25 Mayıs 2015 Pazartesi

30 (O’tuz) KUŞ ,30 HARF OLAN ÂNKA ‘ NIN RÜYASI MASALI 25

30 (O’tuz)  KUŞ ,30 HARF OLAN ÂNKA ‘ NIN RÜYASI  MASALI  25

10.masal bitmişti ve yazdıklarımı hem hiç hak etmediğim, hem de ne yazdığımı sezdiğim ama anlayıp anlatamadığım için çok korkup ,çok ağladığımdan “bir daha asla yazmayacağım” dediğim gece Sen geldin.. Ağzımdan çıkan her sözle imtihan oluyorum.. Susmayı da öğreneceğim demek ki..
Sor, dedin, sor bana”.. Sessiz ve harfsiz kelimelerinle
Olmayan klavyemden olmayan harflerimle yazdım:
ne sorayım?
Nur’u sor” dedin
Nur nedir..? yazdım
Nur benim dedin(mart/2008)

Nûr/ 35:
Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba kristal bir fanus içindedir; o fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da, batıya da nispet edilemeyen mübarek bir ağaçtan, yani zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur. Onun yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık verir. (Bu,) nur üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruna eriştirir. Allah insanlara (işte böyle) temsiller getirir. Allah her şeyi bilir.

HU…HÜVE..ESMA-İLAHLAR-TANRILAR MİTOLOJİSİ SANAT TARİHİNDE HARFLERİN SEYRÜ SÜLÜĞÜ

NUN.. harf değeri  50; Sevgili pek aceleci, sevimli, gülümseten NuN harfi J.. son öğrendiğime göre NUN  hem RUH hem de  NUR’muş.. yani, daire de O ,nokta da ʘ demekmiş ..o halde, en son geldiğim mana geçerli olmak üzere ,şimdi kadim nun harfi sembollerine göz atalım..

İsis, ŞiRA –SiriUS ile aynıdır..isis=sirius ‘un o devirdeki işareti daire içinde yıldız yani 1O yazılımıdır.. sembol rakamı 50 dir.. zaten bu masal çocuğuna da,  DAİRE İÇİNDE NOKTA= ʘaradığın sembol bu “denilerek hedef gösterilendir.. bugünkü mana ile düşünürsek ,tüm pc yazılımları 010010101011 ya hani!..ve gelecek yazılımlar sadece O.O..OO.. olmak üzere yazılmaya çalışılıyor muş ki, bunu da rüyamda öğrenmiş, araştırdığımda doğru olduğunun teyidini almıştım.. eğer bir gün tüm yazılımlar eski mısırda çözüldüğü gibi O.O.O. diye anlaşılıp çözülürse, dünyada çözülmedik tek bir ilim ve bilgi kalmayacakmış diye de öğrendim....belki de İdris Atamızın ilminde geldiği nokta yüzünden tufan koptu, bilmiyoruz ki?!!


Eski Mısır’da gökyüzünün vücudu-göksel anne Rahiym esması NUT’dur..o ilk tohum olan po-zerre, NOUN-NUN’dur..nun, BEYAZ bir İNCİ CEVHER YUMURTASI olarak-unsuru azam  kabul edilir ve  o yumurta içinde, RA’nın olduğuna inanılır..Nut, geceleri güneşi ağzıyla yutup içine alarak,SET’in karanlık ışığından  onu korur.. Güneş-NUR- RA, her gece göksel anne Nut’un bedeninde seyahat eder, sabahleyin yepyeni bir doğumla,tezahür rengi olan kızıllıkla Nut’un rahminden doğar..

her ilmi, göksel astrolojiye göre yapan Mısırlılar için, tüm kendini bilme dersleri de astronomide yatmaktaydı… Nut’un bedeni göksel feza, yani soyut deniz olduğundan, tüm bedeni ᴧᴧᴧᴧᴧᴧᴧ dalga boyu ile çizilmiştir.. aRabça hem 8- ʌ hem de 7-V rakamına denktir.. yani Bismillahirrahmanirrahimin sırrı ,inen ve çıkan bu iki dalga boyunda sırlıdır..

TÂLAK/ 12 : O Allah ki yedi Semâ yaratmış. Arzdan da onların bir mislini, aralarından emir inip duruyor; şunu bilesiniz diye ki: Allah her şey'e kadirdir ve Allah her şey'i ilmiyle ihata etmiştir.


Sevdiğim, hani bir gece yarısı, başımın üzerinde iki elimin ters biçimde sımsıkı kenetlenmiş hali ile uyanıp, ellerimi bir süre çözemeyip, neye benzediğini seyretmiştim ya!..İKİ ELİMLE YARATTIĞIM ve İÇİÇE GEÇMİŞ hiç ayrılmayacak olan VUSLATTIK BİZ..

SÂD/ 75; Ey İblîs! buyurdu: o benim iki elimle yarattığıma secde etmene ne mani' oldu sana? Kibirlenmek mi istedin? Yoksa âlîlerden mi bulunuyorsun?


nun BALIK demekmiş.. balıksa türkçe şehir anlamındaymış.. Ergenokon’ dan çıkan Türklerin kurduğu ilk Uygur şehir  bayraklarında beş BALIK-ŞÂR varmış..Ninova’lı olan hz. YUNUS (aklı suya ermiş) ismi, NÛN=BALIK (Osiris'in kopan ve balık Ohannesin yediği üreme organı ) anlamındadır ..hz Yunus miracını balık karnında yapmış, dünyaya ikinci kez balıktan doğarak gelen ilk ve tek insanmış.. eski zamanlarda en büyük tanrılardan olan NİN -SİN diye ay tanrısına denirken, ŞAMAŞ güneş tanrısıdr.. Nan ve Mam daima dönüşümlü kullanılıp, anne- su-ekmek ile ilişiktir..
astrolojik olarak balık çağında dünyaya gelen İsa RUHULLAH ve İsevilerinde imgesi balıktır.. balık aynı zamanda RUH,Ayak ve Makam da demek olup, çocuk babanın sırrı, CEM MAKAMIdır. Kişi seyrü sülükünde babasının ERLİKSUYUNA dönüp, kendi babası kendisi olduğunda, dede atasının mirasçısı da olurmuş J..seyrü sülük rüyalarında kadim ilk ata Ademiyete ermek en elzem şeydir.. Adem Ataya eren ,aynı onun gibi Yaratıcısından esma –şeyler ilmü ledünü alır ve ümmi makama erişir...

