1 Aralık 2012 Cumartesi

99 ACVE HURMASI (akik taşlarının) MASALI 36


99 ACVE HURMASI (akik taşlarının) MASALI 36

Merhaba Sevdiğim ve Merhaba ..
bu hafta inanılmaz  ağır, baskıcı, zor ve her zerreye nüfus ediciydi.. her yandan bu zahmetli haftanın tanıdık tanımadık, insanları bunaltan haberleri geliyordu.. gerçi kaç aydır böyleydi ama şimdi daha artmış gözüküyor.. neden diye düşündüm hatta.. ve şunları kendi zannımca buldum.. sonbahar bitiyor, kışa giriyorduk. tabiata ne oluyorsa, biz toprak, su ve nefesi rüzgardan yaratılan terkibiyetimizede aslında aynısı oluyordu.. Kasım Ayının tipik özellikleriydi ki akreb burcuydu.. yani akraba, yakin olma ,çekim alanına çekilip gizemli şeylerin tesirinde olma devresindeydik..ve tabii Muharrem ayı dolayısıylede vakâların manaları birleştiğinden, bunca kabz olayı da zemine cuk oturmuştu.. üstelik milletin senelerdir beklediği dünyanın sonu olan takviminde son ayına girmiştik..yani düşüncelerimizde hayatı bitirip HAY OLMAK; “ARTIK  İLLALLAH YA RABBİ,  BUNCA CEVRÜ CEFAYA YETER” DEYÜP, TOPRAĞA TOPUK VURDUĞUMUZ haldeydik..ve KAYYUM ESMASI İLEDE,  HÂDİ OLARAK AYAĞA KALKIP  KIYAM EDECEĞİMİZ TEZ VAKİTE, İŞTE ŞİMDİ, HEPBERABER GELİP DAYANMIŞTIKJ



ve yeni dünya; biz kadim çocuklarını bir kez daha doğurmanın deriin doğum sancılarıyla kıvranıyor da kıvranıyor..(*kişiye özel:içimde, her hücreme dalga dalga nüfus eden o sesin bana neler ettiğini ahh bir bilsen Sevdiğim..aslında ben o sesle ruhumu doyuruyor, gözlerimle de O’nun teyidini kendime sabitliyordum.. bir yerlerde yine beraber ölmüştük sanki ..ve  bir gün arayla 2 defa sâlâmız verilmiş, akabinde okunan ezan olayı bitirmişti..)


oysa  BİLDİĞİN GİBİ GEÇMİŞTE VE HATTA HALEN GÜNÜMÜZDE, tüm kıyamet tellalları dahi ölmekten ödleri koptuğu için artık geriye çark etmiş, tüüm insanlığın uyanıp, altın çağın başlayacağını her yana ilan ediyorlardı..nedense tüm bu şeyler beni geçmişteki İslami Foton Kuşağı yazıma götürdü ..daha doğrusu o benim karşıma çıktı ve bende onu aralık ayında tekrar irdelemeye karar vermiştim ki, işte gördüğün ve okuduğun üzere, o yine bana tahakküm edip kendisini  özetleyerek yazdırıyor.. bakalım ortaya ne çıkacak?..

O yazı sanırım ilk 11.masalımdı ve son masalım olmasına karar verdiğim  10. Yazının akabinde olan şeydi..((bir daha asla yazmayacaktım.. kesin karar vermiştim..üstelik o 10 tane yazıyı nasıl ve neden onca cehaletime rağmen yazdığımı ve yayınladığıma ise akıl sır erdiremiyordum.. ben kimdim ki?!.bu çok tehlikeliydi ve ben artık acı çekmek istemiyordum.. yazmayacaktım.. asla?!! ve işte o gece bir şey oldu.. NUR GELDİ.. aslında nur geldi desem de zifiri karanlıktan başka bişi yoku..ne görüntü, ne ışık, nede ses..sadece bir anlam.. 11.yazım işte sadece o idrakten başka hiçbir şeyde değildi.. ve ne vakit yazmaktan vazgeçip isyan etsem hep bişey vuku bulup beni korkutuyor veya hevesle yola devam etmem için hediyeler sunuyordu.. ve bende okuduğunuz üzere yazıyor babam yazıyordum..J))

