Merhaba Sevdiğim ve Merhaba.. bugün 13 aralık Cuma.. şimdi kar yağıyor.. sabah rüyamda tozpembe bir harman yeri tarla ve tozpembe bitkileri hayranlıkla izlerken uyandımJ.hayır olsun inşallah. geçen haftadan beri nadasa çekilişim daha bir arttı, bomboş hissediyorum.Sen hala kırgın olduğundan hayallerime teşrif dahi etmiyorsun..bende geldiğim yer üzerinde yoğunlaşarak, Sana anlatabildiğim kadar yazmak istiyorum ki, bana yardım edebilesin..
Bir defa her sabah-akşam aynı şekilde uyanmak ve uyumak.. hep aynı rutinlikte daima aynı
hareketler, aynı kelimeler ,aynı davranışlarla küçük bir zaman çemberinde
yaşadığıma fena halde kafayı taktım.. hatta her
sabah bu tekrarlarımı yaşarken kendime sinirim bozulmaya başladı. bir yerde hata yapıyor ve onu fark edip düzeltmediğim
içinde, bozuk plak misali bir öteki
cümleye geçip diğer bölümü çalıp yaşayamıyordum..
hava+su+ateş+toprak=RUH |
sadece aciz, çaresiz hantal bedenim için isyankar olduğumu ve gizli reddedişimin hala sürdüğünü fark ettim..bedenimden, onun için düşündüğüm tüm olumsuz zanlarımdan özür dilemek istedim.. ruhuma elbise -ruhuma tabut olup, ruhuma maddeleşme zevkini yaşattığı için bedenime tabii ki şükrediyorum. yoksa nerdee biz böyle maddeleşerek dünyayı deneyimleyelim! bir ruh’un yüksek mükemmelliğini al, bir pislik deryası olan kokuşmuş çamur heykel kalıp içine sok; kan, irin, her türlü pis nehirlerin- denizlerin içine o tertemiz bakir güzelliği at.. et, yağ, sinir, kas kara parçaları içine hapset. bu beden coğrafyası normalde hiç kimsenin sevip, beğeneceği bir şeyde değildir. inanılmaz leş gibi bir ağırlıktır. ona can veren, hayat veren, dirilik ve güzellik veren, nefes veren, o bedeni ayağa kaldırıp hafifleten, yerçekimine karşı gelen ruhun o asil ışığıdır. insanı güzel yapan nurdan olan ruhun ışığıdır. ışığı çekilen veya kapatılan kişi ne bedbaht bir kara zindandadır ah bir bilse..
12 aralık Perşembe..bu akşam beldemize gelen, çoook satan aşkın gözyaşları kitabının yazarı S. Yağmur’u dinlemeye gittim(nedense onu bir tiyatro olarak düşünüp, algılamıştım. meğer o bir tasavvuf sohbetiymiş fakat kalbime gelen ilk hissim yanılmamış, o gerçek bir tiyatrocu idi)..onu ilk defa dinledim. henüz hiç okumadım..mor yeleğinin bir yeninde arapça hiç, diğer yeninde ise koca bir vav harfi yazılıydı.şiir okurken üzerine attığı siyah şalının iki yakasında çift vav vardı. kendi şemsinden aldığı emirle, hz Şems hakkındaki o kitabı yazmış. Anlatıyor.. onda daha çok aile terapisti, mesnevi ile terapi yapan yeni akım tasavvufculuğu hissettim. yüzleşmeleri gayet güzel stand up misali yapıyor. ama sanırım esmalarımız uyuşmadığından, aşkı yani benim anlayacağım aşkı onda ne yazık ki hissedemedim. bir defasında tam dört saat kitaplarını imzalamış ve bir hanımın çaresiz bir bakışla dört saat bekleyip, elinde kitabı “benim şemsim nerede” diye ona soruşunu anlattı..bunu anlayabilirim. benimde arkadaşlarım AŞK romanı ilk çıktığında ve okuduklarında çılgına dönmüşlerdi ki, ben ne yazık ki bu tür yeni bir şeyi senelerdir hiiç okumadım (*ben başkasının derleme aşkını değil, kendi aşkımı okumadan yazıyorum zatenJ).. arkadaşlarımın “BEN AŞIK OLMAK İSTİYORUM,YETER!!BU ADAMDAN SIKILDIM! macera istiyorum, beni sarsacak-heyecan verecek-hayatımı yerinden oynatacak AŞK İSTİYORUM AŞK! diye ciyak ciyak bağırdıklarını gayet iyi hatırlıyorum.hatta pek çok okuyucunun türlü tehlikeli maceraya girdiğini de.. şimdi hatırlayıp gülüyorum-işte hayal ve yazı insanı bu türlü etkiler ve hayatlarımıza bilelim bilmeyelim nüfuz eder.o yüzden kimi, neyi, nasıl okuduğunuza dikkat etmelisiniz..
zaten bende sevme potansiyeli sıfır.aşk kabiliyetim de ne yazık ki yok..Aşk çok acıtıcı bir şey olduğundan, Sevdiğimin tercihleri de sürekli başka başka mecralara kayıp gittiğinden, bende naçizane artık bu ilmi aşk tezahür ettiJ.iş bu ilmi aşk da çok zor bişi Sevdiğim. yani eskiden bir şaman-kam, kehanetçi, topluluğunun lider kişisi her şeyi bilirmiş. oysa binlerle yıldır ilim çoğaldıkça çoğaldı. her konu adına bir dal, her dala yan dal ve çıkıntılar eklenip uzmanlık kolları oluşturdu.
