız habercisi esma elbisesini, ondaki istidat-ı kabiliyetin o yöndeki meylinden dolayı,efendisi  ona giydirmiş ve derviş artık o görevi üstlenip, yıldız haberlerini o getirir olmuş. Debbağ hz katibi burada  demişti ki: aslında marifet o dervişte değildir. Marifet, makamı mührüyle yetkili olan mürşidinin o esmaları ona üflemesindedir.. tabii burada bahsedilen Debbağ hz nin, piramidin o devirdeki en tepe noktası olan makamına has bir şeydir. her kamil bunu ne bilir, nede yapabilecek yetki donanımında ve mecburiyettedir değil mi Sevdiğim..


işte bu haftalık bu kadar.. gelelim hz Peygamberimizin  beş Yahudi kahin din büyüğünün 28 sorusuna verdiği 28 cevabın ikinci etabına.. ben bu soruları aynen okuyup anladığımız gibi 1. Derecede tabii ki anlamaya çalışıyor, hepsine olduğu gibi iman edip kabul ediyorum. çünkü ben bir hayalperestim..hayal edilip kelimeye dökülmüş her şeyin yaratılabileceğini çok iyi bilirim de, kul olduğum için yaratamıyorum tabiiJ!!..ve Peygamber Efendimizin her soruyu, pek çok sayısız anlam tekamülünde cevapladığına da iman ediyorum. bunu tüm maddi kainatta anlayabiliriz.. manevi alemde anlayabiliriz.. tüm cevapları insan denen ülkenin vücud şehirlerinde yaşayan organları ve onları çalıştıran sistemler olarak anlayabiliriz. Demir elementini sinir sistemi- cezbe-i mıknatıs aşk olarak ,yecücle mecücücü fitne fesat ve fısıltı ve virüs olarak anlayabiliriz.
ve burada hz. Davut’un ve Zülkarneyn’ in demirini; sinir sistemindeki fısfısların geçemeyeceği, birleşim yerleri dahi belirsiz, geçilmez, kuvvetle kaynaklanmış BİR KORUYUCU ZIRH AURA KALKANI-IŞIK BEDENİ olarak ta anlayabiliriz. içimizdeki fitne fesadın- sadakatsizliğin kokusunun ehlince daima duyulacağını ve bu nahoş kokunun ölümlülere has olduğunu anlarız.. anlarız da anlarız.. devamı daha sonraki masallarda çünkü belli sayfayı geçince ben dahi kendimden çok sıkılıp okuyamıyor, kendimi terk ediyor, yazdıklarımdan bir şey öğrenemiyorum vesselamJ..


*zorunlu not:
Sevdiğim bugün 20 aralık Cuma.geçen Cuma bu masalı bu hali ile bitirmiştim ki, aniden pc nin tuşları kilitlendi..hiç bir şekilde yine çalışmıyordu. doğru aldığım markete gittim. yapamadılar ve servise aynı gün özel torpille yolladılar. normal tamir süresi üç hafta olsa da, tam bir hafta da yani bu Cuma sabahı fabrika ayarlarına dönmüş ve yeni virüs programı yüklenmiş halde, yine eski makine ama yeni kapasitesi ile eve avdet etti.. bende kendi içimde sakladığım, bu yazma ve yazmamam lazım geldiğinde stop edip, saatleri ayarlama ensütisü misali ,zorla durdurulma halime sadece seyirciyim inan.ve tabii ki halen yazmamı istediğini ve gelecek hafta bana nasıl asabiyetli şimşekler çaktıracağını da önemsiyorum?!.. kızarsın diye şimdi yazmıyorum. haftaya.. hani geçen aylarda, hakiki küfr-i imanda olan bir asra yakın bir çınarla tanışmıştım ya .işte onun dışarıya satışı olmayan kızıl kitabını okuyorum. kitap altıyüz küsur sayfa. henüz yarısını bitirdim. .daha sonra onu ziyarete gideceğiz Seninle ,inşallah ve amiin!!..lütfen kendimizi kontrol edelim, B komplex  vitamini iç ve ne yazarsam yazayım beni üzme olur mu?.bu geçen haftaki masalı da aynen tek bir cümle eklemeden el konduğu hali ile Sana yolluyorum ve SENİ SEVİYORUM..
**

DÜNYANIN EN ZOR 28 SORUSU ve DÜNYANIN EN KÖK HÜCRESEL 28 CEVABI.. 

8.soru:Ceblesâ ve Ceblakâ ne nesnedir ve nerededir?. Orada olan yaratıkların vasıfları nedir? Bunlar ne din tutarlar?. Yedikleri içtikleri nedir? Kendilerinin halleri ve dirilikleri nasıldır?