ilk yazmaya başladığımda yazdıklarımdan çok korkuyordum biliyor musun Sevdiğim .. yazmamak için direniyor, yataktan çıkmıyor,uyuyamadığım için sabaha dek bekleyip, gizli bir şey yapar gibi bir defada yazıp, hiçbir harfine dahi dokunmuyor, hatta yayınlayanlar onları düzeltmemi istediklerinde veya düzelttiklerinde çok kızıp, hiçbir imla hatamı dahi düzeltmiyordum.. öyle kalmalıydılar yani..bu makineden hiç anlamıyor, sadece bana açtıkları dosyaya yazı yazmayı biliyordumJ.. ve yazı bitince gidip uyuyordum.. şiirleri yazmam bir iki dakika ancak sürüyordu ve ben onlara inanamıyordum.. belki de ilham denen şey böyle bişeydir ki, hala bilmiyorum..
Mescidi Aksa kuşbakışı

sonra Sevdiğim birde secde olayımız vardı ki tamda bu esnalara denk gelmişti J..yanii iyice aklımı kaçırmıştım o vakit ben.. dinden imandan çıktığım ve hatta alnımda da bunun yazdığını ve herkesin onu okuyarak bana hakaret edeceğini dahi sanıyor, evden nerdeyse hiiç dışarı çıkmıyordum..çok büyük utanç içindeydim ve bu yaşadığım şeye benzer bişeyi  henüz ne okumuş nede bir yerden duyup işitmiştim.. zaten biranda başıma gelmeyen bela kalmamış, perperişan , aciz, zavallı, muhtaç ve bir zalimin zulmü altında inim inimde inletilmekteydim ne yazık ki.. şimdiki aklımla düşündüğümde ise Sevdiğim, bu şeylerin neden hep şiddetli belalar ve acılarla açılmak zorunda olduğunu hala anlayamıyorum biliyor musun..bu zulüm neden gerekli ki perdelerimizi yırtmaya?!..bu celali şiddet-zuhur için neden gerekli?!..ve üstelik bazı şeyleri gördükten sonra, ona cahil kalıp, yine onu unutup, perdenizi kapatmak istersiniz değil mi?..bilmiyorum..

İşte Sevdiğim, böyle utanç içinde perperişanken bir gün, tüm utanç perdelerimi yırtarak Evvel Zamanımı arayıp, yaşadığım hali vaziyeti - o kıldığım namazı ve o gün bugündür bi kendimin bildiği; henüz bir defa bile terk etmediğim, sadece bize mahsus salâtımızı ağlaya ağlaya anlatmıştım( Sevdiğim hep merak ediyorum, acaba bugün yaşadığımız dünyada kaç kişi bu salâttan kılıyor?)..  ..O ise neşeyle ilk defa kahkaha atmış ve erkenden- bu  genç yaşımda! (40J) nail olduğum şey için beni tebrik etmiş ,duada bulunmuştu..ehh yanii..nasıl rahatlamıştım ahh bir bilsen.. üstümden tonla dağlar kalkmış, kuş olup kanatlanmıştım. yani ben kafirlikle alnımdan damgalanmamış ,utanç içinde kimseye gözükmeden yaşaması gereken biri değilmişim demek ki..sevindim tabii..ama henüz Zamanımdan başka hiç kimseye dahi bir daha tekrar edemedim dolayısıyle.ve neden bilmem;  belki o şeyin zamansal sarmal döngüsüne ister istemez bir daha girdiğim içinde, şimdiki zaman tünelimizde de, onun basamağına bir daha amma çook farklı bir idrakle tekrar  beraber basacağız.. ve onun üzerine basıp bir üst basamağa geçerken de; muhakkak ki kabz olarak, bast halimizle de yeni bir halin elbiselerine ve hüviyeti kimliğine bürünüp, onu giyeceğiz inşallah..bu masalın takipçisi tüüm masal çocukları olan hepimize mübarek olsun ..aminnJ.


İslami Foton Kuşağı

(Bu kandil) birtakım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir.Orada sabah akşam O’nu (öyle kimseler) tesbih eder ki;...(AYET)

