27 Eylül 2013 Cuma

99 ACVE HURMASI (akik taşlarının) MASALI 69


99 ACVE HURMASI (akik taşlarının) MASALI 69

69, yaratılış-doğum,son-ölüm.vav harfi, velayet-i hüviyet.nüfus, nefesJ

Merhaba Sevdiğim ve Merhaba..
gayet yorucu bir etabın sonuna gelirken neler yazdığımın yeni idraki içinde hayretteyim.. çok teşekkürler.. 7 sene evvel yazmış olduğum, herkesin eğlenerek alaya aldığı, kimsenin bana anlatmadığı- anlatamadığı şeylerin, en azından ne olduğunun ipucunu bulmanın perişanlığı ve şükrünün acizliği içindeyim.. çok cahilim biliyorum.. bu şeylerin lütfunun nedenini hala çözemiyorum..oysa ne okuyup yazmış,sabahtan akşama bu şeylerin ilmi kendisine açılsın,güçleri ellerine verilsin diye çift tesbih çeken insanları tanıyorum ah bilsen..ve letaifleri kaç defa hatmedip bitirdiğini söyleyenlerin, aslında hiçbirini dahi bitirmediğini de anladım..demek ki o esmaları senelerce çekseler ve tüm hepsini bitirdiklerini sansalar dahi, manası her esma çekene verilmiyordu .. yani bunu anlamam kaç senemi aldı, hayret.Sana söylemiştim,"bende öğrenme bozukluğu var, anlayamıyorum" diye.ama Sen "yok öyle şey" demiştin.bak ,öğrenemiyorum işte!!..

Sevdiğim..şu sıra pek çok kişi hacca gidiyor, büyük bir kısmı ise gitti. ben her sene olduğu gibi yasaklıyım..bu yıl yine rüyalarımda dahi oraya girmem men edilecek değil mi? oysaki 7 senedir Kral beni davet edecek diye bekliyorum. hala ümitliyimJ..padişahın eli-gönlü tutulmaz biliyorsun..belki  bu defa Kral beni gönlünde muhafaza eder ve evimden dışarı çıkabilir, biraz hava alabilirim ha, ne dersinJ..bunu yazan; Satürn mabedinin etekleri belinde, asabi, beyaz taştan bakire mabudesini selamlar, hürmet eder..o bakirenin bintüsünü de öper. . biraz daha geçimkar olduğumuzda yine bir araya geleceğimizi de umuyorum.. O’nu masalıma kaydetmeyi çok isterim..artık bir aşık olmadığım için aşktan yazamadığımı ,bilimsel ilmi takıldığımızı da iletirim.ve haftalardır hiç Seni Seviyorum diye yazmadım..

şu sıra neler yaşadığımın günlüğüne gelirsek eğer..evvelki hafta bir  dikiş makinem oldu ki, açıp bakmadım.. yani öğrenmem için terzi Bilge’yi ziyaret edemedim..yakında olabilir..bu dikiş  merakımın hz İdris bahsinden dolayı tecelli ettiğini düşünüyorum.. diğer yeni terzim Safinaz çok ilginç.. geçen ondayken, üst katına yeni taşınmış komşusundan çay daveti geldi ve birlikte davete icabet ettik..hukukçu olan bey 69 ,öğretmen hanımı ise 65 yaşında.. savaştan önce Bağdat’ta bir villaları, dört şöförlü arabaları varmış.yakın oldukları ve çok sevdikleri ,fakirleri evinde ziyaret edip ihtiyaçlarını temin eden, çok iyi kalpli, çok imanlı, her hafta aldırdığı kanı ile pek çok el yazması Kur’an yazdırıp bunları belli ülkelere hediye eden, İsrail’e bomba atabilen, Filistin’e daima yardım eden biricik reisleri Saddam’ı yitirince ve kendisi içinde ölüm emri çıkınca, ülkesini işgal edip ,Bağdat müzesini ve diğer her şeyi anında soyup soğana çeviren vampir Amerika’dan Suriye’ye kaçmış.. bir yıl sonra hanımı da yanına gelmiş..Suriye’de  yaşadıkları yere bombalar yağmaya başlayınca, bu defa Mısır Kahire’ye  kaçmışlar .. orası da savaşla ölüme davet alınca, maaşlarını 10 senedir anabasına yollayan kızlarının isteği ile Türkiye’ye sığınmışlar..


işte şimdi en çok savaştan korkan ben, bu gariplerin evlerindeyim.. onlar tertemizler.. evde hiç bir şey yok..sadece yere minderler koymuş terzim.. ve birkaç eşya derleyip getirmiş..onlarsa bir valizle buraya gelmişler..biraz Türkçe biliyorlar..Türkmen ve sünni imişler..sohbet ..onlara yardım etmek istiyorum..çünkü böyle yetişmiş insan çok nadir..hele insan yetiştirmek her şeyden daha zor ki, kendimi biliyorum..onların insanlardan bu derece ürküp korkmalarını anlıyor, çok üzülüyorum.. keşke insanlık bu derece ölmeseydi.. bir insana, hele  yaşlı bir insana yapılacak en büyük zulüm; onu yaşadığı geleneğinden, bildiği coğrafyasından sürmek değil mi? hiç bilmediği gelenek ve görenekli insan-i lisanların ellerinde içine kapanıp, yavaş yavaş kendisini bitirerek ölür böyle insanlar..


