99 ACVE HURMASI (akik
taşlarının) MASALI 33
bir mertebenin daha 33.basamağının M'âsâl-ı..
Merhaba Sevdiğim ve Merhaba.. bu hafta yazım çok uzun olduğu için her şeyi çook kısa geçeceğim …Çarşamba..yine bir yere gidiyor veya dönüyorsun ki hoş geldin..çook teşekkür ediyorum Sevdiğim..BENİ TERK ETMEMİŞSİN ANLADIMJ.. ve sonra sabah şunları görüyorum.. Sen, mahremin,nane ve ben.. sizin bize iltifatınız,ilginiz var.. galiba bu çocuk biraz kırgın.. başını dahi kaldırıp size bakmıyor.. Sen çok hoş bakıyorsun.. ben yeni yetme bir kız çocuğu gibiyim ve utangaç..Tobacco adlı çok meşhur bir mağazada seçmeler olacakmış??!.. Sen beni oraya kaydettirmişsin ki, bana haber veriyorlar.. katılamam diyemiyorum.. çünkü Senden olduğunu anlıyorum…arkadaşım Semiha: ”neden O’na o kadar yakın oldun ki, o kadar onlara yaklaşmak iyi değildir “diyor sanki.. başımı hiç kaldırmıyor ve susuyorum.. Güler’in bilgisayarı bozulmuş..ve biz yeni bilgisayarlar almışız.. ona öyle diyor Semiha.
ve bir çay sohbetine buyrunuz lütfen..kahvelerimizle beraber okuyoruz..çünkü madden çoook uzun, manen ise çook derin ve yüksekiz.. J
Mahmut Erol Kılıç Hocamızın sohbeti Âlilerinden izniyle..(" Burada okuduklarınız Mahmud Erol Kılıç'ın Üsküdar'da yeni yerine taşınan H yayınlarında; bazı irfan dostları ile yapmıs olduğu çay sohbetinde bendenizin tuttuğu notlardan oluşmaktadır" ..ve tabbii ki, bu ses kaydının bir kısmından derlenip yazılmış muhabbeti okuyan kişilerin tüm devrik cümlelerimi ve imla hatalarımı da gönül gözleri ile de düzeltmeleri gerekiyor.. önemli olan manadır ve bu masalın okurlarına inen teveccühtür bence..anlarsak eğer J.. )
Buraya yeni açılan bir yayınevinin çay sohbetine geldik.. konferans değil..izin aldınız herkestenJ?!!.belediyeden, emniyet amirliğindenJ?..eskiden böyle izinler olurdu. sözleşmelerin hepsi içeride mi?.. tamam..bunlar latifeydi arkadaşlar.. önce kısa bir giriş yapalım.. sonra soru cevap devam edelim.. arkadaşlar bu miras manevi bir miras..adına tasavvuf dediğimiz bir yoğurt yiyiş tarzı ki, bu bir tarzdır.. fakat şunu unutmamalıdır ki; hiçbir düşünce hiçbir din geldiği hali ile bırakılmamıştır..yanii her din, o dinin esaslarını yeryüzüne indiren bir paratoner aracılığı ile iner.. ona nebi deriz.. yeryüzüne o nebi ağzından konuşularak, o dinin yeryüzü hayatı başlar.. fakat o yeryüzü hayatında, o nebiden sonra: nebinin vaaz etmiş, aktarmış olduğu o dini mesajı iyice anlamış, idrak etmiş ve bittecrübe o esasları kendi hayatında yaşamış kimseler vardır ki; bunlara arifler ,alimler gibi adlar verilmiş…bu kimselerin tefsirinden, yorumundan, açıklamalarından, yaymalarından olayı bilebiliriz gibi… değişik adlarda kullanabiliriz.. çünkü nebiye inen özdür.. o özü, nebi, kendi hayatı ne kadarsa; 3 ,5,20,30 yıl içerisinde beşerle ve dünya hayatı ile muhatap olduğu olaylar karşısında onları açıklamak suretiyle açıklamıştır.. amma..her olayı ,her meseleyi de açıklayıp gitmemiştir.. ana prensipleri vaaz etmiştir.. ve demiştir ki:” esaslar bu. bundan sonra karşılaşacağınız her türlü vâkâ ve hadisede buna göre siz yorumunuzu kendiniz yapınız demiştir.. bundan dolayı nebiye inen mesaj vahiydir..
biz biliyoruz ki imam Buhari Kur’an-ı Kerim’den sonra en kuvvetli olan sahih hadislerin yazarıdır.. İmam Buhari 100.000 hadis toplayabildi ve onların içinden ayıklaya ayıklaya 3000 hadise indirdi ve bunlarla sahih-doğru Buhari hadisi meydana getirdi.. 97.000 hadis ne oldu? .. O dedi ki:”97.000 hadis sahteydi, yalandı, uydurmaydı diyemem.. benim kriterlerime uymadığı için ben onları almadım.. ola ki bunların içinde de güzel, sahih sözler olmuş olabilir”.. bu durumda biz peygamberimizden bize kalan bu mirası; bu şekilde sadece yatay değil, birde manevi dikey olarak ta bu bilgiyi alarak, hz peygamberimizin varisi olmamız mümkündür.. ve arifler dediğimiz kervan bu şekilde peygamberimizin getirdiği mesajı kendi hayatlarında tatbik ederek, hakikati muhammediyi izhar etmek suretiyle sahâbi olmuşlardır.. yanii. peygamberi görene sahâbî deniyor değil mi?. ama deniyor mu orada:” peygamberi gören zahiren, fiziki görünce sadece sahabi olunur?”.. hayır!!.. mânâsında da gören var.. peygamberle irtibatta olmak mümkün.. salavatı şerife getirmek mümkün.. peygamberin koruması altında çalışan Allah dostları da bu dinin açıklanması, tefsiri, yorumu hakkında kıyamete değin bu yolda çalışmaya devam etmişlerdir ve devam etmektedirler..
günümüzde her şey ters oldu..mesela günümüzde kelimeler çok öne çıktı.. onun içini doldurmak ihmal edildi. .çok özür diliyorum.. önüne gelen “ben sufiyim” demeye başladı günümüzde.. çok güzel bir şey de, içini ne zaman dolduracağızJ?!.. sufilik acaba bir modamı diye de, zaman zaman beni rahatsız etmeye başlıyor.. eskiler bunun içini doldururlardı ve hiçbir zaman ben sufiyim demezlerdi. etiketler çok taşımazlardı.. biz şimdi çok etiket taşıyoruz.. nerdeyse pankart açıyoruz böyle, yürüyüş yapacağız Taksim meydanında “BEN SUFİYİM” falan diyeJ.ama bazı İslam dünyasının bazı bölgelerinde bunlarda var.. bendeniz şahit oldum Kahire’de yaşarken, 25 sene evvel..malumaliniz İslam dünyasının bazı bölgelerinde tasavvufi faaliyetler yasak değildir, meşrudur.. dolayısı ile böyle ofisler vardır.. işte tarikatı kadiriye merkeziJ..orası halvetiyenin bürosuJ..Muharrem ayında Derrâse denilen bir bölgeleri var..orada tüm tarikat mensupları yürüyüş yaparlar.. her tarikat mensubunun önünde pankartları vardır.. bakarsın böyle:”aaa!! Kadiriler geçiyor.. (alkışlarsınJ).. ardından.. aaa!! nakşiler geçiyor(alkışlarsınJ)..sonra çadırları kurulur..her bir çadırda bir sancak ve afişleri vardır.. bunlar güzel folklorik özelliklerdir.. bazılarında broşürlerde vardırJ..
yeryüzünün gayesi bu .bunu elde etmeye geldi insanoğlu.. bunu elde etmek içinde Allah dostları birer aracı oldu.. Allah dostları aracı olup bize O’nu tattırıp hissettirebiliyorlarsa vazifelerini ifa ederler.. amma burada belki aykırı bir şey söyleyeceğim.. tasavvuf bile olsa eğer, engellerden bir engel, perdelerden bir perde de o koyuyorsa “ALLAH’LA SENİN ARANA”… seni oraya götürmesi gerekir iken, başka yerlere çekiyorsa… adı tasavvuf bile olsa.. adı onun falanca tarikat bile olsa.. o maalesef bir omurga kayması yaşamış bir yapıdır.. belki başlangıcında güzelliklerle inşâ edilmişti ama tarihi süreç içerisinde bozulmuştu.. çünkü arkadaşlar yeryüzü tarihi kurallarından bir tanesi her şeyin ifsad etmesidir.. burada her şey bozulmaya açık, bozulmaya meyyal bir mahiyette yaratılmıştır.. bunu bozulmadan, ilk saf hali ile muhafaza edebilmek gerçekten büyük bir çaba ,büyüük uzun soluklu bir kavga, bir mücadele, bir cihat istemekte.. yani elde ettiğiniz maneviyatı uzun süreli sürdürebilme.. bayrağı yere düşürmeden son nefese kadar götürebilmek.. bu nedenle burada her şey bozulmaya açık.. neden bundan tasavvuf etkilenmesin ki.. her şeyi olduğu gibi, tasavvufi yapılardan bazıları(hepsi için demiyoruz)problemler yaşamış olabilirler.. diğerleri de yaşamadı mı?.. her branş yaşadı.. mesela fıkıh branşında sahtekar bir şeyhülislam, sahtekar bir müftü..rüşvet alarak filancaya yer tahsis ettiren geçmişte müftüler ,kazaskerler gelmedi mi? geldii.. o zaman ne yaptık biz fıkıh ilmini iptal mi ettik?. etmedik.. işte bazı branşlarda niyet kaymaları olabilmekte..
çocuk: iyisiniz inşallah hocam.. önce sizi tektaşa bekliyoruzJ..
