Ruhumun Bayramı
Ya zülcelali vel ikram
Bi fesahatil vel Kur’an
Ya hazihül esmai vel Kur’an
Ve yüsteskal gamamü bi vechihil Kur’an
*
Selam Selam ve Merhaba
Sen bana yazarsında ,ben sana yazmazmıyım Azizim Kur’an.
Sen beni okursunda, ben seni okumazmıyım Azizim Kur’an.
Sen beni seversin de, ben seni sevmeyi öğrenmezmiyim Azizim Kur’an.
Bilmiyorum doğru yazabildim mi? İşte biz henüz cahil ve hamız,sen affet..
Yazılar kendiliğinden beni sana getirdi..Son hafta, bunu anladığımdan itibaren, sürekli içimden sana yazıyordum biliyorsun..Anladım ki ben ileriye gitmiyormuşum. Başladığım yere dönüyormuşum..Ahir zaman-kıyamet demek, gerçekte çok güzel anlam taşıyormuş..Ait olduğun yere dönmek demekmiş..
Ve ben sana dönmek için adım atıyorum ..Artık korkmuyorum.Kapısı olmayan kapılardan-pembe alemlere sefere çıkıyorum..
Görünmeyen uçan halının üzerinde mülkün Süleyman’ına dönüşüyorum..
Yazıyorum çünkü sana yazdığım her şey OLuyor ve ben de bunu güzel mana da kullanabilmek istiyorum, İnşallah ve amin..Mağaram olabilecek en güzel hale geldi şükür,artık ağlamıyorum.Sahip olduğum yeni anlamlarla-A’Lİ DOSTlarla dünyanın en zengin insanı olmuş gibiyim..Ben mana aleminin ve madde aleminin padişahlarını-A’Lİ RUHlu İNSANlarını tanımışım.Bu gözler Onları görmüş,işitmiş ve konuşmuş,dost olmuş..Bundan A’la ne olabilir ki?Bir insan daha ne isteyebilir ki?..
Tabii ki seni diyorum..Şimdi seni istiyorum.:)Bunun içinde sana yazıyorum..*
Zamanın çocuğu olmak .Zamanın Babasına tabii olmak.
Hz.Mevlanın dediği gibi:
”Buldunsa ne duruyorsun-Zil takıp oynasana”anlamında bir zevkmiş..Öğreniyorum
*Ve ey dünya artık peşimden koş !!
Bize kul OL diyorum.!...
Seni ilk tanıdığım ana dönmek isterim..Bir gece içimde büyük bir açlıkla seni okuyordum..Okuyor ama sana doyamıyordum ..Sesim tavus kuşunun ayakları gibiydi,ve seni okurken zorlanıyordum.Ne makam biliyordum ne edeb,ne de anlamından haberdardım..Sadece doymak bilmez biçimde herşeyi okuyordum..
Okumaktan yorulup koltuğa oturduğumda sen geldin..
Görünmeyen bir uzun enerji –yoğunluk şeklindeydin..Sevinçle zıplayan bir çocuk hissediyordum.Tam önümdeydin.Öyle neşeliydin ki bende kendi kendime hayranlıkla neşenlenmiştim..
Sen: “Beyaz Zambak ve Gül suyu ile ıslatılmış Toprak kokuyordun” hani.Görmüyordum.Sadece hissediyordum..Kur’an ın kokusuymuş bu,öyle anlıyordum..Ayağa kalktım . Evdekilere seslendim.
-Heyy!...Evimizde çok güzel bişey var, kalkın Kur’an okuyalım,namaz kılalım,bize gelmiş...
...........
İşte zaman zaman, beni görünmez ama hissedilir kokunla ziyarete gelmeye başladın sonra..Ve ben seni özlüyordum..Bir kitapla dost olmuştum..Ama o kitap benim aslımdı aynı zamanda.Bu kitap kıskançtı;razı olmadığı başka kitapları okumama izin vermiyordu hem de..Sadece O’nu anlatan çok nadir kitapları okuyabiliyordum.Ve ben dostumu okumayı öğrenmek için, sadece O’nun sevdiklerini okuyabiliyordum.Şimdi Ramazan’ın son haftası. ZATen O’na ait olduğu için, O’na yazmamdan doğal hiç birşey olamazdı değil mi?
Senin gelişinin bu yıl 5. senesi..Yani vuslat yılı.Bu hafta hep seni düşündüm ve yaşadıklarımı..
Aslında olan biten SADECE SENdin anladım..
Önce kokun gelmişti..
Tanışmıştık.
Daha sonra bir gece, Namus'tun gelen..
Başında tacınla odama doldun.
Perdelerimi tutuşturdun.Güneşi odama yaktın hani..
Ve tab ettin beni ,korkumu dinlemedin,reddimi kabul etmedin..
Tab edip ince bir kağıt ettin hani..
Ve baharımız doğdu sonra..
Hayatıma baharı getirdin..
Aylar sonra kapıyı açtım, bana bakıyordun aşkla hani..
Sen nasıl arı-duru-saf-apapak-nurun ala nur dun ..
Sen gözlerinden yakalanan an dın..
Sonra yağmalandı dünyam
Altüst oldu hayallerim hani..
Ve Ali dostum çıktı ortaya aniden
O’da senin canlı Kur’an olmuş diğer halindi, yeni anladım inan
Her yerden tezahür eden sen mişsin, seni öğretmek için KUR’AN
Her yerden aşkla seven Muhabbet-i A’lim, sen mişsin İMAN ile İMAM
Bilmiyorum, yazdıklarımı yeterli bulamıyorum..Sen gibi yazamıyorum ne yazık ki..Sen gibi tertemiz değilim ki..Ama benim günah dolu,baştan ayağa hata dolu en ufak bir amelimin ne kadar değerli ve gerekli olduğunu da sen öğrettin bana..
Benim en ufak bir adımım senin koskocaman yürek dolusu adımına denk geliyordu..
Bu yazdıklarımda bile bir çıkar var aslında biliyorum..Küçücük beynimle ve çıkarcı yüreğimle ne hesaplar planlamışımdır kimbilir değil mi?Sen en doğru olanı bilirsin ve benim için doğru olanı yap,bana bakma..Sadece beni çok sev ..Öyle sev ki ,yok olayım sende..FENA ile BAKİ..
Hani gelirdin bazı bazı
Islak ve nemli bulut olurdun
Alırdın beni içine ve kapsardın tüm bedenimi
Öylece beklerdim,Nefes almaya korkardım, gitme diye
Oysa NEFeS sendin
Soğuktun –nemli –ıslak
Ürpertirdin,titrerdim ve ağlardım
Gelmiyorsun artık gel yine gel
************
Artık kendimi dünyanın en zengin,en güçlü insanı gibi hissediyorum.Ve içimde muhteşem bir mutluluk-neşe kaynıyor..”Emanet-i A’li nin,Hakikat-i Muhammedi’”nin yeni padişahını zevkle izliyorum..
Zaman sana uymuyorsa sen zamana uy gerçekleşiyor..Sistem baştan aşağı yıkılıp yapılıyor sanki..”Ramazan kendi kendini yakan da demek miş “ya hani?İşte devri alemin sahipleri aynen, sanırım şimdilerde bunu yapıyorlar..Medyanın her yanını ele geçirmiş mana cerrahları var..Her kanaldan-her eve-her gönüle, göze,kulağa ameliyat yapıyorlar..