makam ayak basmakla olur.kişi makama ayak bastığında, o taş kaidede kendi ayak izi kalır.tıpkı İbrahim Atamızın Kabe’deki taş ayak izi gibi..  tıpkı Peygamber Efendimizin Kudüs’ deki muallak taşındaki miraca yükseliş ayak izi gibi.. bu demektir ki,o mekanlardaki o makamların ev sahipleri onlardır.. Dolayısıyle Kudüs Muhammedilerin mekanıdır...çünkü ilk ve son mirasçı olarak muallak taşına RasulAllah kadem vurmuştur.. musikideki zamanlar=mekanlar =makamlar gibidir.. aynı sâdânın sonsuz biçimde terennüm edilmesi ve her okuyucunun kendi içsel nidası ile yakarışı gibi...

*Allah’a giden yollar mahlukatın nefesleri sayısıncadır..(hadis)


SEN BENİM TANIMLANMIŞ TAMLIĞINSIN DİYENE DÖNEN, NUN AŞKINA!

NUN NOKTA-NUN DAİREDİR=nun daire içinde noktadır..

eskiler nun harfini yarım bulmuşlar ve hilali ay ile özdeştirip, ona semahanelerin yükseliş ve alçalış urûcunu yakıştırmışlar,miraç meselesini NUN DAİRESİ ile anlatmşlardır.. maksat daireyi tamamlayıp ,güneş ile ay tutulmasını sağlamak, tam dolunay olmaktır. kavsını kapattığında nun, güneş dairesidir.. AY kavsını yavaş yavaş açtığındaysa, ayın tüm evrelerini-bir kadının hamile kalışını ve döllendiği yumurtayı atış  resmini bize çizer..(*işte pağanlar bu yüzden aya –kadın dişilliğine tapınmışlar ve halen tapınırlar) KAMER =ay, KAM,KAMİL de ayın yansıtıcı ayn’alığına izafetendir..


Güneş olan NOKTA, Ay dairesinin zevcidir.. NOKTA ZAT yani İSİMDİR.. ÂMÂ Zat olan Nokta, kendisini bilmek istediğinde, kendisini bast ederek açılıp genişler ..yani NEFES ALIR..NEFES ALINCA da, İÇİNE KENDİ HEVASI-HAVASI - HEVESLERİ – NEFESİ- NEFSİ GİRER.. dolayısı ile Zat olan karanlık Nokta ,içine çektiği nefesin hacmi ile genişler, gölgesi daire olarak açılır ve sıkışmış karanlığın içindeki ışık felak olup iki filizle(zülfikar) açığa çıkar.. Tan yeri ağarınca güneşin ilk ışıklarının gökle yeri yararak ayırıp bölmesi gibi dualite açılır..



Böylece ZAT olan KARANLIK ile, SIFAT olan IŞIK GÖLGE’nin, HOROSKOP GÜNEŞ SAATİ –IŞIK- GÖLGE- MEKAN anlamı olur.  yani saat dediğimiz, dehr zaman çarkı işlemeye başlar..
dolayısı ile ışık ve gölge sonradan olma –mesnu varlıklardır..işte bu mesnu yapma ışığa Set’ten dolayı eskiler SATAN = LÜCİFER = ŞEYTAN demişler.halbuki Kur’an ‘da şeytan değil, İBLİS adlı başka bir varlıktan bahsedilir.. asıl olan Karanlık Zat tır. .saat tam 12 olduğunda Zat Noktadır ve gölgesizdir..ama gün geceye kavuşurken gölgeler uzar ve Zat kaybolur, sıfatlar baskın olur...her şey böyledir..
İSİM ZAT demektir..yani kişinin adı onun zatıdır..aynı bizdeki İSMİ-İ ÂLİNİZ,ZAT-I ÂLİNİZ gibi..

İNSAN YERYÜZÜNDE ALLAH’IN ZÎL’Lİ-GÖLGESİ HALİFETULLAHTIR..
ve anlarız ki, dünyadaki her eşya ışığa göre gölgelidir.. hepsi mesnu-tan ışığı ile yaratılmış birer hayalden başka bir şey değildir.. sayesi-gölgesi yere düşmeyense asıl olandır.. o halde an-ı daim“DUR RABBİN NAMAZDA!” demek, saatin daima 12 de-gölgesiz –ASR ’da olması da demektir..

*Ben ve Ali iki nurduk ; ALLAH ı tesbih ediyorduk. O’na hamdediyor ve tehlil getiriyorduk. Meleklerde onu bizim tesbihimizle tesbih ediyorlardı. Adem yaratılınca onun alnına intikal ettik. Onun alnında sülbüne , sonra Şite intikal ettik.(Tefsiri Kebir)

AY dişidir.. çünkü 28 günlük bir kadınsal periotu vardır..yanı elifba harfleri gibi.. eskiler, ay ve güneş tutulmalarına izdivaç anlamı yüklemişler..her tutulmadan sonra ay,güneşten hamile kalır.. ve güneşten aldığı celali cemale çevirerek –yumuşak güzelliklerle süzerek ,yeryüzü dünya çocuklarına hayatiyetini verir..o yüzden ayın, dünya üzerinde etkisi-gel git hormonları güneşten çok daha fazladır..

ay ve güneş aslında  aynı yumurta ikizidir..islam tasavvufu bu manaya MuhammedAli  makamı demiştir (* RUH-NOKTA makamı ALİ’dir..kendisini bildiği makamı NEFS Nur-i Muhammed’dir)..ruh ve nefs birleşmiş, tek olup, ayrılmazdan evvelki ilk hallerine yani, bölünmemiş tek hücre odacıka -hâlâ halvethanesine-âmâ’ya dönmüşlerdir.. bugün buna, atomun içindeki bölünemez en küçük TOZ ÇEKİRDEK NÜVE si diyebiliriz..