24 eylül Salı.. Bağdatlı yeni dostlarımı pazara götürdüm.. alabilecekleri kaliteli, ucuz eşyaların-isimlerinJ yerlerini öğrettim.. bazıları ile onları tanıştırdım ki, onlara yardım etsinler..beye bir giysi aldık.. o kumaştan, kaliteli şeylerden anlıyor.. bende anlarım tabiiJ.. ülkemizi haklı olarak çok pahalı buluyorlar..geldikleri yerlerdeki bolluk ve ucuzluk burada ne yazık ki yok…oraların ülkeleri de yakında, Amerikan emperyal kapitalist pazarı olduğunda, aynı bizim gibi olacak zaten değil mi? tüm bu fitneler, savaşlar, kavgalar; yeni pazarlar, yeni alışveriş merkezleri, yeni müteahhitlik firmalarına iş çıksın, halkı kredi mahkumu yapacak  çağdaş kölelik kurumu olan yeni bankalar kurulsun ve  zenginler başkalarının kanları ile daha refah yaşayabilsinler diye olmuyor mu zaten? bildiğimiz gibi tüm dünyayı yöneten kuzey ülkeleri darboğazda ve çıkmazda.. pek çoğu iflas bayrağını çekti ki, batının kendisine milat edindiği babaanası, altın saçlı beyaz  ataları, ırkçı ırk Helen Yunanı & İtalya’sı da başta olmak üzere..

ülkelerin pek çoğu refah sınırını bitirip-zirve yaptıklarından, şimdi çöküş dönemine girdiler.. sistem öyle.. elleri mecbur.her başlangıcın bir yükselişi, birde çökerek kendisini bitirişi vardır. dönüşmeyi becerip, zamana ayak uyduramayanlar, diğerleri tarafından er yada geç muhakkak ki yenecek ,o ülkenin bünyesine hüccurat olacaktır ..ve kuzey ile batı ülkeleri, eriyen kutupların suları altında kalmadan, can havli son atakla, kendilerine yeni  toprakların refahlarını sağlayacak iş sahaları açmak için, bu fitne-i  savaşları, bu virüslü hastalıkları çıkartmaya mecburdur.. çünkü dünya daima belli birkaç ailenin tekelinde böyle döner. Kur’an da dahi belli ailelerin isimleri verilmiştir unutmayalım lütfen. ama hz İBRAHİM MİLLETİ yanında, hz MUHAMMED ÜMMETİ vardır(davete icabet etmişler ve henüz davete icabet etmemişler ) her şey iç içe bir zaman sarmalı diskinde kayıtlı, bir piramitsel zirveye doğru giderken, daima bir alttaki, bir üsttekinin emrine amade olmaya ve onun kulluğunu yapmaya mecburdur vesselam..

gelelim bu haftanın biricik rüyasına..yine bu 24 eylül Salı sabahı şu hayalle uyandım.. gece..bir geminin güvertesindeyiz..sol yanımdaki annem(nefsimJ) güvertede saksılarda yetiştirdiği bitkileri suluyor.Sen sağ yanımda bir minderde oturuyorsun..yan tarafında bir cam akvaryumun içi silme balık dolu..balıklar çok büyük ve canlılar..öyle sıkışık, üst üsteler ki üzülüyorum.. düşüncem de onları denize neden salmadığımız var.. ve  Senin düşüncelerini dinliyorum.. şöyle diyorsun:”onlar rahatsız değiller ..aynı denizin içindekilerde böyle, merak etme”..bunu anlamıyorum ama bugün yeni dostlarımı pazarda gezdirirken ve birlikte bu rüyanın şerefine yemek yerken mutluyum..