Bunu izlemek,FARKINDALIĞINA ERMEK muhteşem bir zevk ..Öyle muazzam bir güç ki bunun farkına varmak: Ali Amcamın;”öyle neşeler yaşıyorsunuz ki, sahip olduğunuz neşeye etrafınızda kaç kişi sahip oldu “cümlesindeki hakikatle yankılanıyor hep..Meğer bela sandığımız o şiddetli musibetler sabırla ,simya ilmi ile neşeye dönüşüyormuş..
Sana şükrediyorum ki ruhum sen din ve ben bunca belaya sabredebildim..Sana şükredebilmem bile senin lütfunla biliyorum.Bilmem bile.....:)Sonu gelmez herşey sen den..Yok olduğumu biliyorum ama var sanılmamın lütfu ile tekrar teşekkür ediyorum.Yokluğun Varlığa Eş OLmasını farkındalığına uyanabilmek istiyorum..
Ve Ramazan=kendikendini yakan =kendinden yanan o kandil nur-çerağ bayramında ne yapar?Ram olur, boyun eğer ,kurb-an kalp yakını olur..Küllerinden doğar. Anka olur değil mi?O ölümsüz kuştur..Kendi ile beslenir,kendinden ölür ,kendinden dirilir...
*
Şimdi istiyorum ki dua edeyim..Bu konuda dünyadaki en kabiliyetsiz kişi olduğum için kendimi kendimle yüzleştirmek ve bu dua edememe-korku eşiğimden de atlayabilmeyi istiyorum ve amin..
Yarabbi bize yaşam bahşettiğin her Nefes için sana şükürler olsun..
Varlığın sahibi daima tek bir kişi, anladım ama bunu hayata geçirebilme ilminide bize lütfet ..
Yarabbi ilim sonsuz ,bizi ilminde aşkla yaşat,aşkla öldür,aşkla hürleştir ..
Yarabbi hepimize sağlık,huzur,mutluluk nasip et.
Yarabbi kendilerimiz,eşlerimiz ,evlatlarımız ve bağlı olduğumuz tüm etrafımızla bizlere maddi –manevi huzur,sağlık,afiyet,muhabbet ver.
Yarabbi bizlere içlerinde huzurla yaşayacağımız mustakil,bahçesi cennet olmuş,içi aydınlık maddi –manevi evler yanında, kalp evleride ver Allahım..
Yarabbi bizlere hiç kaza yapmayacağımız ,kimseyi incitmeyip,kimseninde bizi incitmeyeceği ferah,daima bizi doğru yola götüren madde ve mana binekleri de var Allahım..
Yarabbim bize hiç kesintisiz,düzenli,kimsenin hesap sormayacağı ve kimseye hesap vermek zorunda olmayacağımız maddi manevi gelir de ver Allahım..Ve bu gelirle daima hayırlar ,güzel işler işleyelim.
Yarabbi bize Akıl-Ruh ve Kalp sağlığı nasip et..Anlayan bir akıl ve gören bir kalp ver..Ruhumuza en mükemmel eş olabilelim inşallah..
Yarabbi kötü rüya görmeyelim,rüyalarımızda bile artık üzülmeyelim.Çünkü onlar bu aleme yazılan mektuplar gibi.
Rüyalarımız iyi okuyup ,iyi yorumlamayı bize nasip eyle Allahım.
Yarabbi bizden evvel yaşamış ,bizle beraber yaşayan ve bizden sonra yaşayacak tüm kardeşleimizi affet çünkü sen affı çok seversin ve affedersin.
BİZ SEN’DEN RAZIYIZ SEN DE BİZDEN RAZI OL..
Bizi lütfen affet Aminnnnnn
Bayramımız Kutlu Neş’e Olsun..
**********
Nur Cihan
28 Eylül 2008 Pazar
25 Eylül 2008 Perşembe
ÖZLEM VE MURAT
Ey Tebrizli hak Şemsi,Ey MEVLANA ALİ
Yüzünü göstermeseydin sen, yoksul çaresiz kalırdı kulun,
Ne gönlü olurdu, ne dini.......
MERHABA güzel dostum merhaba.
Bundan bir kaç yıl evveli bir gece yatağımdan ÖZLEM diyerek fırlamıştım hani..Yine uyumuş yine aynı şiddetle uyanmıştım.Bu sefer MURAT diyordum..
Anlıyorum ki yaşadıklarım ve yaşayacaklarım bu iki kelime üzerine kurulu..Ve bir gece,kalbimden kopan o pembe et parçasının ardından acı ile ağlayışım gibi,sizi aradığımda ,”sanki beni bekliyor gibi -sizi hemen bulmuşum gibiydiniz,” artık yoksunuz..Belki de daha yakınsınız ama ben size ulaşamıyorum nedense..Dua etmiştiniz ya, o kopan parçayı yerine takabileyim diye..Takamıyorum dostum, başaramıyorum..
Siz geri döndünüz, ben ise geri dönemiyorum..Yapamıyorum ve çaresizlik içinde size yazıyorum..Yazdığım herşey OLduğu için yazıyorum..Artık bitsin istiyorum..Hatta dua bile yazabilirim.Benim için istemek ne kadar zor ama bunu sesli dileyebilirim bile..
Ey sevgili.. Ben, sizin bana yaşattığınız o kalbin içinden çıkamıyorum..O namazdaki Arş’dan,o Muhabbet-i MuammedAli deki şefkat dolu kalbinizden çıkamıyorum...Sizin gittiğiniz gece, sizin mananızın yeni tecelliğahını ziyaret etmiştim( sizin işaretinizle);o gece Kabe gibi merhametli,aşk dolu o korunmuşluk yastığının içinde şefkatle uyumuştum ben..İşte bu merhametli kalpten uyanamıyorum..
Dışarısı acı dolu,dışarısı gözyaşı,dışarısı kan...İç ne kadar duru ,iç ne kadar muhabbet-i aşk..Ama benim öğrenmem gereken şey HAK ile BATILlı ayırmak tı değil mi?
Çok zor .Bunu ben mi seçtim ,hatırlamıyorum..Hayatım boyunca tüm sorumluluklardan kaçışımın nedenini yavaş yavaş anlıyorum..Şöhrettten ölesiye korkuşumu,öne geçmemek için en arkalara gizlenişimin nedenini öğreniyorum...Neden dememek için direniyorum..Ben mi seçtim bunu?Ya da ne önemi var...Ve artık yavaş yavaş yelkenlerimi suya indiriyorum..Pes diyorum pes...Teslim..Ama arada bir asi olmak istesemde izin verilmediğini anlıyorum..Boşa çırpınıyorum..
Kul olmaya karar verdim.”Kul olmak ne kadar zormuş ama ne büyük rahatlık..Asıl özgürlük kul olabilmekte aslında anladım..KUL OLabildiğimde OL da oluyor” anladım..”Özgürlüğün nihayetsiz yolu kulluktan geçiyor..”
Ey Tebrizli hak Şemsi,Ey MEVLANA ALİ
Yüzünü göstermeseydin sen, yoksul çaresiz kalırdı kulun,
Ne gönlü olurdu, ne dini.......
MERHABA güzel dostum merhaba.
Bundan bir kaç yıl evveli bir gece yatağımdan ÖZLEM diyerek fırlamıştım hani..Yine uyumuş yine aynı şiddetle uyanmıştım.Bu sefer MURAT diyordum..