Güneş kendisini, ışıklarını aşkı için söndürmüş olan tek yumurta ikizi Ay ayn’asından seyr’ eder.. Adem ile Havva atamızın ilk çocuklarının hep ikiz ve ayrı cinste doğma sırrı da budur..
mürid olan Ay , Güneş olan mürşidinin gözlerinden  ruhunu seyreder..mürşid de, müridinin gözlerinden kendisini seyr eder.. ASLI ile GÖRÜNEN-istenerek KEREM edilen IŞIK ve GÖLGE birbirlerini seyretmeye muhtaçtır.. ve bazen, karabulutlar gelip hevaya otursa da, ilahi bir nefes o kara bulutları üfürünce hava yine tertemiz- apaydınlık olur. onların ruhlarının birbirlerine olan ilahi aşkını seyir için, feleğin göbeğine yeni bir sahne kurulur..

Nun, eski devir harflerinde daima su dalgası
ᴧᴧᴧᴧᴧ, ≈≈≈≈ şeklinde resmedilmiştir..arapça 50 rakamı O. Yazılır..nokta dairenin merkezine girdiğinde, güneşin ve tanrının  sembolü “ʘ olagelmiştir..KüN emri NUN harfiyle kapanır..

dünyaya düşerek maddeleşen- nokta olan   BE  harfinin, işini bitirip, artık uruç edip geriye dönmesine NUN denilir ..o halde zahirde NUN ,batında BE harfi aynıdır.. Nun’u DİŞİ =doğurgan ilahi yumurta-dürri yekta  olarak algılıyorum.. nasıl ki, ilk miracında; 7 nokta üst üste  dizilip, ilk er harf olan ELİF’i meydana getirirse, elifin içindeki her nokta zerresinin içinde yine elif –ip-sicimler –yazılımlar-DNA-genetik merdivenlerimiz vardır..  o halde Adem’i yaratan da yine bir ANA olan ÂMÂ-NOKTA dır.

KARANLIĞIN İÇİNDE IŞIK VAR IŞIK!
bir damla su denize düştüğünde 7 daire halkası dışa açılıp, yine 7 daire içe dönüş halkası ile ilk başladığı noktaya dönermiş ya hani..işte o yüzden ilk hareketi başlatan noktadır.. evet,nokta karanlıktır.. çünkü o sıkışmış bir kara cevher nüvedir.. tıpkı demir tozu gibi.
ama ne zamanki kendisini seyretmek istedi ve girdiği kabz halinden çıkıp kendisine BAST etti, işte o zaman o nokta açılıp yayılmaya başlar. dolayısı ile bu devrede karanlığın içinde var olan sıkışmış ışık tezahür eder.. EHÂD VAHİD’E DÖNÜŞÜR..

ışık daima karanlıktan baskındır ve yayılır..ışığın-nurun tezahür ettiği- yayıldığı-açıldığı bir yerde, bir daha tam ve sonsuz karanlık olmaz..çünkü Tanrı teklik Ehad makamı yerini, Vahit birlik ALLAH daki HU(hüve) anlamına bırakmıştır..ve O vaadinden dönmez.. ÇÜNKÜ O BİLİNMEYİ VE BİLMEYİ,ARANMAYI VE ARAMAYI ÇOK SEVDİ!


Allah esması kadim zamanlarda yoktur.. ama O ,HÛ esması taaa başlangıçtan beri hep vardır.. çünkü o nefestir.. nefsine arif olan, hüve O yu da bilir.. şüphesiz ki, O’nun adı kadim zamanlardan beri geldiği gibi, her önüne gelenin her istediğinde ağzına alacağı bir isim asla değildir.. umuma verilmiş isimler yanında ,kişilerin ismi azam denilen kendi özel şifre isimleri de olabilir ki, kimse bunları kendi kendine bilip anlayamaz..Allah ile kulları ,yani nokta ile dairenin arasına kimse giremez..


nasıl ki, yeryüzü denizindeki sular, daireler şeklinde su damlacıkları olarak denizi oluşturursa, bizlerde göksel ,soyut feza ,ruhsal denizin,ruh damlacıklarıyız.... her birimiz kendi semahane-i nun dairemizin içindeki  RUH NOKTASIYIZ.. KENDİMİZDEN KENDİMİZE DÖNERİZ..hiçbir ruh- nokta damlasının seması, bir diğerine karışmaz.. bunların kimi sağa, kimi sola dönerler..tıpkı Ashab-ı Kehf in 7 uyurları gibi. onların maddi ve manevi fiillerde yaptıkları iş ve oluşlar kendilerinden değil-RAB’lerinin onları sağa ve sola çevirmesindendir. İşte bunlara iliyyin-aliyyûnlar denir ki, yaratıldıklarından dahi haberleri olmayan ayn’alardır.. çünkü onlar saf seyir ayn’aları, Rabbin gözleri, gözcüleridir..göz başkalarını görüp bilir, bir tek kendini görüp bilip anlatamaz ..

NUR ikiye ayrılmıştır. NAR ve NUR..aslında ikisi de birdir..ateş bazen yakar, bazen aydınlatır ,bazense ısıtır. ateş hayatın can’ıdır. can ısıda başlar. O halde insan batında CAN yani CİN’dir, zahirde İNS..bazen meleki nur, bazen cinni ateş ve ikisinin toplamı ins'an..


hazzın- zevkin fenasında nasıl acı varsa, acının fenasında da haz vardır.. her şey zıttı ile bilinip-neler olup bittiği anlaşılıp açığa çıktığından- ışık karanlığa,karanlık ışığa muhtaçtır..+ (pozitif) ve – (negatif) elektrik olmasaydı, yerçekimi diye bir şey olmayıp, hayatta olmazdı .zerrelerimiz birbirine tutamayacağından madde de oluşmaz, dolayısı ile, eşya denen biz isimlerin zuhuru da olmazdı.. o halde ne varlığa sevin, nede yokluğuna yerin. illa huu ,illa hu ‘dan başka ne var ki değil mi?


ateş’i su serinletir, su’yu nefes döller, üçü birlikte toprağa secde eder. neden?. çünkü toprak cevherlerin en alası HÂK makamıdır da ondan.. HÂK ’kın hukuku dava-i vatan toprağı ,SILA-İ RAHİYM’dir. herkes yaratıldığı toprağın toz-zerresini arar.. o toprak ki, tüm enerjileri-deva-letaif tesirlerini NÖTRler. o halde yaratımın sırrı- unsuru azam olan toprak, sıfır –O- nötr olan tarafsız sahamızdır..