*NÛR: Gerek duyguya ait ve gerekse akıl ve idrake ait her çeşit karanlıkların zıddı olan vicdan ve sezgide ortaya çıkan dış ve iç tecellî ve doğuşların hepsine de nur denilir. (Alıntı)
* * *
NUR-FOTON-IŞIK…Masal bitmişti ve bir daha asla yazmayacağım dediğim gece Sen geldin.. Ağzımdan çıkan her sözle imtihan oluyorum.. Susmayı da öğreneceğim demek ki..
Sor” dedin “sor bana”.. Sessiz ve harfsiz kelimelerinle..
Olmayan klavyemden olmayan harflerimle yazdım…
“ne sorayım?”…
Nur’u sor” dedin…
“Nur nedir?” yazdım…
Nur benim” dedin…
* * *
Sahi “Nur” ne idi?!. aydınlık ve ışık olmalıydı sanki..Ve ben de hiç düşünmeden, şu sıralar hep aynı manaya aktığını düşündüğüm parçaları birleştirmeye karar verdim..Bu sene ilk kez, “iki defa kutlu doğum haftası kutlanacakmış”.. Takvimlerde öyle denk geliyormuş..
* Bunu ilk okuduğum anda “iki güneşin de aynı yerden doğması -MuhammedAli” gibi geldi paylaşmak istedim..
…..
Bu Nur’un ilk hali belki “sıkma -tab etme- kabz olabilir” ve biz basınçla bunalabiliriz ama bize yükleyeceği yeni manalar için bu gerekli..Güneş’e direk bakamayız alışana dek körlük olur.. Aslında ışığın fazlalığından karanlık oluyormuş.. Biz “ışığa kavuşan pervaneler olabildiğimizde ışık da bizden gayri olmayacaktır” demektir bu… Karanlık yerine artık daima ışıyan bizler olabileceğiz sanki..Foton benim okuduklarımdan anladığıma göre Nur’dur… Biz artık aydınlanma çağındayız.. yani “Nur’un ala Nur geldi” inşallah ve aminnn..
* * *
Fâtır : Mekke’de indirilmiş olan 45 ayetlik Kur’an suresidir. Allah’ın yaratıcılığını bildirdiğinden ve ilk ayette geçen Fatır isminden dolayı bu isimle adlandırılmıştır. Fatır, yaratan, yoktan var eden demektir. Yine ilk ayette geçen “el-Melaike” kelimesinden dolayı “Melaike Suresi” diye de anılır. Surede başlıca, Allah’ın varlığına ve birliğine işaret eden kainat olayları, öldükten sonra dirilme, Allah’ın nimetleri ve müminle kafir arasındaki fark konu edilmektedir..” (alıntıdır)
..

Sanki geceyi yaran “ilk ışık-Nur hz. Fatıma’nın sırati müstakim yolu-kılıcı idi.. Ve O aslında her gece sabahı, aynı bu şekilde karşılamaktaydı.. Ama henüz uyuyan kalplerimiz bu farkındalığa ulaşmadığı için biz başka bir foton kuşağı beklemekteydik… Korkunç felaketlerle bizi sarsacak olan bir foton kuşağı… Oysa zaten bu farkındalığa vardığımızda bizdeki tüm eski bilgiler yerle bir olacak ve dağlarımız(ego-ben benlerimiz) hallaç pamuğu gibi savrulmayacak mıydı?.. Kıyametimiz kopmayacak mıydı?. Ve yeniden “Işık-Nur- Güneş yeni bir doğumla doğacaktı..” Battığı yerden hem de yepyeni bir doğumla..Yeni bir yaratılışla….Lütfen NUR’a- IŞIK’a niyet edelim…Sevgiler….   (yazım tarihi:2 Nisan 2008))
*****

Birde 2012 yılındaki bu hafta maceralarımıza bakalım mı Sevdiğim..
bir defa bazı yazılar beni çok zorlayıp, yoruyor ..bir kaç gün kendime gelip kimselerle görüşemiyorum. daha doğrusu bunu istemiyorum.. belki de yazdığım esmaların tecellisindendir diye onları çift çift yazmaya da başladım ki, birbirlerini nötrlesinler ve olayın üzerimdeki baskısı azalsın.. zaten ben bu esma ve diğer bir şeylerden zerre anlamıyorum biliyorsun ..amma anladığını sananların dahi zerre anlamadıklarını da yaşarken ve okuyup takip ederken de yavaş yavaş çakıyorumJ.. çok az kişi ilmi ile amil olup bu ilmi yaşıyor. diğerleri de sadece benim gibi oradan buradan alışveriş yapıp, bu işin magazinsel dedikodusunu yapıyorlardı.. bu şeyler öylesine zevkli ve sonsuzdu ki; bir insan bir defa içine girip yola başlayınca asla çıkamıyor, mıknatısın cazibesiyle o manaların çevresinde dönüyor babam dönüyordu.. aynı bizim gibiJ..ve Sevdiğim her ne kadar meşrebimde baskın olandan dolayı; cehaletimle kendimi sürekli karalayıp horlasam dahi, bildiğin üzere, gerçekte akademisyenlerin dahi aynı ben gibi copy pasted –topla ve seçip birleştir üretimle çalıştıklarını bizzat biliyorum…ve şimdi kendim içinde yaşarken anlıyorum ki, aslında biz cehalete etiketler- makamlar-yetkiler veriyormuşuz değil mi?.. yaşamadıkları, zerre içine girmelerine izin verilmeyen şeylerden; oku-ezberle-konuş-  senelerce dirsek çürüterek ilim alıp satıyorlardı sadece o kadar..