Anlıyorum ki yaşadıklarım ve yaşayacaklarım bu iki kelime üzerine kurulu..Ve bir gece,kalbimden kopan o pembe et parçasının ardından acı ile ağlayışım gibi,sizi aradığımda ,”sanki beni bekliyor gibi -sizi hemen bulmuşum gibiydiniz,” artık yoksunuz..Belki de daha yakınsınız ama ben size ulaşamıyorum nedense..Dua etmiştiniz ya, o kopan parçayı yerine takabileyim diye..Takamıyorum dostum, başaramıyorum..
Siz geri döndünüz, ben ise geri dönemiyorum..Yapamıyorum ve çaresizlik içinde size yazıyorum..Yazdığım herşey OLduğu için yazıyorum..Artık bitsin istiyorum..Hatta dua bile yazabilirim.Benim için istemek ne kadar zor ama bunu sesli dileyebilirim bile..
Ey sevgili.. Ben, sizin bana yaşattığınız o kalbin içinden çıkamıyorum..O namazdaki Arş’dan,o Muhabbet-i MuammedAli deki şefkat dolu kalbinizden çıkamıyorum...Sizin gittiğiniz gece, sizin mananızın yeni tecelliğahını ziyaret etmiştim( sizin işaretinizle);o gece Kabe gibi merhametli,aşk dolu o korunmuşluk yastığının içinde şefkatle uyumuştum ben..İşte bu merhametli kalpten uyanamıyorum..
Dışarısı acı dolu,dışarısı gözyaşı,dışarısı kan...İç ne kadar duru ,iç ne kadar muhabbet-i aşk..Ama benim öğrenmem gereken şey HAK ile BATILlı ayırmak tı değil mi?
Çok zor .Bunu ben mi seçtim ,hatırlamıyorum..Hayatım boyunca tüm sorumluluklardan kaçışımın nedenini yavaş yavaş anlıyorum..Şöhrettten ölesiye korkuşumu,öne geçmemek için en arkalara gizlenişimin nedenini öğreniyorum...Neden dememek için direniyorum..Ben mi seçtim bunu?Ya da ne önemi var...Ve artık yavaş yavaş yelkenlerimi suya indiriyorum..Pes diyorum pes...Teslim..Ama arada bir asi olmak istesemde izin verilmediğini anlıyorum..Boşa çırpınıyorum..
Kul olmaya karar verdim.”Kul olmak ne kadar zormuş ama ne büyük rahatlık..Asıl özgürlük kul olabilmekte aslında anladım..KUL OLabildiğimde OL da oluyor” anladım..”Özgürlüğün nihayetsiz yolu kulluktan geçiyor..”
Siz yoksunuz ve ben sizi çok özledim..Muradım sizin gelmeniz..Kalbimde olduğunuzu bilebilmek istiyorum..Oradasınız ama delil istiyorum delil..Hiç ağlayamayan bir taş kalpken sizi tanıdım..Ve sebesiz sizi sevdim..Sizi sevdiğimden beri başıma belalar yağmur gibi aktı durdu ve halende.Madde benden kaçar oldu..Mananın göbeğinde gözyaşlarımla kalakaldım..
Eşyayı seviyorum-sanatı seviyorum-delillere hayranım ama geçmek lazım değil mi,geçip gitmek lazım?
Şu sıralar çok fazla ağlıyorum..Sizi özlüyorum.Konuşmak istiyorum..Size sarılabilmek ,öpebilmek..Hani hep diyordunuz ya insan evladının tahtını yapar ama bahtını yapamaz işte bu yazıyı bahtımızı yapabilmek adına yazıyorum..Kalbim vakit geldiğini söylüyor..(Kapıları açtım,kilitleri çevirdim ve bebeğimi emzirdim..)İçim ne kadar güzel ve huzurlu ,duru,saf..O muazzam yanlızlığımda ne kadar mutluyum..Sadece müzik olsun ,esinti olsun,nefes olsun,o meleklerin çocuklara söylettiği şarkıları duyabilmek isterdim yine..
Gittikçe hz. İbrahime doğru çekildiğimi hissediyorum ve Arabi hocaya..Bunu kontrol edemiyorum .Zaten edemem de değil mi?Hani demiştiniz ya Arabili rüyamdan sonra;” artık ilim tehlikelileşiyor korunmak lazım “..Bende,” sakın elimi bırakmayın demiştim,çok korkuyorum, sakın.”.şimdi bir değil iki elinizede muhtacım..Hatta o çıkamadığım şefkat dolu kalbinize her şeyden daha çok muhtacım..Hani demiştiniz ya:” Beraberiz- biriz.Vazife devam ediyor şimdi ve sonra daima,biz yaşayan ölüleriz..”Ben teslimim dostum teslim...
İtirazlarım NAZ olsun ,belki RİCA ama ne olur artık TESLİMim..
ÖZLEM
özlemek beklemek,beklemek
belaların altında yanarak durabilmek
içine kan akıtmak
dışına gülebilmek
ya da tam tersi
dışın ağlar için güler
kimse bilmesin diye vadedilenleri
saklarsınız
ya da tam tersi
dışın ağlar için güler
kimse bilmesin diye vadedilenleri
saklarsınız
kendinize bile söyleyemezsiniz
unutmak istersiniz
korkarsınız sorumluluktan
Kaçmak lazım ama nereye, nereye
kaçamazsın
unutmak istersiniz
korkarsınız sorumluluktan
Kaçmak lazım ama nereye, nereye
kaçamazsın
acı büyür ,siz kabul etmedikçe bela büyür
kaçış yok yolların hepsi aynı yere çıkıyor
kaçış yok dairenin her yanı aynı
MURAT
henüz bilmediğim ama sezdiğim anlam
murat beni bekleyen vuslat
murat kokuların diyarı belki de
murat kelimesinin resmine baktığımda
içinde sarhoş olup kaybolacağım yar..
Ey sevgili..Hani dostumuz Kur ‘an bir gece üçüncü şiirini yazmıştı..Manası “bu Kur’an’ın anlamı bana ağır geliyor “gibi bir şeymiş hani..Siz duyar duymaz demiştiniz ki :”Evet bu beklenen haber di”..Dün defterimi açtım ve karşıma çıkan ilk yazı o oldu..Evet Kur ‘an bana çok ağır geliyor..O yazıdan beri O’nu ne kadar az okuduğumu biliyorsunuz.O’na geri dönmeye çalışıyorum..Başarmak zorundayım değil mi?Yoksa acılarım uzadıkça uzayacak..Korkularımın üzerine gitmeliyim..Mert olmak adına..Murat olmak adına sanırım..
Çocukluğundan beri türlü acaip soruları olan, sorularına hemen kimsenin cevap veremediği,verilen cevapları hiç beğenemeyen ben; sizin huzurunuzda neden size hiç soru soramıyordum çok düşündüm..Oysa siz tüm sorularımı biliyordunuz..Ama ben size soru soramıyordum..Şimdi düşünüyorum..Sorsaydım daha kolay OLurmuydu diye..Ama olgunlaşmak için siz en yavaş seyri benim için tercih etmiştiniz..
Uçmayı dileme demiştiniz..Uçanlar tayyereler gibi düşerler..Siz yavaş yavaş,dura dura gidin..Her şey kendiliğinden olacak.Sadık ve sabırlı ol ve bekle..