HURŞİD’İMDEN MÜRŞİD’İME BİR TÛTİNİN GÜNCESİ
Merhaba Sevdiğim ve Merhaba.. son masalın bir ertesi sabahı şöyle uyandım.. Sen ve mahremin bizim mekanımıza yemeklerinizle gelip sofra kuruyorsunuz. Her zamanki gibi, sizi görünce hemen kalkıp gitmek istiyorum.ama Sen gülerek beni yanına çağırıyor ve elini öpmemi sesli söyleyip, elini bana uzatıyorsun.. yumuşuyor,sevinçle gelip eline uzanıyorum ..

gözlerimi açarken gülümsüyorum. sanırım yazımı okudun ve “madem herkesin elini öpüyorsun, birde benimkini de öp de, tam olsun” dedin..Sevdiğim, şunu hayal ediyorum.. hiç konuşmayan, gözleri ile Zamana bakan çocuk elini uzatır.. Zaman ne yapması gerektiğini anlayarak çocuğa elini verir.. çocuk o elin avucunda parmakları ile gezindikten sonra, o eli  çevirerek, büyük bir aşkla avucunun içini öper..


bugün olsa, yine hiç konuşmadan İKİ ELİMİ UZATIRDIM ve ELLERİNİN İÇİNE ELLERİMİN İÇİNİ KAPATIR, ÖYLECE AVUCUMUN İÇİNDEKİ MÜHÜRLÜ IŞIĞIN SANA AKMASINI BEKLERDİM…Seni seviyorum..ve galiba Seni çok fena özledim (*Sevdiğim, kırılması na mümkün olan eşek inadım ,keçi inadıma karıştı, özlemden gebersem bile Sana adım atmayacağım…zaman zaman ağlıyorum. sonra Senin dediğini hatırlıyorum. geçecek bunlar geçecek diyor ve gözyaşımı siliyorum)..

16 mayıs cumartesi.. Salahi Beyin basımevindeyiz..buradaki harikulade müze tekke de, pembeciğin büyük kızının dini nikah merasimi var.. hasbelkader beklenen davetliler gelmeyince, elde kalan tek kişi bendeniz olduğumdan, hayatımın ilk nikah şahitliğini  kitapların basılıp dağıtıldığı ve ayrıca dünyanın her yanından gelen tekke eşyalarının sergilendiği özel bir mekanda nasibimce, Salahi beyden sonraki ikinci şahit olarak ifa  ettim..

..Evet ..masalın yeni bir matematikçi  çocuğu bu gece geldi..onun efendisi Suudi, Seyid el Alevi imiş. ama içindeki sıkıntı onu bize sürüklemiş..ona Kuddusi icazetini yolluyorum .daha okurken ve okuduktan sonra yaşadıklarını ise , izni ile buraya kaydediyorum.. çünkü, biliyorsun ki, bu masalın ilmi tarihi seyrü sülük rüya sembollerini sadece ben değil, tüm masal çocukları ortak hayallerimizle kollektif yazıyoruz..Evvel Zamanım bana sık sık”EVLADIM, AYNI RÜYAYI GÖRECEĞİNİZ DOSTLARINIZ OLSUN” diye dua etmişti ya..işte sanırım o dua kabul edilmiş J…birbirimizi takip eden ve tamamlayan ortak ilmi rüya düzeneğine girdiğimizi düşünüyorum..

18.05.2015 “Odam karanlıktı, sanki gözlerim kapalıydı, icazeti okuduğuma eminim ancak, biranda kendimi Ankara’da öğrenciliğimin geçtiği dergahta gördüm. bu kelimenin altını çizmek gerek gördüm, hissetmedim.Daha sonra telefonun ışığını açınca evimde olduğumu anladım.. Büyük bir heyecanla yattım..Mısır temalı rüyalar gördüm…Birçoğunu hatırlamıyorum..Hatırladığım şey ışık ve kaynağı..İnanılmaz muazzam bir ışık..İnsanlar gördüm giyimleri yerel halk. .Bir piramitten yayılan ışık ama gün ışığı değil, buna eminim..Yapayda değil..Bembeyaz bir ışık. ilk defa böylesine rastladım..Seyahat ediyorum..Sanırım yerden bir metre yukarıda.. İnsanlar bu ışıktan dağılıyor.. parça parça ayrılıp, yönlere gidiyorlar.Merak ediyorum.Oraya yönelip,kaynağı görmek için hareket ettiğimde birini gördüm..Çok alakasız geldi aslında ama Tam olarak şuna benziyordu(Google den Anübis’in resmini yolluyor J)..Çok ilginç bana yaklaştıkça arkasındaki piramit siyaha döndü..Sonrasında piramitten çıkan ışık artmaya her yeri sarmaya başladı..Bu kişi (Anübis) bana yaklaştıkça ışık arttı..O anda uyandım


*Sevdiğim ,şimdi geçen masalımda sakladığım,yazmadığım bir şeyi yazmak zorunda olduğumu hissettim.yani bu rüyayı dinlerken ilk bunu anladığım için kaydediyorum..evvelki masal için mısır ölüler kitabını okumuştum ya hani..okuduklarım rüyama giriyor ya bazen!!o kitap bittiği gece de yatıp, karanlığa gözlerimi yumar yummaz, kızıl bir ışık, mağara piramitin içi gibi –çok yüksekte olan bir yeri aydınlatmaya ve uzun kara gölgelerin ardından, çakal başlı kara Anübis ağır ağır gözükmeye başladı..nedense onu dev olarak algıladım.. onun ölüyü parçalayacağını düşünerek paniğe kapılıp, çok korktum ve öyle bir şeyi seyretmeyi red ettim.nas ve felak okurken salavat getirdim.tabii tüm görüntüler gitti..bende her zamanki gibi ölü gibi uyudum..korktuğum için yarım kalan ölmeden evvel deneyim anektodum,yeni gelen rüya ile, şimdilik bu kadar  tamamlandı değil mi?