8.cevap: Cablikâ ve Cablisâ iki şehir yeridir. Birisi doğu ülkelerinde, birisi batı ülkelerinde bulunur. Doğuda bulunan kente Cablika derler, batıda olana ise Cablisa denir. Yeşil zümrütten yapılmışlardır. İkisi de Kâf Dağına ulaşmıştır.Her şehrin eni ve uzunluğu 2000 fersahtır.
..
.. Bu bölüm devamında her bir soruyu detay detay hz Ali soruyor ve her soruya hz Peygamberimiz tek tek cevap veriyor ki, çok ince bir münazaraya benziyor bu alış veriş.. dikkatle okuyalım lütfen ve ikisinin bilgisine hayran olup şaşıralım(hz. Ali’nin sorularını konu uzamasın diye yazmıyor, sadece cevapları kaydediyorum): “o şehirler karanlıklar içindedir ve Kaf dağına ulaşıktır.. Her şehrin kalesinin 1000 derbendi vardır. Her bendini yani dar geçidini geceleri 1000’er kişi bekler. Nöbet bekleyen o 1000 kişiye tam bir yıl tamamlanıncaya kadar bir daha nöbet gelmez. bu şehri şundan ötürü beklerler; çünkü o yanda çok halk vardır. Onlarla Cablisa ve Cablika halkı arasında düşmanlık üremiştir. Aralarında gece ,gündüz savaşları hiç eksik olmaz. İşte bundan ötürüdür ki nöbet tutarlar.Onlar ADEMOĞULLARINDAN DEĞİLDİR. Onlar yeryüzünde Ademoğullarının yaşadığını bilmezler. ONLAR ŞEYTANIDA BİLMEZLER.. Onlar Hak Tealanın ay’ı ve güneş’i yarattığını da bilmezler. Onların aydınlığı KAF DAĞININ IŞIKLARINDANDIR. Onların taş ve duvarları nur gibi ışık verir. Onlar hiçbir şey yiyip içmezler. Onların sırtı ,vücudu hiçbir şey giymek istemez. Melek değillerdir. Ama ibadetleri melekler gibidir.

Onlar cennet ehlidir!. İslam dini yolundadır. Miraç gecesi Cebrail as. beni o yöne iletti. Ben onlara islam’ı arzettim. Müslüman olarak Allahü Tealaya ve bana iman getirdiler. Bende onlardan birisine İslam’ın şartlarını öğrettim. O kişiyi onların üzerine vekilim, halifem kıldım. Sonra Cebrail as. beni FARS VEFİD tarafına ve YECÜC ve Mecüc ÜLKELERİNE ve MÜNSİL,BÂKIL ve NARİS KAVMİNE iletti.Onlara İslamı sundum. Fakat kabul etmediler, hepsi kafirdirler..

Halkımızdan hiç kimse onlara varmaya takati yetişmez. Çünkü dört ay karanlıkta gidilir. Ama AD KAVMİnden 3 kişi hz HÛD peygambere iman getirmişlerdi.Onlar Âd kavmi arasından kaçtılar. O şehristana geldiler.. Kimileri:“bu Cablis ve Cablika denilen şehirler batı yönünde bulunur, eğer onların kavgası olmasaydı, Yer halkı gök doğup dolandığında güneşin avazını işitirlerdi” derler, ama bu gerçek değildir. Çünkü öyle olsaydı, Ye’cüc ve Me’cüc haberleri gibi ve İskender seddi haberi gibi buda şöhret bulurdu.Şöyle rivayet ederler ki,İskender-i Zülkarneyn(iki boynuzlu İskender)bu şehri görmek için iki ay karanlık içinde gitti. Sonunda korktu.Yine geriye döndü.Çünkü karanlık içinde daha iki ay gitmesi gerekti ki, o şehre varabilsin.Bu şaşırtıcı haberdir.

Yahudi bilginleri bu sözleri işitince:”Gerçek söylersin ya Muhammed” dediler.Bizde Tevratta öyle bulduk. Ad kavminden kaçan o üç kişi,o Cabilka ve Cablisa şehrine düştüler. FİYD HALKIndan korktuklarından oradan çıkıp gidemediler. Çünkü o kavim onlardan çok daha güçlü ve daha çoktu.Sonunda o şehirde ölüp, orada kaldılar..


“”Çalabım bir şar(ŞEHİR) yaratmış/İki cihan aresinde/ Bakıcak didar görünür/Ol şarın kenaresinde
Nâgehan ol şara vardum/Ol şarı yapılur gördüm/Ben dahi bile yapıldum/Taş ü toprak aresinde
Ol şardan oklar atılur/Gelür ciğere batılur/Arifler sözü satılur/Ol şarın bazaresinde
Şagirdleri taş yonarlar/Yonup üstâda sunarlar/Çalabun ismin anarlar/Ol taşun her pâresinde
Bu sözü ârifler anlar/Cahiller bilmeyup tanlar/Hacı Bayram kendi banlar/Ol şar’ın menâresinde (Hacı Bayram-i Veli)””

9.soru:Ye’ cüc ve Me’cüc ne gibi kişilerdir? Nerede otururlar? Ne din tutarlar? Sıfatları ve dirilikleri, yaşayışları nasıldır? O seddi ki ,İskender-i Zülkarnen yapmıştır ,onunla Ademoğlunun aralığı ne kadardır? O Zülkarneyn dedikleri nedir? Ve O’nun işi ne idi? ve O ne zaman gelmiştir?