Gidiyorum, duruyorum ve gidiyorum..Şu sıra yine duruyorum..Siz gidene dek içimdeki o muazzam patlamaya hazır güçle,içe çökecek kara deliğe benziyordum ya ve sizin kıyametiniz koptu ,benim de tabii.Artık bu muazzam gücü hissetmiyorum..Bir boşluk var..”Karanlık O Hücre “belki de ..Ne yapacağımı ne yana gideceğimi bulamıyorum..Zeytinyağı olma vaktimi anlayamıyorum..Yanmaktan korkuyorum..Ama bile bile ateşin içinde bekliyorum..Bunun sonsuz hazza dönüşeceğini hissediyorum..
Sizi çok özledim ,çok ağlıyorum biliyorsunuz ,elimi bırakmayacaksınız değil mi ve kalbimin efendisi olmaya devam edeceksiniz..MEVLANA’ya aid olmanın EFENDİ’ye ait olmak olduğunu anladım DOSTum.Tüm kalbimle ...
Nur Cihan
kaçış yok yolların hepsi aynı yere çıkıyor
kaçış yok dairenin her yanı aynı
MURAT
henüz bilmediğim ama sezdiğim anlam
murat beni bekleyen vuslat
murat kokuların diyarı belki de
murat kelimesinin resmine baktığımda
içinde sarhoş olup kaybolacağım yar..
Ey sevgili..Hani dostumuz Kur ‘an bir gece üçüncü şiirini yazmıştı..Manası “bu Kur’an’ın anlamı bana ağır geliyor “gibi bir şeymiş hani..Siz duyar duymaz demiştiniz ki :”Evet bu beklenen haber di”..Dün defterimi açtım ve karşıma çıkan ilk yazı o oldu..Evet Kur ‘an bana çok ağır geliyor..O yazıdan beri O’nu ne kadar az okuduğumu biliyorsunuz.O’na geri dönmeye çalışıyorum..Başarmak zorundayım değil mi?Yoksa acılarım uzadıkça uzayacak..Korkularımın üzerine gitmeliyim..Mert olmak adına..Murat olmak adına sanırım..
Çocukluğundan beri türlü acaip soruları olan, sorularına hemen kimsenin cevap veremediği,verilen cevapları hiç beğenemeyen ben; sizin huzurunuzda neden size hiç soru soramıyordum çok düşündüm..Oysa siz tüm sorularımı biliyordunuz..Ama ben size soru soramıyordum..Şimdi düşünüyorum..Sorsaydım daha kolay OLurmuydu diye..Ama olgunlaşmak için siz en yavaş seyri benim için tercih etmiştiniz..
Uçmayı dileme demiştiniz..Uçanlar tayyereler gibi düşerler..Siz yavaş yavaş,dura dura gidin..Her şey kendiliğinden olacak.Sadık ve sabırlı ol ve bekle..
Gidiyorum, duruyorum ve gidiyorum..Şu sıra yine duruyorum..Siz gidene dek içimdeki o muazzam patlamaya hazır güçle,içe çökecek kara deliğe benziyordum ya ve sizin kıyametiniz koptu ,benim de tabii.Artık bu muazzam gücü hissetmiyorum..Bir boşluk var..”Karanlık O Hücre “belki de ..Ne yapacağımı ne yana gideceğimi bulamıyorum..Zeytinyağı olma vaktimi anlayamıyorum..Yanmaktan korkuyorum..Ama bile bile ateşin içinde bekliyorum..Bunun sonsuz hazza dönüşeceğini hissediyorum..
Sizi çok özledim ,çok ağlıyorum biliyorsunuz ,elimi bırakmayacaksınız değil mi ve kalbimin efendisi olmaya devam edeceksiniz..MEVLANA’ya aid olmanın EFENDİ’ye ait olmak olduğunu anladım DOSTum.Tüm kalbimle ...
Nur Cihan
HATIRA-YI DEVAM
Kaç zamandır yazmak istediğim ama kelimelerini ve cümlelerini hatalı yazmaktan çekindiğim için yazamadığım “GÖNLÜ İSLAM OLAN BİR PAPAZIN”hatırasını ve Ali Öztaylan Hazretlerinin başka hatıralarını..İsmini yazmayan bir kardeşimiz internette yayınlamış. Allah kendisinden razı olsun..Bize sadece bu muhteşem ,her birimize ders olacak nakli kopyalamak düştü..
********
VESİLE-İ SAADET BANDIRMALI ALİ (ÖZTAYLAN)AMCA
"Padişahı âlem olmak bir kuru dâvâ imiş,Bir mürşide bende olmak her şeyden âlâ imiş"
O bir muhabbet fedaisi idi. Temiz kalbinde husumete yer yoktu.
Bir güzel insanı ziyaret ettik, “nur gibi parlayan” deyiminin karanlık kaldığı...Ellerini tuttuğumuzda“pamuk gibi” benzetmesinin az geldiği bir insan...Hali, hareketi, bakışları, ikramı, misafirperverliği ile “Bakırdan gönülleri, altına çevirenler” sınıfından bir insan... “Nasılsınız?” diye sorması bile alışılagelmişin dışında olan bir insan...“Ellerinizden öperiz.” denildiğinde “Öpülecek el olsa kendim öperdim.” diyen tevazu ehli bir insan...Hacı Hasan Efendimiz (k.s) “Sizi pek sever, sizden bahsederdi.” denildiğinde, “Hep o muhabbetlerle yaşıyoruz.” diyen ehl-i hâl bir insan..“Habersiz ve elimiz boş geldik, özür dileriz.” denildiğinde, “Dosta habersiz, dosta çıplak gidilir.” diyerek, ardından “Kudümünle müşerref kıl, habersiz gel” mısrasını hatırlatan bir insan...İşte Bandırmalı Ali Efendi’nin sohbetinden aklımızda kalanlar.
“Yaşlı insan çocuk gibidir, muhabbet ve şefkat ister, okşansın, kucağında taşınsın ister.Yaşlı insanın kusuruna bakılmaz. Refleksleri kaybolmuştur. Bir kaşığa bile uzanmak meseledir.” diyerek güzel bir prensip hatırlatıyor bize: “Yaşlı insan kafir de olsa tâ’zim edin...Yaşımız 83 oldu, yaşımıza göre iyiyiz, Allah sabrından, şükranından ayırmasın” duasını yapıyor.
İNSANLARA İMAN’I NAZAR İLE BAKALIM
İnsanlarla ilişkilerimizi yeniden düşünüp, taşınmamızı gerektirdiğine inandığım bir hatırasını aktardı bize. Mütevazı ve yumuşak konuşmasını dinlerken şaşırıyor, hayretler içinde kalıyor ve kendimize pay çıkarmaya çalışıyoruz. Bir taraftan da anlattıklarını not almaya gayret gösteriyoruz.