ve şimdide 6.unsurumuz olan nefes bahsindeyiz..böylece çark-ı felek,maddeden manaya, manadan maddeye, soyuttan somuta devredip duruyor..zaman horusRA  horoskopu olan usturlabımızı ayarlıyoruz değil mi Sevdiğim.. evvela soyut ateştik, sonra soyut su olduk ve ikisi birlikte nem, yani hava olup, somut maddi yağmurla yeryüzüne inip, somut toprak - cemadat olduk. böylece ilk cemadat(KEMİKLER) ruhumuz uyandı .ve sonra bitkiye geçtik bitki (ORGANLAR)ruhumuz uyandı..ve sonra hayvana geçtik ki ,gerçek dirilik olan hayvanatımız (KARAKTER) dirilip uyandı. böylece bizi diğer cemadat ve bitkiden ve dahi hayvanattan ayıran vasıflarımız; yani konuşan, düşünen, idrak edebilen ve bunları fiillere dökebildiği için kulluk edebilecek daha üst bir varlık haline geldik..tüm yaşamsal döngüleri çeviren esmaların mülkünün Süleymanı olmak üzere programımız tamamlanmış oldu.. ve şimdi bir Adem Makam-ı İnsandayız ki, oda insani ruha tekabül ediyormuş.. oysa izafi ruh ise tüm ruhların üzerindeymiş.. bunlar merhale merhaleymiş.. hem iç içeler, hem de ayrılarmış..HEPSİNE CAMİİ İ FERD HZ Muhammed Aleyhisselammış biline..


mesela benim nefes problemim olduğundan, aldığım havayı bedenimde doğru kullanamadığımı biliyor, oksijenimden  yeterince istifade edemediğim içinde, solunumsal alerjik yapılı olduğuma inanıyorum.çünkü oksijen tam kapasiteyle bedenimde dolaşabilseydi eğer, hiç yemek yemeden, sadece hava ile yaşayabileceğimi de sanıyorumJ.. ama birde esas sorunum var ki, belki bu 7 .unsurum içindir.. tüm bu zaman çarkının haricinde, bizden çok daha güzellerin yaşadığı o alemde, nefes alınmadığını ve nefes olmadığını da biliyorum..işe bunu çözemiyorum Sevdiğim.. belki bedenimle Kabe’ye gidemesem de; ruhumun Efendisi orada olduğu için, bizde her sene olduğu gibi, bir defa daha oraya girmeye rüyalarımızda teşebbüs edebilir ve havasız-nefessizliği deneyimleyebiliriz diye umar, beni aldatmayacağını farz etmek isterim..bildiğin gibi tek şartım vardı.. kıskandırılmayacaktım.. o zaman çok kolay dağılıyor ve toplanamıyorum biliyorsun.. işte bu havasız hayatta böyle sorunlarım olmayacağı için, içimdeki hased ve kıskançlık dürtümü öldürüp, kurban edebilmeyi diliyorum. lütfen..

 
geçen masalımızda nefesin bize inen kelam bahsini işlemiştik..yani nefesin açılımı kelam-söz-kelime-isimlerdi..sonra sırası ile toprak, hava, su ve ateşti..hind sufizminde bu kelime bahsine akaşa –akaşik kayıtlar deniyormuş ki, bizde bu levhi mahfuz olabilir gibi..yani yazılı kaderimizin sahneye inmesi gibi de düşünülebilir..eğer namazı,zekatı, sadakamızı, kurbanlarımızı vaktinde ifa edebilirsek, işte ol vakitlerde belki bizlerde bir eşref saatine denk gelir, levh-i mahfuzumuzdaki kader-imiz üzerinde, silip, yeniden yazma işlemine dahil edilebilirmişiz.. yani vaziyet bu..kendiliğinden bu bahse geldik ..o halde her  varlığa saygı duyup, yaratılmış her şeye yardım etmek demek (*cansız hiç bir şey yoktur lütfen unutmayalım)BİZZAT ALLAH’IN KENDİSİNE YARDIM ETMEK ve tam kapasite ile KULLUK İCRA ETMEKten başka ne olabilir ki, değil mi?..


NEFES
Gökyüzünü kaplayan gri bir NEF-e-S-i RÜZGAR
esiyordu, boydan boya esiyordu
Sevdiğimin Nefes'ini almış gidiyordu
tüm ERenLERİN Ruhlarının yanına
esiyordu NEF-e-S’i rüzgar
RAHMANın Nefes'i her şeyi kuşatmıştı
Yenilenmiş bir Nefesti
Yeni emanetçinin hükmünde esiyordu
Sevdiğim –dostum Nefes-i Rahman’a kavuşmuştu
Azrail muhteşem esiyordu
çocuk yeryüzünde koşuyordu
Nefes’in altında koşuyordu
Nereye?..? nereye?.......
çocuk hayretle Nefes’e bakıyor, bağırıyordu
“Allahümme salli alaaaaa seyyidinaaaa Muhammedinnebiii
Ve  alaaaaaaaa Allahü ekber Allahü ekber lailahe illAllah Allahü ekber Allahü ekberrrrrrrr”
UYANIŞ
Perdeler uçuşuyordu
cennetin seherinden esen rüzgar pencereden giriyordu
soğuğu çok severdi, sevindi
rüzgar şiddetlendi hızlandı
hava döndü ,ortalık karardı
soğuk arttı
İstanbul’a tufan yağmuru geldi
o gün -bugün esen Rahman’ın Nefesi’nden esintiydi
o günden beri yağan göğün gözyaşlarıydı
Rahman’ın bereketiydi
yağmur yıkadı geçti
Kurban kabul olmuştu Kurban kabul olmuştu
ANLAYIŞ
dehşetle titriyordu
ve ağlıyordu
duyduğu HAŞYETti
sahi HAŞYET ne demekti ki?!
içine doğan sadece HAŞYETti...(temmuz-ağustos /2008)