Sevdiğim,aslında hep kaçtığım ve  Sana söylemediğim çok acaip bir manaya gidiyorum.. anlıyorum ki,büyük efendim yüzünden yaratım ve yaratım aşamaları ilmini öğrenmeye mecburum..kana bakamayıp kandan fenalaşan ,doktor korkusundan hastalıktan  inim inim inlese de doktora gidemeyen ben, gittikçe genetiğimdeki anlama yaklaşıyorum…yeni anladıklarımdan dehşet duyuyorum. insanlığın tekrar sürüklendiği bu yüksek bilginin yine sonumuzu getireceğini de seziyorum..


Bugün Azteklerin gizemli tıbbı adında bir kitap okudum..kısaca özetleyeyim.. bir defa Aztekler ve Mayalar sadece insan kurban etmiyor,ayrıca yamyamlık ederek o kurbanları yiyorlarmış(*gerçi eskiden Osmanlı idam edilenleri de dahil,son yüzyıla dek Avrupa ve Amerika da ölü-mumya –insan etini şifa ve güç için yemeyen ırk nerdeyse yok ya ,o başka!)..Azteklerin tıp konusunda hayli ileri olmaları çok normal..çünkü o bilgileri Mısır’dan aldıklarını biliyorum. hemen her şey aynı… Aztek ve Maya da tamamen şeytani ricali gayb hakim gibi..zaten onların eserlerinde ne güzel sevimli bir motif,nede bilinen insanca bir desen var.. sanki genetiklerine insan olmayan başka varlıklar nüfus etmiş..bilmiyorum ama,dünyada böyle farklı varlıklarla birleşmiş ırkların halen olduğuna da inanıyorum…belki de bilme tutkuları onların da diğerleri gibi sonlarını kendi elleri ile getirdi..

hatırlıyorum da,Seni ilk tanıdığımda,Sen rüyalarımın mandrake gibi siyah giyinen ve kırmızı astarlı siyah pelerinli - acaip şeyler ALİCEMGİZ oyunu üstadı efendimdin..


kitapta bana en ilginç geleni Sana basitçe aktarmak istiyorum.. tıpkı eski mısırda firavunun mumyasını bekleyen kara kıtmir anübis heykelinin üstüne kırmızı pelerin örtülmesi gibi, Azteklerde de sihirbazlar krala şöyle bir ilüzyon gösterisi yaparlarmış.. bir kırmızı pelerin altında bedenlerini paramparça yapıp ,sonra herkesin gözü önünde yine birleştirirlermiş.. bunu okurken o kadar çok şey anladım ve kalbim bulandı ki, Sana anlatamam Sevdiğim. kendimden nefret edebilirim.. Mısır ölüler kitabında mumya yapım sanatından evvel nasıl ölüleri parçalayıp, yapıştırıp, birleştirip, canlandırmaya çalıştıklarını hatırladım. İbrahim Atamın ,”nasıl diriltiyorsun göster “diyen şiddetli merakını gidermek için 4 yöne konan 4 değişik  parçalanmış kuşu düşünüyorum..ve Mısır dahil tüm dünya geleneklerine, kendini bilme okul metotlarına yerleşmiş, hatta şaman –kam-kamil olma rüyalarındaki öldürülüp diriltilme sembollerine- yani genlerimize işlemiş dehşete bakıyorum.. kaçmak istiyorum. kendimden kaçmak istiyorum… herkesten uzaklaşıp saklansam da, kendimden kaçıp kurtulamıyorum..

18 mayıs Salı.bugün de karşıma çıkan Agarta adındaki kitabı okudum..ruh ve maddeci - sirius plancılar yazmışlar..içeriği şu ki, geçen okuduğum Ramtha adlı Tibetli Budist rahibin dedikleri ile aynı..yani bizi ağarta adındaki Mu lular yaratmış.. onlar uzaydan gelmişler ve dünyanın göbeğinde , büyük ihtimalle Tibet'in en alt katmanında-Hindukuş dağı içindeler..ulaşım araçları için bir disk veya ufo kullanıp ,yeşil mavi bir ışıkla yer altında yaşıyorlarmış.. tüm dünyanın içinde olan yeraltı yol ve şehirlerini kullanıp,nadiren dünyaya müdahele ediyor ve çok nadirat zevatı insiye ediyorlarmış..dünya göbeğinde yaşayan gavs kutbuna, dünyanın rabbi-dünyanın efendisi deniliyor . peygamber ve vazifeli insiyatörleri o tayin ediyormuş..tabii ki asla islamdan ve bizim peygamberimizden yine bahsedilmeyip, sadece yine hz İsa’dan bahsedilip, ona atıf yapılıyor...

ee…başka kime böyle dünyanın efendisi diye hitap ediliyor? tabii ki Tibet’teki Dalay Lama’ya J..dolayısı ile işin perde arkası birbirlerine bağlı..kitapta, Şambala negatif kutuplar ile Ağarta pozitif kutupların aynı olduğunu da anladım.. zaten bu ricaül gayb ilk evvela Uygur budizminde ortaya çıkmış, hatta resmi hiyerarşisi dahi çizilmiş.. bunu en kolay Amak-ı Hayal-aynalı baba romanından anlayabiliriz.. HİNT’ de=YAHUDİ KABALASINDA, TİBET’te ve biz İSLAM TASAVVUFUnda   metod dersler=riyazatlar ve derviş çeyizi full eşya, üç aşağı beş yukarı tamamen aynı olduğu gibi, dolayısıyle  ricaül gaybimizde birdir.... hepsinde birebir,  tekke-mürşid mürid-esma-mantra –biat aynen var..