“Çok seneler önceydi. Bir rüya gördüm. Kasatlar köyünün papazı imiş bir adam görüyorum. “Ali Efendi! Sizden bir istirhamım var. Ben Vasil’in babasıyım, benim mezarımı alıp İslam mezarlığına taşıyınız lütfen. Ben dinimi izhar etmedim. Onların ameli, benim esasıma tesir etmedi.” Sonra rüyamda mezarlığa gidiyorum, kabri açtığımda bir de ne göreyim; ab-ı hayat gibi sular çıkıyor, ceset nurlu ve çürümemiş bir halde... Uyandım, acaba bunlar gerçek mi diye araştırdım ki, bu papaz gerçekten Kasatlar köyünde imiş, hal üzere, halvette, Türkleri seven, kendisine gelen hastaların şifâyab olduğu bir insanmış. Oğlu Vasil’i buldum. “Sana bir şey anlatacağım, inanmazsan senin mukaddes usullerine göre yemin edebilirim.” dedim.
“Olur mu Ali Efendi! Ben seni tanıyorum. Sen emin bir insansın, kitaba el basmaya, yemin etmeye gerek yok.” dedi. Olayı anlatınca bir feryat!
“Ben size demedim mi, babam müslümandı, bana inanmadınız...” diyerek feryat ediyor, çıldırıyor. Hepimizin pür dikkat dinlediği Ali Efendi bu olayı anlattıktan sonra “Bütün insanlara iman-ı nazar ile bakmalıyız. İnsan papaz gibi yaşar, papaz gibi görünür, ama müslüman ölür. Barlardaki kadınları bilirim, hiçbiri halinden memnun değildir, hepsi “Ahh...” der. Onun için yalnız şefkat, yalnız merhamet...”
HERŞEY BİR “Ahh!!” DEMEKTEN İBARET
“Bir Nurettin vardı.” diyor, sonra devamla... İspirto içerdi, birgün kendisine, “Nurettin çok bunaldım, istiğfar edeceğim, gel sen de gönülden istiğfar et.” “Ahh!...” dedi, pişmanlığın binlercesini ifade edercesine... “Nezaketinizi anlıyorum, niyetinizi biliyorum, siz benim ahlakımı da, şarabımı da, içkimi de biliyordunuz, ama bana göstermediniz.” dedi. (Meğer Ali Efendi, Nurettin sarhoş olduğunda onu faytonla, fayton yoksa sırtında, evine annesine kadar teslim eder ve annesine de söylememesi için yemin ettirirmiş.) Ben annemden zorlama ile beni eve kimin getirdiğini öğrendim. “Aman Nurettin ne olur sus! Allah beni affetmez, günahını varsa bana ver.” dediğimde başka alemlere daldı. “Buyurun, buyurun” dedi. Meğer Cebrail (a.s), Mikail (a.s) ve İsrafil (a.s)’i davet ediyormuş, ardından “Buyur ya Resülullah...” dedi ve O’nun kollarında ruhunu teslim etti.
Ali Efendi bu olayı anlattıktan sonra hepimizin gözyaşları özgürlüğüne kavuştu. Kendisi biraz durakladı ve “Herşey bir Ahh!...” demekten ibaret.” diyerek Ali Haydar Efendi’nin “Buraya kadar (eliyle boğazını göstererek) mülemma olan bize gelsin, bizim günahsızlarla işimiz yok. Allah bir şeyi, bir kişiye bela eder, onunla bin kişiyi imtihan eder.” sözlerini ekledi.
EN ZAYIFA, EN BÜYÜK TA’ZİM
“Birgün dükkanda idim, bir adam geldi, Türkiye dışından bir yabancı olduğu anlaşılıyordu. Dükkandaki ebrulara, hatlara dikkatle baktığını fark ettim.İslam’a muhabbeti var ama neden olduğunu bilmiyor, içimden ona hediye vermek geçti, seccade, havlu, mendil, çorap gibi hediyeler koydum, içine kartımı da yerleştirdim.Ama bunları Ali Haydar Efendi’nin bana verdiği gömleğe sardım, paketi kendisine verdim. İki ay sonra ABD’den uzun bir mektup geldi.
“Ben filanca tarihte gelmiştim, hediyeler vermiştiniz, nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Verdiğiniz paketi açtıkça acayip bir haller oldu, ben ve ailem müslüman olduk. Buradaki müslümanlarla irtibata geçtik.” “Demek ki kardeşlerim, en zayıfa, en büyük ta’zim” diyor Ali Efendi daha sonra...
Ulema-i Kiram ilme rağbet edenin, halka karşı insaf merhametle hareket etmek hususunda idraki artar buyurmuşlar. Bizim de rağbetimiz bu yönde olmalı, Allah’ın abes hiçbir şey yaratmadığını unutmayarak her şeye iman-ı nazar ile bakmalıyız.Nurettin gibi bir insan hayatın içinde neler görüyor, ölürken de yukarıda anlattığımız gibi ölüyor. İnsanlar papaz gibi görünüyor. Ama müslüman ölüyor. Hristiyan gözüküyor. Daha sonra hayatı müslümanlaşıyor.
Unutmayalım ki, Allah’ın emirlerine ta’zim etmek ve Allah’ın mahlukatına şefkat önemli bir düsturdur ve Vesile-i Saadettir.
Evinden ayrılırken yine ikramda bulundu, merdivenlere kadar bize eşlik etti. Tevazusunu gördükçe Sadi’nin: “Akıllı kişiler tevazu eder Zira meyveli ağaçlar dallarını eğer.” Beyitini hatırlamamak mümkün değil doğrusu. Bizlerse geride yalnızca gözyaşlarımızı bırakıyor ve; “Birkaç damla bıraktım gidiyorum, Kuru kalmış gönlüme bir müjdem var şimdi Gözyaşı filizini yeşerttim gidiyorum” diyerek yolumuza koyuluyoruz.
Allah (cc) bizleri kendine itaatli kullarından eylesin ve sevdiklerinin nurlu yolundan ayırmasın...
alıntı..
Nur Cihan
Kaç zamandır yazmak istediğim ama kelimelerini ve cümlelerini hatalı yazmaktan çekindiğim için yazamadığım “GÖNLÜ İSLAM OLAN BİR PAPAZIN”hatırasını ve Ali Öztaylan Hazretlerinin başka hatıralarını..İsmini yazmayan bir kardeşimiz internette yayınlamış. Allah kendisinden razı olsun..Bize sadece bu muhteşem ,her birimize ders olacak nakli kopyalamak düştü..
********
VESİLE-İ SAADET BANDIRMALI ALİ (ÖZTAYLAN)AMCA
"Padişahı âlem olmak bir kuru dâvâ imiş,Bir mürşide bende olmak her şeyden âlâ imiş"
O bir muhabbet fedaisi idi. Temiz kalbinde husumete yer yoktu.
Bir güzel insanı ziyaret ettik, “nur gibi parlayan” deyiminin karanlık kaldığı...Ellerini tuttuğumuzda“pamuk gibi” benzetmesinin az geldiği bir insan...Hali, hareketi, bakışları, ikramı, misafirperverliği ile “Bakırdan gönülleri, altına çevirenler” sınıfından bir insan... “Nasılsınız?” diye sorması bile alışılagelmişin dışında olan bir insan...“Ellerinizden öperiz.” denildiğinde “Öpülecek el olsa kendim öperdim.” diyen tevazu ehli bir insan...Hacı Hasan Efendimiz (k.s) “Sizi pek sever, sizden bahsederdi.” denildiğinde, “Hep o muhabbetlerle yaşıyoruz.” diyen ehl-i hâl bir insan..“Habersiz ve elimiz boş geldik, özür dileriz.” denildiğinde, “Dosta habersiz, dosta çıplak gidilir.” diyerek, ardından “Kudümünle müşerref kıl, habersiz gel” mısrasını hatırlatan bir insan...İşte Bandırmalı Ali Efendi’nin sohbetinden aklımızda kalanlar.