çocuk: biz hakikatte de öyleyizJ
çağımızın önemli alim ve sufi düşünürlerinden René Guénon- Şeyh Abdül Vahid Yahya nın bu sembolizmalar üzerine olan çalışmaları okuyunuz muhakkak, tavsiye ederim.. kitabın bir tanesinde haç sembolizmi var mesela..bir Müslüman niye böyle bir şey yazsın: “bu kitabın yazılmasına sebep olan, benim şeyhimin bir sözüydü” diyor.. şeyhi ona demiş ki:” evladım.. Hristiyanlarda haçın şekli var.. manası ise bizde varJ”.. bizde şekli yok.. manası ne?.. dikey ve yatay tekamülün kesiştiği noktada da gül koyarlar oraya eski gülhaç cemiyeti mensupları. .ama bizde böyle bir şey var mı? bizde haç felan var mı? yok.. bizde de hem dikey hem yatay tekamül anlatılıyor, bu iki çizginin tam kesiştiği noktaya da KEMAL’İ MUHAMMEDİ denir..alın size haç sembolünün manası bizde var.. manası olmayanın elinde de putu kalıyor zaten.. mana kaçtığı zaman suret kalıyor.. bu dini ilimlerin hepsi için geçerlidir.. bu her şey için geçerlidir.. mesela tasavvuf diye diye tasavvufta kayıp olursa, o zaman Yunus Emre gelip şöyle der:” dervişlik olsaydı taç ile hırka, biz dahi alırdık onu 30 a 40 a”.. yani öyle insanlar dervişlik satmaya başlıyorlar ki.. başına bir tacı şerif geçiriyor, sırtına bir derviş yeleği ve ben dervişimJ..ben hanii o şeyi sırtına giyen derviş değildir demiyorum.. sadece şunu diyorum…ilk olarak her o başına tacı geçiren, o hırkayı sırtına geçiren adam olmuş değildir…kerameti meşhur Şabani büyükleri iyi bilirler.. taç ne tacıdır?
soru: melamet neşesi hakkında gözlemleriniz nelerdir?
((*hamiş: bunu yazanında Mısri neşesinde biri olduğunu unutmadan okuyarak anlayalım lütfenJ..))
bir mertebenin daha 33.basamağının M'âsâl-ı..
Merhaba Sevdiğim ve Merhaba.. bu hafta yazım çok uzun olduğu için her şeyi çook kısa geçeceğim …Çarşamba..yine bir yere gidiyor veya dönüyorsun ki hoş geldin..çook teşekkür ediyorum Sevdiğim..BENİ TERK ETMEMİŞSİN ANLADIMJ.. ve sonra sabah şunları görüyorum.. Sen, mahremin,nane ve ben.. sizin bize iltifatınız,ilginiz var.. galiba bu çocuk biraz kırgın.. başını dahi kaldırıp size bakmıyor.. Sen çok hoş bakıyorsun.. ben yeni yetme bir kız çocuğu gibiyim ve utangaç..Tobacco adlı çok meşhur bir mağazada seçmeler olacakmış??!.. Sen beni oraya kaydettirmişsin ki, bana haber veriyorlar.. katılamam diyemiyorum.. çünkü Senden olduğunu anlıyorum…arkadaşım Semiha: ”neden O’na o kadar yakın oldun ki, o kadar onlara yaklaşmak iyi değildir “diyor sanki.. başımı hiç kaldırmıyor ve susuyorum.. Güler’in bilgisayarı bozulmuş..ve biz yeni bilgisayarlar almışız.. ona öyle diyor Semiha.
Sevdiğim bu hafta başka bir şey yazmayacağım…eski dostlarımlada görüştüm
ve çok güzel geçti.. ve bir sohbet dinledim, onu kaydettim.. işte onun
deşifresini beraber okuyacağız.. içinde çok özel detaylar var.. sadece Sana
şunu söyleyeceğim.. hani hz Rabia ve hz Geylani Hacca gidiyorlar ve hz Geylani
önce varıyor ki hayret ediyor.. soranlara şöyle diyor:" hayretim şundandır.. burada
KABE var lakin manası yoktu.. merak edip baktım nerede diye..aa..bir gördüm ki
KÂBE’NİN binası sadece var.. MANASI ise hz RAbiA yı karşılamaya gitmiş"..sanırım
anlatabildim değil mi Sevdiğim.. böylece o sembole Senin işaret ettiğini
aşağıda da teyit edildiğini göreceksin.. ben buna sadece CİLVE-İ RABBANİ
diyorum ve Seni hala aynı şekilde Seviyorum ve
öyle Sevdiğim içinde artık hiiç üzülüp utanmıyorum.. çünkü Sen benimle
bendesin artık öğrenip biliyor ve hatta bazen minicik yaşıyorumJ ACEP (yine) ALLAH BANA KULUM DİYEMİ?!diyorum ve bekliyorum..J
ve bir çay sohbetine buyrunuz lütfen..kahvelerimizle beraber okuyoruz..çünkü madden çoook uzun, manen ise çook derin ve yüksekiz..
Mahmut Erol Kılıç Hocamızın sohbeti Âlilerinden izniyle..(" Burada okuduklarınız Mahmud Erol Kılıç'ın Üsküdar'da yeni yerine taşınan H yayınlarında; bazı irfan dostları ile yapmıs olduğu çay sohbetinde bendenizin tuttuğu notlardan oluşmaktadır" ..ve tabbii ki, bu ses kaydının bir kısmından derlenip yazılmış muhabbeti okuyan kişilerin tüm devrik cümlelerimi ve imla hatalarımı da gönül gözleri ile de düzeltmeleri gerekiyor.. önemli olan manadır ve bu masalın okurlarına inen teveccühtür bence..anlarsak eğer J.. )
Buraya yeni açılan bir yayınevinin çay sohbetine geldik.. konferans değil..izin aldınız herkestenJ?!!.belediyeden, emniyet amirliğindenJ?..eskiden böyle izinler olurdu. sözleşmelerin hepsi içeride mi?.. tamam..bunlar latifeydi arkadaşlar.. önce kısa bir giriş yapalım.. sonra soru cevap devam edelim.. arkadaşlar bu miras manevi bir miras..adına tasavvuf dediğimiz bir yoğurt yiyiş tarzı ki, bu bir tarzdır.. fakat şunu unutmamalıdır ki; hiçbir düşünce hiçbir din geldiği hali ile bırakılmamıştır..yanii her din, o dinin esaslarını yeryüzüne indiren bir paratoner aracılığı ile iner.. ona nebi deriz.. yeryüzüne o nebi ağzından konuşularak, o dinin yeryüzü hayatı başlar.. fakat o yeryüzü hayatında, o nebiden sonra: nebinin vaaz etmiş, aktarmış olduğu o dini mesajı iyice anlamış, idrak etmiş ve bittecrübe o esasları kendi hayatında yaşamış kimseler vardır ki; bunlara arifler ,alimler gibi adlar verilmiş…bu kimselerin tefsirinden, yorumundan, açıklamalarından, yaymalarından olayı bilebiliriz gibi… değişik adlarda kullanabiliriz.. çünkü nebiye inen özdür.. o özü, nebi, kendi hayatı ne kadarsa; 3 ,5,20,30 yıl içerisinde beşerle ve dünya hayatı ile muhatap olduğu olaylar karşısında onları açıklamak suretiyle açıklamıştır.. amma..her olayı ,her meseleyi de açıklayıp gitmemiştir.. ana prensipleri vaaz etmiştir.. ve demiştir ki:” esaslar bu. bundan sonra karşılaşacağınız her türlü vâkâ ve hadisede buna göre siz yorumunuzu kendiniz yapınız demiştir.. bundan dolayı nebiye inen mesaj vahiydir..
“her ne kadar ne arıyorsanız, yaş
ve kuru bunda bulursunuz” ayeti ile teyit ediliyorsa da aslında mücmelen
yani toplu bir bilgi, toplu prensiplerdir.. çünkü biliyoruz ki biz; tarihte,
kendisine bir sahife dahi indirilmiş
peygambere de aynı şeyi söylerdi.. eğer sadece düz bir mantıkla anlayacak
olursak: ”bir sayfada yaş ve kuru nasıl olabilir ki?”.. burada ana prensipler
var.. burada indirilen bir şeker var ve
çayın içine atıyorsunuz, karıştırıyorsunuz ,artık şeker gözükmüyor.. ama
tadarsanız diyorsunuz ki bu çay şekerli, bu çayın şekeri var.. binaenaleyh
nebinin getirdiği bir tür aşıdır.. aşıyı, iğneyi vurulanlar hapı yutarlarJJJ.. o aşıyı vurduktan sonra siz artık onun gibi olmaya
çalıyorsunuz ister istemez.. çünkü O tenezzülen indi.. ne indi? O ayrı bir
konu..ete kemiğe bürünen kimdi?. Yunus dilinden konuşan kimdi?.. Abdullah
oğlu Muhammed (sav) ,Amine’den doğma adı ile vücud bulmuş hakikat ne idi?
ve ondan sadır olmuş bu sözler hayatla ilgiliydi. fiziki konularla da
ilgili şeyler söyledi, nakletti.. efendimm..ancak manevi konulara dair de bazı
bilgiler bıraktı gitti.. tabii manevi –metafizik konular anlaması ,idrak etmesi,
hazmetmesi ve ondan sonra bir başkasına nakletmesi zahiri konular kadar kolay
olmadığı için: zahiri konuları nakletmek daha kolay
iken, manevi konuları kulaktan kulağa nakletmek daha zordur.. eğer bu,
nakledilen kişide o bilginin karşılığı yoksa, yolda buharlaşmak suretiyle o bilgiler
buharlaştı gittiJ..
peygamberin mesajı elimizde
mevcud..içimizden bazıları şunu diyebilir mesela:”
bu sizin vahdeti vücuttu, tasavvuftu, şudur ,budur dediğiniz konular olsaydı
eğer, peygamber bunları söylerdi.. peygamber bunları söylemedi.. ne
söyledi?. “ben tirit kebabını çok severim” dedi.. bak bu kayıtlarda var
mesela.. peygamberimizin ayakkabı numarasını dahi biliyoruz.. çok güzel.. neden?