yanii.. geçende ikinci defa deneyimlemek istediğim astroloji sanal kursumda açıları ve açı kalıplarını işlediler..Allahım yaa..hiç bir şey mi anlamaz insan.işte ben o kadar cahildim. onlar bambaşka bir lisan konuşuyor ve birbirlerini anlıyorlardı. oysa ben hiçbir şey anlayamıyor ve konudan uzaklaşıp soğuyordum ki, öylede oldu. sonra ertesi gün Mü aradı. az evvel uyuya kalıp benim astro halimle alakalı gördüğü rüyayı anlattı, ikaz etti..bu rüya geçen yine bir arkadaşımın benle alakalı bu tür ikaz rüyası ile örtüşüyordu ki, benim o bej dantel motif elbiseli rüyalarımla da üçleme yapıyordu. durum şuydu: “astroloji derslerinden uzak dur.sen öyle öğrenmeyeceksin. bilmen gerekeni biz öğreteceğiz ve tarzımız öyle değil, ilmimiz öyle değil. sabret. sabret o her biri ayrı bir galaksi sistemi yıldız adası olan- o zaman devriye çarkları- esma motifli elbisesi, senin için örüldü zaten. giymek için acele etme.keyfini çıkart öğrenmenin ve öğrenci olmanın, mahfuzluğun. her motif diğer motifle birleşir, bu hem ferdiyet , hem de camilik için elzemdir. her çarkın içi merkezi yıldızdır.. dairedir. tek bir noktalı düğüm ,içi boşluk halkasıdır. o alyans yüzük vuslat delik alemlerin kapısı,tünel geçittir..bu tür anlatım; sen en iyi görerek ve bildiğin bir elişiyle yaşatılarak öğrenebildiğin için ancak bu derece yüksek ifşa oluyor.kağıt üzerinde değil.yaşamayan her ilim ölüdür, baki değildir ,unutulmaya mahkumdur. biz bize lazım olmayan ilimlerden seni uzak tutacağız ki, işini doğru yap ve ne sap ne sapıtmaya izin ver..
işte
Sevdiğim sonra, bizim mexicoya giden face şamanistimiz, dün şu bilgileri meşhur piramidin oradan geçti. o piramitin en
tepesindeki tek oda kozmik enerjinin çok yüksek olduğu bir yermiş. evrenler
arası yolculuk yapabilecek en özel derviş adayını imtihanla seçip, bu odaya
eline kayıt cihazlarını da vererek, aynen bizdeki gibi uzun zamanlar sürecek
ağır riyazatlı bir halvete sokarlarmış. bir maya dervişi bu halvethanede
kaldığı müddetçe aynen bizdeki gibi gördüğü her şeyi, öğrendiği o sembolik kuş
dili ile kaydedermiş.. halvetten törenle çıkartılan ve gün ışığına, normal
gıdalara alıştırılan derviş tüüm yaşayıp gördüklerini bir bir yüksek konseye,
yani büyük efendi mürşidine arz edermiş.ve bunlarda maya halkına güya
duyurulmuş?!..tabii ki zamanda yolculuk yapan insiye maya dervişi
halvethanedeyken asla yaşlanmadığı halde, dünya şartlarında en kısa zamanda
bunun telafi edeceğini ve hızla yaşlanarak öleceğini de bilirmiş. yani
mayalarda o piramitin tepesindeki halvethanede böyle bir yıldız habercisi
olmanın bedeli daima, kısa zamanda ölümmüş ki, dervişler bunu bilerek razı
olurlarmış.. onun için en yüksek şaman cenaze merasimi yapılır ve bir anıtı
olurmuş..
oysa bizim
Peygamberimiz göz açıp kapayıncaya dek, ruhu ve cismi ile miraç yolculuğunu
yaptığı halde onda ne bir yaşlanma, nede cisminde bir hasar meydana gelmediği gibi,
hiçbir zamanda yaşını göstermedi..demek ki
mayalarda zamanda yolculuk ve halvet konusunda yerinde gitmeyen bir şey vardı
değil mi Sevdiğim.
çünkü İslam tasarrufu altında bazı dervişler inanıyorum ki, bugün dahi kendi
esma potansiyeli ve kabiliyetleri kadarıyle miraç yolculuklarını yapıyor ve
dönünce de öyle hemen madden ölmüyorlarJ ..neden? çünkü onlar zaten yaşayan ölüde ondan.
ölmeden gitmiyorlar ki, ölerek gidiyorlar ..
islam sufizmin de ise aksine; miraç dönüşlerinde meczub
kalmak, fetihten sonra delirmek ise nakıslık sayılıp, rehberin konusunda tam
yetkin olmadığı kabul ediliyor.. efendinin tam ehil olmadığı, dervişinse sadakatsizliği
söyleniyor ki, doğrusu bu.. daha ötesi Allah’ın gizli bilgisi ki, biz orayı –neyin
doğru neyin yanlış olduğunu bilemeyiz...
Sevdiğim, hani geçende Debbağ hz katibinin yazdığı kitabı okumuştum ya.işte
orada bu konuyla alakalı bir şey vardı ki, bu bölüme hatırlayabildiğim kadarını
eklemek istiyorum, bak! Debbağ hz anlatmış ki, bir
derviş varmış. yıldızlarla alakalı tüm bilgiler onun rüya haberleriyle gelirmiş
ve bu derviş bu esma konusunda yetkin olduğundanmış ..bir süre sonra bu uzay
haberleri veren derviş ölmüş ve efendi üzülmüş. ah demiş artık
göklerden haber verenimiz nicedir yok. sonra bir gün yeni bir derviş gelmiş
ve o yıldız habercisi esma elbisesini, ondaki istidat-ı kabiliyetin o
yöndeki meylinden dolayı,efendisi ona giydirmiş ve derviş artık o görevi üstlenip, yıldız haberlerini o getirir olmuş. Debbağ hz katibi burada demişti ki: aslında
marifet o dervişte değildir. Marifet, makamı mührüyle yetkili olan mürşidinin o
esmaları ona üflemesindedir.. tabii burada
bahsedilen Debbağ hz nin, piramidin o devirdeki en tepe noktası olan makamına
has bir şeydir. her kamil bunu ne bilir, nede yapabilecek yetki donanımında
ve mecburiyettedir değil mi Sevdiğim..