“Yaşlı insan çocuk gibidir, muhabbet ve şefkat ister, okşansın, kucağında taşınsın ister.Yaşlı insanın kusuruna bakılmaz. Refleksleri kaybolmuştur. Bir kaşığa bile uzanmak meseledir.” diyerek güzel bir prensip hatırlatıyor bize: “Yaşlı insan kafir de olsa tâ’zim edin...Yaşımız 83 oldu, yaşımıza göre iyiyiz, Allah sabrından, şükranından ayırmasın” duasını yapıyor.
İNSANLARA İMAN’I NAZAR İLE BAKALIM
İnsanlarla ilişkilerimizi yeniden düşünüp, taşınmamızı gerektirdiğine inandığım bir hatırasını aktardı bize. Mütevazı ve yumuşak konuşmasını dinlerken şaşırıyor, hayretler içinde kalıyor ve kendimize pay çıkarmaya çalışıyoruz. Bir taraftan da anlattıklarını not almaya gayret gösteriyoruz.
“Çok seneler önceydi. Bir rüya gördüm. Kasatlar köyünün papazı imiş bir adam görüyorum. “Ali Efendi! Sizden bir istirhamım var. Ben Vasil’in babasıyım, benim mezarımı alıp İslam mezarlığına taşıyınız lütfen. Ben dinimi izhar etmedim. Onların ameli, benim esasıma tesir etmedi.” Sonra rüyamda mezarlığa gidiyorum, kabri açtığımda bir de ne göreyim; ab-ı hayat gibi sular çıkıyor, ceset nurlu ve çürümemiş bir halde... Uyandım, acaba bunlar gerçek mi diye araştırdım ki, bu papaz gerçekten Kasatlar köyünde imiş, hal üzere, halvette, Türkleri seven, kendisine gelen hastaların şifâyab olduğu bir insanmış. Oğlu Vasil’i buldum. “Sana bir şey anlatacağım, inanmazsan senin mukaddes usullerine göre yemin edebilirim.” dedim.
“Olur mu Ali Efendi! Ben seni tanıyorum. Sen emin bir insansın, kitaba el basmaya, yemin etmeye gerek yok.” dedi. Olayı anlatınca bir feryat!
“Ben size demedim mi, babam müslümandı, bana inanmadınız...” diyerek feryat ediyor, çıldırıyor. Hepimizin pür dikkat dinlediği Ali Efendi bu olayı anlattıktan sonra “Bütün insanlara iman-ı nazar ile bakmalıyız. İnsan papaz gibi yaşar, papaz gibi görünür, ama müslüman ölür. Barlardaki kadınları bilirim, hiçbiri halinden memnun değildir, hepsi “Ahh...” der. Onun için yalnız şefkat, yalnız merhamet...”
HERŞEY BİR “Ahh!!” DEMEKTEN İBARET
“Bir Nurettin vardı.” diyor, sonra devamla... İspirto içerdi, birgün kendisine, “Nurettin çok bunaldım, istiğfar edeceğim, gel sen de gönülden istiğfar et.” “Ahh!...” dedi, pişmanlığın binlercesini ifade edercesine... “Nezaketinizi anlıyorum, niyetinizi biliyorum, siz benim ahlakımı da, şarabımı da, içkimi de biliyordunuz, ama bana göstermediniz.” dedi. (Meğer Ali Efendi, Nurettin sarhoş olduğunda onu faytonla, fayton yoksa sırtında, evine annesine kadar teslim eder ve annesine de söylememesi için yemin ettirirmiş.) Ben annemden zorlama ile beni eve kimin getirdiğini öğrendim. “Aman Nurettin ne olur sus! Allah beni affetmez, günahını varsa bana ver.” dediğimde başka alemlere daldı. “Buyurun, buyurun” dedi. Meğer Cebrail (a.s), Mikail (a.s) ve İsrafil (a.s)’i davet ediyormuş, ardından “Buyur ya Resülullah...” dedi ve O’nun kollarında ruhunu teslim etti.
Ali Efendi bu olayı anlattıktan sonra hepimizin gözyaşları özgürlüğüne kavuştu. Kendisi biraz durakladı ve “Herşey bir Ahh!...” demekten ibaret.” diyerek Ali Haydar Efendi’nin “Buraya kadar (eliyle boğazını göstererek) mülemma olan bize gelsin, bizim günahsızlarla işimiz yok. Allah bir şeyi, bir kişiye bela eder, onunla bin kişiyi imtihan eder.” sözlerini ekledi.
EN ZAYIFA, EN BÜYÜK TA’ZİM
“Birgün dükkanda idim, bir adam geldi, Türkiye dışından bir yabancı olduğu anlaşılıyordu. Dükkandaki ebrulara, hatlara dikkatle baktığını fark ettim.İslam’a muhabbeti var ama neden olduğunu bilmiyor, içimden ona hediye vermek geçti, seccade, havlu, mendil, çorap gibi hediyeler koydum, içine kartımı da yerleştirdim.Ama bunları Ali Haydar Efendi’nin bana verdiği gömleğe sardım, paketi kendisine verdim. İki ay sonra ABD’den uzun bir mektup geldi.
“Ben filanca tarihte gelmiştim, hediyeler vermiştiniz, nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Verdiğiniz paketi açtıkça acayip bir haller oldu, ben ve ailem müslüman olduk. Buradaki müslümanlarla irtibata geçtik.” “Demek ki kardeşlerim, en zayıfa, en büyük ta’zim” diyor Ali Efendi daha sonra...
Ulema-i Kiram ilme rağbet edenin, halka karşı insaf merhametle hareket etmek hususunda idraki artar buyurmuşlar. Bizim de rağbetimiz bu yönde olmalı, Allah’ın abes hiçbir şey yaratmadığını unutmayarak her şeye iman-ı nazar ile bakmalıyız.Nurettin gibi bir insan hayatın içinde neler görüyor, ölürken de yukarıda anlattığımız gibi ölüyor. İnsanlar papaz gibi görünüyor. Ama müslüman ölüyor. Hristiyan gözüküyor. Daha sonra hayatı müslümanlaşıyor.
Unutmayalım ki, Allah’ın emirlerine ta’zim etmek ve Allah’ın mahlukatına şefkat önemli bir düsturdur ve Vesile-i Saadettir.
Evinden ayrılırken yine ikramda bulundu, merdivenlere kadar bize eşlik etti. Tevazusunu gördükçe Sadi’nin: “Akıllı kişiler tevazu eder Zira meyveli ağaçlar dallarını eğer.” Beyitini hatırlamamak mümkün değil doğrusu. Bizlerse geride yalnızca gözyaşlarımızı bırakıyor ve; “Birkaç damla bıraktım gidiyorum, Kuru kalmış gönlüme bir müjdem var şimdi Gözyaşı filizini yeşerttim gidiyorum” diyerek yolumuza koyuluyoruz.
Allah (cc) bizleri kendine itaatli kullarından eylesin ve sevdiklerinin nurlu yolundan ayırmasın...
alıntı..
Nur Cihan
HÜZÜN
Ey Sevgili, Ey Dost Merhaba..