9. cevap:
Ye’cüc ile Me’cüc iki kardeştirler. Ademoğullarındandır. Birine YE’CÜC,birine de ME’CÜC denir. Bir takımın boyları uzun,bir bölüğünün boyları çok kısadır. Kulakları fil kulağı gibi olup, onlar gayet kalabalık bir kavimdirler. Eriştikleri yerin ağacını, otunu, taştan ,topraktan başka her şeyden kuruturlar.Her nereye ayak bassalar yıkarlar, yok ederler. Onlar doğu tarafında olurlar.GÜN DOĞACAĞI VAKİT HEMEN YERİN ALTINA GİZLENİRLER.. Onların bir yanında bir dağ vardır. Çokça yüce bir dağdır. Öyle ki, o dağın geçilmesi kolay değildir.O dağın çevresinde ileri kentler çoktur. Eğer Ye’cüc ile Me’cüd o dağı geçebilselerdi, eriştikleri yerin ağacını ve otunu ve insanlarını bile yerlerdi.O dağın bir yerinden bir yol vardı. Vakit vakit o yoldan çıkarlardı. O yönleri de yıkarlar, yok ederlerdi.

İskender-i Zülkarneyn o bölgeye varınca, oranın kavmi İskender’e geldiler, yalvardılar: Bize bir çare eyle! Bizi Ye’cüc ve Me’cüc elinden kurtar! Her ne harcarsanız biz öderiz” dediler. İskender onlardan demir ve tunç istedi.Onlarda getirdiler.Hazırladılar. İskender’de o demir ve tuncu eritti. Sağlam bir sed, duvar yaptırttı. o zamandan beri o halk, diğer halkın kötülüğünden ,saldırganlığından kurtuldular.

10.soru: Ashab-ı Kehf kimlerdir? Onlar kaç kişidir? Ve ne zamanda gelmişlerdir? Ne dinde idiler?

10 cevap:
Ashab-ı KEHF (mağara ashabı) şudur. Eski zamanda bir padişah vardı. Adına  Dakyanus derlerdi. O’nun bir şehri vardı. Adına ESUS(TARSUS) derlerdi.O kavim bütün kafirdiler. Dakyanus’a ilah diye taparlardı. Bu olay ise hz İSA ‘dan önceydi. O padişahların has adamlarından yedi kişi Müslüman oldular,yani Allahın birliğine inandılar.Dakyanus’tan kaçtılar.Bir mağarada gizlendiler.Hak Teala o mağaranın kapısını kapadı, onları kimse görmedi. Uykuları geldi, hemen yatıp uyudular,300 yıldan fazla o mağarada kaldılar. Dakyanusun zamanı geçti,İsa as geldi, o halkın çoğu hz İsa’ya iman edip Müslüman oldular. Sonra Hak Teala o yedi kişiyi kaldırdı.

11.soru:
Ashab-ı Uhdût(yerden çıkan ashab) kimlerdir? Bunların dinleri ne dindir? Ve ne zaman gelmişlerdir?

11.cevap:
Necran adında büyük bir şehir vardı,bu şehrin halkı hz İsa’ya iman getirmiş, O’nun şeriatında yürürlerdi. O dolaylarda bir padişah vardı ki adına Yusuf derlerdi. Takma adı Zûnuvas yavuz bir padişahtı. Askeri son derece çoktu. Sonra İsa peygamberi HAK Teâla göklere çıkardı. O’nun havarilerinden birkaç kişi o Necran şehrine geldiler.O halka:”MUSA as nın şeriatı kalktı.Bir peygamber geldi, adına İSA derler, şimdi hak dini İsa peygamber dinidir, Musa peygamber dinini bırakıp, İsa peygamber dinine uymak gerekir “dediler ve İsa as.’ın mucizelerinden akıl almaz olayları bunlara gösterdiler ve onlarda yeni şeriata uydular,iman ettiler.Meğer o şehirde Zûnuvas’ın adamların birkaç kişi  vardı ve o kavim onlara,” sizinde iman etmeniz gerekir “diye tutturdular. Onlarda yeni dine girmeyince o kavim onları öldürdü.Zûnuvas bunu duyunca hiddetlendi,50.000 askerle onların üzerine yürüdü. Şehrin çevresini kuşatıp hendekler kazdırıp, hendeklerin içine ateşler yaktırdı. Sonra tüm halkı tutuklayıp,o hendeklere getirip onları dinlerinden dönmeye davet etti. dininden döneni saldılar. diğerlerini hendeklerdeki yanan ateşlere atıp yaktılar. İşte ASHAB-IL UHDÛD  bunları ateşe atanlardır ve Kur’an’da bunlara lanet edilmiştir..

Hazırladıkları hendekleri tutuşturulmuş ateşle doldurarak, onun çevresinde oturup, inanmış kimselerin dinlerinden dönmeleri için yaptıkları işkenceleri seyredenlerin canı çıksın”(Buruc ,4-7)

12.soru: Ruh nedir?Ruh’un yaratılması nasıldır?
12.cevap: bu soruya hz Cebrail şu ayeti hemen getirdi:
Ey Muhammed! Kafirler sana ruhtan sorarsa ,Sen de ki, ruhtan haber vermek işim değildir. Ruh Allahü Teala’nın emridir ki,size az bir şey verilmiştir”.

13.soru:Hak Teâlâ’nın yeryüzüne gelen peygamberleri kaçtır? Onların gönderilmişleri ne kadardır? Ve kaç peygamberle Allahü Teâlâ ölüyü diri kılmıştır?