arkadaşlar.. bu bilgiler nakledilmesi
kolay ve hadis kitaplarında da yer alması çok doğaldır, tabiidir…. amma.. peygamberimizin
bize naklettiği bazı yüce ve büyük sözler de var ki ;bu sözler anâne-kulaktan
kulağa yolda geçerken kayboldu.. çünkü aktardığımız kişi onu anlamamış olabiliyor.. binaenaleyh bugün sadece hadislerde var olan bilgilerle
biz peygamber efendimizin bütün fotoğrafını elde edemeyiz.. bunu böyle
iddia eden bazı gruplar vardır.. yani hadislerin tamamı elimizdedir ve hadislerin tamamı elimizdeyse peygamberimizin
tüm söyledikleri de elimizdedir..
biz biliyoruz ki imam Buhari Kur’an-ı Kerim’den sonra en kuvvetli olan sahih hadislerin yazarıdır.. İmam Buhari 100.000 hadis toplayabildi ve onların içinden ayıklaya ayıklaya 3000 hadise indirdi ve bunlarla sahih-doğru Buhari hadisi meydana getirdi.. 97.000 hadis ne oldu? .. O dedi ki:”97.000 hadis sahteydi, yalandı, uydurmaydı diyemem.. benim kriterlerime uymadığı için ben onları almadım.. ola ki bunların içinde de güzel, sahih sözler olmuş olabilir”.. bu durumda biz peygamberimizden bize kalan bu mirası; bu şekilde sadece yatay değil, birde manevi dikey olarak ta bu bilgiyi alarak, hz peygamberimizin varisi olmamız mümkündür.. ve arifler dediğimiz kervan bu şekilde peygamberimizin getirdiği mesajı kendi hayatlarında tatbik ederek, hakikati muhammediyi izhar etmek suretiyle sahâbi olmuşlardır.. yanii. peygamberi görene sahâbî deniyor değil mi?. ama deniyor mu orada:” peygamberi gören zahiren, fiziki görünce sadece sahabi olunur?”.. hayır!!.. mânâsında da gören var.. peygamberle irtibatta olmak mümkün.. salavatı şerife getirmek mümkün.. peygamberin koruması altında çalışan Allah dostları da bu dinin açıklanması, tefsiri, yorumu hakkında kıyamete değin bu yolda çalışmaya devam etmişlerdir ve devam etmektedirler..
işte
bizim Tasavvuf geleneği dediğimiz İslam
Tefsir Okulu aslında şuan için İslamın yegane düşünce okuludur..
diğer okullar belki, daha çok İslamın ameli, fıkhi açıklamalarını esas
alırlarken, İslamın düşüncesine yönelik tasavvuf okulları da “Allah nedir?.. nereden geldik nereye gidiyoruz? u sorar... mesela
fıkıhta bu soruların karşılığını bulamazsınız.. insan
kimdir?. sen kimsin?. seni kim yarattı?. Yaratanınla senin irtibatın nedir?..
yaratıp seni bir kenara attı mı?.. yoksa her an onunla bir iştemisin?. her an
O’nunla sen bir işteysen o iş ne iştirJ?..ne işler
çeviriyorsunJ?!.. alemde ne oluyor, ne bitiyor?..vesair. bu
tür soruların cevaplarının hiç birini biz ne hadis ,ne de fıkıh ilminden
alamayız.. hadis ve fıkıh ilmine de zulmetmemek lazımdır.. her ilmin kendi
kapasitesi oranında ondan istifade etmek lazımdır.. onlar bize döküman sağlayan
sahalardır..siyer, hadis bize belge
temin eden arkadaşlardır.. belgeye ihtiyacımız var.. belgesiz olmaz.. ama belgelerin
yorumuna da ihtiyaç vardır..
önümüze bir döküman geldi:” islam beş şey üzerine bina edülmüştür”
sahih hadisini okuyorum şimdi size.. efendim..
islamın 5 şartı sayılıyor orada.. peki bu 5 direk,5 şart nedir?..bunları kim
bize açıklayacak veya bunları açmamızın önünde bir engel var mı?.. veya bunları
aç diyemez miyiz?. namaz ne demek?.. oruç
ne demek? hac ne demek? zekat ne demek? bunları ben araştırmayacak mıyım?..ilâhir
bütün bunları topladığımız zaman, islam tasavvuf mektebi ekolü tarihi süreci
içinden- başlangıcından günümüze
gelinceye kadar, islamın bu manevi mirasını-yönünü(islamın bu yönünü bir
alternatif olarak sunmuyorum dikkat edin!)..arkadaşlar.. bütün bu zahir olandan- maddi olan- açığa çıkan her şey,
içeride olanın dışarı vurmasıdır..
içeriye hakim olan dışarıya da hakim olur. ama
sadece dışarıyı bilen içeriye hakim olamaz.. onun için içeriyi sağlam tutmak çok önemlidir.. her zaman için, iç
güven çok önemlidirJ..iç
güvenliği sağlama aldıktan sonra dış güvenlik gelir.. bir dinin içi, o dinin esaslarıdır.. Peygamberimizin
hayatına da baktığımız zaman; ilk
dönemlerinde çok tasavvufi bir hayat yaşadığını, çok tasavvufi bir yaklaşım
tarzı ile hareket ettiğini söyleyemeyiz.. malumaliniz o esnasında tasavvuf ilmi
diye bir ilim dalı da o saatte yok.. tasavvuf kelimesi de zaten çok da önemli
bir kelime değil arkadaşlar.. Muhiddin İbnül Arabi tasavvuf kelimesini çok
kullanmaz mesela.. tasavvuf ehli EHLİ MÂNA dır. manayı
esas aldıkları için isimlendirme ikinci derecedir.
günümüzde her şey ters oldu..mesela günümüzde kelimeler çok öne çıktı.. onun içini doldurmak ihmal edildi. .çok özür diliyorum.. önüne gelen “ben sufiyim” demeye başladı günümüzde.. çok güzel bir şey de, içini ne zaman dolduracağızJ?!.. sufilik acaba bir modamı diye de, zaman zaman beni rahatsız etmeye başlıyor.. eskiler bunun içini doldururlardı ve hiçbir zaman ben sufiyim demezlerdi. etiketler çok taşımazlardı.. biz şimdi çok etiket taşıyoruz.. nerdeyse pankart açıyoruz böyle, yürüyüş yapacağız Taksim meydanında “BEN SUFİYİM” falan diyeJ.ama bazı İslam dünyasının bazı bölgelerinde bunlarda var.. bendeniz şahit oldum Kahire’de yaşarken, 25 sene evvel..malumaliniz İslam dünyasının bazı bölgelerinde tasavvufi faaliyetler yasak değildir, meşrudur.. dolayısı ile böyle ofisler vardır.. işte tarikatı kadiriye merkeziJ..orası halvetiyenin bürosuJ..Muharrem ayında Derrâse denilen bir bölgeleri var..orada tüm tarikat mensupları yürüyüş yaparlar.. her tarikat mensubunun önünde pankartları vardır.. bakarsın böyle:”aaa!! Kadiriler geçiyor.. (alkışlarsınJ).. ardından.. aaa!! nakşiler geçiyor(alkışlarsınJ)..sonra çadırları kurulur..her bir çadırda bir sancak ve afişleri vardır.. bunlar güzel folklorik özelliklerdir.. bazılarında broşürlerde vardırJ..
soru: ..
büro ?..
hoca:
şimdi şöyle büroya karşı değilim.. siz burada kitap basıyorsunuz değil
mi?. bu yayınevinin de muhasebesi, kağıdı, kalemi, defteri var.. yani bu bir
ticari müssese..yani bu büroya ihtiyacınız var.. orada da diyelim ki siz bir şeyh efendiyseniz bin
tane, on bin tane, yüz bin tane müridiniz var..müridlerin adları var…var.. birde
mana dersleri var.. kaç bin tane.. şeyh nasıl aklında tutsun hepsini yaniJ.. bir müridi çıkıyor karşınıza “efendim ben size
altı ay evvel bir manamı anlatmıştım,6 aydır cevap bekliyorum halen
cevaplamadınJ.ben
ne zaman dersimi geçeceğimJ?!” diyor.. bunu bir kişi söylese hadi neyse.. yani
şeyhlerin işi çok zor arkadaşlar.. şeyh dostlarım var benim.. hepsine derim ki ”Allah
yardımcınız olsun” yanii..bizimkisi hariçten gazel okumaktır.. mesela benim
işim çok kolaydır.. sadece konuşurum.. şeyhlik çok ağırdır, zordur.. Allah
hepsinden razı olsun.. kim nasıl hangi yolda hizmet ediyorsa, herkese bir görev
tayin edilmiş…ama belirli bir yeküne, belirli bir sayıya ulaştığında
tasavvufi sistemde de bunun tekkesi
olur.. o tekkenin teşrifatçısı yani protokol amiri olur.. bu teşkilatı tekkenin
diyelim ki çaycısı, orada bir zikir varsa bu zikrin görevlisi(diyelim ki o
zikre sağdan mı girilir, soldan girilir yol yordam öğreten, kontrol edeni)olur..