Haberlerinizi alıyoruz Komutanım, daimi askerleriniz “Selam Selam” diyorlar sizlere..Çocuk buluğa erdi ve yüzük için teşekkürler böyle muhteşem bir zerafet dünyaya ait olamaz değil mi? Aslan için minnettarım Kalbimin Efendisi minnettarım.. TÜM KALBİMLE..
Bu yıl hüzün yılına döndü dostum.. Artık olgunlaşmanın zamanı gelmiş demek.. Sırtlarımızı yasladığımız çınarlar, devr’ini devr'ediyorlar.. Elbiseler değişiliyor ve susmak zamanı geliyor. Anlıyorum..
Yazılarımı nasıl ihtimamla koruduğunuzu gördüm ve A’il-e kayıtlarımız için yenisini eklemem gerektiğini anlıyorum..
Son aylarda yazmak çok ağır geliyor... Ellerim ve yüreğim yazmak istemiyor..Yazdıklarım, yazgımız OLuyor... Ne yapacağımı bilemiyorum.. Bu benden değil biliyorum ve bundan kaçamıyorum.. Ama ne yapılırsa yapılsın herşey aynı manaya geliyor.
Tüm kitapları yakıp yeni bir şeyler söylemek lazım dense de, yeni söylenen de hep O oluyor değil mi ve daima da O olacak..
KIRILDI AYNAM PARAMPARÇA!! HERBİRİ SEN-BEN-O
Bugün farklı anlammış gözükse de, daima aynı şeyi anlatan, farklı bir bakışla yazacağım..Mana Babam(ALİ ÖZTAYLAN) ile- Madde Babamı(ŞEVKET DEMİRCİ) elimden geldiğince BİRleyeceğim..
Babam aynı zamanda ben gibi “Sizin mana evladınız“ olduğu için, O aynı vakitte “mana kardeşim de OLuyor..”CemAli iç yapısı çok fazla olduğundan, dışına tavan yapmış şeker ve CelAli ile yansıyan bir AYNa.. Öyle bir şekerli celalli ki, estiğinde rüzgarından kırılmadık nesne bırakmamak istiyor sanki.. Sizin, arabacı İsmail efendiye: ”Ahengi bozma” deyişinizi aynen yaşadığınız kişi, mana oğlunuz hem de..
ZITLARIN BİLEŞKESİYDİNİZ SİZ..
O’nun için derdiniz ki daima:
“O kendisini bilse aklını yitirir, dağlara çıkar, mecnun olurdu. O manayı kaldıramayacağı için Allah bildirmiyor..”
İşte sevgili dostum, sizlerin lutfu cömertliği ile, sizle hayata başladığım; sizde doğduğum, 2 senelik ilim sütünüzü emdiğim sarf-ı zamanda, siz bunu bana göstermeyi de lutfetmiştiniz..
Ama “okumak bilmek değilmiş, sizle öğrendim”.. ”Görmek anlamak değilmiş, sizle anladım”.. Ancak “yaşanarak öğrenilenmiş, bu ise lutuf”. Sizin Nefes-i Rahman’a gidişiniz çok anlamlıydı ve aradan geçen zamanla olaylar ancak kalbimde duruluyor.. Mana bizi susmaya mahkum ediyor.. Ama babam için yazmak lazımdı, değil mi..?
Sizin daima söylediğiniz gibi "son zamanlarında açığa çıkacak bir Rahmani Nefes"i yazmalıydık değil mi?..
Takdiri ilahi bazen herşeyi serbest bırakıyor ve o kişiler açıkta bağırıp çağırıyorlar ama kimse anlamıyor ve görmüyor. Bazen de, kendisinden bile saklanıyor.. Kendisine şaka yapıyor sanki..
Babam, gönlü açık birinden öğrendiğim gibi; Sanki Nasreddin Hoca anlamındaydı ve tabii benim için Hopdedix kıvamındaydı.. ”Fırtınasından kaçılamayan ama fırtınasında herkesin savrulmak istediği cömert mangal bir gönül”.
Latif amcam bir keresinde, bir hayalim için şöyle demişti.. ”Öyle gönüller vardır ki tüm kainatı kaplayan umman gibidirler ve Kabe, O’nu Allah’ın emri ile tavafa gider”.
Hz. Rabia’nın cehennemi bir bardak su ile söndürmeye gitmesi gibi.. ”Bedenimi öyle genişlet ki, benden başka kimse yanmasın diyen gönüller gibi“ demişti..Aslında O, kendisini de anlatmak istemişti. Edebinden başka gönüllere kendisini yansıtmıştı.. İnsan-ı Kamil olmak işte bu kadar ağırdı demek.. Ne mutlu o gönüllere.. İşte sizler yüce A’li ruhlar aynen öyleydiniz..
Canım dostum posta güvercinine döndüğüm şu bir kaç aydan beri, sizle yaşadığım kadar zor ikinci bir dönem yaşıyorum... Atalarımızın geri dönmüş olması. Nasrettin Hocamızın “Yeşil Destarlı Devasa Kavuğu “nu beklemeleri...
Biz hazır değiliz... Ama O hazır biliyorum..İnsan dostlarından ayrılamaz ya hani, sevdiği ile doğar sevdiği ile gider, işte öyle birşey, anlatılamaz.. Sizin, Latif amcadan ayrılmayışınız ve verdiğiniz sözü tutuşunuz gibi, ERlik bu demek. ER olmak lazım..
Biz babamıza dokunamaz ve yaklaşamazdık ama bilirdik. O öyle cömertti ki Hz. İbrahim O’nda tecelli etmişti.. Bu öyle bir cömertlik ki sevgili BABALARIM; ikiniz de, aileleriniz ve dostlarınıza kendinizi KURB-AN etmiştiniz..Bu nasıl bir erdem?. Bu nasıl babalık..? Kaç babayiğit bunu yapar?
Kendi muhteşem manalarının debdebesini yaşamayıp, ailelerinde ve dostlarında bunu yaşatmayı zevk edinmiş kaç kişi olabilir bu alemde?.
Siz sır küpleri, siz alemleri omuzlarında taşıyıp, hastalıklardan gözlerini açamayıp bir kere bile sızlanmayanlar, bize hakkınızı helal ediniz..
Nefes-i Rahman’ın tecellisi olmasaydı ben bunları anlayıp bilemezdim. Bir İnsan-ı Kamil’in ne demek olduğunu öğrenemezdim, bir İnsan-ı Kamilin aynasını kırıp kendisini bine bölmesini anlayamazdım..
EN BÜYÜK PUT MÜRŞİD-İ KAMİL’İN KENDİSİYMİŞ, SİZ PUTLARINIZI YIKIP ÖYLE GİDEN ER’LENDENSİNİZ.. KINAMAYAN VE KINAYANA ALDIRMAYAN ER’LER..
Öyle cesur ve deli yürek.. Herkesin yazacağı şeyleri yazmak istemiyorum.. Neler yazacaklarını hepimiz çok iyi biliyoruz...