mesela Tibet, Uygur türkleri ile karışık olduğundan, pek çok geleneğimiz ve insan isimleri dahi Türkçe ve  aynıdır.. onlarında kutsal aydınlanmış ateş adında büyük bayramları dahi var ki, bu bize KANDİL (içinde korunmuş ateş yanan aydınlatan lamba)  olarak geçmiştir..
Uygur Mani dininde olan dervişlerin sikke dahil, hemen tüm hırka vs derviş kıyafetleri tamamı bizim sufizmimizde var.. kadim seyyahların birinin kaydına göre, bu bölgede karşılarına çıkan tuhaf giyimli  bir grup acaip adam, dönerek havaya yükseliyor ve ortadan kayboluyordu(törn-turna semahı).. mesela bu anekdot;  aynı yerde doğup yetişmiş  Şemsi TEBRİZİ ve çocukken böyle şeyler yapabildiğinden dolayı, ona verilen lakabı  ŞEMSİ PERVANE yi hemen aklıma  getirdi..
*peygamber efendimiz ashabına fetih savaşları için yola çıktıklarında, Şam civarında dağlık yerlerde inzivaya çekilmiş Allah adamlarını asla rahatsız etmemelerini ve onları öylece Yaratcıları ile özel ünsiyet hallerinde  bırakmalarını emretmiştir..hatta  hz Ömer bizzat askerlerine emredip,her gittikleri yerdeki münzevilere dokundurtmamıştır....ne yazık ki günümüz kominist Çin idaresi, budist münzevileri çıktıkları dağlardan-saklandıkları mağaralardan ,o trans hallerine bakmadan ,aniden güneş ışığına maruz bırakıp öldürebiliyor...


dolayısıyla mevleviyeye ait kıyafetler Japon,Kore  ezoterist ve dinsizlerinde de aynen var...o halde tarikat eşyaları peygamberimize ait değildir..zaten Mısır tapınak  insiyasyonu ve ritüel eşyalarıyla birlikte ritüeller de  bugünkü tekkelerin birebir aynı gibidir.. yine Eski Mısır ve Uygur Budizminden –o devrin Budizm merkezi olan Horasan –Afganistan Herat-Semerkant civarından, oranın kendini bilme okul  insiyeleriyle getirilmiş, bu defada islami anlamları o eşyalara yükleyerek giydirdikleri her derviş çeyizi sembolünü  Anadolu Rum Türklerine aktarmışlardır.. Adem Atamızdan beri tekamüller süren bu yükseliş ,yeni gelen islamla da kaynaştırılıp bütünleştirilerek, muazzam idraklerin açılmasına sebep olmuştur.. Allah hepsinden razı olsun.amin.

*kafası karışana özel not: ALLAH İNDİNDE TEK DİN VARDIR .O DA İSLAMDIR hükmünce, yaratılmış her varlık Allahımızın eşit adil ışığından lailaheillallah hükmünce eşittir.. MUHAMMEDURRESULALLAH HER KİŞİNİN DEĞİL ER KİŞİNİN HARCIDIR..kişinin inancının adı ne olursa olsun,her ilimden  ortak faydalanabilir.. bildiği ve anladığı halde,kendi fitnesinden dolayı bilip anlamak işine gelmeyenlere şunu söylemek vaciptir..bu manaları kötü anlayıp,kötüye yoran ve şer mahale hizmet kulu olan kişi vebal altındadır vesselam..


din=şeriat=dünyada yaşama kanunları olan sünnetullah  başka bir şeydir, kendini bilmek ilmi başka bir şey.. bir din; mensubu olan peygamberle, halkına şeriat-ilahi kanun –nizami düzenleri getirmek yeryüzü refahı içindir.. bunun içine çok şey, hatta her şey girer..ama kendini bilmek ilmi sadece kul ile Yaratıcısı arasında olup, dinin içinde değil ,dışında-dinler üstü bir kurumdur..


bu mana tıpatıp, şeriatın sembol şahsiyeti olan hz MUSA ile, Allahın kendini bilmek ilmini verdiği- mürşitlik kurumunu anlatan, ehli mana-kişiye açılan özel yol –ilmü ledün sırrı olan HIZIR’ın arasında olup biten, birbirlerine asla karışmayan tatlı su ve tuzlu su denizinin hikayesi gibidir..ikisi de denizdir ama birbirlerine karışmaz ve bozmazlar.. biri zahirdeki MUSA ŞERİATI denizidir, biri batındaki HIZIR  HAKİKATİ denizidir.. bu iki denizi birleyen ve istediği gibi tasarrufatına alıp kullanabilenlerse, sadece  MARİFETULLAH MAKAMI OLAN MUHAMMEDİLERDİR..

kendini bilmek ilmi çok acılı ama sonu çok tatlıdır.. kurallara uyulmazsa çok kolay hem sapıtıp, hem de sapıttırılacağından dolayı, tabiki  Musa şeriatı olan din dünya da evveldir ve gereklidir. o yüzden de dünyada Hızır , hz Musa’ya uymuş ve tabii olup, önceliği ona vermiştir ki, buda işin bilinmesi gereken kesin kuralıdır.. bir binek aracı olan vesile dininiz ve ulaşılacak bir TANRI-İLAH ALLAH hedefiniz yoksa eğer, hiçbir şekilde hakiki insan’a tekamül edemezsiniz..  

kendini bilme okulları, gelen her dine kendisini kolayca monte ederek,ADEMLİK MESLEĞİ olan ESMA ile KENDİNİ BİLME okul tedrisatını BUGÜNE dek GETİRMİŞ ve halen DEVAM ETTİRMEKTEDİR..yol TURUKU ALİ’dir…başka sıratel müstakim  ASA yolu yoktur vesselam..