işte bu
haftalık bu kadar.. gelelim hz Peygamberimizin
beş Yahudi kahin din büyüğünün 28 sorusuna verdiği 28 cevabın ikinci
etabına.. ben bu soruları aynen okuyup anladığımız gibi 1. Derecede tabii ki
anlamaya çalışıyor, hepsine olduğu gibi iman edip kabul ediyorum. çünkü ben
bir hayalperestim..hayal edilip kelimeye dökülmüş her şeyin
yaratılabileceğini çok iyi bilirim de, kul olduğum için yaratamıyorum tabiiJ!!..ve
Peygamber Efendimizin her soruyu, pek çok sayısız anlam tekamülünde
cevapladığına da iman ediyorum. bunu tüm maddi kainatta anlayabiliriz.. manevi
alemde anlayabiliriz.. tüm
cevapları insan denen ülkenin vücud şehirlerinde yaşayan organları ve onları
çalıştıran sistemler olarak anlayabiliriz. Demir elementini sinir sistemi- cezbe-i
mıknatıs aşk olarak ,yecücle mecücücü fitne fesat ve fısıltı ve virüs
olarak anlayabiliriz.
ve burada hz. Davut’un ve Zülkarneyn’ in demirini; sinir sistemindeki fısfısların geçemeyeceği, birleşim yerleri dahi belirsiz, geçilmez, kuvvetle kaynaklanmış BİR KORUYUCU ZIRH AURA KALKANI-IŞIK BEDENİ olarak ta anlayabiliriz. içimizdeki fitne fesadın- sadakatsizliğin kokusunun ehlince daima duyulacağını ve bu nahoş kokunun ölümlülere has olduğunu anlarız.. anlarız da anlarız.. devamı daha sonraki masallarda çünkü belli sayfayı geçince ben dahi kendimden çok sıkılıp okuyamıyor, kendimi terk ediyor, yazdıklarımdan bir şey öğrenemiyorum vesselamJ..
*zorunlu not:Sevdiğim bugün 20 aralık Cuma.geçen Cuma bu masalı bu hali ile bitirmiştim ki, aniden pc nin tuşları kilitlendi..hiç bir şekilde yine çalışmıyordu. doğru aldığım markete gittim. yapamadılar ve servise aynı gün özel torpille yolladılar. normal tamir süresi üç hafta olsa da, tam bir hafta da yani bu Cuma sabahı fabrika ayarlarına dönmüş ve yeni virüs programı yüklenmiş halde, yine eski makine ama yeni kapasitesi ile eve avdet etti.. bende kendi içimde sakladığım, bu yazma ve yazmamam lazım geldiğinde stop edip, saatleri ayarlama ensütisü misali ,zorla durdurulma halime sadece seyirciyim inan.ve tabii ki halen yazmamı istediğini ve gelecek hafta bana nasıl asabiyetli şimşekler çaktıracağını da önemsiyorum?!.. kızarsın diye şimdi yazmıyorum. haftaya.. hani geçen aylarda, hakiki küfr-i imanda olan bir asra yakın bir çınarla tanışmıştım ya .işte onun dışarıya satışı olmayan kızıl kitabını okuyorum. kitap altıyüz küsur sayfa. henüz yarısını bitirdim. .daha sonra onu ziyarete gideceğiz Seninle ,inşallah ve amiin!!..lütfen kendimizi kontrol edelim, B komplex vitamini iç ve ne yazarsam yazayım beni üzme olur mu?.bu geçen haftaki masalı da aynen tek bir cümle eklemeden el konduğu hali ile Sana yolluyorum ve SENİ SEVİYORUM..
ve burada hz. Davut’un ve Zülkarneyn’ in demirini; sinir sistemindeki fısfısların geçemeyeceği, birleşim yerleri dahi belirsiz, geçilmez, kuvvetle kaynaklanmış BİR KORUYUCU ZIRH AURA KALKANI-IŞIK BEDENİ olarak ta anlayabiliriz. içimizdeki fitne fesadın- sadakatsizliğin kokusunun ehlince daima duyulacağını ve bu nahoş kokunun ölümlülere has olduğunu anlarız.. anlarız da anlarız.. devamı daha sonraki masallarda çünkü belli sayfayı geçince ben dahi kendimden çok sıkılıp okuyamıyor, kendimi terk ediyor, yazdıklarımdan bir şey öğrenemiyorum vesselamJ..
*zorunlu not:Sevdiğim bugün 20 aralık Cuma.geçen Cuma bu masalı bu hali ile bitirmiştim ki, aniden pc nin tuşları kilitlendi..hiç bir şekilde yine çalışmıyordu. doğru aldığım markete gittim. yapamadılar ve servise aynı gün özel torpille yolladılar. normal tamir süresi üç hafta olsa da, tam bir hafta da yani bu Cuma sabahı fabrika ayarlarına dönmüş ve yeni virüs programı yüklenmiş halde, yine eski makine ama yeni kapasitesi ile eve avdet etti.. bende kendi içimde sakladığım, bu yazma ve yazmamam lazım geldiğinde stop edip, saatleri ayarlama ensütisü misali ,zorla durdurulma halime sadece seyirciyim inan.ve tabii ki halen yazmamı istediğini ve gelecek hafta bana nasıl asabiyetli şimşekler çaktıracağını da önemsiyorum?!.. kızarsın diye şimdi yazmıyorum. haftaya.. hani geçen aylarda, hakiki küfr-i imanda olan bir asra yakın bir çınarla tanışmıştım ya .işte onun dışarıya satışı olmayan kızıl kitabını okuyorum. kitap altıyüz küsur sayfa. henüz yarısını bitirdim. .daha sonra onu ziyarete gideceğiz Seninle ,inşallah ve amiin!!..lütfen kendimizi kontrol edelim, B komplex vitamini iç ve ne yazarsam yazayım beni üzme olur mu?.bu geçen haftaki masalı da aynen tek bir cümle eklemeden el konduğu hali ile Sana yolluyorum ve SENİ SEVİYORUM..