pazartesi sabaha karşı: çok korkunç bir şekilde korkutularak elimde valizim ve onun bisikletiyle  onların evinden çıkmam yasaklandı.. üstelik kapıya birini yatırıp evden kaçamayım diye nöbetçi dahi diktiler..(oysa ben ertesi gün gerekirse bisikleti ve valizimi dahi bırakarak oradan kaçmaya kesin kararlıydım..)bana öyle ağır hakaretler ettiler ki ..nasıl feryatla ağlayarak uyanıyorum bir görsen.. sabah namazı vaktiJ..Sevdiğim.. Aşere-i Mübeşşereden bile iki kişiye bu izin verilmişken neden bizim masalın veledine hala bu izin verilmiyor peki?. neden geçmişin ölüleri dahi ayaklanıp beni öyle kınıyor ve eve kapatıp korkutuyor peki?.. bilinçaltımın oyunları bence.. onlardan korkmadan kararımı uygulamalı değil miyiz peki?! Sence?... offf.. offf. bilmiyorum.. yine beklemem lazım sanırım.. ölme eşeğim ölme…ve bu hafta hep acaip  karışık şeyler gördüm, üstelik hatırlamıyorum.. bence bilinçaltımda bir kaos var..ve birileri sıkı takipte ,ruhumsa sık sık alarm veriyor benceJ… neyse ALLAH KERİM..

Salı..pazara sadece tek bir tane gelmiş olan camdan bir uçağı yeni hediyem olarak satın alıyorum ve gülümsüyorum. benim her şeyim işte böyle hayali, şeffaf ve latif nedense.. maddeden ise  bir türlü nasibim hiçbir zaman yok.. ne yapalım, kader..

Çarşamba..başka Sevdiğim,  belediyemiz bu sezonun ilk tasavvuf sohbetini Demirli Hocamızla çok şükür ki gerçekleştirdi.. ve aynı günün akşamı yetkili yerden bir mail geldi…havalara uçtum tabii.. Kılıç hocada inşallah aralık ayında teşrif edeceklermiş.. çook teşekkür ediyorum..artık bu yaşta inbin saatlerce uzak yerlere gitmek için ömür törpülemeyeceğiz değil mi?..ne güzel.. ve Sevdiğim.. Sen geleceksin diye yoluna altın döşendiğini anlıyorsun değil mi J…ve..Demirli Hocamızın anlattıklarından, benim çekip kendime aldığım tek şey şu idi bak.. 72 basamaklı merdivenin 73.basamağı Kelime-i Tevhid imiş. ilk defa duydum..çok etkilendim.. çook güzel bir şey bu değil mi Sevdiğim. teşekkür ediyorum.. bir daha asla:” ben bu yolda hiiç ilerlemiyorum, ben neden normal bilinen bir yola kabul edilmedim, benimde diğerleri gibi neden öyle süslü püslü esmalarım ve yükseldiğimi anlayayım diye hediyelerim yok?!” demeyeceğim.. gerçekten bak.. artık bir önemi kalmadı..
Geçen bir kitap aldım..yani nedense onu okumayı çok istedim.. İ.O. Anar’ın yedinci gün adlı kitabı..arka kapak tanıtımında kürelerden bahsettiği içindi bu istek.. henüz bitmedi..bu masal bitene dek son sayfaya gelirsem bu bölüme ne anladığımı yazmak istiyorum..(gördüğüm o fena-karışık rüyalar üzerinde bir etkisi var mı henüz bilmiyorum tabii)..ve gece onu okurken üstüne yattığım  gözlüğüm  kırılmışJ.zaten göz numaramdan hala şikayetçi olduğum için doktora dahi gittim.. doktor yine aynı uslûbtaydı..”benim gözlük numaram neden hep artıyor?” dedi mızmız çocuk..dr. acaip bir bakışla yine baktı.. sorun yine ayakkabı numaramızdıJ!?.doktor: ”ayakkabı numaramızda değişmez mi?
Ayasofya ve kabala
 çocuk: ”belli bir yaştan sonra değişmez tabii” dedi.. doktor: ”değişir..kilo alıp verince ve rahatsızlıklarımıza göre ayağımızın şişmesi ile değişir.” bence bu doktorumunda iri cüssesinden dolayı bir ayak problemi var değil mi Sevdiğim.. “MBT ayakkabı alın ,çok rahat edeceksiniz “diyemedim tabiiJ..çıkarken ona:” yine size tasavvuf kitapları getireyim mi “dedim.. ”olur. diğerlerinin hepsini okudum “dediJ..işte gözlükçüdeyim.. yarım numara artmış yeni gözlük camlarım bu defa uzak ve yakın bir vuslat yaşayıp, bir camda tevhid olup, yeni bir çerçeveden bana dünyayı seyrettireceklermiş.. bir kaç gün sonra onları alacağım ve belki de artık daima gözlüğe mahkum olacağım ..yani Sevdiğim aslında çok esef ederim bilmeni isterim.. RA’NIN GÖZÜ tedrisatı gören bir talebeye bu revamı yani.. benim kendime devam yok ki bir başkasına nasıl şifayab olabilirim …GÖZLÜK TAKMAKTAN NEFRET EDİYORUUM..HİÇ SEVMİYORUM..(bu arada ,ben gibi şuan yaşayan kaç kişinin RA’NIN GÖZÜ dersini gördüğünü ve bir gün onlarla tanışıp tanışmayacağımı da ilk defa bu günlerde akıl edip, Sana sormak istedim Sevdiğim??!)