ruhi hafi: raziye makamı sahibine HAFÎ denirmiş(*raziye marziye ile beraber –karşılıklı çalışırmış).. salikin efali, sıfatı, zatında birleşmiştir(yani halk ile işini görür lakin kendisi yok gibidir..halka  kendisini bildirmez, setreder).böylece beşer insanı ruhi cemadat, ruhi nebatat, ruhi hayvaniden sonra, ruhi insaniye giden,  bunların soyut-sır-  ilk hallerinden olan hafi ,sonra ahfa(marziyye) ve sonrada tüm bunları kendi içinde kademe kademe barındıran ruhi izafiye(safiye)  doğru yola çıkar..kadim  sufizmin bunları soğan halkalarına benzetmesi doğrudur  ki; o vakit, elektrik enerjisi ve ses dalgalarının titreşim halleri diye bir şey ne biliniyor,ne de bilimsel şekilde belgelenip fotoğraflanıyordu .. bugünse bunlar ilmin sonuna dek açılması ile tarifi çok mümkün olup, elde belgesiyle delillendirilebilen şeylerdir.... yani “aaa bunlar boş-hayali şeyler” diye kimse diyemez..üstelik artık çok şık ve havalı bilimsel bir adı da var=kuantum fizik..ee adı böyle olunca, tasavvufla ilgilenen ama ilmi kendi kalplerinden doğmadığı için, okuyarak-bilimsel belgelerle öğrenen tüm beyin tanrısına tapanlar da kuantum fiziğe balıklama atlıyorlar tabii.. oysa yeni bir şey değil ki.. zerre-i nur’un adı kuantum (eski mısır’daki tanrı atum-atom-aton ilmiJ)fizik olmuş o kadar.. hala aynılarJ


ve bu defa da şu sorun oluyor..aaa deniyor bunun dinle imanla tasavvufla ne alakası var..tamamen biz bulduk,hepsi asrımızın teknoloji medeniyeti, insanın yaratması..ee be adamcağız..neden bilinen en kadim tarihten beri aynı şey anlatılıp çizilmiş?..ee peki onların teknolojilerimi vardı da, bunları binlerce sene evvelinden yazıp çizdiler. bizlerde onların bıraktıkları izleri-hatıraları süre süre bunları akledip bulmuyor muyuz?.

öğrendiğimiz her şey bizi tek bir noktaya doğru, bir iç dalgaya- içe aktarıyor aslında değil mi?ve ne öğrenirsek öğrenelim yeni bir şey icadı ile ne yazık ki henüz karşılaşamıyoruz.. eskiler ne icad edilmedik bir şey,ne söylenip çizilmedik tek bir şey bırakmışlar ki, bugün biz üzerinden “aaa buda bu demek miş” diye geçmeyelim..” peki neden böyle?.cevabı tabii ki hz Adem’de gizli..malum hz Adem tüm insanların en güzeli,en mükemmeliymiş.. çünkü O’nu bizzat örneksiz bir halde Yaratıcımız kendi iki eli-cemal celalli ile yaratıp şekillendirmiş..o zamana dek kainatı insana ev olarak hazırlayan, tüm kainatı nakşeden melekler ve cinlerin dahi bilmediği eşyaların isimleri ilmini de bizzat hz Allah’tan tahsil edip ,melek ve cinlere bu esma ilmini okutturan ADEM, ilk mürebbi RAB makamını da temsil etmiştir..


o halde bizzat Allah’ın yaratıp,mürşitlik ettiği bir insanın medeniyetine bir daha hangi insan çıkabilir ve ben daha medeniyim diyebilir ki..belki İLK İNSanlar  güzellikleri ve ilimleriyle zamanla yeryüzünde öylesine böbürlenerek kibirle yürüdüler ki, Allah onların boylarını kısalttığı gibi akıllarını ve idraklerini de kısaltıp ,ömürlerinden de aldı.. böylece daha az tanrılık taslayacağımız tasarlanmış olabilir..ama hiç öyle olmadı ne yazık kiJ..boyumuz ve aklımız ve ömrümüz yere daha yakın oldukça bu defa da mal tutkumuz, putperestliğimiz, sahip olma duygusu hırslarımız arttı..böylece kare-kara –maddeye saplanıp kalan insan zihniyeti, hakikatini zamanla unuttukça unuttu. ve giderek daha da çok unutacağız . neden mi? çünkü ellerimizle inşa ettiğimiz gökdelenlerimiz, tüüm ufkumuzu açarak idrakimizi genişleten Rahman’ın semasını kapatıyor.. Rahman’ın nefesini kesip,O’nun tertemiz yenilenen havasını kirletiyor ve içindeki vahyi ilhamatı kullanamadan öldürüyor da ondan…