8.soru:Ceblesâ ve Ceblakâ ne nesnedir ve nerededir?. Orada olan yaratıkların vasıfları nedir? Bunlar ne din tutarlar?. Yedikleri içtikleri nedir? Kendilerinin halleri ve dirilikleri nasıldır?
8.cevap: Cablikâ ve Cablisâ iki şehir yeridir. Birisi doğu ülkelerinde, birisi batı ülkelerinde bulunur. Doğuda bulunan kente Cablika derler, batıda olana ise Cablisa denir. Yeşil zümrütten yapılmışlardır. İkisi de Kâf Dağına ulaşmıştır.Her şehrin eni ve uzunluğu 2000 fersahtır.
..
.. Bu bölüm
devamında her bir soruyu detay detay hz Ali soruyor ve her soruya hz Peygamberimiz
tek tek cevap veriyor ki, çok ince bir münazaraya benziyor bu alış veriş..
dikkatle okuyalım lütfen ve ikisinin bilgisine
hayran olup şaşıralım(hz. Ali’nin sorularını
konu uzamasın diye yazmıyor, sadece cevapları kaydediyorum): “o şehirler karanlıklar içindedir ve
Kaf dağına ulaşıktır.. Her şehrin kalesinin 1000 derbendi vardır. Her bendini
yani dar geçidini geceleri 1000’er kişi bekler. Nöbet bekleyen o 1000 kişiye
tam bir yıl tamamlanıncaya kadar bir daha nöbet gelmez. bu şehri şundan ötürü
beklerler; çünkü o yanda çok halk vardır. Onlarla Cablisa ve Cablika halkı
arasında düşmanlık üremiştir. Aralarında gece ,gündüz savaşları hiç eksik
olmaz. İşte bundan ötürüdür ki nöbet tutarlar.Onlar ADEMOĞULLARINDAN DEĞİLDİR. Onlar
yeryüzünde Ademoğullarının yaşadığını bilmezler. ONLAR ŞEYTANIDA BİLMEZLER..
Onlar Hak Tealanın ay’ı ve güneş’i yarattığını da bilmezler. Onların aydınlığı
KAF DAĞININ IŞIKLARINDANDIR. Onların taş ve duvarları nur gibi ışık verir. Onlar
hiçbir şey yiyip içmezler. Onların sırtı ,vücudu hiçbir şey giymek istemez. Melek
değillerdir. Ama ibadetleri melekler gibidir.
Onlar cennet ehlidir!. İslam dini yolundadır. Miraç gecesi Cebrail as. beni o yöne iletti. Ben onlara islam’ı arzettim. Müslüman olarak Allahü Tealaya ve bana iman getirdiler. Bende onlardan birisine İslam’ın şartlarını öğrettim. O kişiyi onların üzerine vekilim, halifem kıldım. Sonra Cebrail as. beni FARS VEFİD tarafına ve YECÜC ve Mecüc ÜLKELERİNE ve MÜNSİL,BÂKIL ve NARİS KAVMİNE iletti.Onlara İslamı sundum. Fakat kabul etmediler, hepsi kafirdirler..
Halkımızdan
hiç kimse onlara varmaya takati yetişmez. Çünkü dört ay karanlıkta gidilir. Ama
AD KAVMİnden 3 kişi hz HÛD peygambere iman getirmişlerdi.Onlar Âd kavmi
arasından kaçtılar. O şehristana geldiler.. Kimileri:“bu Cablis ve Cablika
denilen şehirler batı yönünde bulunur, eğer onların kavgası olmasaydı, Yer
halkı gök doğup dolandığında güneşin avazını işitirlerdi” derler, ama bu
gerçek değildir. Çünkü öyle olsaydı, Ye’cüc ve Me’cüc haberleri gibi ve
İskender seddi haberi gibi buda şöhret bulurdu.Şöyle rivayet ederler
ki,İskender-i Zülkarneyn(iki boynuzlu İskender)bu şehri görmek için iki ay
karanlık içinde gitti. Sonunda korktu.Yine geriye döndü.Çünkü karanlık içinde
daha iki ay gitmesi gerekti ki, o şehre varabilsin.Bu şaşırtıcı haberdir.
Yahudi bilginleri bu
sözleri işitince:”Gerçek
söylersin ya Muhammed” dediler.Bizde Tevratta öyle bulduk. Ad kavminden kaçan o
üç kişi,o Cabilka ve Cablisa şehrine düştüler. FİYD HALKIndan korktuklarından
oradan çıkıp gidemediler. Çünkü o kavim onlardan çok daha güçlü ve daha
çoktu.Sonunda o şehirde ölüp, orada kaldılar..