..ama esas olan ruh ,mana ve düşüncedir.. ortada ruh yokken, sadece
vazifeliler varsa”..efendim ben falanca tekkenin çavuşuyum, çaycıbaşıyım,
serzakiranıyım”.. ama ortada tasavvuf yok diyelim.. bol bol bu etiketler kalmış.. işte şeyh var, halife var, dede var,
o var ,bu var.. burada bir problem meydana gelmeye başlıyor..
biliyoruz ki her şeyden önce RUH vardır ve sonra O RUH bir bedene intikal etti..yani üfleneceği bir
bedene ihtiyaç var..O RUH üflenileceği
bir beden ister..
lakin ikincil merhalededir beden görüldüğü gibi.. yani ortada bir beden var ve ruh yoksa, o beden hayatıyetini sürdüremez.. bu dinler tarihinde de düşünceler tarihinde de böyledir.. ve bir zaman sonra nasıl beden ölür ruh devam ederse, bedende bazı şeyler değişebilir.. yani müesseslerde bazı değişiklikler olabilmektedir.. yani islam tasavvufunda da zaman içerisinde şekli değişiklikler olabilir..efendimm. X tarikatı yerine B tarikatı öne geçebilir..malumaliniz bir şeyh efendi, mesela ilk dönemlerde, tasavvuf tarihine baktığımız zaman, tarikat adlarından ziyade Kamilin kendisi daha merkezi yerdeydi..yanii falanca zattan bahsediliyor bizim eski kitaplarımızda.. o zatın hangi yoldan olduğu ikinci ,üçüncü derecede öneme haiz.. bir İnsan-ı Kamil şurada deniliyor.. sonra deniliyor ki:” şunlardan veya bunlardan”..yanii.. insan-ı Kamil olması esas alınıyor.. o İnsan-ı Kamil nakşimi, bektaşimi, Melamimi olduğu daha sonra geliyor.. “hangi bahçenin gülü?.. iyi yetişmiş belli ki, Allah mübarek etsin o bahçeye deniliyor”..
lakin ikincil merhalededir beden görüldüğü gibi.. yani ortada bir beden var ve ruh yoksa, o beden hayatıyetini sürdüremez.. bu dinler tarihinde de düşünceler tarihinde de böyledir.. ve bir zaman sonra nasıl beden ölür ruh devam ederse, bedende bazı şeyler değişebilir.. yani müesseslerde bazı değişiklikler olabilmektedir.. yani islam tasavvufunda da zaman içerisinde şekli değişiklikler olabilir..efendimm. X tarikatı yerine B tarikatı öne geçebilir..malumaliniz bir şeyh efendi, mesela ilk dönemlerde, tasavvuf tarihine baktığımız zaman, tarikat adlarından ziyade Kamilin kendisi daha merkezi yerdeydi..yanii falanca zattan bahsediliyor bizim eski kitaplarımızda.. o zatın hangi yoldan olduğu ikinci ,üçüncü derecede öneme haiz.. bir İnsan-ı Kamil şurada deniliyor.. sonra deniliyor ki:” şunlardan veya bunlardan”..yanii.. insan-ı Kamil olması esas alınıyor.. o İnsan-ı Kamil nakşimi, bektaşimi, Melamimi olduğu daha sonra geliyor.. “hangi bahçenin gülü?.. iyi yetişmiş belli ki, Allah mübarek etsin o bahçeye deniliyor”..
fakat zaman içinde ruh kaybolmaya başlayınca, aynı markalaşmada da olduğu
gibi, isim daha çok önem arz etmeye başlıyor.. işte biz nakşiyiz.. biz
kadiriyiz.. bizden olsun çamurdan olsunJ kavramları maalesef her müesseseyi ifsah ettiği
gibi, tasavvufi yapılarda da bir tür problem oluşturmaya başlıyor.. burada, tabii tasavvufun özellikle arkadaşlar ,melamet neşvesini iyi anlamak gerekiyor..
nedir o ana hatlarıyla.. hangi yolu izlerseniz izleyiniz, hangi pirin elini
tutmuşsanız tutunuz, hangi tarikin mensubu olursanız olunuz, esas olan bir şey
var onu unutmayınız.. oda, oraya geliş, giriş gayen
senin: "MEN AREF DERSLERİ GÖRÜP, ORADAN BU SINIRLI DÜNYA HAYATINI TAMAMLAYIP,
GÖÇMEDEN EVVEL RABBİNİ TANIMANDIR”..
Rabbini tanımadan gitme bu dünyadan aman gözünü seveyimJ..hiç olmazsa biraz bir şeylerin olsun yani.. dokunamazsan bile bir sesini işit.. bir sesini işitemezsen bile bir hafif seher yeli değsin yüzüne.. sevgiliden bir nesim, bir damla, bir ufak göz kırpmayı gör.. ondan sonra “ben artık ölebilirim” deJ..
Rabbini tanımadan gitme bu dünyadan aman gözünü seveyimJ..hiç olmazsa biraz bir şeylerin olsun yani.. dokunamazsan bile bir sesini işit.. bir sesini işitemezsen bile bir hafif seher yeli değsin yüzüne.. sevgiliden bir nesim, bir damla, bir ufak göz kırpmayı gör.. ondan sonra “ben artık ölebilirim” deJ..
yeryüzünün gayesi bu .bunu elde etmeye geldi insanoğlu.. bunu elde etmek içinde Allah dostları birer aracı oldu.. Allah dostları aracı olup bize O’nu tattırıp hissettirebiliyorlarsa vazifelerini ifa ederler.. amma burada belki aykırı bir şey söyleyeceğim.. tasavvuf bile olsa eğer, engellerden bir engel, perdelerden bir perde de o koyuyorsa “ALLAH’LA SENİN ARANA”… seni oraya götürmesi gerekir iken, başka yerlere çekiyorsa… adı tasavvuf bile olsa.. adı onun falanca tarikat bile olsa.. o maalesef bir omurga kayması yaşamış bir yapıdır.. belki başlangıcında güzelliklerle inşâ edilmişti ama tarihi süreç içerisinde bozulmuştu.. çünkü arkadaşlar yeryüzü tarihi kurallarından bir tanesi her şeyin ifsad etmesidir.. burada her şey bozulmaya açık, bozulmaya meyyal bir mahiyette yaratılmıştır.. bunu bozulmadan, ilk saf hali ile muhafaza edebilmek gerçekten büyük bir çaba ,büyüük uzun soluklu bir kavga, bir mücadele, bir cihat istemekte.. yani elde ettiğiniz maneviyatı uzun süreli sürdürebilme.. bayrağı yere düşürmeden son nefese kadar götürebilmek.. bu nedenle burada her şey bozulmaya açık.. neden bundan tasavvuf etkilenmesin ki.. her şeyi olduğu gibi, tasavvufi yapılardan bazıları(hepsi için demiyoruz)problemler yaşamış olabilirler.. diğerleri de yaşamadı mı?.. her branş yaşadı.. mesela fıkıh branşında sahtekar bir şeyhülislam, sahtekar bir müftü..rüşvet alarak filancaya yer tahsis ettiren geçmişte müftüler ,kazaskerler gelmedi mi? geldii.. o zaman ne yaptık biz fıkıh ilmini iptal mi ettik?. etmedik.. işte bazı branşlarda niyet kaymaları olabilmekte..
amma.. umumen baktığımızda bize hz Muhammed Mustafa (sav) penceresinden
gözüken HÂKKI TEMAŞA ettirecek, zevk ettirecek, bize:” şah damarınızdan daha
yakınım” ayetinin sırrını gösterebilecek… bize:” ben sizi yarattım ama
size kendi ruhumdan üfledim” ayetinin sırrını bizde açığa çıkartacak ve”
BEN SİZDEYİM, GÖRMEZMİSİNİZ” AYETİNİN SIRRINI BİZDE TADDIRACAK.. el
evveli beniim.. el ahiri beniim.. el batıni beniim.. ez zahiri benim ayetinin (bu
ayette batın tamam, O içeride zaten.. ama birde “ez zahir dışardaki de Benim”J diyor
..ben demiyorum haaa..O diyorJ..ezzahirü
ALLAH.. bunun sırrını bizde tattıracak meşreb
var ise, gene potansiyel olarak tasavvuf denilen bu muhakkiklerin ilmindedir.. lakin
bu ilim son yüzyılda bazı niyet kaymaları ve bazı dış müdahelelerle özellikle
ülkemizin uzun yıllar; yani 10 yıl, 20 yıl demiyorum.. çünkü bir geleneğin
tesisi en az 7 kuşakla oturur. yani bu dükkanın sahiplerinin eğer babası kitapçıysa:
dedesi ,dedesinin dedesi ve dedesi de kitapçısıysa…bu bir gelenekse.. eğer 100
senedir ,200 senedir devam edip babadan oğula geçiyorsa gelenektir..bir geleneğin oturabilmesi için: bizim Selçuklu Osmanlı
çizgimizdeki hakim tok, din ,siyaset, yaşam anlayışımızı zevkimizi, medresemizi,
günlük hayatımızı, çarşımızı, pazarımızı, alışverişlerimizi evliliklerimizi, ilişkilerimizi
renklendiren, tevsif eden, boyayan islam anlayışı (bunu iddââlı olarak
görebilirsiniz..evvet bilimsel konuşuyorum) tartışmasız,
gerek Selçukide gerek Osmanlıda Tasavvufi İslamdı..
umumen..binaenaleyh.. bu gelenek bizi siyaseten de 3 kıtaysa,7 kıtaysa,5
kıtaysa.. o kıtalarda fiziki varlıklarla bulunmak sadece ve sadece kaba
kuvvetle olmaz arkadaşlar.. bu güçlerin arkasında sizin manevi gücünüz yoksa
–batıni güçle zahiri güç bir araya gelmezse ..hatta ve hatta manevi gücün arkasında
zahiren bir insanın pazusu ne kadar güçlü olursa olsun, o pazunun içerisinde
kanı pompalayan damarlar çalışmazsa, o pazu ne yapsın?!.. demek ki bir pazu lazım ama pazunun içinde iyi çalışan kan
damarları lazım.. işte bizim zahiri var oluşumuz; bunu siyaset, tarih, estetik,
sanat, mimari olarak söylüyorum.. var oluş kimliğimizin arkasında “evet islam dini çok önemlidir” gibi
şeyler duyarsınız.. ben bunu bir adım daha ileri götürüyorum.. din tabii ki
önemlidir.. ama ben bu dinin tefsirinin daha önemli olduğu kanaatindeyim ..oda, dinin en önemli tefsir ekolü olan tasavvuftur..
yani ben tasavvuf dediğim zaman bazı arkadaşlar şöyle diyorlar bana: “ya
hocam.. tasavvuf tasavvuf diyorsun.. birazda islamı anlatsanaJ..” bu bir sekülerizm işte..bu bir parçalanmışlıktır
işte..