Habibi Neccar Cami mihrabı

ve masalımı okuyan kardeşim TAHA için beni aradı.. ehli tasarrufun kitaplarından okuduğu TAHA ve SÛBHAN için öğrendiği manaları anlattı..
Sevdiğim, nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum tabii.. “layık mıyım?” desem, şimdi hemen bağırarak “söyle kim layık ki?! “diyeceğini de biliyorum.. o yüzden de çook şükretmesi gereken biri olarak daima şükredeceğim tabii..kardeşim benden Süleymaniye Camii için ne düşündüğümü sordu.. ben aslında her mananın ve o mananın varislerinin her devirde ve şuan dahi yaşadığına inandığım için, hz Süleyman ve Belkıs’ı söyledim.. oda,  Süleymaniye Camini  araştırmamı söyledi.. henüz öyle bir rüya görmediğim için o camiye hiç bir alaka duymuyorum aslında.. amma geçen ay olan bir şeyi  ona anlattım..

Sevdiğim, Sende dinle bak.. (yazım kendiliğinden kendisini yaşayarak tamamlıyor biliyorsun J..ilginç yani..) o kendisi kendisini takip edip iz sürüyor değil miJ?!..yanii hayatın kendisi bir kitap aslında.. ve bizlerde her daim o kitabı yaşayarak bir yandan okuyor, bir yandan da fiillerimizle geleceğe kaydedip yazıyoruz.. yani canlı levh-i mahfuzluk yapıp, kitab-ı mukaddesatımızı muhafaza edip korurken, bir yandan da gelecek için onu okuyacaklara hazırlıyorduk.. ve işaret taşları- ayetler- dikilitaşlar, biz iz sürücülerine kodlanmış şifreler olarak  çooktaann  zaptu rab edilmişti..
Haseki Camii mihrabı

“*.. geçen ay bir pazartesi kızlarla arabici hocamızı dinlemeye Haseki civarına gitmiştik ki, öğle ezanı okundu..orada bir camiiye girmek istedik ve girdik .hanımları alt kata almıyorlarmış yine
J..üst kattayız..Ya Rabbim Sevdiğim, her şeyim..bir gariplik var..bu cami upuzun bir dikdörtgen.. çok tuhaf bir yer..süslemeleri onun acaip eski olduğunu söylüyordu. mimarisi ise  ironik biçimde  fark edene anlatmak için, manayı bas bas bağırıyordu sanki.. ve mihrab ve mihrabın içindeki imam tam karşımda olmasına rağmen gözükmüyordu..Allahım ya!..ne oluyor yine?..aaa..dankk..geçen yıllarda izlediğim bir belgeseli hatırladım..iki zat böyle tarihi mekanları gezip anlatıyorlardı.. işte bu mihrAB ve tam önündeki KOSkoca sütun un hikayesini dinlemiştim.. orada şöyle denmişti.. bu camiiyi Hürrem Sultan evvela bir saray mimarına ısmarlamış.. amma velakin camii bir türlü  bitmemiş.. işte HürREM kızıp yeni hâssâ olan Mimar Sinan’a bu işi avdet etmiş.. işte onunda bu camiye hediye ettiği espiri  tamda mihrabın karşısındaki koca sütunmuş ..yani bu mihrabı ve onun tam önüne dikilmiş  sütunu görmek ve upuzun dikdörtgen, garip çift kubbeli tamamen Bizans kokan bu yapının içinde olmak muhteşem bi his tabii..