Nâgehan ol şara
vardum/Ol şarı yapılur gördüm/Ben dahi bile yapıldum/Taş ü toprak aresinde
Ol şardan oklar
atılur/Gelür ciğere batılur/Arifler sözü satılur/Ol şarın bazaresinde
Şagirdleri taş
yonarlar/Yonup üstâda sunarlar/Çalabun ismin anarlar/Ol taşun her pâresinde
Bu sözü ârifler anlar/Cahiller bilmeyup
tanlar/Hacı Bayram kendi banlar/Ol şar’ın menâresinde (Hacı Bayram-i Veli)””
9.soru:Ye’ cüc ve Me’cüc ne gibi
kişilerdir? Nerede otururlar? Ne din tutarlar? Sıfatları ve dirilikleri, yaşayışları
nasıldır? O seddi ki ,İskender-i Zülkarnen yapmıştır ,onunla Ademoğlunun
aralığı ne kadardır? O Zülkarneyn dedikleri nedir? Ve O’nun işi ne idi? ve O ne
zaman gelmiştir?
9. cevap: Ye’cüc ile Me’cüc iki kardeştirler. Ademoğullarındandır. Birine YE’CÜC,birine de ME’CÜC denir. Bir takımın boyları uzun,bir bölüğünün boyları çok kısadır. Kulakları fil kulağı gibi olup, onlar gayet kalabalık bir kavimdirler. Eriştikleri yerin ağacını, otunu, taştan ,topraktan başka her şeyden kuruturlar.Her nereye ayak bassalar yıkarlar, yok ederler. Onlar doğu tarafında olurlar.GÜN DOĞACAĞI VAKİT HEMEN YERİN ALTINA GİZLENİRLER.. Onların bir yanında bir dağ vardır. Çokça yüce bir dağdır. Öyle ki, o dağın geçilmesi kolay değildir.O dağın çevresinde ileri kentler çoktur. Eğer Ye’cüc ile Me’cüd o dağı geçebilselerdi, eriştikleri yerin ağacını ve otunu ve insanlarını bile yerlerdi.O dağın bir yerinden bir yol vardı. Vakit vakit o yoldan çıkarlardı. O yönleri de yıkarlar, yok ederlerdi.
İskender-i Zülkarneyn o bölgeye varınca, oranın kavmi İskender’e geldiler, yalvardılar: Bize bir çare eyle! Bizi Ye’cüc ve Me’cüc elinden kurtar! Her ne harcarsanız biz öderiz” dediler. İskender onlardan demir ve tunç istedi.Onlarda getirdiler.Hazırladılar. İskender’de o demir ve tuncu eritti. Sağlam bir sed, duvar yaptırttı. o zamandan beri o halk, diğer halkın kötülüğünden ,saldırganlığından kurtuldular.
10.soru: Ashab-ı Kehf kimlerdir?
Onlar kaç kişidir? Ve ne zamanda gelmişlerdir? Ne dinde idiler?
10 cevap: Ashab-ı KEHF (mağara ashabı) şudur. Eski zamanda bir padişah vardı. Adına Dakyanus derlerdi. O’nun bir şehri vardı. Adına ESUS(TARSUS) derlerdi.O kavim bütün kafirdiler. Dakyanus’a ilah diye taparlardı. Bu olay ise hz İSA ‘dan önceydi. O padişahların has adamlarından yedi kişi Müslüman oldular,yani Allahın birliğine inandılar.Dakyanus’tan kaçtılar.Bir mağarada gizlendiler.Hak Teala o mağaranın kapısını kapadı, onları kimse görmedi. Uykuları geldi, hemen yatıp uyudular,300 yıldan fazla o mağarada kaldılar. Dakyanusun zamanı geçti,İsa as geldi, o halkın çoğu hz İsa’ya iman edip Müslüman oldular. Sonra Hak Teala o yedi kişiyi kaldırdı.
11.soru:Ashab-ı Uhdût(yerden çıkan ashab) kimlerdir? Bunların dinleri ne dindir? Ve ne zaman gelmişlerdir?
11.cevap: Necran adında büyük bir şehir vardı,bu şehrin halkı hz İsa’ya iman getirmiş, O’nun şeriatında yürürlerdi. O dolaylarda bir padişah vardı ki adına Yusuf derlerdi. Takma adı Zûnuvas yavuz bir padişahtı. Askeri son derece çoktu. Sonra İsa peygamberi HAK Teâla göklere çıkardı. O’nun havarilerinden birkaç kişi o Necran şehrine geldiler.O halka:”MUSA as nın şeriatı kalktı.Bir peygamber geldi, adına İSA derler, şimdi hak dini İsa peygamber dinidir, Musa peygamber dinini bırakıp, İsa peygamber dinine uymak gerekir “dediler ve İsa as.’ın mucizelerinden akıl almaz olayları bunlara gösterdiler ve onlarda yeni şeriata uydular,iman ettiler.Meğer o şehirde Zûnuvas’ın adamların birkaç kişi vardı ve o kavim onlara,” sizinde iman etmeniz gerekir “diye tutturdular. Onlarda yeni dine girmeyince o kavim onları öldürdü.Zûnuvas bunu duyunca hiddetlendi,50.000 askerle onların üzerine yürüdü. Şehrin çevresini kuşatıp hendekler kazdırıp, hendeklerin içine ateşler yaktırdı. Sonra tüm halkı tutuklayıp,o hendeklere getirip onları dinlerinden dönmeye davet etti. dininden döneni saldılar. diğerlerini hendeklerdeki yanan ateşlere atıp yaktılar. İşte ASHAB-IL UHDÛD bunları ateşe atanlardır ve Kur’an’da bunlara lanet edilmiştir..
“Hazırladıkları
hendekleri tutuşturulmuş ateşle doldurarak, onun çevresinde oturup, inanmış
kimselerin dinlerinden dönmeleri için yaptıkları işkenceleri seyredenlerin
canı çıksın”(Buruc ,4-7)
12.cevap: bu soruya hz Cebrail şu ayeti
hemen getirdi:
“Ey
Muhammed! Kafirler sana ruhtan sorarsa ,Sen de ki, ruhtan haber vermek işim
değildir. Ruh Allahü Teala’nın emridir ki,size az bir şey verilmiştir”.