13.cevap:
Allahü Teâlâ’nın 124.000 peygamberi vardır. Bunlardan 313 peygamber Mürsel-gönderilmiştir. yani onlara Cebrail as gelip vahiy indirmiştir.. Onların ilk Adem as ,sonuncusu Muhammed as ‘dır..Bu peygamberlerin dördü Süryanice konuşurlardı ki; hz.Adem, hz. Şit, hz İdris, hz Nuh’dur.. Dört peygamberde arapça söylerdi ki; bunlar hz.Hud, hz. Salih, hz.Şuayb ve hz Muhammed idiler.. fakat ölüleri dirilten peygamberlerden birisi İmran oğlu Musa as dı. Kavminden öldürülmüş birisinin yakınlarının hak  talepleri başvurusu üzerine ve Rabbinin dilemesi ile,Rabbin dilediği evsafta bir sığırı kurban edip kuyruğu ile bu katledilmiş ölüye vurarak diriltmişlerdi (çünkü o ahali sığıra tapıyordu ve mucize bu yöndeydi)ve ölü kendisini kimin öldürdüğünü söylemişti...

Ya Rabbi !Bunlardan birkaç kişi cahillik edip buzağıya taptıkları için bizi onlarla birlikte mi helak edeceksin? Kaldı ki buda senin deneyişinden ,bir sınavdan başka bir şey değildir. Sen dilediğini sapıklığa, dilediğini yola iletirsin”.(Araf  suresi,155)

Sonra sizi biz ,bu nimetin şükrünü bilip şükredersiniz diye, siz ölünce yine dirilttik
Diğer ölüleri dirilten peygamber hz İsa idi. Topraktan kuş yapar ve onları dirilterek uçurabilirdi..
Ben sizin için topraktan bir kuş yapayım. Ona üff.. diyeyim,Hak Tealanın buyruğu ile kuş olsun. Gözsüzü gözlü kılayım. Abraşın abraşlığını gidereyim, ölüyü dirilteyim”.(Al-i İmran,49)
Hz İsa topraktan kuş yapıp dirilttiği halde halkı ona inanmayıp, büyücü dediler.. O’dan hz Nuh’un oğlu SAM’ ın cesedini diriltmesini diledir .ve halk onu uzak bir nehir dibindeki mezarından çıkarttı. İsa as onu diriltip konuşturdu ve o zaman ahalinin çoğu ona iman ettiler..

Danyal as da ölüleri diriltmiştir: çook eskiden vebadan kırılan bir halkın 1000 kadarı ölmemek üzere kaçtılar.ama bir dağ başında hepsi aniden birer birer öldüler. işte Danyal as bunları tekrar diriltmiş ve hayatlarını devam ettirtmelerini Rabbin dilemesi ile gerçekleştirmiştir. bu ahalinin soyu halen yaşar ve bu ölüp dirilmenin mirası olarak ta o ölümün çürüklük kokusu onlarda devam eder..

Ey Muhammed! Görmüyor musun ki 1000 insan veba korkusu ile yurtlarından çıktılarda , Allah onlara (ölün)dedi,öldüler.”(Bakara,243)

14.soru:Demir kimin elinde hamur gibi yumuşak bir hale gelirdi?.Ne dilerse ondan yapardı?

14.cevap:
Demir ve tunç  DAVÛD as ‘ın elinde hamur gibi yumuşardı.O,her ne dilerse ateşe koymadan demiri işlerdi. Bu şey Davud as mucizesiydi. Bundan ötürü ki bağlama yerleri belirsiz zırhlara DAVUD ZIRHI denilirdi. Hak Teala Kur’an’da “Biz O’na demiri yumuşak ettik !” diye buyurmuştur.. devam edecek..(TARİHİ TABERİ’DEN ALINTIDIR)

************
Hz.Davud'un kılıcının  sırrı
Bir zamanlar adeta dünyanın idare merkezi olan ve asırlarca bu vasfını sürdüren Topkapı Sarayı… Bugünkü adıyla ise Topkapı Sarayı Müzesi… Dünyanın manevi başkentlerinden biri olan İstanbul’da, Sarayburnu sırtlarında muhkem bulunan bu müzenin “kutsal emanetler” bölümünde öyle bir parça muhafaza ediliyor ki, o parça, taşıdığı gizemi yıllardır koruyor. Onun sırrı yıllarca birçok araştırmacıyı peşinden sürükledi ama kimse henüz bu gizemi çözemedi. Hz. Davut peygambere izafe edilen kılıç ve onun bir çeşit kripto metodu ile yazılmış kitabesinden bahsediyoruz. İlginç olan ise kitabede, sadece geçmişte kılıcın başından geçmiş olanlardan değil, gelecekte geçecek olanlardan da bahsetmesi.
Kehânetlerin bir kısmı gerçekleşti:
Osmanlı’nın (Yavuz Sultan Selim dönemi) Mısır’ı fethedeceği otuz yıl öncesinden yazılı olarak kehanet edilmiş ve “Mısır Fethi” kitabedeki gerçekleşmiş kehanetlerden biri… Kitabe, Osmanlının bitişini de haber veriyor. Ama bizler için asıl merak konusu olan, ondaki, geleceğe ait büyük kehanetin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği.