oysaki ayette Yaratıcımız bize demez mi: 3. O’ ki, birbiri ile âhenktar yedi göğü yaratmıştır. Rahmân olan Allah'ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun?
4. Sonra gözünü, tekrar tekrar çevir bak; göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) âciz ve bitkin halde sana dönecektir.
5. Andolsun ki biz, (dünyaya) en yakın olan göğü kandillerle donattık. Bunları şeytanlara atış taneleri yaptık ve onlara alevli ateş azabını hazırladık. (Mülk Suresi- Tebareke)-BARAKA..


bu ayetlerde Rabbül Aleminimiz, bizden yarattığı her şeyi sorgulayarak tefekkür etmemizi ve tüm bu yaratılış safhaları için O’nunla mukabele ederek dostluk kurmamızı istiyor değil mi?..yani mütekellim OL’AN O, okuyarak yazdığını, yine kendisi ZAT’ ından SIFAT ına okutarak okuyor.. bunu idrak edelim lütfen..ve en büyük dost neden kitaptır unutmayalım, anlayalım.. bu halde; ne idim, ne oldum, ne olacağımı tefekkür etmeyen, nereden gelip nereye gidiyor umu sorgulayıp akletmeyen yaratıkların başına, gökdelenlerle ördükleri semalarından pislik yağacağını da, yine bize ayetlerinde bizzat kendisi bildirmiş değil mi? neden peki?.. umarım düşünürüz..


ee.. deriz mesela, bu bize neyi anlatır? bu bize, kendimizi bilip öğrenmeye mecbur oluşumuzu, bu aleme ancak bu iş için gönderildiğimizi anlatır tabii ..en yüksek ibadet, tefekkürle gelişen salatû daimündur....bugün islam alemi tefekkür edemediği için bu derece kaba, görgüsüz, cahil ve diğer milletlerin şamar oğlanı olmuştur..müslümanların her hataları en pis alayla ,resimle mail mail gezer oldu ki, türk ve Müslüman olmak dahi kendimize utanç haline geldi ve biz “Atatürk’ün, cumhuriyetin, kemalizmin çocuklarıyız” demeye dahi başladık..bunca kendimizden kopartılıp unutturulup, haysiyetsizleştirildik..ANABABAMIZI RED EDER HALE GETİRİLDİK.. bizim en büyük düşmanımız cehaletimizdir.. hiçbir şeyi okuyup araştırıp, sorgulayıp, hakkımızı bilip, hakkımızı isteyip alamayışımızdır. HAK ESMASI ALLAH’ın en yüksek esmalarındadır .. kanuni nizamla örtüşür.. herkesin HAK HUKUK ve SÜNNETULLAH denen ŞERİAT HÜKÜMLERİNİ birbirlerine ve KAİNATA-ÇEVREYE karşı bilmesi gerekir.. çünkü var olan her şey HAKK’IN MÜLKÜDÜR VE YASADA O’NA AİTTİR..


bugün Müslümanlar çevreye en zarar verenler sınıfında, parya hükmündedirler .. çevreye sadece ekolojik zarar verilmez.. müslüman denilince ilk akla gelen terör, tecavüz, tüm sapıklıklar,üçkağıt, hilekarlık ve her konuda cehaletle dünya insanlığının kalbini İslama karşı kirlendirenler olarak, hepimiz GERÇEKTE SUÇLUYUZ.. ilk önce kendimizi arındırıp, Müslüman  olmayı öğrenmeliyiz ve en güzel şekilde İslamı temsil edip yaşamalı, etrafımıza da nasıl yaşatabileceğimizi tefekkür edip, başkalarının bizimle alay etmesi yerine özenmesini sağlayabilmeliyiz.. insanların  bu derece kendi dinleri olan  İslam’dan ve Müslümanlıklarından nefret ediyor olması çok utanç verici.. ve TC. hükümeti nüfus kağıdımıza herkese adeten İslam diye yazmamalı, gerçeği yazmalıdır.. müslüman elinden, dilinden, belinden emin olunandır.. çünkü onun peygamberi Muhammed ül EMİN dir..