13.soru:Hak Teâlâ’nın yeryüzüne
gelen peygamberleri kaçtır? Onların gönderilmişleri ne kadardır? Ve kaç
peygamberle Allahü Teâlâ ölüyü diri kılmıştır?
13.cevap: Allahü Teâlâ’nın 124.000 peygamberi vardır. Bunlardan 313 peygamber Mürsel-gönderilmiştir. yani onlara Cebrail as gelip vahiy indirmiştir.. Onların ilk Adem as ,sonuncusu Muhammed as ‘dır..Bu peygamberlerin dördü Süryanice konuşurlardı ki; hz.Adem, hz. Şit, hz İdris, hz Nuh’dur.. Dört peygamberde arapça söylerdi ki; bunlar hz.Hud, hz. Salih, hz.Şuayb ve hz Muhammed idiler.. fakat ölüleri dirilten peygamberlerden birisi İmran oğlu Musa as dı. Kavminden öldürülmüş birisinin yakınlarının hak talepleri başvurusu üzerine ve Rabbinin dilemesi ile,Rabbin dilediği evsafta bir sığırı kurban edip kuyruğu ile bu katledilmiş ölüye vurarak diriltmişlerdi (çünkü o ahali sığıra tapıyordu ve mucize bu yöndeydi)ve ölü kendisini kimin öldürdüğünü söylemişti...
“Ya Rabbi !Bunlardan birkaç kişi cahillik edip buzağıya taptıkları için bizi onlarla birlikte mi helak edeceksin? Kaldı ki buda senin deneyişinden ,bir sınavdan başka bir şey değildir. Sen dilediğini sapıklığa, dilediğini yola iletirsin”.(Araf suresi,155)
“ Sonra sizi biz ,bu nimetin şükrünü bilip şükredersiniz diye, siz
ölünce yine dirilttik”
Diğer
ölüleri dirilten peygamber hz İsa idi. Topraktan kuş yapar ve onları dirilterek
uçurabilirdi..
“Ben
sizin için topraktan bir kuş yapayım. Ona üff.. diyeyim,Hak Tealanın buyruğu
ile kuş olsun. Gözsüzü gözlü kılayım. Abraşın abraşlığını gidereyim, ölüyü
dirilteyim”.(Al-i İmran,49)
Hz İsa
topraktan kuş yapıp dirilttiği halde halkı ona inanmayıp, büyücü dediler..
O’dan hz Nuh’un oğlu SAM’ ın cesedini diriltmesini diledir .ve halk onu uzak
bir nehir dibindeki mezarından çıkarttı. İsa as onu diriltip konuşturdu ve o
zaman ahalinin çoğu ona iman ettiler..
Danyal as da ölüleri
diriltmiştir:
çook eskiden vebadan kırılan bir halkın 1000 kadarı ölmemek üzere kaçtılar.ama
bir dağ başında hepsi aniden birer birer öldüler. işte Danyal as bunları tekrar
diriltmiş ve hayatlarını devam ettirtmelerini Rabbin dilemesi ile gerçekleştirmiştir.
bu ahalinin soyu halen yaşar ve bu ölüp dirilmenin mirası olarak ta o ölümün
çürüklük kokusu onlarda devam eder..
“ Ey Muhammed! Görmüyor musun ki 1000 insan veba korkusu ile yurtlarından çıktılarda , Allah onlara (ölün)dedi,öldüler.”(Bakara,243)
“ Ey Muhammed! Görmüyor musun ki 1000 insan veba korkusu ile yurtlarından çıktılarda , Allah onlara (ölün)dedi,öldüler.”(Bakara,243)
14.soru:Demir kimin elinde hamur gibi yumuşak bir hale gelirdi?.Ne dilerse ondan yapardı?
14.cevap:Demir ve tunç DAVÛD as ‘ın elinde hamur gibi yumuşardı.O,her ne dilerse ateşe koymadan demiri işlerdi. Bu şey Davud as mucizesiydi. Bundan ötürü ki bağlama yerleri belirsiz zırhlara DAVUD ZIRHI denilirdi. Hak Teala Kur’an’da “Biz O’na demiri yumuşak ettik !” diye buyurmuştur.. devam edecek..(TARİHİ TABERİ’DEN ALINTIDIR)
Hz.Davud'un
kılıcının sırrı
Bir zamanlar
adeta dünyanın idare merkezi olan ve asırlarca bu vasfını sürdüren Topkapı Sarayı…
Bugünkü adıyla ise Topkapı Sarayı Müzesi… Dünyanın manevi başkentlerinden biri
olan İstanbul’da, Sarayburnu sırtlarında muhkem bulunan bu müzenin “kutsal
emanetler” bölümünde öyle bir parça muhafaza ediliyor ki, o parça, taşıdığı
gizemi yıllardır koruyor. Onun sırrı yıllarca birçok araştırmacıyı peşinden
sürükledi ama kimse henüz bu gizemi çözemedi. Hz. Davut peygambere izafe edilen
kılıç ve onun bir çeşit kripto metodu ile yazılmış kitabesinden bahsediyoruz.
İlginç olan ise kitabede, sadece geçmişte kılıcın başından geçmiş olanlardan
değil, gelecekte geçecek olanlardan da bahsetmesi.
Kehânetlerin
bir kısmı gerçekleşti:
Osmanlı’nın
(Yavuz Sultan Selim dönemi) Mısır’ı fethedeceği otuz yıl öncesinden yazılı
olarak kehanet edilmiş ve “Mısır Fethi” kitabedeki gerçekleşmiş kehanetlerden
biri… Kitabe, Osmanlının bitişini de haber veriyor. Ama bizler için asıl merak
konusu olan, ondaki, geleceğe ait büyük kehanetin gerçekleşip
gerçekleşmeyeceği.