Kılıcın serüvenin nasıl başladığı, ilk olarak Topkapı Sarayı Müzesinin eski Sabık Müdürü Tahsin Öz tarafından yazılan ve 1953’te yayınlanan “Hırka-i Saadet Dairesi ve Emanat-ı Mukaddese” isimli kitapta gündeme geliyor.
Emsaline Tesadüf Edilemeyecek” (Benzerine Rastlanamayacak) Bir Kılıç:
Topkapı Sarayı Arşivinden Telif Ücreti Ödenerek Temin Edilmiştir.
Bu kitabın 38. ve 39. sayfalarında kılıç ve kitabesiyle ilgili eski müze müdürü Tahsin Öz’ün yazdıklarını aynen aktaralım:
“Bu kılıç, envanteri yapılmak üzere açıldığı sırada, tabanı diğer kılıçlara nazaran daha kalın bir pas tabakası altında idi. Mütehassıs memurlar elile temizlenince, üzerinde insan resimleri ve yazılar bulunmuş ve bunların etüd mevzuu olduğu belirmiştir.
Kılıcın kabzası ağaç üzerine siyah meşin kaplı ve balçağı demirdendir. Uzunluğu 101 santimdir. Tabanı geniş iki ağızlı ve ucu sivridir. Tabanın kabzaya yakın kısmında bir insan resmi bulunmakta olup bir elinde kılıç ve diğer elinde bir kafa tutmaktadır. Bunun altında gayet yüzden hâk edilmiş arabca bir satır bulunmakta olup yazıların arasında cinsini tesbit edemediğimiz (belki Nabatî) bir çeşit yazı daha bulunmaktadır. Son satırda Davud, Süleyman, Musa, Harun, Yuşa, Zekeriyya, Yahya, İsa, Muhammed isimleri okunabilmektedir.
Bu kılıcın demiri beyaz madenden olup fevkalâde keskin ve emsaline tesadüf edilemeyecek bir hususiyet arzetmektedir. Ancak üzerindeki kısmen okunabilen yazılardan mahiyetinin tesbiti imkâsızdı. Bir müddet sonra sarayın Emanat Hazinesi denilen deposundaki eserler tasnif edildiği sırada bakır bir kitâbe dikkatimizi celbetti. Çünkü üzerinde, kılıçtaki resimlerin ayni bulunuyordu. Bu kitabenin bir tarafı 32 satır arabça ve diğer tarafındaki 28 satır da sözü geçen yazı karakterinde idi. Buradaki resim kılıca nazaran daha bariz görülüyordu.
(…) Altında gemiye müşabih bir resim bulunmakta ve baş tarafında 888 tarihi yazılıdır.”
Gariplikler başlıyor (Dördüncü boyutun varlıkları kitabede):
Kılıcın Kitabesi’nin Baş Kısmı
Kılıç ve kitabesiyle ilgili bu teknik bilgilendirmeyi yaptıktan sonra Tahsin Öz, kitabenin hülâsasına geçer. Asıl garipliklerin birbirine geçtiği yer burasıdır.
Bu garip kitabenin bir yüzünde, kılıçtakine benzer şekilde (resimde görüldüğü gibi) bir elinde kılıç ve bir elinde de kesik baş tutan figür bulunur; ancak aralarında küçük gibi görünen büyük farklar vardır. Şöyle ki: Kılıçtaki adam resminin -anlaşılmaktadır ki bu resim Hz. Davud’u temsil etmektedir- kafasında huni şeklinde bir külah varken kitabedeki figürün kafasında iki boynuz vardır. Bu durum figürün ayaklarıyla birlikte değerlendirildiğinde bariz bir şekilde anlaşılmaktadır ki bu resim bir cini temsil etmektedir. Çünkü cinin ayakları gibi görünen (yani göstermelik olan) iki şekil aslında ayak değil, Arapçadaki ط (Tı) harfidir. ط (Tı) harfleri, resimden hariç tutularak bakıldığında cinin geriye doğru kıvrılmış ayaklarını görülmektedir. Resim, altıdaki vefklerle beraber değerlendirildiğinde bir tılsıma benziyor.Belki de kılıcın, koruyucu tılsımı olarak yapılmıştır.
Kılıcın Resimli Kısmı
Bir elinde kılıç, diğer elinde kesik baş tutan (kesik baş biraz silik hâldedir) ve Hz. Davut’un Calut’u öldürmesi olayını betimleyen figür kılıç üzerine resmedilmiş.
İNSAN tabutu ve ölmez ASA -7 uyurlu ejder
 jet ata direği... kıtmıri kendi bedeni
Bakır kitabenin cin resmi bulunan yüzünde, hangi dil ve alfabe ile yazıldığı anlaşılmayan bir metin dikkat çekiyor. Müzenin eski müdürü Tahsin Bey’in “Nabatice olabilir” dediği bu yazıların, vefk yani cinlerle alakalı tılsım yazıları olduğu, gizli ilimlere aşina olan herkes tarafından anlaşılabiliyor. Tarihçiler de vefk meselesini iyi bilir. Dolayısıyla Tahsin Bey de muhtemelen bu yazıların vefk olduğunu tahmin etmiş ancak akademik ve resmi bir tarzda yazdığı kitabından dile getirmek istememiş olabilir.(?) Vefkler birçok farklı gizli alfabe ile yazılabilirler; buradaki ortak vefk karakterlerini ise hem kılıçta hem de kitabede görebiliyoruz.
Talut, Davut, Tabut (Sandık) ve Mehdi:

Bakara suresinin 247-251. ayetlerinde bir olay anlatılır ve bu olayın Kıyamete yakın zamanda ortaya çıkıp dünyaya adaletle hükmedecek mübarek bir kişi olan Mehdi’ye üstü kapalı şekilde işaret ettiği yorumlanır. Hz. Davut’un da içinde olduğu olay mealen şöyle anlatılır:

247.
Peygamberleri onlara (İsrailoğullarına) “bilin ki Allah, Talut’u size hükümdar olarak gönderdi” dedi. Bunun üzerine “biz hükümdarlığa da layık olduğumuz hâlde, kendisine servet ve zenginlik yönünden geniş imkanlar verilmemişken, o bize nasıl hükümdar olur?” dediler. “Allah sizin üzerinize onu seçti. İlimde ve bedende ona üstünlük verdi. Allah mülkünü dilediğine verir. Allah her şeyi ihata eden ve her şeyi bilendir.” dedi.