21 mayıs Perşembe.. bugün yeni getirttiğim Fütûhat-ı Mekkîyye/Ekrem Demirli ,konu konu basılmış son versiyonundan HARFLERİN SIRRI kitabını bitirdim Sevdiğim.. keşke okumasaydım dedim tabii J resmen harflerden soğudum J .. çünkü Arabi hoca harfe ait ne kadar ilim varsa silmiş süpürmüş..inanıyorum ki dünyada kimseye tek bir şey bırakmamış.. yani arkadan gelen biz çömezler ,nal toplamak zorundayız..baktım baktım,okudum okudum. bu korkunç ötesi-kimselerin zerresini bilip duyup-aklına-hayaline dahi getiremeyeceği harf ilimlerini öğrenemeden doğup öldüğümüz bu darı dünyada- bu dehşetli ilme dair bende şöyle bir şey demek istedim..

"hey Arabi hocam ve harf ilmi!!..senelerdir hiç bir şey bilmeden sizi yazıp durduğum için özür dilerim..cahil olmayı hiç bu kadar sevmemiştim.. insan cahil olunca, çok cesur ve her şeyi bilir oluyor ya hanii!.işte ben cehaletimi ilk defa bu kadar güvenilir ve koruyucu buldum... şimdiye dek harfler hakkında ne yazdıysam hepsini feshediyor ama alfabem bitene dek serde yiğitlik var ÂSÂRrında (ÂSÂR mısırlıların Osiris’e kendi dillerinde söyledikleri isimdir J) yola devam ediyorum..."

ve Arabi hocamı da çok fazla " hey çocuk!! Sen çok cahilsin..sen hiçsin hiç!! Hatta sen HE harfi bile olamazsıncı buluyorum..bu harflerin ilmi kitabından dolayı da ,O’nu artık yaratılmış bir mahluk insan kategorisine koymayıp, başka bir alemden gelmiş ruhani bir vazifeli rehber olarak görüp, hürmetle selamlıyor,ellerinden ,gözlerinden, kalbinden öpüyorum..iyiki Allahımız seni bize yaratmış.. huuu



ayrıca, O’nun bilgilerini O’nun gibi görüp keşif yolu ile öğrenip okuyan, yazan ,anlayan nerdeyse yok derecesinde olduğundan dolayı da, bu ilmin  biz dünyalıları bağlamayacağını düşünüyorum.. işte, kendimi harflerle pek fena ilişki içinde sanan ben, kitabı hatmedince ve zerre anlayamayınca tarumar olup-yerle yeksan oldum..harflere ait ne kadar ilgim varsa tüm harf putlarım bu kitapla kırıldı.. kendimden, senelerdir harfler hakkında yazdığım her şeyden büyük utanç duydum.. neyse ki  az evvel bu utancım geçti J..çünkü bende eski mısır tasavvufunda, kendime üstat olma fırsatına halen sahibim..çünkü görüp takip ettiğim kadar binlerce senedir kimse bu konuya el atmamış.. o yüzden henüz bilen biri çıkmadığı için ,hala kendimi farklı biliyor sanabilirim..bu konudaki putumu kıran biri çıkana dek gir oyna-çık oyna meydan benim J ..bence Arabi hocada bizi takip ediyordur ve ben neden bu konuyu didiklemedim de, bu cahile bu azametli sahayı bıraktım diyordur..hayatı boyunca 500 tane birbirinden derin ve anlaşılamayan kitaplar yazmış bir varlığın, belki  de kaybolan yakılan kitapları içinde bu konularda vardır..ilerde çıkar inşallah..

evet, esas konu,kendi kitabını okumak ve yazmak=çizmek-inşa etmek,yani gelecek nesillere aktarılacak herhangi bir miras –tereke bırakmaktır ki,senden sonrakilerinde bir rızık ağacı olsun..rızık sadece yiyip içmek değildir.ilim en büyük rızıktır… her kişinin esma kutpu ve esma kombini o kişiye özeldir..kendi esması kabiliyetini anlayıp, kendinde tulum çıkartan kendisine hatemdir, yerine kimse geçemez.mubarek ola .hu J!! (*hadi yine iyiyiz,durumu kurtardık değil mi Sevdiğim )

22 mayıs Cuma.. bugün Arabi hocamın ALLAH ADAMLARI VE KUTUPLAR adlı kitabını da bitirdim..tabiiki anlayamadım.ama oradan buradan senelerdir dinlediklerim ve okuduğum tonla acaip şeyle birleştirdim.. madde olan ricaül gaybi bizim bilmemize gerek olmadığını  seneler evvel öğrenmiş, hiç bir zaman onları merak etmemişdim.. ben zaten TURUKU ALİ PARTİSİnden olup, oraya çalışıyorum J.. ayrıca hayatım boyunca onları tek tek tanıyacağıma inanıyorum ..yani ey okuyucu !!hepiniz rical olabilirsiniz!!.o yüzden temkinli yazıyorum ki,size şirin  gözüküp, kuvvetli şifa-i nazarlarınızı kendime celb edeyim..

neyse bizim meselemiz dışarıda, bizi ilgilendirmeyen rical ehli değildir.. kendi enfüsümüzdeki, kendi vücut ve o vücudun şifası kitabımızdaki ricaül gaybimiz olan duyular-hisler alemimize dikkatimizi çeviriyoruz..

kitapta ARABİ HOCA ricalin her birinden "NEFESLER İLMİ" NDEN NASİPLERİ OLANLAR OLARAK BAHSETMİŞ.. nefesler ilminin içinde kişide en kuvvetli açılan duyu-his organı ile her işi yapan ricalden bahsetmiş.. bunlardan; her iş ve oluşu duymak fiili ile yapanlar olduğu gibi, nazar- görmek ile her şeyi okuyan , bilen, iş bitirenler varmış.ayrıca kimileri diğer hisler olan dokunarak, vurarak, değerek, konuşarak, koklayarak, sezerek olaylara nüfus ederlermiş.. çok nadir kutup tüm bu hislerini tam kapasite ile kullanıp, her birisiyle işi görüp halledebilirmiş..


o halde bizler kulağımızdan girip çıkan sözlere, gözlerimizin baktığı ve anlattığı anlamlara, zihnimizden gelip geçen düşüncelere, kalbimizde uyanan manalara, dilimizden çıkan kelamın tedbirine, kalbimizde oluşan niyetin erdemine, tekvin sıfatının olduğu iki ellerimizle değip- kavrayıp- yapıp ürettiklerimize bundan sonra pür dikkat etmeliyiz, değil mi?. yaaa! işte bilmek ve öğrenmenin böyle ağır bir vebali vardır.. hey sen!! artık kendine cahil değilsin! Kendi kutbiyet dairende gölgesiz olana dek sadık dur!. başkalarının dairesine gölgeni uzatmaya sakın kalkma!!