vahdeti
vücudda parçalanma yoktur.. o birliği bir
kurabilse, iç dış gibidir.. dış iç
gibidir.. içten dışa bir yol vardır.. dıştan da içeriye doğru çıkış vardır.. ben 20. yy da konuşuyorum.. Asrı Saadette
konuşmuyorum. O imkanı yitirdim. Peygamberimizin huzurunda olsaydık İslam
denildiğinde her şey mana olarak bizim bugün kastettiğimiz şeyleri ihtiva
ederdi zaten.. ve O’nun İslam demesine, başka bir şeye ihtiyaç yoktu.. ama
günümüzde öyle değil ve öyle olamıyor.. günümüzde bendeniz çok seyahat ediyorum
görevim gereği.. İslam Dünyasını dolaşmakla
meşgulüz.. müslümanım desen böyle bakılıyor yüzüne.. hangi tür Müslümansın?…
hadi anlatıyorsun..Türkiye’denim..sünnimisin şiiimisin?. sünniyiiim desem
Sünnilik bugün yurt dışında bazı yerlerde vahabilikle özdeşti arkadaşlar.. sen vahabimisin?
diyorlar.. yok abi valla billa vahabi
değilizJ..yani
her şeyi iki defa izah etmeden anlaşılmıyor.. Asrı Saadette böyle değil.. ENE
MÜSLİM dediği zaman tematik olarak o kelime her şeyi ihtiva ediyordu.. tasavvufi
manaları da ihtiva ediyordu.. lakin bu kaydı.. bu gitti ..ek kelimelere ihtiyaç
duyuyoruz.. müslümanım ammaaa ….(boş yerleri
doldurarak ilerliyoruzJ) ..sünniyim amma….. aleviyim ama o bildiğiniz alevilerden
değil.. ehlibeyt muhabbetindeyim şu .. ama öyle değil.. bu ama .. böyle değil..
diye bir tarif yapmak zorundasınız..
tasavvuf branşı günümüzde hem dış,
hem iç şartları icabı son yüz yıllık bir süreç içerisinde biraz problemli bir
süreç yaşadı ise de, iç şartlar bazı tefessüf edişlerdi.. dış şartlar, bazı dış
güçlerin:” bunların biletini kesin” emrini vermiş olmasındandır.. ve
bunlar hepsi dış şartların emriyle yapıldı arkadaşlar.. iç irade ile
yapılmadı.. kapatın bunların tekkelerini.. çünkü ben geleceğim.. çünkü bu bir pazar..
ben burada ticaret yapacaksam, burada mal satacaksam, benden daha kaliteli bir
şirket de bu piyasada varsa, o şirketin bu piyasadan çekilmesi lazım ki ben
localarımla ama Londra’ya bağlı ama Paris’e bağlı localarımlaJ geleyim.. daha rahat
çalışmalar yapayım.. o zaman yerli maneviyat ocaklarının bir şekilde
defterinin dürülmesi lazım..
bilmiyorlar ki sed olunmakla tekâya diye bizde şiirlerde vardır.. bu
yolda, gördüğünüz gibi, bir pasajın avlusunda oturularak sohbette edilebilir.. hadi
gidin buradan deseler, gider şurada bir
kahvede de sohbet ederiz.. öyle fotoğraflar var ki arkadaşlar.. sarıklı cübbeli
bir tekke şeyh efendisi, İzmir Kestane Pazarı
Cami karşısında bir kahvenin önünde hepsi kasketli, fötür şapkalı adamlarla-dervişleriyle çay içiyorlar.. şartlar
öyle icab etmiş, öyle olmuş .. dıştan bakıyorsunuz çay içiyorlarJ. ama orada fotoğrafta bulunan yaşlı zatlar çoğu
hakka göçtü.. dediler ki “biz orada zikir yapıyorduk”J..veya kendi işimizi görüyorduk.. bir şeyh efendi talimat
veriyor: ”hepiniz Beyoğlu’ndaki Elhamra
sinemasına üst kat locasına bilet alıp gelin…arkadaşlar sinema localarında
zikir yapıldı.. ne dönemlerden geçildi.. neden? bir yere gidiyorsun peşinden
başka birileri takip ediyor.. randevu yeri olarak ta sinema locası kalıyor
tabiiJ.. netice
olarak bunlar gelip geçici arızi durumlar..
HÂK HER ZAMAN İÇİN ÜSTÜNDÜR.. O’NUN ÜSTÜNE
ÇIKILAMAZ..O’NUN ÜSTÜNE BAŞKA BİR ŞEY
ÇIKILAMAZ..
siz eğer ya Hâk diyorsanız üstünsünüz.. arızi olarak bazı cızırtılar olur ve gelip geçer.. lakin bir yerden sonrada, tasavvufun çayın içine atılan bir şeker olduğunu söylemiştik.. çayın içindeki şeker artık nasıl ki gözükmüyor ve çayın içinde varlığını sürdürüyorsa.. tasavvufunda artık; bir insanın yürüyüşünde ,oturuşunda ,kalkışında, siyaset yapışında, edebiyat yapışında, sanat yapışında, din belki anlatışında-yapışında yani HAYATINDAN O’NUN ESERİNİN GÖRÜLMESİ GEREKİR.. günümüzde çok tasavvuf konuşuluyor olması iyi bir şey.. lakin artık bunun boğazdan içeri geçirilmesi gerek.. belki de çok fazla konuşulmaması ama yaşanması lazım.. yaşanması içinde bazı dostlar, benim tekkem yokk..kimisinin var.. kimisinin yok.. bunlar hepsi bahane arkadaşlar.. bütün yeryüzü senin tekken olabilir ..bu biraz ilkokul öğrencilerinin “hocam elektrikler kesildi dersimi çalışamadım” gibi bir bahanesidir.. mekanlar ikincildir.. mekanları ihya edelim.. bazı güzel gayretlerde var şükür.. olmalı ama şerefül mekan bir şerefül mekiin..o şeref insandan dır..o mekanlar bir zamanlar içlerinden güzel insanlar yaşadığı için vardı.. ama gittiler.. şimdi o mekanların içini dolduracak adam bulmalıyız ki mekan ardından gelsin.. her zaman için tecelli içeriden dışarıya doğru veya yukarıdan aşağıya doğru veya batından zahire doğru-RUH dan CESED e doğrudur.. bizim ruhu inşa etmemiz gerekiyor..
bir dinleyicinin sorusu :AMÂ ile AHADİYET aynı şey midir?
siz eğer ya Hâk diyorsanız üstünsünüz.. arızi olarak bazı cızırtılar olur ve gelip geçer.. lakin bir yerden sonrada, tasavvufun çayın içine atılan bir şeker olduğunu söylemiştik.. çayın içindeki şeker artık nasıl ki gözükmüyor ve çayın içinde varlığını sürdürüyorsa.. tasavvufunda artık; bir insanın yürüyüşünde ,oturuşunda ,kalkışında, siyaset yapışında, edebiyat yapışında, sanat yapışında, din belki anlatışında-yapışında yani HAYATINDAN O’NUN ESERİNİN GÖRÜLMESİ GEREKİR.. günümüzde çok tasavvuf konuşuluyor olması iyi bir şey.. lakin artık bunun boğazdan içeri geçirilmesi gerek.. belki de çok fazla konuşulmaması ama yaşanması lazım.. yaşanması içinde bazı dostlar, benim tekkem yokk..kimisinin var.. kimisinin yok.. bunlar hepsi bahane arkadaşlar.. bütün yeryüzü senin tekken olabilir ..bu biraz ilkokul öğrencilerinin “hocam elektrikler kesildi dersimi çalışamadım” gibi bir bahanesidir.. mekanlar ikincildir.. mekanları ihya edelim.. bazı güzel gayretlerde var şükür.. olmalı ama şerefül mekan bir şerefül mekiin..o şeref insandan dır..o mekanlar bir zamanlar içlerinden güzel insanlar yaşadığı için vardı.. ama gittiler.. şimdi o mekanların içini dolduracak adam bulmalıyız ki mekan ardından gelsin.. her zaman için tecelli içeriden dışarıya doğru veya yukarıdan aşağıya doğru veya batından zahire doğru-RUH dan CESED e doğrudur.. bizim ruhu inşa etmemiz gerekiyor..
bir dinleyicinin sorusu :AMÂ ile AHADİYET aynı şey midir?
Hoca:
bendeniz size bir şey açıklayacağım ama bendeniz o makamı yaşadım da o makamdan size
anlatacağım değil. ama inşallah bir gün yaşarım.. bir rivayete göre İmam
Muhammed veya Ebu Hanife’nin kıssasıdır.. önemli olan mana zaten.. anlatıyor
derslerinde fıkıhta abdest nasıl alınır,
namaz nasıl kılınır.. ne zaman zekat bahsine geliyor diyor ki “ben zekat dersini size anlatamam
..çünkü ben şuan ne zekat veriyorum ,öyle bir gücüm yok.. nede ben aşırı
fakirim, zekatta almıyorum..dolayısıyle kendim buna mevzuyu olamadım.. o yüzden
burayı atlayacağım”.. yıllar sonra biraz
mal varlığı yerine gelmiş ve
zekat vermeye başlamış.. o zaman demiş ki :”arkadaşlar gelin size zekat dersi anlatacağım.” Tasavvufta
ise aynı şeyi sormak lazım arkadaşlar.. şimdi gel bakiim.. ben sana ahâdiyetten
bahsedeyimJJJ..
böyle olmaz tasavvuf.. yani vahidiyet şöyle olur, böyledir, dün oradaydımJJ..bu böyle bir şey değildir arkadaşlar.. böyle bir şeyde olamaz tasavvufta.. haa inşallah körle yatan şaşı kalkar biz bunlarla yatıp kalkıyoruz.. belki eşantiyondan ,aradan, böyle yaramaz haylaz çocuklar stadyumlara biletsiz ,kaçak girerler ya ..işte bende küçükken öyle haylaz bir çocuktum.. mesela Muhiddin Arabi hz şöyle bacağı açılsa, ben aradan içeri kaçmak için bir şey arıyorum.. yoksa bizde bir şey yok.. başta Cenabı Muhiddin, ardından Sadreddin.. ardından o mektepten gelen insanlar.. en son Ahmed Avni Konuk ( 4 ciltlik Füsus şerhi mukaddimesi.. 100 küsur sahifelik dibacesinde bu mektebin adına, meratibül vücud -varlık mertebeleri denileni, kademe kademe açıklamışlar..)