Kılıcın
serüvenin nasıl başladığı, ilk olarak Topkapı Sarayı Müzesinin eski Sabık
Müdürü Tahsin Öz tarafından yazılan ve 1953’te yayınlanan “Hırka-i Saadet
Dairesi ve Emanat-ı Mukaddese” isimli kitapta gündeme geliyor.
“Emsaline
Tesadüf Edilemeyecek” (Benzerine Rastlanamayacak) Bir Kılıç:
Topkapı
Sarayı Arşivinden Telif Ücreti Ödenerek Temin Edilmiştir.
Bu kitabın
38. ve 39. sayfalarında kılıç ve kitabesiyle ilgili eski müze müdürü Tahsin
Öz’ün yazdıklarını aynen aktaralım:
“Bu kılıç,
envanteri yapılmak üzere açıldığı sırada, tabanı diğer kılıçlara nazaran daha
kalın bir pas tabakası altında idi. Mütehassıs memurlar elile temizlenince,
üzerinde insan resimleri ve yazılar bulunmuş ve bunların etüd mevzuu olduğu
belirmiştir.
Kılıcın
kabzası ağaç üzerine siyah meşin kaplı ve balçağı demirdendir. Uzunluğu 101
santimdir. Tabanı geniş iki ağızlı ve ucu sivridir. Tabanın kabzaya yakın
kısmında bir insan resmi bulunmakta olup bir elinde kılıç ve diğer elinde bir
kafa tutmaktadır. Bunun altında gayet yüzden hâk edilmiş arabca bir satır
bulunmakta olup yazıların arasında cinsini tesbit edemediğimiz (belki Nabatî)
bir çeşit yazı daha bulunmaktadır. Son satırda Davud, Süleyman, Musa, Harun,
Yuşa, Zekeriyya, Yahya, İsa, Muhammed isimleri okunabilmektedir.
Bu kılıcın
demiri beyaz madenden olup fevkalâde keskin ve emsaline tesadüf edilemeyecek
bir hususiyet arzetmektedir. Ancak üzerindeki kısmen okunabilen yazılardan
mahiyetinin tesbiti imkâsızdı. Bir müddet sonra sarayın Emanat Hazinesi denilen
deposundaki eserler tasnif edildiği sırada bakır bir kitâbe dikkatimizi
celbetti. Çünkü üzerinde, kılıçtaki resimlerin ayni bulunuyordu. Bu kitabenin
bir tarafı 32 satır arabça ve diğer tarafındaki 28 satır da sözü geçen yazı
karakterinde idi. Buradaki resim kılıca nazaran daha bariz görülüyordu.
(…) Altında
gemiye müşabih bir resim bulunmakta ve baş tarafında 888 tarihi yazılıdır.”
Gariplikler
başlıyor (Dördüncü boyutun varlıkları kitabede):
Kılıcın
Kitabesi’nin Baş Kısmı
Kılıç ve
kitabesiyle ilgili bu teknik bilgilendirmeyi yaptıktan sonra Tahsin Öz,
kitabenin hülâsasına geçer. Asıl garipliklerin birbirine geçtiği yer burasıdır.
Bu garip
kitabenin bir yüzünde, kılıçtakine benzer şekilde (resimde görüldüğü gibi) bir
elinde kılıç ve bir elinde de kesik baş tutan figür bulunur; ancak aralarında
küçük gibi görünen büyük farklar vardır. Şöyle ki: Kılıçtaki adam resminin
-anlaşılmaktadır ki bu resim Hz. Davud’u temsil etmektedir- kafasında huni
şeklinde bir külah varken kitabedeki figürün kafasında iki boynuz
vardır. Bu durum figürün ayaklarıyla birlikte değerlendirildiğinde bariz
bir şekilde anlaşılmaktadır ki bu resim bir cini temsil etmektedir. Çünkü cinin
ayakları gibi görünen (yani göstermelik olan) iki şekil aslında ayak
değil, Arapçadaki ط (Tı) harfidir. ط (Tı) harfleri, resimden hariç
tutularak bakıldığında cinin geriye doğru kıvrılmış ayaklarını görülmektedir.
Resim, altıdaki vefklerle beraber değerlendirildiğinde bir tılsıma
benziyor.Belki de kılıcın, koruyucu tılsımı olarak yapılmıştır.
Kılıcın Resimli Kısmı
Bir elinde
kılıç, diğer elinde kesik baş tutan (kesik baş biraz silik hâldedir) ve Hz.
Davut’un Calut’u öldürmesi olayını betimleyen figür kılıç üzerine resmedilmiş.
İNSAN tabutu ve ölmez ASA -7 uyurlu ejder jet ata direği... kıtmıri kendi bedeni |
Talut,
Davut, Tabut (Sandık) ve Mehdi:
Bakara suresinin 247-251. ayetlerinde bir olay anlatılır ve bu olayın Kıyamete yakın zamanda ortaya çıkıp dünyaya adaletle hükmedecek mübarek bir kişi olan Mehdi’ye üstü kapalı şekilde işaret ettiği yorumlanır. Hz. Davut’un da içinde olduğu olay mealen şöyle anlatılır:
247. Peygamberleri onlara (İsrailoğullarına) “bilin ki Allah, Talut’u size hükümdar olarak gönderdi” dedi. Bunun üzerine “biz hükümdarlığa da layık olduğumuz hâlde, kendisine servet ve zenginlik yönünden geniş imkanlar verilmemişken, o bize nasıl hükümdar olur?” dediler. “Allah sizin üzerinize onu seçti. İlimde ve bedende ona üstünlük verdi. Allah mülkünü dilediğine verir. Allah her şeyi ihata eden ve her şeyi bilendir.” dedi.