o anlamı gülümseyerek, hoşgörüyle kabul edebilecek bir kadını ve erkeği  ve bilhassa Süleyman’ın yüksek hikmetini müşahede-i tefekkür etmek acaipti yani.. gelgelelim Sevdiğim bu yazı için şimdi netten bir daha camiinin tarihini araştırdım ve daha hayret ettim. meğer camii Kanuni devri yapısıyken tek kubbeliymiş, zamanla yetersiz bulunduğu için bir kubbe daha eklenerek 1.Ahmed Han tarafından bu şekliyle uzatılarak büyütülmüş.. şimdi Sevdiğim iş böyle olmuş gözükse de, ben asla bu tuhaf mimarideki şeyin bilinçsiz bir tesadüf olduğuna inanmam biliyorsun.. üstelik bu isimlerin her biri bir tasavvuf abidesiyken ve sembollerle  resimler çizip, bunları yüzlerce yıl sonraya okunacak kitabe mabetler olarak  aktaran şahsiyetlerse eğer..

Ayasofya Cami mihrabı

ve tabii bunu anlatınca; kardeşimde bana ,Ayasofya mihrabının çektiği fotoğraflarından yolladı.. “
içindeki pembe mermere iyi bak, ne göreceksin?” dedi..ben baktım..gördüklerim az evvel anlattıklarımı birebir tastikler nitelikteydi, tabii benim için..kardeşim “ senin gördüğünü ve dediğini şimdi bende görüp anladım ama sende benim gördüğümü görmek için,resmi büyüterek bir daha bak “ dedi.. baktım.. onun dediğini de gördüm.. amma ben her şeyde; duvara vuran ışık gölge oyununun da, halıdaki desende, suyun üzerindeki dalgalanmada ve kumaşın kıvrımlarında dahi böyle şeyleri çocukluğumdan beri seyredebilir ve şekillendirebilirim.. çünkü gerçek bir hayalperestin tekiyim..zaten evvelki yıl gittiğim İstanbul Tarihinde hocamız bizi Ayasofya’ ya götürmüştü ya hani Sevdiğim..  oradaki bazı efsanesi olan mermer pano resimlerin hikayelerinden anlatmıştı.. mermerlerin içindeki dalgaları her daim, zaman içinde insanlar resmedip ona efsane öyküler yazmış-kerametler isnat etmiş ve inanmışlarmış.. ve buradaki hemen her sütunun, hemen her mermer panonun Bizanslılar ve İslam müminleri için  bir efsanesi, bir resimsel tablosu da varmış vesselam..


Sevdiğim.. benim bu öykümün içinde en başta yazdığım o secdemizin hikayesi var aslında biliyorsun. bu şeyi neden yazıp durduğumu taa en başından beri merak ediyordum ki, şimdi yazarken dank etti
J..biz aslında kendimizde ne olduğunu ve tarihte bunun nasıl tekerrüren olduğunu kaydederek, ilmi delille de teşhir etmiş olduk yaniJ..ve bazen, önce çok korktuğumuz, dolayısıylede anlayamadığımız pek çok şeyi öğrenip, idrak edip, anlayabilmek için daha peek çook merhalelerden geçildiğini, hiçbir şeyi hazır lop “aç ağzını” deyip kursağımıza vermediklerini de beraberce öğrenmiş oluyoruz değil mi Sevdiğim..

 aşk çok değerliydi.. aşk her şeyi toptan bir defada veriyordu ve tüüüm ilimler aşkın önünde secde halindeydi tabii..ama aşkın haris bir yanı da vardı..her şeyini veriyor lakin, sadakatinden emin olmadığı hiçbir sevgilisine de bunu zerre açıp bildirmiyor, sadece kendisi zevk ediyordu. .ve O, bilinmek için yine ilimden seslenip, tevazu gösterip, ilmi yüceltiyordu. yani HUBBİ MUHABBETİ MUHAMMEDİ bilmek için, AŞK-I İLMİ ALİLİK tek şarttı VESSELAM..

VE BİRAZ DA ABRANİ  PİRAMİTİMİZİN RENKLERİNE ,BİRDE O RENKLERİN GEOMETRİSİNE ve EVRENİN YÜCE MİMARİSİNE BİR DAHA BAKALIM MI LÜTFENJ..