bu konular özellikle vücud mertebelerinin ilk 3 ü.. yukarıdan aşağı ilk 3 ..aşağıdan yukarı baktığımızda da 4 den sonraki 3 ..bunlara la taayyün paketi deniliyor.. tamamı ,toptan.. bir rivayette bunların 3’ü birden sır olarak tarif edildiği yerler var .vela yükal, söze gelmez alanlar deniliyor.. aşağı 4 anlatılıyor.. ama bu ilk 3 ‘e gelindiği zaman bunlar zevki konulardır…oraya geldiğin zaman sana açılırJ..bilmiyorum doğrumu söyledimJ..bunu da ben söylemiyorum haaa..ben iyi bir hırsızımJ.. siz arapça bilmiyorsunuz.. ben biliyorumJ..siz Osmanlıca bilmiyorsunuz ..ben biliyorum.. siz farsça bilmiyorsunuz ben biliyorumJ.çünkü akademisyenim benJ..profesörüm benJJJ..ve ilave bazı diller biliyorum.. bunların hepsi bana iyi bir hırsızlık imkanı sağlıyor.. ben bunları alıyorum, oradan size naklediyorum.. ama çaldımsa miri malı çaldım diyor Şeyh Galib..
soruyu soran dinleyici: ”ama siz bunları yaşıyorsunuzJ..yoksa böyle anlatamazdınız..
hoca: benim en büyük duam şudur..Allahım.. Sen beni insanların zannettiği gibi eyle”J..başka soru sormak isteyen var mı?..
böyle olmaz tasavvuf.. yani vahidiyet şöyle olur, böyledir, dün oradaydımJJ..bu böyle bir şey değildir arkadaşlar.. böyle bir şeyde olamaz tasavvufta.. haa inşallah körle yatan şaşı kalkar biz bunlarla yatıp kalkıyoruz.. belki eşantiyondan ,aradan, böyle yaramaz haylaz çocuklar stadyumlara biletsiz ,kaçak girerler ya ..işte bende küçükken öyle haylaz bir çocuktum.. mesela Muhiddin Arabi hz şöyle bacağı açılsa, ben aradan içeri kaçmak için bir şey arıyorum.. yoksa bizde bir şey yok.. başta Cenabı Muhiddin, ardından Sadreddin.. ardından o mektepten gelen insanlar.. en son Ahmed Avni Konuk ( 4 ciltlik Füsus şerhi mukaddimesi.. 100 küsur sahifelik dibacesinde bu mektebin adına, meratibül vücud -varlık mertebeleri denileni, kademe kademe açıklamışlar..)
bu konular özellikle vücud mertebelerinin ilk 3 ü.. yukarıdan aşağı ilk 3 ..aşağıdan yukarı baktığımızda da 4 den sonraki 3 ..bunlara la taayyün paketi deniliyor.. tamamı ,toptan.. bir rivayette bunların 3’ü birden sır olarak tarif edildiği yerler var .vela yükal, söze gelmez alanlar deniliyor.. aşağı 4 anlatılıyor.. ama bu ilk 3 ‘e gelindiği zaman bunlar zevki konulardır…oraya geldiğin zaman sana açılırJ..bilmiyorum doğrumu söyledimJ..bunu da ben söylemiyorum haaa..ben iyi bir hırsızımJ.. siz arapça bilmiyorsunuz.. ben biliyorumJ..siz Osmanlıca bilmiyorsunuz ..ben biliyorum.. siz farsça bilmiyorsunuz ben biliyorumJ.çünkü akademisyenim benJ..profesörüm benJJJ..ve ilave bazı diller biliyorum.. bunların hepsi bana iyi bir hırsızlık imkanı sağlıyor.. ben bunları alıyorum, oradan size naklediyorum.. ama çaldımsa miri malı çaldım diyor Şeyh Galib..
soruyu soran dinleyici: ”ama siz bunları yaşıyorsunuzJ..yoksa böyle anlatamazdınız..
hoca: benim en büyük duam şudur..Allahım.. Sen beni insanların zannettiği gibi eyle”J..başka soru sormak isteyen var mı?..
çocuk: iyisiniz inşallah hocam.. önce sizi tektaşa bekliyoruzJ..
hoca:J inşallah.. sizi gördük daha iyi olduk.. tektaşa
selam olsunJ..bendeniz
malum beş yıldır vazifem gereği yurt
dışında yaşıyorum.. ancak ayda bir, arada bir İstanbul’a geliyorum.. devlet
memuruyumJ..öyle
erenler biletimizi kestiler.. İslam Dünyasının
52 ülkesini gezmekle ama bu Endonezya olabiliyor,
Dubai olabiliyor, bu Burkina Faso olabiliyor.. bu bir bardak suyun zor
bulunduğu yerler olabiliyor, bir bardak suyun altın testilerde içildiği yerler
olabiliyor..7 yıldızlı yerler olabiliyor, yıldız bulasın ki yıldızlayasın
diyeceğin yerler olabiliyorJ…tecelli
muhtelif.. ama gez bakalım şu diyarı İslamı dediler.. diyarı İslamı gezmekle
meşgulümJ..
vazife yapıyorum tabii ki.. ama argo tabirle çoluk çocuğun rızkını kazanıyoruz,
ekmek parası için çalışıyoruz.. ondan dolayı
tektaşa geldik, gelmedik değil.. gönlümüzde.. selam olsun dostlara ama
bizi de mazur görünJ..her
yere yetişemiyorum..
çocuk: bir sorumuz var diyelim.. ve manen de size sorulması istenmiş olsunJ… sembolik bir şey.. bir üçgen taşımız var.. esasında latif tabii.. giderek katılaşıyor.. Eski Mısırda benzerine benben taşı da deniyormuş.. cevabınızı sembolle de verebilirsinizJ…
çocuk: bir sorumuz var diyelim.. ve manen de size sorulması istenmiş olsunJ… sembolik bir şey.. bir üçgen taşımız var.. esasında latif tabii.. giderek katılaşıyor.. Eski Mısırda benzerine benben taşı da deniyormuş.. cevabınızı sembolle de verebilirsinizJ…
hoca:
bir dakka!! J..aziz
kardeşim.biz tamamen yerli malı et kullanıyoruz J. mallarımız ithal değil,%100 yerli.. diğer sembolik
çalışmalara bilvesile arada bir bakıyoruz.. efendim.. şunlarda şuna şu
denirmiş.. buna bu denirmiş.. bazen o sırlar kaymış.. onlarda farkında
değiller.. üçgeni almışlar önce dik yapmışlar, sonra tepetaklak yapmışlar.. bundan
6 gen yapmışlar ve o rakamlarla bir
yerlere varmayı elde ediyorlar.. abra kadabra deyip duruyorlarJ.. oysa o
kelimeler iptal oldu belediye tarafındanJJJ
haberleri yokJ..onun
yerine yeni pasolar verildi J ..onlarla biniliyor artık otobüslere.. ee..ama
arkadaşların haberi yokJ.. binaenaleyh
bizim anlatabileceğimiz, bilebileceğimiz şeyler tamamen bizim kitaplarımızda
yer alan sembolizmalar.. yani üçgen sembolizmi zaman zaman müselles olarak yer
alır bizde..
çocuk:
bunu bir hüviyet-nüfus kağıdı olarak düşünürseniz ne söyleyebilirsiniz?
Üstünde gören gözümüzde var.. yada taş sembolizmi(Bektaşilikte var)-cemadat da
olabilir?.henüz bilmiyorum.. sizin bana söyleyecekleriniz benim için önemli..
hoca: üçgen sembolü bizim ilk üç mertebemizdir.. ilk üçü
birden daire-i uluhiyet içerisinde yer alan, az evvel hanımefendiye de
cevap verirken söylemeye çalıştığımız LA
TAAYYÜN,TAAYYÜNÜ EVVEL ve TAAYYÜNÜ SANİ dir.. ..bu üçünü bir üçgen şeklinde
alabilirsiniz.. ondan sonra 4 gen gelir zaten.. içinizde matematik
profesörleri var ,kitapları var.. onların sahalarına girmiş olmayalım
buralarda.. lakin hiçbir şey; bir şeyi
ne kadar şekilleştirirsen şekilleştir, üçgen
de bir şekildir…ama la taayyünün kendisi her türlü rüsumattan ve
şekilden münezzeh, biz bunu
ancak anlamak için resmediyoruz..
Muhiddin Arabi hz diyor ki: yeryüzünün nasıl enlem boylamları yoksa; yeryüzünün üzerinde böyle çizgiler var mı gerçekte? ..yook. biz anlamak için ne yapıyoruz?.. enlem- boylam halinde, anlayalım diye bölüyoruz.. ama o canlı olarak var.. fiziki olarak yok.. ancak oraya gidersen bunu hissediyorsun ki, var.. mesela ben bir tecrübemi aktarayım size.. ekvator.. ekvator bir çizgi ..eskilerin tabiri ile hattı istiva.. ama böyle bir çizgi yok.. ama kuzey yarım küre ,güney yarım küre böyle muhayyel bir çizgi tarafından ayrılıyor.. gidiyorsunuz o ülkelere, o ekvator çizgisinin tam geçtiği yere.. Uganda’da başıma geleni anlatayım.. götürdüler beni o noktaya.. dediler “tam buradan geçiyor ekvator çizgisi”.. nerden biliyorsun?. bir kap su ve büyük bir boş kova.. o suyu döküyorsun ..döktüğün anda o kovada ki su sağdan sola doğru dönerek iniyor.. kovayı bu tarafa getiriyor ve suyu yine döküyorsun.. bu defa aynı su aynı kapta soldan sağa doğru dönerek iniyor..bir metre bir buçuk metre ancak..