248. Peygamberleri onlara “onun hükümdarlığının alameti Tabut’un size
gelmesidir. Meleklerin taşıdığı o tabutun içinde Rabbinizden size bir ferahlık ve sükunet, Musa ve Harun hanedanlarının bıraktıklarından bir bakiye ‘kalıntı’ vardır” dedi.
249. Talut askerlerle beraber ayrılınca, “bilin ki Allah sizi bir ırmakla imtihan edecek. Kim ondan içerse benden değildir. Eliyle bir avuç içen müstesna kim ondan içmezse bendendir” dedi. İçlerinden pek azı müstesna hepsi ırmaktan içtiler. Talut ve iman edenler beraberce ırmağı geçince “bugün bizim Calut’a ve askerlerine karşı koyacak hiçbir gücümüz yoktur” dediler. Allah’ın huzuruna varacaklarına iman eden nice az topluluk Allah’ın izniyle çok topluluğu yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir.” dediler.
250. “Onlar (Tâlut’a itaat eden
mü’minler) Câlut ile askerlerine karşı (savaşmak için) meydana çıktılar ve
dediler ki; “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve ayaklarımızı sabit kıl ve
kafir kavme karşı bize yardım et.”
251. “Onları Allah’ın izniyle hemen
bozguna uğrattılar. Davut, Câlut’u öldürdü. Allah ona mülk ve hikmeti verdi. Ve
ona dilediğinden tam manasıyla öğretti. Allah’ın, insanların bazısını bazısıyla
önlemeseydi, elbette yeryüzü fesada uğrardı. Fakat Allah alemlere lütufkardır.
Yukarıda
mealleri aktarılan ayetlerden hareketle, bazı müfessirler tarafından “Mehdi’nin
yardımcılarının sayısının, Talut ile beraber nehri geçenlerin sayısı kadar
olacağı” söylenmiştir. Hatta bu söylem hadislere dayandırılmıştır. İlgili
hadisler, Süleymaniye Kütüphanesinde el yazması bir kitap olan “El Kavlu’l
Muhtasar, Fi Alameti’l Mehdiyyi’l Muntazar”da aktarılmaktadır. Mehdi ile ilgili
en önemli kaynak kitap olarak kabul edilen bu kitabın Türkçe tercümesi, 1980’li
yıllarda Dr. Suat Arusan tarafından yayınlanmıştı. Mehdi ile ilgili
rivayetlerde, onun ‘Tabut’u yani Hz. Musa’nın Ahit Sandığını bulup çıkaracağı
da aktarılır. Bu sandık M.Ö. 6. yüzyılda Yahudilerin yaşadığı Babil
Sürgününden beri kayıptır. Kur’an’da Allah’ın bir ayeti olarak anılan sandık,
Tevrat’ta da birçok kez anılır ve Yahudiler onun Ahir zamanda Mesih’in gelip
bulacağına inanır.
Bakara suresinde anlatılan Talut ve Calut kıssası
ile Topkapı Sarayı Müzesindeki kılıç ve kitabenin üzerindeki tasvirler aynı
olaya dikkat çekmektedir. Ve kılıcın kitabesinde kılıcın Mehdi’ye teslim
edileceği yazılıdır. Kitabedeki ilgili bölümler aşağıdaki gibidir.
Kitabe’nin
alt kısmı
hz. DAVUD'UN KILICI |
Bakır
kitabedeki gariplikler devam ediyor…
Kitabenin arka
yüzünde Arapça bir metin yer almakta (Yukarıdaki resim) ve bu metinde
anlatılanlar ilk bakışta çelişkili gibi görünen bilgiler içermektedir. Bir
kısmı gerçeklemiş kehanetlerin yer aldığı metnin gizemi ise, cifir ilmiyle
kriptolanmış bir gemi resminde düğümlenmektedir. Ama ondan önce, dikkatimizi
çeken husus şudur ki; Hz. Davud’un kılıcının Hz. Yusuf’a ulaşacağının
söylenmesinde bir gariplik vardır. Çünkü Hz. Yusuf, Hz. Davut’tan asırlar önce
yaşayıp vefat etmişti. Nasıl oluyor da kılıç, Hz. Yusuf’tan sonra başka
peygamberlere ulaşıp, bu sefer Yusuf’un hazinesine geri dönüyor. Sanki bir
zaman sarmalından bahsediliyor. Osmanlının asırlarca muhafaza edip sakladığı bu
kitabede verilen kronolojinin garipliği Osmanlılar tarafından hemen fark
edilmiş olmalıydı çünkü Osmanlıda dini ilimler geleneği her zaman çok yaygın ve
gelişmişti. Dolayısıyla bu garipliği fark etmemiş olmaları neredeyse imkânsız.
Üstelik kitabede “Osmanlının tamama ermesinden”, yani devletin yıkılışından
bahsediliyor. O zamanlar herhangi bir kimsenin böyle bir şeyi telaffuz etmesi
dahi kelle kaybı ile sonuçlanırdı muhtemelen. Öyleyse tüm bunlara rağmen
Osmanlı devleti neden asırlarca bu parçaları muhafaza edip korudu? O da
gizemini koruyan ayrı bir soru.
Bakır
levhanın arka yüzündeki Arapça metnin tercümesini bütün olarak aşağıda aktarıp
yazımızı sonlandıralım:
KİTABEDEKİ ARAPÇA METNİNİN
TERCÜMESİ
mehdisi inmiş kendisi zülfikar olmuş zahir batın -zülkarkarneyn ÂLİ İNSAN |
Hazırlayanlar:
Ömer Can Talu, Sevan Onur Duman, Hamza Yardımcıoğlu(FACEBOOKTAN ALINTIDIR)
nur cihan
20.12.2013
nuralem7@hotmail.com
20.12.2013
nuralem7@hotmail.com