248. Peygamberleri onlara “onun hükümdarlığının alameti Tabut’un size 
gelmesidir. Meleklerin taşıdığı o tabutun içinde Rabbinizden size bir ferahlık ve sükunet, Musa ve Harun hanedanlarının bıraktıklarından bir bakiye ‘kalıntı’ vardır” dedi.

249. Talut askerlerle beraber ayrılınca, “bilin ki Allah sizi bir ırmakla imtihan edecek. Kim ondan içerse benden değildir. Eliyle bir avuç içen müstesna kim ondan içmezse bendendir” dedi. İçlerinden pek azı müstesna hepsi ırmaktan içtiler. Talut ve iman edenler beraberce ırmağı geçince “bugün bizim Calut’a ve askerlerine karşı koyacak hiçbir gücümüz yoktur” dediler. Allah’ın huzuruna varacaklarına iman eden nice az topluluk Allah’ın izniyle çok topluluğu yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir.” dediler.
250. “Onlar (Tâlut’a itaat eden mü’minler) Câlut ile askerlerine karşı (savaşmak için) meydana çıktılar ve dediler ki; “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve ayaklarımızı sabit kıl ve kafir kavme karşı bize yardım et.”
251. “Onları Allah’ın izniyle hemen bozguna uğrattılar. Davut, Câlut’u öldürdü. Allah ona mülk ve hikmeti verdi. Ve ona dilediğinden tam manasıyla öğretti. Allah’ın, insanların bazısını bazısıyla önlemeseydi, elbette yeryüzü fesada uğrardı. Fakat Allah alemlere lütufkardır.

Yukarıda mealleri aktarılan ayetlerden hareketle, bazı müfessirler tarafından “Mehdi’nin yardımcılarının sayısının, Talut ile beraber nehri geçenlerin sayısı kadar olacağı” söylenmiştir. Hatta bu söylem hadislere dayandırılmıştır. İlgili hadisler, Süleymaniye Kütüphanesinde el yazması bir kitap olan “El Kavlu’l Muhtasar, Fi Alameti’l Mehdiyyi’l Muntazar”da aktarılmaktadır. Mehdi ile ilgili en önemli kaynak kitap olarak kabul edilen bu kitabın Türkçe tercümesi, 1980’li yıllarda Dr. Suat Arusan tarafından yayınlanmıştı. Mehdi ile ilgili rivayetlerde, onun ‘Tabut’u yani Hz. Musa’nın Ahit Sandığını bulup çıkaracağı da aktarılır. Bu sandık M.Ö. 6. yüzyılda Yahudilerin yaşadığı Babil Sürgününden beri kayıptır. Kur’an’da Allah’ın bir ayeti olarak anılan sandık, Tevrat’ta da birçok kez anılır ve Yahudiler onun Ahir zamanda Mesih’in gelip bulacağına inanır.
Bakara suresinde anlatılan Talut ve Calut kıssası ile Topkapı Sarayı Müzesindeki kılıç ve kitabenin üzerindeki tasvirler aynı olaya dikkat çekmektedir. Ve kılıcın kitabesinde kılıcın Mehdi’ye teslim edileceği yazılıdır. Kitabedeki ilgili bölümler aşağıdaki gibidir.
Kitabe’nin alt kısmı



hz. DAVUD'UN KILICI
“ALİ buyuruyor ki; bu kılıcı ve levhayı Mısır’ın sahibi Melik Mukavkıs’ın hazinesinde buldum. Onda Süryanice ve İbranice olarak Hz. Davud’dan bir rivayet vardı. Buyuruyor ki; Calut bana düşmanlığa kalkıştığında Rabbimin bana öğrettiği şekilde bir kılıç ve ok yaptım. Ve galabeden sonra Allah beni muzaffer etti. Bu kılıcın alametlerinden biri şu ki; bir yüzünde elinde kılıç ve baş olan, diğer yüzünde de memleket kürsüsü üzerine oturmuş birer şahıs bulunuyor. O kesilmiş baş benim Calut’u katletmeme, kürsü üzerine oturan da Hz. Süleyman ve her şeyin üzerindeki hükmünü ifade ediyor. Bu mübarek kılıç Hz. Yusuf’a ulaşacak… Ondan sonra Hz. Zekeriya’ya sonra Hz. Yahya’ya sonra Hz. İsa’ya ulaşır. Sonra Hz. Muhammed’e arz olunur. Onun vefatından sonra Hz. Ebubekir’e ulaşır. Sonra oğlu Muhammed’e miras bırakır. Ali bin Ebu Talip, Muhammed’i Mısır’a vali tayin eder. Sonra vefat eder. Ve kılıç Hz. Yusuf’un hazinesine geri döner. Sonra hicretin 880. senesine kadar gizli kalır. Elif, Mısır’a intikal edecek. Osmanoğulları devleti tamama erdikten sonra Küffar Mehdi zamanına kadar mücahede edecek. Allah onlardan razı olsun. Sonra kılıç zamanın sahibi Mehdi’ye intikal edecek ve Hz İsa’ya vasıl olacak. Onunla tek gözlü münafık ibn-i siyat Deccal’ı katledecek. Allah ve Rasülü bunları gizli ilimlerden olarak bildirdi.”