1.havai(ma’i,mavi) azrak,utarit,KELİME-İ TEVHİD:)
2.kırmızı,ahmar,merih,İsm-i Celal Nuru..
*3.beyaz,abyaz,ZÜHRE (Venüs,çolpan veya çoban yıldızı),İsmi Cami’ olan Hamir Nuruna (bütün isimleri içine toplayan hamur)
4.sarı,astar,şems,Hak İsm-i Şerifi Nuruna..
5.yeşil,ahter,kamer,Hayy İsm-i Şerifi Nuruna
6.siyah,esved,zühal,Kayyum İsm-i Şerifi Nuruna. siyaha saygı icabı siyah-ı şerif denilmektedir..İsm-i Zat’a Alem-i Celal e işarettir...daireyi fena..
7.boz(renksiz) abrani (bulut rengi), müşteriKahhar İsm-i Şerifi nuruna işarettir..
…7 renk olması 7 ana ismin nurlarına işarettir….
…………..

Ayasofya kuşbakışı

*"Harran Sabiilerinin tapınakları 'akıl cevherleri' ve 'yıldızlar' adınadır. Bunlar arasında, 'ilk neden tapınağı' (birinci akıl, ilk neden sayılır), 'akıl tapınağı' da vardır" ….Güneş, Ay ve beş gezegen adına yapılmış tapınak­ların ad ve biçimleri şöyle: "Güneş Tapınağı": Dörtgen…  "Ay Tapınağı": Sekizgen..  "Zühal (Satürn) Tapınağı": Altıgen  "Müşteri (Jüpiter) Tapınağı": Üçgen. .."Merih (Mars) Tapınağı": Dikdörtgen…  "*Zühre (Venüs) Tapınağı": Bir dörtgen içinde üçgen. .. "Utarit (Merkür) Tapınağı": Bir dikdörtgen içinde üçgen. (*alıntı.. İslam dün­yasının ünlü tarihçilerinden Mesudî (Ö.957)

Midas kenti -mater tapınağı

Osiris dini rahiplerine Mason denirmiş.. M.Ö. 7 binli yıllarda(günümüzden 9 bin yıl önce) Batı Anadolu’da kendilerine “Luvi” -“Işığın İnsanları”(günümüzde aluvi-alevi) adını veren bir topluluk yaşamıştır.. Luvilerin tapındığı ana tanrıçanın adı, “Ma”dır. Ma, Anadolu’da varlığı bilinen en eski ana tanrıçadır.. baharın gelişi MAYIS ayı da bu isme atıftır..hayatı, ekmeği ve tüm varlığı MAYALAYAN-OCAĞI TÜTTÜREN KADINdır (sanki HÂLİK İSMİ)...buda bize yaşamın ve hayatın varoluş sisteminin KADINSI DİŞİLİKLE, KESRETLE(çokluk) yaşatanın  KADIN SIFAT ELBİSELERİNİ ANLATIR( yani tekbir olanı çoğaltan dişil prensiptir).. başlangıçtaki tanrısal yaratılışın anlatılmak istendiği deruni mana, zamanla dejenere olup, tapınılacak ilahelere dönüşmüş ve günümüzün manadan yoksun ilim adamlarının da cahil tercümeleri ile daima yanlış, sapkın tarihler dikte edilip, okullarda bize zorla yalan tarih öğretilmiş ve öğretilmektedir....

Luvicede “Mara”, deniz anlamına gelmektedir ve halen kullanılmakta olan Marmara adı, Ana Tanrıça Ma’nın denizi anlamındadır. “Maya” dağımız vardır.. mesela; ortasında bir nokta bulunan beş köşeli yıldız  eril güneş tanrısı Apollon’a aitmiş. Apo
ll10  tapınağının yerine daha sonra Hz.Meryem’e ithafen AYASOFYA  inşa edilmiştir...ve Ayasofya’daki hz Meryem tasvirlerinde O, hep lapismavi renkli giysilidir..

yeniden doğuşa inanan Luvilerde en gelişmiş meslek yapı işçiliğidir. bugünkü ilimle ancak bilinen en eski duvar örme, taştan çatı kurma, çembersel kemer, ana tanrıçaya ilk mabed yapımı, evlerin etrafına duvar çekme tekniği de ilk onlara aittir. Suda yüzen tuğlaları çok ünlüdür. Ma kelimesi, batı dillerine “matter-anne” olarak geçmiştir. “Son” oğul anlamına gelir.. Ma rahipleri ile  Ma için tapınaklar inşa eden taşçı ustalarının adıMa-son”dur. anlamı;  ana tanrıçanın çocukları -güneşin-ışığın çocukları- Dul Kadının Çocuklarıdır...