ve hindu Budizm sufizminde Prana, evreni yaşatan var olan kozmik enerjidirJ. her yaratılmışta vardır…akciğerlerimizde işlenir ve bizi yaşatır.. amma denizde ve ana karnındaki  akciğersiz solungaçlı halimizi de unutmamak lazımdır J..her varlıkta vardır: taşınkinde cemadat ruhu, hayvanınkinde hayvanat ruhu ve insanda bunların cemi cümlesi birleşiktir.. bu şifa enerjisi de denen yaşam-bioenerjisidir..nazardaki nur-nar dır ki, nazar adamı hem mezara, hem reşit halifeliğe dahi götürürmüşJ

Hind yogi dervişleri nefes teknikleri ile Nakşibendiyenin ön kolu olduklarındanJ bu işte uzmandırlar..nefeslerini yavaşlatıp- durdurup-bu sırada bitkisel ve cemadat prana ruh enerjisini kullanarak, bedenleri üzerinde tahakküm kurup çivili yatakta yatar, havada, suda yürüyebilirlermiş ..açlık ve değişik riyazatlarla bunların hepsinin elde edilebilir olduğu ise hem ehlince söyleniyor, hem de kadim tarih bunların kaydı ile doludur.. peki bunları yapmak insanın bir işine yarar mı?tabii ki hayır..Yaratıcımız bizden böyle şeyler yapmamızı istemiyor ki..zaten bu ilim O’nun..dilediğinden dilediği an zuhur ettirebilir, hem de  adamın hiçbir bilgisi, hatta dahli bile olmadan..o halde meselemiz; bu insan üstü şeyleri yapan gücü-enerjiyi idrak etmek olmalı değil mi?yani insanın aslı nedir? insanın gücü nedir, ruh nedir, ruh bu gücünü hangi kaynaktan alıyor?

ve Prana içimizde var olan; bizi nefes almaya, burnumuzu, ağzımızı, ciğerlerimizi kullanmaya mahkum edip zorlayan ilahi nefesin, hem pozitif hem de negatif gücü imiş: sağ burun deliklerinden "Pindala"dan geçen güç pozitif; sol burun deliği ”İda” dan geçen güç ise negatifmiş.
Hind yogi dervişleri insan bedenindeki elektriğe benzetilen bu kozmik enerjiye Prana derken, İbranice "Ruah"; Çince "Chi"; Yunanca "Pneuma"; Japonca "Ki"; Kızılderili "Nayetoneyah"; Havaili "Mana"; Eski Mısır "Ka", Müslümanlıkta ise "Baraka" denmiştir. تَبَارَكَ "Tebâreke" (=Yüceler Yücesi … ) …


Nefes –prana-kozmik enerji organlarından bazıları..

Cilt-BEden-ten :
güneşlenmek  enerjiyi kaynağından alıp ,şarz olmaktır. mesela Eski Mısır tapınaklarında, kutsalların kutsalı tanrı heykeli bir KA yı, hiç kimsenin bilmediği bir günde, gün doğmadan tapınak damına çıkartan rahipler, güneş batana dek o ka heykeline orada güneş banyosu aldırır, bu güneş deposunun o ve tezahür ettiği her şeye bir yıl boyunca yettiğine inanırlarmış.. çok tanrılığı kaldıran mısır firavunu Akenaton da yeni kurduğu şehrindeki yeni güneş dini tek tanrısı ATON(I0-ATOMJ)için gölgeliksiz yaptığı; yani, aynı Kabe ve Haremeyn gibi olan yerde, başı açık, yalın ayak, saatlerce güneşe bakarak ibadet edermiş ki, halkına bu çok zor gelir, ondan nefret ederlermiş..ve rahipler en kısa zamanda bu dini, bu şehri yakıp yıkıp, eskisi gibi gölgelikli tapınaklarına-tarikat çeşitliliklerine tekrar kavuşmuşlar J..

ve HZ BEDEVİ ki, yüzüne ilahi nur aksettiğinden daima peçeli gezer, ölmesinler diye yüzünü kimseye göstermezmiş .. mesela hz Bedevi; güneşe direkt bakabilen şahin-kartal-atmaca gibi gözlere sahip olduğundan, her daim öğlen vakti, evinin damında güneşe çıplak gözle bakarak zikredermiş..bedevi tarikatının rengi kırmızı imiş…

Dil: yemeğin tadını alan ve o hazla yemeğin enerjisini bedene verende  dilin altındaki guddeciklermiş.. dil Farsça kalp, kalpse Türkçe de gönül demektir.. şu halde makamı kalp olan gönül- dili ,zahir ve batında iki türlüdür.. tatlı söz yılanı dahi deliğinden çıkartır unutmayınız ..ve ACI DİL İSE, İNSANA HER KÖTÜLÜĞÜ EMREDİP YAPTIRTIR.. yılan bizim 7 nefs mertebemizin olduğu 7 çakramız- 33 omurlu tesbihi ata direği ASA mızdır....yılan,DNA genetiği-levhi mahfuz yazılım sarmalımızdır..ölmez diri hücremizin olduğu kuyruk sokumu kemiğimizdir.. bu dil ki HAY dır..ve gerçekten de bizi yaşatan odur..o bizim karinimizdir..bizi korur ve bizden negatif veya pozitif olarak yaşam bulan da odur..