*hamiş:Sevdiğim.Sen bu mektubumu okuduğunda ben tüm dinlerin ve ritüellerin halen cem olduğu Habibi Neccar  şehrinde bir haftalığına olacağım..umarım ki Senli oluruz.amin..
nur cihan
25.05.2015
nuralem7@hotmail.com

**
NİZAM & ARABİ 
İBN ARABİ'nin ,Ka’be ‘yi tavaf ederken başıma gelen çok ilginç bir öyküsü oldu:
Bir gece Ka’be ‘nin etrafında tavaf ediyordum..Vaktim güzel geçiyordu..Birden bana bir hâl oldu,titremeye başladım..Bu hâli bilirdim..Bu nedenle,tavaf yerinden çıktım,çünkü orada bir hayli kalabalık insan vardı..Bu kez kumlar üzerinde tavaf etmeye başladım..Tam o sırada bir ilham sağanağına yakalandım ve şiir söylemeye başladım.. Orada biri var idiyse oda duyabilirdi:

Ah bir bilseydim,ah bir bilseydim
Hangi kalbe sahipler,acaba biliyorlar mı?
Ah gönlüm bir bilseydi,bir bilseydi
Hangi yollara düştüler,nasıl aştılar dağları
Sen sağ salim mi görüyorsun onları?
Ya da helak olmuş,yok olmuş gibi mi onları?
Hayrete düştüler aşıklar,geçtiler kendilerinden
Aşk için yanıp yıkıldılar,şaşırdılar yolları

Öylesine kendimden geçmiştim ki,ipekten daha da yumuşak bir el sırtıma vurunca ancak kendime gelebildim..Sırtıma vuran kim diye dönüp baktım.Bir de ne göreyim,karşımda Rum kızlarından (min benâti’r r-rum) güzel genç bir kız duruyor..Ondan daha güzel yüzlü,ondan daha tatlı dilli,ondan daha narin ince yapılı,ondan daha latif yumuşak kalpli ve ince duygulu ,konuşması ondan daha kibar olan birini ömrümde görmedim.Zarafet ,edep,güzellik ve marifet yönünden akranlarının hepsinden üstündü..
Sonra bana “Efendim! Ne dediniz?” diye sordu..Ben de,

Ah bir bilseydim,ah bir bilseydim
Hangi kalbe sahipler,acaba biliyorlar mı?

dedim..Bunun üzerine “Hayret”dedi.”Sana şaştım kaldım.Sen ki çağının arifisin, böyle sözler söylüyorsun.İnsan bir şeye sahip olursa onun ne olduğunu bilmez mi? Ayrıca bir insan bir şeye ancak onu tanıdıktan sonra sahip olmaz mı? Bir şeyi bilmek istemek,onun yokluğunu düşünmeyi mi gerektirir?Oysa usul,hakkı söylemektir, hakkı düzgün bir dille anlatmaktır.Nasıl olur da senin gibi biri böyle bir şeye izin verir?Peki efendim,daha sonra ne dedin?” Ben de ona;

Ah gönlüm bir bilseydi,bir bilseydi
Hangi yollara düştüler,nasıl aştılar dağları

Dedim.Bunun üzerine oda bana,”Efendim”dedi,gönül ile gönlün içi arasındaki yollar ,insanın bunları bilmesine bir engel teşkil eder.Nasıl olur da ,senin gibi biri,ulaşılması mümkün olmayan bir şeyi temenni edebilir? Oysa usul hakkı söylemektir,düzgün bir dille anlatmaktır”.Ardından “Peki efendim,daha sonra ne dedin?”diye sordu ..Bende ona,

Hangi yollara düştüler,nasıl aştılar dağları
Sen sağ salim mi görüyorsun onları?
dedim.Bunun üzerine oda bana “Onları bırak,onlar sağ salim,kendi yolunda gidiyorlar.Fakat,asıl sen sor bakalım kendi kendine”sağ,sâlim misin,yoksa helâk olmuş,yok olmuş gibi misin?. Peki ,daha sonra ne dedin?” diye sordu bana.Ben de ,

Hayrete düştüler aşıklar,geçtiler kendilerinden
Aşk için yanıp yıkıldılar,şaşırdılar yolları

bunun üzerine, bir çığlık atarak,”Hayret,hayret!” dedi.”Aşka gönlünü kaptırmış biri hayrete düşsün,yolunu şaşırsın,bu nasıl olur?.Oysaki onun ilglendiği biricik işi aşktır; aşk insanın duygularını altüst eder;aklını başından alır;ruhunu dehşet ve ürperti içinde bırakır;aşk insanı öldürür;dolayısı ile öldükten sonra hayrete düşmek nasıl olur?Aşkta kim kalabilir ki yolunu şaşırsın?.Oysa usul,hakkı söylemektir,düzgün bir dille anlatmaktır.Senin gibi birinin bu şekilde konuşması uygun “değildir.” Bunun üzerine ben de “EY HALA KIZI ,SENİN ADIN NE ?”diye sordum.O da “KURRETÜ’L AYN!( GÖZ NURU) dedi.Ben de ona “SEN BENİM GÖZÜMÜN NURUSUN “dedim.Sonra selamlaştık ve ayrıldık..


Sonra,işte bu karşılaşmadan sonra ,ben onu tanıdım;onunla dost oldum.Ve onda bu dört beytin açıklamasını yapanın anlatamayacağı ve kelimelerle anlatılamayan nice marifet incelikleri (LETAYİF) gördüm.
İBN ARABİ/Arzuların Tercümanı/ Mahmut Kanık