Bakır kitabedeki gariplikler devam ediyor…
Kitabenin arka yüzünde Arapça bir metin yer almakta (Yukarıdaki resim) ve bu metinde anlatılanlar ilk bakışta çelişkili gibi görünen bilgiler içermektedir. Bir kısmı gerçeklemiş kehanetlerin yer aldığı metnin gizemi ise, cifir ilmiyle kriptolanmış bir gemi resminde düğümlenmektedir. Ama ondan önce, dikkatimizi çeken husus şudur ki; Hz. Davud’un kılıcının Hz. Yusuf’a ulaşacağının söylenmesinde bir gariplik vardır. Çünkü Hz. Yusuf, Hz. Davut’tan asırlar önce yaşayıp vefat etmişti. Nasıl oluyor da kılıç, Hz. Yusuf’tan sonra başka peygamberlere ulaşıp, bu sefer Yusuf’un hazinesine geri dönüyor. Sanki bir zaman sarmalından bahsediliyor. Osmanlının asırlarca muhafaza edip sakladığı bu kitabede verilen kronolojinin garipliği Osmanlılar tarafından hemen fark edilmiş olmalıydı çünkü Osmanlıda dini ilimler geleneği her zaman çok yaygın ve gelişmişti. Dolayısıyla bu garipliği fark etmemiş olmaları neredeyse imkânsız. Üstelik kitabede “Osmanlının tamama ermesinden”, yani devletin yıkılışından bahsediliyor. O zamanlar herhangi bir kimsenin böyle bir şeyi telaffuz etmesi dahi kelle kaybı ile sonuçlanırdı muhtemelen. Öyleyse tüm bunlara rağmen Osmanlı devleti neden asırlarca bu parçaları muhafaza edip korudu? O da gizemini koruyan ayrı bir soru.
Bakır levhanın arka yüzündeki Arapça metnin tercümesini bütün olarak aşağıda aktarıp yazımızı sonlandıralım:

KİTABEDEKİ ARAPÇA METNİNİN TERCÜMESİ
mehdisi inmiş
kendisi zülfikar olmuş
zahir batın -zülkarkarneyn
ÂLİ İNSAN
“Muvaffâkiyet ancak Allah’tandır. Ali buyuruyor ki: Bu kılıcı ve levhâyı Mısır’ın sâhibi Melik Mukavkıs’ın hazînesinde buldum. Onda Süryânice ve İbrânice olarak Dâvud’dan bir rivâyet vardı. (Hz. Dâvud) buyuruyor ki: Câlut bana düşmanlığa kalkıştığında, Rabbimin bana öğrettiği şekilde bir kılıç ve ok yaptım. Ve Allah bana nusret ve zafer nasip etti. Bu kılıcın alâmetlerinden biri de şudur ki: Bir yüzünde, elinde kılıç ve baş olan bir şahıs, diğer yüzünde de taht üstünde bir başka şahıs bulunuyor. O kesik baş Câlut’undur ki benim Câlut’u öldürmemi, tahtta oturan da Süleyman’ı ve her şeye hâkimiyetini remzediyor. Bu mübârek kılıç Yusuf’a ondan sonra da Melik Sancar’a intikâl edecek. Melik Sancar vefât ettiğinde mülkü istilâ edilecek. Ondan sonra Firavun gelecek ve Mısır’a hâkim olup zulmedecek. Allah ondan bu kılıcı gizleyecek. Kılıcı Firavun’un hanımı Âsiye bulacak. Ve Âsiye îmân edecek. Âsiye’den Hz. Musa’ya, O’ndan kardeşi Hârun’a, Hârun’dan Yûşâ’ya, ondan Melik Şem’un’a, sonra Melik Helbum’a, sonra Melik Melmum’a, Hubr’a, Ehram’a, Melik Defnu’ya, Melik Lahud’a, Melik Meymun’a, Melik Darut’a, Melik Melc’e, Melik Ranan’a, ve Melik Şid’e ulaşır. Daha sonra melikten meliğe, nihâyet Peygamber Zekeriyyâ ve Yahyâ’ya, geçer. Daha sonra da İsa’ya ulaşır. Sonra Nebî’ye arz olunur. Ve o da savaşlarda bu kılıcı kuşanır. Rasûlullah’ın vefâtından sonra kılıç, Hz. Ebû Bekir’e kalır. O da oğlu Muhammed’e mîras bırakır. Ali bin Ebû Tâlip, Muhammed bin Ebû Bekir’i Mısır’a vâli tâyin edince, kılıç da onunla beraber gider. Vefâtında da kılıç, Yusuf’un hazînesine geri döner. Ali bin Ebû Tâlip buyuruyor ki: Dâvud’un hükmü burada sona erdi. Ve bu benim, Allah’ın ve Rasûlü’nün gizli ilimlerden bana ihsân buyurduğu cifir ile çıkarttıklarımdır. Ali bin Ebû Tâlip buyuruyor ki: Bu kılıcın üzerinde İbranice isimler ile “Âhiyyen şerâhiyyen, Edvenay, Asbavût, Eleşday” Necrânî olarak “Yâ Kâhir, Yâ Ze’l-batşiş Şedîd, Entellelezî lâ yutâku intikâmuhû” (Ey Kahreden, Ey intikâmına tâkat getirilemeyecek şekilde şiddetle yakalayan) yazılı idi. Sonra Ömer bin Akîl’e, sonra da Ahmed bin Tolun’a ulaşır bu kılıç. Sonra Muâviye, kılıcı istediğini ifâde eden bir mektup gönderir. Ahmed bin Tolun doğudan batıya cenk eder. Kılıç, Emevî ve Abbâsî devletleri ortadan kalkıncaya kadar batıdaki Fas şehrinde gizli kalır. Sonra kılıç Hâkim bi-emrilllâh’a kalır. O da bu kılıçla Mısır’ın sâhibi olur. Ve kılıç, Yusuf (AS)’ın hazînesine geri döner. Sonra mağrip devleti de yok olur. Ve bu kılıç Kalavun devletine, sonra da Melik Zâhir Baybars Sicî’ye kalır. Bu melik zamânında mecûsîler, Rasûlüllâh’ın kabrinde hırsızlık için süratle hazırlık yaparlar. Melik rüyâsında Nebî’yi görür. Rasûlüllah, mecûsîler hakkında bilgi verir ve kılıcın yerinden haberdâr eder. Melik uyanınca Yusuf Sıddîk’ın hazînesine girer. Mukaddes kılıcı bulur ve kuşanır. Sonra bir gece Nebî’ye gider. Mecûsîler onunla savaşırlar. Daha sonra Zâhir, Mısır’a geri döner ve nihâyetinde vefât eder. Kılıç da Yusuf’un hazînesine geri döner. Hicrî 880 senesine kadar da gizli kalır. Sâlihlerden bir zât rüyâsında Derfîl Kapısı’nda durduğunu görür. Kapının üstünde uyuyan Osmanlı askerleri fethe kâdir olamamaktadırlar. Lâkin aslı Rum olan Ahmed ismindeki bir adam bunu başarır ve kapıyı onlar için açar. Sabah olunca (rüyâyı gören) sâlih zât ve Ahmed (ismindeki zât) buluşurlar. (Sâlih zât) rüyâsını Ahmed isimli şahsa anlatır. Ahmed de: “Yâ şeyh, senin rüyânın tâbiri şudur ki: Osmanlı Devleti Mısır’a girecek ve ben de kapının açılışında orada bulunacağım” deyince Sâlih zât ona “doğru söyledin” der. Bahsedilen bu Ahmed isimli şahıs, Osmanlı askerinin Mısır’a gelmesi şeklinde tâbir ettiği rüyâdan sonra kendisi de bir rüyâ görür ve bu rüyâda “AY'ın yeryüzünde yürüdüğünü, kendisini de atına binmiş, AY'la birlikte yürürken” görür. Akın eden Osmanlı askerleri de geçip gittikten sonra ikinci ve üçüncü AY gelir. Birinci Ay'ın kalbinde mim harfi, ikincide bâ harfi, üçüncüde elif harfi gizlidir. (Daha sonra) Ahmed rüyâsında Hz. Ali’yi gördüğünü ve Hz. Ali’nin ona bakarak “Ey Ahmed” diye hitâp edip, Davud (AS) ın kendi yaptığı kılıcının yerini haber verdiğini ve şöyle devâm ettiğini söyler: “Allah sana kolaylık sağlayacaktır. Kuzeye Bafan’a git. Benî Asfar’ın çıkışı yaklaştı. Elif, Mısır’a intikâl edecek. Benî Asfar’ın çıkışı Osmanlılardan ilk ismi Baykünta olan bir hükümdar zamânında olacak. Benî Asfar’ı bu mübârek kılıçla katledecek. Ve bu savaş Rüsten diyârında olacak. Sonra Elif, Mısır’dan gelecek. Allah onlara nusret nasîp edecek. Sonra Mısır, Hicaz, Şam, Irakeyn, Fars, Rüşt, Benî Asfar diyarlarına, Efrenc diyârının yarısına mâlik olacak. Osmanoğulları devleti tamâma erdikten sonra, Mehdî (AS) zamanına kadar kâfirlerle mücâhede edecekler. Allah onlardan râzı olsun. Sonra bu kılıç, zamânın sâhibi Mehdî’ye intikâl edecek ve İsa (AS) da bu kılıçla tek gözlü Deccal olan münâfık ibni Siyat’ı öldürecek. Allah ve Rasûlü gizli ilimlerden bunları bana bildirdi. Gaybı ancak Allahü Teâlâ bilir. Hamd, bir olan Allah’a mahsustur. Efendimiz Muhammed’e, âile ve ashâbına salât ve selâm olsun.”
Hazırlayanlar: Ömer Can Talu, Sevan Onur Duman, Hamza Yardımcıoğlu(FACEBOOKTAN ALINTIDIR)

nur cihan
20.12.2013
nuralem7@hotmail.com