Burun: NEFSİ TEMSİL EDER..insana burnu büyük denmesi kibrinden kinayedir .. insan yüzünde pek çok mana arz eder. burun nefesi içeri çekip, ciğerlerimizle  damarlarımızın içindeki kanda dolaştırır. RABBİMİZ BİZE ŞAH DAMARIMIZDAN DAHA YAKINDIR.. ve şeytan damarlarımızdaki kanda gezinir…
her şey belli bir süreye dek yaratılmıştır.. ayet, cennette bile vaad edilen belli bir süre kalınılacağını bize haber vermez mi? her şey sayılıdır der ayet..ve insanın alacağı nefes de sayılıdır.. hiç kimse kendi levhi mahfuzundaki sayı adedinden daha fazla nefes alıp yaşayamaz..ama yaşam kalitesini arttırarak, tefekkürlerinde bunu sonsuz hayata çevirebilir.. bunu da unutmamak lazımdır.. hayat sadece bize empoze edilen bu sınırlı maddi dünyevi yaşam değildir .. uğruna öldüğümüz ,bozulup kokuşan, eskiyen, üç kuruşluk masiva eşyaları, hizmetçisi olup, köleliği bekçiliğini yapmamız için değildirler.. eşya insana kulluk için yaratılmıştır.. biz eşyaya kulluk ediyorsak sorun var demektir..

nefes sürekliliktir.. devam eder..sürekli akan ,esen,taptaze bir rüzgar-seher yeli, meltemdir ..Nefes Ruh’un içi- Rahimdir.. O Rahman’ın soluğudur.. Hayat verir ve bizleri  sürekli yaratır .. nefes Rahman Kaleminin içindeki mürekkebdir..O, NUN levhasının açığa çıkıp, okunuş halidir..nefes alıp nefes vermek her an salattır.. salavattır.. her an ölüp dirilmektir..nefes alıp vermek her an sûrun kûn emri ile üfürülüşü, feyekün emri ile oluşu gibidir..



Sevdiğim.. bunları alıntıladığımJ Budist Prana Mahat bilgisinde; 7 sene evvel yazdığım dalga boylarında salınmak enerji bedenlerimin çok kısır bir halini görmek beni sevince boğdu ki, bu bizim tasavvufumuzda bulduğum anlama göre 7.unsur AHFA ilmi oluyordu.. yani ben neler yaşayıp neleri yazmışım yahuu..kendimden bile haberim yok..ne komikim ..vay be!! dedim kendime.. Latif Amcamın Evvel Zamanıma fısıltıyla:” ama bu nasıl olur? o rüyalarında sıdretül müntehaya gidiyor, böyle bir şey olabilir mi?” deyişi ve Evvel Zamanımın fısıltıyla: ”evet .doğru. gidiyor ” deyişi ve benim 7.sene, ancak yazarken ve ilim Çin’de de olsa da gidip alınız hadisi şerifini yerine getirirken, bunu idrak edebilmiş olmam ne tuhaf değil mi?.ve bir nakşi efendisi olan hacamat dr mun  dalga boylarım için sorduklarıma çok şaşırıp” buna izin yok..bu çok yüksek bir bilgi” dedikten sonra,” ben neden hiçbir şey öğrenip, anlayamıyorum” diyen bana “yaradılmışlığın ötesine dahi aslında gittiğimi ama bunu henüz anlayamadığımı, öğrenmek için asla kendimi zorlayıp, çabalamamı, her şeyin kendiliğinden geleceğini” söyleyişi.. Sevdiğim Sence korkmalı mıyım peki? Sen bizi koruyacaksın değil mi? ve gittikçe daha çok yalnızlaşacak, bir o kadarda 40 haramilerin mağarasına kapatılacağım değil mi? peki..” açıl susam açıl” desem, kapıyı artık açar mısın lütfen?!..”kim o?!”dersen, şöyle demek şuan içimden  geldi: ”tanımlanmış tamlığın Simsima hatunun ey AdemimJ..


ve PRANA ,alanı buluta benzeyen  elektromanyetik doğaya sahipmiş.. LATİF yanii çoook incelmiş, tülbentten dahi geçecek ve Adem’in toprak kabı olan teninin dışına sızacak –ter-nem verecek kadar süzgünleşip, sınırları delip geçen hale gelmiş yapılarıymış.. bulut gibi.. sis gibi..his gibiJ de denebilecek, sprial döngüler halinde enerji dalgalarıymış.. negatif ve pozitif dalgalar tabii..ve aynı benim benzetmemi yazmışlar ki, radyo dalgaları gibi bızttlayan huzursuz  ve huzurla yayılan eve dönüş şifa yayınları misali olarak, yine kendi tanımlamamı zevkle,  hatasız olduğundan dolayı yazabilirim.. haftaya bu mevzuyu açalım istersenJ.. Sende bana kendini biraz aç dilersen?!!