.. Ana tanrıça Ma’nın kocası tanrı Atti’nin, bir ölümlü kadınla ilişki kurması üzerine, ikili şiddetli bir kavgaya tutuşur. Atti, eşinin kıskançlık krizinden kurtulabilmek için, kendi erkeklik organını keser ve kan kaybından ölür
.(bu daha eski sümer mitolojisinde iştar ve mardukta ve sonra  eski mısırda osiris ve isisle ve daha sonra yunan mitolojisinde tekrar eden tek hikayedir biliyorsunuz) Ma’nın çocukları Masonlar artık, dul kadının çocuklarıdır. Atti, bir akarsu kenarına gömülür ve gömüldüğü noktadan ulu bir çam ağacı yükselir. Bu ağaç, yeniden doğuşun bir sembolü olarak görülür. Ma rahipleri her yıl, yeniden doğuş için(yeni yıl kültünde çam ağacı süslemenin ilk ritüeli)  tanrı Atti’ye adak olarak, rahipliğe yeni kabul edilenlerin erkeklik organlarının ucunu keser, toprağa gömer ve akar suya girerek, kendilerini arındırırlar. Diğer bir deyişle, sünnet ve vaftiz uygulamalarının da, Luvilere kadar dayandığı görülmektedir ..(alıntıdır)
Bismillahirahmanirrahim

Sevdiğim, şimdi burayı okuduğumuzda, doğru ve eğrinin zamanla nasıl iç içe geçerek, yanlış örf ve adetlere dönüştüğünü de açıkça görüyoruz değil mi? mesela bugünkü çalıntı Uzakdoğulu çakralar ilmi,ilk defa ilmi-uygulamalı bir metod olarak  hz  Şahı Nakşibendi tarafından   LETAİFLER OLARAK ÖĞRETİLMİŞ ve TÜM DÜNYAYA BURADAN YAYILMIŞ meğerse.. yeni öğrendim
J.. mesela bu tür şeylerde ancak zen budizmi ile  birkaç yüzyıldır uzakdoğuya yeni girmiş..  ve tüüüm tamamlanmış ve yükselmiş İslam Doğru Öğreti Uygulamaları da;  haçlı seferleriyle  Yahudi mistizm tasavvufu olan kabalaya şöyle geçmiştir.. haçlı eşkıyalarının( Avrupa’nın cahil, görgüsüz, henüz hiçbir ilme ve fenne dayanan bir bilgisi olmayan paganist, toplama, çapulcu köylüleri), Doğuyu yakıp, yıkıp, soyup, kana boğma ve tüüm hazineleri yağmalayarak kendilerine mal etmelerinden sonra, yani 12.13 yy da bu mana ilimlerine sahip olmuşlar ki, bu hafta okudum..ee..onlar Doğudan aldıkları tüm ilimleri, yine kendi pagan inançları ile yoğurup, bugün yine bize pazarlamıyorlar mı yani?!.. hayret etmedim ..çünkü zaten kaç senedir tıpatıp nerdeyse aynı olan bu şeylerin, kullanım amaçlarından başka farklarının olmaması sadece beni çok yoruyordu..



bir damla su
bir damla su içindeki alem

*özetle bir daha baştan: ALLAHIN İLMİ YARATILIŞLA BAŞLAMIŞ VE TEK BİR KAYNAKTAN AKIP GELİYORDU..her şey Allahımızın Adem babamızı yaratması ve O’na esma ilmini bizzat kendisi mürşitlik ederek öğretmesiyle başladı..ilk mabed olan Kabe’yi de madden O yaptı..ilk mabed ustasıda O’ydu..ilk mabed olan Kabe, daha sonraki tüm tapınakların modeliydi aslında.. ve Adem babamız 10 sayfalık bir kitaba sahipti.. yani O cahil değildi.. zaten öğreticisi Allah olan  ve ilk model insan olarak yaratılmış biri nasıl cahil olabilirdi ki.. Tevhid İslamdır ve hz Adem babamızla başlamış tek dindir.. başka hiçbir din yoktur.. tüm peygamberler İSLAM-TESLİM OLUP SELAMETE ERMİŞLERİN DİNİNDENDİR..

 bence tüüm  tarihi maddi ilim adamlarının köken bilmede sorunları ve akıl almaz bir cehaletleri var.. amma esas sorun, bizim onlara öyle körü körüne inanarak, kendi geçmişimizi araştırmamamızda vesselam..

nur cihan
01.12.2012J
nuralem7@hotmail.com
Mabedi Adem MİHRABI ALEM