Muhiddin Arabi hz diyor ki: yeryüzünün nasıl enlem boylamları yoksa; yeryüzünün üzerinde böyle çizgiler var mı gerçekte? ..yook. biz anlamak için ne yapıyoruz?.. enlem- boylam halinde, anlayalım diye bölüyoruz.. ama o canlı olarak var.. fiziki olarak yok.. ancak oraya gidersen bunu hissediyorsun ki, var.. mesela ben bir tecrübemi aktarayım size.. ekvator.. ekvator bir çizgi ..eskilerin tabiri ile hattı istiva.. ama böyle bir çizgi yok.. ama kuzey yarım küre ,güney yarım küre böyle muhayyel bir çizgi tarafından ayrılıyor.. gidiyorsunuz o ülkelere, o ekvator çizgisinin tam geçtiği yere.. Uganda’da başıma geleni anlatayım.. götürdüler beni o noktaya.. dediler “tam buradan geçiyor ekvator çizgisi”.. nerden biliyorsun?. bir kap su ve büyük bir boş kova.. o suyu döküyorsun ..döktüğün anda o kovada ki su sağdan sola doğru dönerek iniyor.. kovayı bu tarafa getiriyor ve suyu yine döküyorsun.. bu defa aynı su aynı kapta soldan sağa doğru dönerek iniyor..bir metre bir buçuk metre ancak..
çocuk: biz hakikatte de öyleyizJ
hoca:
Allah mübarek etsin.. eyvallahJ.. ayağınızı buraya
koyuyorsunuz ve diğer yana diğer ayağınızı koyuyorsunuzJ.. ikisinin arasında
fazla durmayın diyorlar zaten.. yani ortada durursan vücudu bozuyormuşJ.. onun için
ortada ev yapmıyorlarmış.. tam üstünden hattı istiva geçen, ekvator geçen yere evi yapmıyor, yerli kabileler dahi.. çünkü evde gariplikler
oluyormuş.. şimdi buradan şunu anlıyoruz ki böyle
bir çizgi muhayyeldir.. bunun manasıdır önemli olan..
çağımızın önemli alim ve sufi düşünürlerinden René Guénon- Şeyh Abdül Vahid Yahya nın bu sembolizmalar üzerine olan çalışmaları okuyunuz muhakkak, tavsiye ederim.. kitabın bir tanesinde haç sembolizmi var mesela..bir Müslüman niye böyle bir şey yazsın: “bu kitabın yazılmasına sebep olan, benim şeyhimin bir sözüydü” diyor.. şeyhi ona demiş ki:” evladım.. Hristiyanlarda haçın şekli var.. manası ise bizde varJ”.. bizde şekli yok.. manası ne?.. dikey ve yatay tekamülün kesiştiği noktada da gül koyarlar oraya eski gülhaç cemiyeti mensupları. .ama bizde böyle bir şey var mı? bizde haç felan var mı? yok.. bizde de hem dikey hem yatay tekamül anlatılıyor, bu iki çizginin tam kesiştiği noktaya da KEMAL’İ MUHAMMEDİ denir..alın size haç sembolünün manası bizde var.. manası olmayanın elinde de putu kalıyor zaten.. mana kaçtığı zaman suret kalıyor.. bu dini ilimlerin hepsi için geçerlidir.. bu her şey için geçerlidir.. mesela tasavvuf diye diye tasavvufta kayıp olursa, o zaman Yunus Emre gelip şöyle der:” dervişlik olsaydı taç ile hırka, biz dahi alırdık onu 30 a 40 a”.. yani öyle insanlar dervişlik satmaya başlıyorlar ki.. başına bir tacı şerif geçiriyor, sırtına bir derviş yeleği ve ben dervişimJ..ben hanii o şeyi sırtına giyen derviş değildir demiyorum.. sadece şunu diyorum…ilk olarak her o başına tacı geçiren, o hırkayı sırtına geçiren adam olmuş değildir…kerameti meşhur Şabani büyükleri iyi bilirler.. taç ne tacıdır?
Hoca: taç marifet tacıdır ..sanma başka taç ola..evet..dolayısıyle
marifet tacını başına geçir.. esas bundan sonra ikincil bir sembolizmaya karşı
değilim.. yani bir tarikatın da kendi, tacı şerifinin de kendine göre bir
sembolizması vardır.. hürmet edilir.. o yerde tutulmaz.. belli bir ihtiram
objesidir.. ama sende marifet tacı yoksa bu akşam o taca teveccühte bulun.. putperestlik böyle başlar..
arkadaşlar tasavvufun saf ve özünü muhafaza etmemiz gerekiyor.. aksi
taktirde fazla ritüele boğulmalar oluşabiliyor.. belli yerden sonra ağırlık
verir.. sıkar.. muhabbeti olmayan her şey bir yerden sonra ağırlık verir..bu
namaz dahil.. namazında eğer muhabbet elde edemiyorsan namaz bir yerden sonra
bunaltır adamı.. Muhabbetsiz ne hasıl Muhabbetsiz Muhammed olmaz.. o
açıdan çok tekrarladığımız gibi savmı
salat ile bir yere kadar.. amma sanma
biter işin ey zahid. bunlarla bir yere kadar gidilir ama sadece bunlarla
ben oldum diyemiyoruz...
Binaenaleyh..
üçgen sembolizmi bizde ilk üç mertebedir.. diğerlerinde baba -oğul -ruhul kudüsün karşılığıdır
..bunların hepsi de bir tercüme hatası.. ondan dolayı İslam Dini geliyor..arapçada
abd kelime kökü..abd Abdullah kelimesi Tanrı’nın- Allah’ın
kulu.. nasıl kulu ama biliyorsun?.. yani abd kelimesinin tam karşılığında
böyle manevi köle anlamı da var.. kul kelimesi ile Türkçede biz abdı tam anlayamıyoruz.. bunun
içerisinde bir tür böyle ;hani Karadenizliler uşak der ya ..benim uşağım
gibi yani ..bu oğul değil ha!.. lütfen
konuşur gibi anlamayalım.. kelime bulmakta zorlanıyorum.. bu biyolojik bir
şey değil.. mesela benim kuzum.. Tanrı’nın kuzusu tabiri.. biyolojik değildir.. ama oradaki
bir semantik anlam ve tercüme kayması, çünkü şuan elimizde aramca metin yok..
şuan yeryüzünde otantik ,indiği hali ile kalmış
yegane vahiy islamdır, bunu bilin.. ondan dolayı İslamın spritüal yönü olan tasavvufun şifreleri
tek geçerli şifrelerdir.. hangi tariki izlersen izle.. burada çekilen
bir ALLAH başka yerde çekilen 500 dio ya muadil veya fazlasıdır.. çünkü inen
esaslar hala aynı dilde Arapçada duruyor.. diğer dillerde tercümeler yapıldı.. mesela
Yahudi-ibranicede biliyorsunuz kaç yüzyıl kaybolmuş bir dildir.. bugün ki
İbranice sonradan inşa edildi.. yoktu kaybolmuştu…bütün ibrani ilim adamları
bir araya gelerek yeniden İbraniceyi
eski metinlerden yola çıkarak ihya ettiler.. o yüzden de taktire
şayandır,müthiştir..hristiyanlığa gelince
biliyorsunuz hz İsa aramca konuşur ve kendisi de yahudidir.. hz İsa
nın ağzından çıkan vahiy yok, kayboldu.. biz ancak O’nun grekçeye yapılmış
tercümesini alıyoruz.. o grekçe tercümeler de ise o ABD kelimeleri OĞUL olarak çevrildi..angels
–melekler mesela Yunan mitolojisinde tanrılar haline çevrildi.. tanrıların
birde panteonu var.. tanrıların olduğu yer.. bu tanrılar hangi tanrılar mesela
dikkat et.. deniz tanrısı ayrı, ziraat tanrısı ,her şeyin ayrı bir tanrısı
var.. bu bizde neye tekabül ediyor?.. bu görevleri yapan meleklere değil mi?.. hinduizmde
de bunlar tanrı olarak karşımıza çıkar.. böyle
çoğaltınca da tabii tek bir Tanrının, tek bir İlahın, tek bir Allah’ın
manevi sırrı kendilerine açılamıyorJ…ondan mahrum
oluyorlar.. bundan dolayı arkadaşlar islamın manevi mesajını iyi bilmek lazımdır.. üzerindeyiz
deyip yan gelip yatmamak lazımdır..
Soru:az
evvelki bölümden kul olarak doğulmazı anladım.. kulluğu sonradan
davranışlarımızla kazanabileceğimiz bir şey olarak anladım?
Hoca: yok.. kulluk bir kere senin doğuştan elde ettiğin senin
en şerefli yönün.. istesen de istemesen de O’nun kulusun.. şimdi
şöyle örnek verilir..diyelim ki şu yanağımda et benim var.. babamda, dedemde
ve diğer dedelerimde de aynı yerde o et beni varmış..ve ben yeni yetme
bir çocukum..babamı sevmiyorum, onu inkar ediyorum.. babama diyorum ki:” sen
benim babam değilsin!”.. bana ne derler:” ya
edepsizlik bu senin yaptığın..sen ne kadar babanı inkar etsen de bütün vücudun ,bütün varlığın senin onun
çocuğu olduğunu bangır bangır bağırıyor.. o zaman gel edebli ol.. itiraf et”..
ataist zavallı bir varlık.. ne kadar inkar ederse etsin: BEN SANA KENDİ
RUHUMDAN ÜFLEDİM be adam.. KENDİ RUHUMDAN ÜFLEDİM..yanii yalnız O
var..yanlız O var..dolayısıyle ataizmi ciddiye almayın.. Allah akıl versin,
Allah hidayet versin.. akıl ve izan versin..