Müslümanlık ince iştir..Dervişlikse 7 imbikten geçirilerek süzülmüş –artık hiçbir masiva-dünyaya ait varlığı kalmamış ince latif nakkaşelikmiş.. buna tasavvuftan tasarrufa geçme alemi dahi diyebiliriz belki deJ.. çünkü bu kamera önünden, kamera arkasına geçmeye benzedi.. şimdi ışık tutan, ışıkta oynaşan latifeleri toplayıp, kendilerini-makamlarını-işlevlerini kısaca bize tanıtmalarını isteyelim mi lütfen..ve sahne!!(unutmayınız ki bu yapacağımız şeyi, bir insanın cesedi-kadavrasına bakarak, onu oluşturup, maddeye döken manevi yapılarını bir nebze anlamaya adım atmanın ilk basamağı olarak algılayıp, okurken kendimizi seyretmeliyiz )…

şimdi manevi latifeleri birde  nakşibendiye alıntılarıyla  kendi zanlarımızla yoğurarak inceleyelim: İnsan, küçük bir alem  gözükse de tüm kainatı içinde barındıran büyük aleminde temsilcisiymiş.. alemde ne varsa o insan da dahi, o varmış..o yüzden kendini-nefsini bilen  rabbi has esmasını ve ruhunu bilirmiş.mürebbisi RAB olan biri de, artık mürşid kim, işin aslını hukuku  ne  anlarmış..sinderül münteha akıl Cebrailiymiş ki,  sidreyi geçen aşk henüz bize gelmediJ

arşın insandaki karşılığı kalp, Levhi mahfuzun ise temsilcisi hafıza kuvvesi imiş..kuvve denen şey ise melekütiyemiz yani mülk alemimiz imiş.. yani atom altı boyutumuz dahi diyebiliriz belki de
J henüz maddeleşmemiş enerjik yapımız..

alemi kebir
(büyük insan alemi) ve alemi sagir (küçük insan alemi).. yani Alem-i halk…Alem-i emir..  tasavvufta Kalp, Ruh, Sır, Hafi ve Ahfa’nın asılları, kainat ve emr aleminde olduğu gibi; gölgeleri ve numuneleri insanda mevcutmuş(YUKARIDA NE VARSA AŞAĞIDA DA O VAR)… Latifeler birbiri içerisinde gizlenmişlerdir..
....

((*belki eski kadınların yüzlerini örten nikab-ı yaşmak misali: bu yaşmaklar o derece ince tülden yapılırmış ki, güya kat kat yapılmış olsa dahi, kadın kısmı onu öyle bir veçhine sararak salınırmış ki; o devrin erkekleri hep tuzağa düşer, en yaşlı ve çirkin acuzeleri bile birer afeti fettan sanıp, peşlerinden akıp gider ,ancak iş işten geçince dövünürlermiş,  biliyor muydun Sevdiğim.. nerden aklıma düştü bilmem.. çook eski okuduğum Osmanlı hatırat kitaplarından aniden tuşlarımdaki harflerim ekranımın levhine düştü..belki de olmayan merdivenlerden, önden çıkan gri takım elbiseli efendisinin her adımı çektiğinde, olmayan merdivene basarak yukarı çıkanların, lamekândaki o erguvani  burka peçeden çadırların sahibi ,o erguvani burkalı(içlerinden hiçbir şey olmayan)  boşluğu tavaf eden kadınların anlamıydı bunlar.. belki de burası sadece çocuk ve efendisi  ve çok nadir gelmeyi başarmış birkaç kişi için boşluğa örülmüş bir duvar ev misali, bir misal şehirdi ))..


Sevdiğim ben anladım ki; aslında makamı  Adem’in merhale merhale sırları TÜM LETAİFLER yine makamı kalpti.. yani yere göğe sığmayan Allah, bir tek mümin kulunun kalbine sığdığından, kalpten daha öteye bir şey yoktu.. şu halde kalp, gönül, ruh, yazılan levh dahi buradaki kürsi ve kalemde mündemiçti tabii..siracen münira ise hz Efendimizmiş .. o halde ne öğrenirsek ne anlarsak anlayalım, yapacağımız tüm yolculuklar kalbimizdeymiş.. vahyi ilhamatın ana kaynağı selsebilinde merkezi orasıymış.. ve kalp kalbe karşı derlermiş ya hanii.. işte benim kalbim SENİN KALBİNİ SEVİYOR VE RUHUMLA ÖPÜYOR..
nur cihan
27.9.2013
nuralem7@hotmail.com