Martin Lings vardı.. Ebu Bekir Siracettin Efendi.. O’nun 11. Saat diye
bir kitabı vardı ..önsözünde der ki:” ateist aklı başında olmayan adama
denir..eğer onun aklı başında olsaydı, o akıl onu zaten ateist yapmazdı”..
soru: melamet neşesi hakkında gözlemleriniz nelerdir?
hoca: arkadaşlar.. melamet de önemlidir.. ben bu konuda ne kadar
konuşabilirim, ne kadar konuştururlar, o ayrı bir konuda.. edepsizlik
kabilinden bir iki kelam edelim.. melamet; Cenab-ı Muhidddin Arabi ve
diğer büyük ariflerin, sufilerin bu yolun maneviyatını, bu yolun
ruhaniyetini esas alıp rüsumat ve şekillerini çöpe atmak demeyi kasdetmiyorum; hayır ikincil plana
almayı söylüyorum.. melamette de bazen işaret vardır.. işaretsiz
olunmaz.. sembolizmde vardır.. alet edevat da vardır.. ama birincil
derecede değildir..dolayısıyle melamet bir ayete dayanır.. o ayet:”o kimseler ki
aşırı övülmek veya aşırı yerilmek onların nazarında müsavidir”…insanlar
sana “kutbül azamsın” da desinler o onlara he he der.. ”sen var ya sen rezil
bir adamsın” der o yine he he der..o,
nerden gelecek mesaja, esasa riayet eder.. O’ndan
bir ufak işaret ,O’ndan bir ufak göz kırpma onların aklını başından alır.. başka
hiç söze iltifat etmezler.. melamet bu manada nişansızlık,alametsizliktir..mesela
sufiyim, ben sufiyim..falanca tarikata mensubum..bak rozetimde var.. kimlik
kartı da bastırdık, bekleriz ha bizim derneğe.. bunları yanlış anlamayın
haa..bu kurumlar varsa elbette bir dernekte de buluşulacaktır.. melametse
konumuz nişansızlıktır önemli olan.. bir sufiyi sen bangır bangır “ben sufiyim”
diye tanıyamazsın..gerçek sufi “ben sufiyim” de demez..
Peygamber Efendimizin “enel kur’an” demesi ,hz Ali’nin “enel kur’an” demesi gibi.. bu ikisi
arasındaki fark çok önemlidir.. bir taraf bir tepede ve karar veremiyor bunlar vakıfün
denen bir zümre malum.. Ali’nin tarafına mı katılacağız, öbür tarafa mı
katılacağız ..bir güzel taktik, muhteşem bir siyasi strateji.. kararsızları
etkilemek için Kur’an yaprakları gösterelim
ve onlar görsünler ki, Kur’ an bizle ve bize katılsınlar.. derhal mızrakların
ucuna Kur’an yaprakları geçirdiler.. ve gerçekten de görenler dediler ki: aaa..gerçekten de HÂK bunlardan
yana ..çünkü Kur’an bunların ellerinde deyip, Kur’an yapraklarına doğru giderken..hz
Ali’nin, O sultanu evliyanın bir tepe üzerinden yaptığı bir konuşma
vardır.. muhteşemdir tabii ..o konuşmayı yapmak ayrı bişeydir amma o konuşmayı
anlamakta ayrı bir şeydir.. ne diyor: “ey insanlar..nereye gidiyorsunuz ..ENEL
KUR’AN BENİM.. ”ama diğerleri yaprak gösteriyorlar.. onun için,O’nu 2 kişi 3 kişi ancak anlıyor ve hz Ali’ye
katılıyorlar..
tasavvufun sayısal anlamda da sayısının çok olmasını beklemeyin.. hiç bir
zaman, tarihte de halka halka genişlendi amma öyle sayısal anlamda da öyle her
zaman en başta olan değillerdi tasavvuf ehli.. bunlar daima azlardı..özlerdi..
melamet
tavrı.. bendenizin kanaati melamet diye bir tarikat yoktur..özür
diliyorum içinizde mensub olanlar varsa ..melamilik her tarikatın, her zevkin
son merhalelerinde elde edilen bir
neşvedir. .binalayeh siz şabani Melami olabilirsiniz ..Melami olmayan şabani
olabilirsiniz.. siz nakşi Melami olabilirsiniz.. melami olmayan nakşi
olabilirsiniz.. bunun gibi.. bu kıssada haza.. geri kalanını siz kıyas edin
gitsin.. yok efendim ben tamamen Melami tarikatındanım diyen olur.. saygı
duyarım. ama gel oturalım, konuşalım.. senin pirin kim? şeyhin kim? diye olayı
çözdüğümüz zaman; o arkadaşların nakşi Melamileri olduklarını ,Rumeli
Melamileri oluğunu anlarız..tabii oldukları erkan burada çok önemlidir.. her
tarikatın ana esası- erkanı ve o erkanla
açığa çıkan sırları önemlidir…verilen esmaların müsemmalarıdır.. o müsemmaların sizde takır takır takır karşılığının
çıkması gerekir.. bunlar 7 esma,12 esma,18,24,35 .. olur…muhtelif her
tarikin içtihatına göre olur..içtihatı pirler yapar.. kimse ortaya keyfine göre
içtihat yapamaz.. sadece pir makamı içtihat sahibidir ve onlara miftahları
bildirilir.. miftah anahtar demektir.. her bir mananın anahtarı verilir..o
anahtarla müridlerini, mesuplarını adım
adım terakki ettirmeye çalışırlar..
gaye bir insanın aslını hedefini tanımasıdır.. nasıl bazen
televizyonlarda görüyoruz..50 yıl,60 yıl anasını babasını görmemiş insanlar vardır..babasına hasret, bilmiyor.. özellikle
batı toplumlarında 50 sene sonra babasını anasını arıyor.. ve bulduğunda da “baba
sen misin, dokunabilir miyim” diyorJ..60 sene sonra babasını görüyor..ee..aynı şey.. ((burada konuşmayı yapan hoca arkasını dönerek başını yukarıya kadırıyor ve gülerek şöyle diyorJ)):” baba
sen misinJ?!!”aynı
şey.. O’nu arıyoruz.. ya neden ayrı düştük.. ne oldu.. biz bir hata ettik
buralara düştük.. hani hz İsa’nın meşhur bir duası vardır: lime sabakteni..
“beni niye bıraktın” diyor ki, girmeyelim bu şeylere.. bazı arifler hz Muhammed
(sav) Efendimizin, hz İsa,hz Musa, hz
İbrahim, bütün peygamberlerin kardeşi
tabii ki.. amma.. hikmeti ahmediyette olan bazı sırlar hiçbir
peygamberde yoktur..
bir diğer söyleyişle hakikati muhammediye de
mündemiç olan mana bütün enbiyadakini camiidir.. bir benzetme yapalım..Allahü Tealanın isimleri
vardır.. bu isimler malum ümmühatı sebâ 7 ana isim ,sonra o 7 ana isimden çıkan diğer isimler ilâahir 99 isme kadar ve o 99 isimden de
sınırlı olmamak üzere de yayılırlar, bast olurlar.. bunların hepsini topladığın
zaman 7 ye toplarsın ..7 den de 1 e çıkılır..buna ismi camii denilir..ismi camii bazı geleneklerde lafzatullah tabir
edilirler..ALLAH LAFZA-I CELİLESİdir..yani siz ALLAH dediğiniz zaman latif
demiş oluyorsunuz, kadir demiş oluyorsunuz..o ismin içinde hepsi var..aynı bunun gibi Muhammet (s.a.v)ismi içinde de bütün
enbiyanın isimleri mücdemiçtir.. ben Muahmmediyim ,ben Muhammede (s.a.v)bağlıyım dediğimiz anda
ben Museviyim, ben İseviyim ,ben İbrahimiyim, ben Üzeyriyim e, hepsine mündemiç
olmaktır.. hz Muhammed (sav) Efendimizde
açığa çıkan sırlar seyrü sülükte de en
üst perdeden açılan sırlardır..
bu o dine mensup olduğum için belki partizanca bir cümle gibi gelebilir
size.. fakat bunu test etmekte mümkün.. ben
bunu bazı gayri Müslüm dostlarıma da sordum.. papazlarla,
hahamlarla bazen yollarımız kesişiyor.. en büyük bilgelerini soruyorum..
söylediklerini okuyor ,inceliyorum.. hiç bir şey yok.. bilmiyorlar..
anlamıyorlar.. şimdiye dek bizdeki gibi tasavvuf ehli örneğine hiç rastlamadım..
hepsi zahit beyaJ!!.. vahdetmiş, melametmiş, aşkmış ..efendiimm.. sâki imiş, meyhaneymiş
şarapmış anlamıyor ki adam.. bunlardan onlarda yook!!..yook!!..ee
o zaman?.. bizde öyle insanlar geldi ki ve dualarında şöyle dediler :”rabbim
bedenimi öyle büyüt, öyle büyüt ki cehennem benle dolsun.. başka bir insana yer
kalmasın”..başka bir Müslümana demedi bak dikkat
et!!…başka bir insan dedi.. bütün kainatı kuşatan bir evrensel bir sevgi var
burada.. bizde bunlardan o kadar çok var ki.. yabancılarınsa bundan
haberi yok..ama diyorlar ki: biz müslümanlar teröristiz.. onlar insancıl,
şefkatli.. onlar iyi.. biz kötüyüz.. ve dünyanın başına çorap öreniz.. arkadaşlar
bunların hepsini değiştirip dönüştürmek lazım..
hz Niyazi Mısri’nin bir mektubu vardır.. bizi kim
anlar kim anlamaz diye..bu sufiler o kadar anlaşılma problemi ile
karşılaşmışlar ki, en büyük dertleri
zaten doğru anlaşılmaktır.. bundan çok çekmişler..Misriyi gammazlayan
bir imam Ahmed Efendi var.. buralarda yaşamış bu kişi..o İmam Ahmed Efendi
gammazladığı zaman şu kelimelerle gammazlamış: ”Niyazi denen adam var ya..İslamı falan anlatmıyor
talebelerine.. bu hahamların, keşişlerin anlattığı şeyleri anlatıyor”…Niyazi Misri’ nin Limni’den ona yazdığı bir mektup var.. çok böyle Karagümrük uslübüyle
yazılmış bir mektup..çook seviyorumJ..şöyle yazmış: ”be
heyy imam Ahmed Efendi!!. ne istersin bizim evliyalığımızdan?.. ne karışıyorsun
bizim işimize?” diye böyle başlıyor, uzun
uzun.. mektubun sonunda Niyazinin
imzası şöyle: Reisi Hahamam-ı Keşişan Niyazi Mısri..(hahamların ve keşişlerin reisi Niyazi Mısri)
((*hamiş: bunu yazanında Mısri neşesinde biri olduğunu unutmadan okuyarak anlayalım lütfenJ..))
nur cihan
10.11.2012
nuralem7@hotmail.com