Dedemizin lakabı AYKIRI idi bizim.. Babam lakabı aykırı olan bir adamın, en AYKIRI oğludur.. Babamdaki aykırılık, kural tanımaz, meşreb tutmaz yapı genetik olarak hepimize sanki sıçramıştır.. Ama bu tüm kuralları yıkan-bozan bir yapı; işin garibi, aynı zamanda tüm manaları CEM de edebiliyor. Her şey O’nun elinde kolayca BİRlenebiliyor ve bu aykırı insanda kimse bunu tuhaf bulmuyor.. Nasreddin Hocalık da bu olsa gerek.. Biz bu aykırı olan adamın nesli olmaktan kıvançlıyız.. O’ndan ve bize tanıştırdığı cömert dostlarından onurluyuz.. Hak etmediğimiz herşeyi, şefkatle önümüze serdiği içinde hüzünlüyüz..Yazmanın sonu yok, az söz çok cömertlik olsun istiyoruz...KOCA BİR GÖNÜL UMMANI OLAN ARŞ-I RAHMAN’DA BİR VE BERABERİZ:)
* * *
BA-BA-MA(Annemi babamdan ayrı görmediğim için X ve y OLana)
Senden oldum ama senden değildim
Ya da hep sendendim veya sendim
Senle doğdum ve senle büyüdüm
Hep birdik ama inanılmaz da ayrıydık
Sen yaklaşılamayandın
Bizler ise yaklaşamayanlardık
Biz senin neslindik
Senin üretkenliğin
Cömertlik denizinde besin deryasında boğulanlardık
Biz senin genetik sırrındı
Ve sırlarından bir sır da bendeydi
Yazacak çok şeyim var aslında
Ama otokontrol uyguluyorum elime
Çünkü her an herşey değişiyor biliyorsun
Sende çok değiştin ve silkelendin
Sen değişirken ve silkelenirken
Bizler de birer taşken
Ufalanıyor ve kum olmaya doğru yol alıyorduk
Sen bu alemde tüm kuralları yıktın
Ama bir de diğer alem var biliyorsun
Orada iyi bir haldesin
Ve bir rüyamdan müjde vereyim mi sana
Rıdvan Melek var ya, Rıdvan Melek
O bile sana hizmet etmekten mutlu
Sen bu alemde imtihandın
En zorlu sınavdın karşına çıkan herkese
Sivrilikleri yuvarlıyordun belki de
Bu esnada sende yuvarlanıyordun kendine
Biz senin sırlarından birer sırdık
Ve senin kutsallığından sana selam verdik
Şimdi dünyasal bir kaç kelam yazacağım
Sen BAbamdın
Ve daima BAbam OLacaksın
Elma TAM OLmalı değil mi?
Ve biz hep TAM ELma OLacağız değil mi?
Seni seviyorum
Sevgimi harflerle sınırlamayacağım
Gönlümden sana YOLlayacağım
Hem bel- hem neseb evladın..
Nur Cihan
Ey Sevgili, Ey Dost Merhaba..
Haberlerinizi alıyoruz Komutanım, daimi askerleriniz “Selam Selam” diyorlar sizlere..Çocuk buluğa erdi ve yüzük için teşekkürler böyle muhteşem bir zerafet dünyaya ait olamaz değil mi? Aslan için minnettarım Kalbimin Efendisi minnettarım.. TÜM KALBİMLE..
Bu yıl hüzün yılına döndü dostum.. Artık olgunlaşmanın zamanı gelmiş demek.. Sırtlarımızı yasladığımız çınarlar, devr’ini devr'ediyorlar.. Elbiseler değişiliyor ve susmak zamanı geliyor. Anlıyorum..
Yazılarımı nasıl ihtimamla koruduğunuzu gördüm ve A’il-e kayıtlarımız için yenisini eklemem gerektiğini anlıyorum..
Son aylarda yazmak çok ağır geliyor... Ellerim ve yüreğim yazmak istemiyor..Yazdıklarım, yazgımız OLuyor... Ne yapacağımı bilemiyorum.. Bu benden değil biliyorum ve bundan kaçamıyorum.. Ama ne yapılırsa yapılsın herşey aynı manaya geliyor.
Tüm kitapları yakıp yeni bir şeyler söylemek lazım dense de, yeni söylenen de hep O oluyor değil mi ve daima da O olacak..
KIRILDI AYNAM PARAMPARÇA!! HERBİRİ SEN-BEN-O
Bugün farklı anlammış gözükse de, daima aynı şeyi anlatan, farklı bir bakışla yazacağım..Mana Babam(ALİ ÖZTAYLAN) ile- Madde Babamı(ŞEVKET DEMİRCİ) elimden geldiğince BİRleyeceğim..
Babam aynı zamanda ben gibi “Sizin mana evladınız“ olduğu için, O aynı vakitte “mana kardeşim de OLuyor..”CemAli iç yapısı çok fazla olduğundan, dışına tavan yapmış şeker ve CelAli ile yansıyan bir AYNa.. Öyle bir şekerli celalli ki, estiğinde rüzgarından kırılmadık nesne bırakmamak istiyor sanki.. Sizin, arabacı İsmail efendiye: ”Ahengi bozma” deyişinizi aynen yaşadığınız kişi, mana oğlunuz hem de..
ZITLARIN BİLEŞKESİYDİNİZ SİZ..
O’nun için derdiniz ki daima:
“O kendisini bilse aklını yitirir, dağlara çıkar, mecnun olurdu. O manayı kaldıramayacağı için Allah bildirmiyor..”
İşte sevgili dostum, sizlerin lutfu cömertliği ile, sizle hayata başladığım; sizde doğduğum, 2 senelik ilim sütünüzü emdiğim sarf-ı zamanda, siz bunu bana göstermeyi de lutfetmiştiniz..
Ama “okumak bilmek değilmiş, sizle öğrendim”.. ”Görmek anlamak değilmiş, sizle anladım”.. Ancak “yaşanarak öğrenilenmiş, bu ise lutuf”. Sizin Nefes-i Rahman’a gidişiniz çok anlamlıydı ve aradan geçen zamanla olaylar ancak kalbimde duruluyor.. Mana bizi susmaya mahkum ediyor.. Ama babam için yazmak lazımdı, değil mi..?
Sizin daima söylediğiniz gibi "son zamanlarında açığa çıkacak bir Rahmani Nefes"i yazmalıydık değil mi?..
Takdiri ilahi bazen herşeyi serbest bırakıyor ve o kişiler açıkta bağırıp çağırıyorlar ama kimse anlamıyor ve görmüyor. Bazen de, kendisinden bile saklanıyor.. Kendisine şaka yapıyor sanki..
Babam, gönlü açık birinden öğrendiğim gibi; Sanki Nasreddin Hoca anlamındaydı ve tabii benim için Hopdedix kıvamındaydı.. ”Fırtınasından kaçılamayan ama fırtınasında herkesin savrulmak istediği cömert mangal bir gönül”.
Latif amcam bir keresinde, bir hayalim için şöyle demişti.. ”Öyle gönüller vardır ki tüm kainatı kaplayan umman gibidirler ve Kabe, O’nu Allah’ın emri ile tavafa gider”.
Hz. Rabia’nın cehennemi bir bardak su ile söndürmeye gitmesi gibi.. ”Bedenimi öyle genişlet ki, benden başka kimse yanmasın diyen gönüller gibi“ demişti..Aslında O, kendisini de anlatmak istemişti. Edebinden başka gönüllere kendisini yansıtmıştı.. İnsan-ı Kamil olmak işte bu kadar ağırdı demek.. Ne mutlu o gönüllere.. İşte sizler yüce A’li ruhlar aynen öyleydiniz..
Canım dostum posta güvercinine döndüğüm şu bir kaç aydan beri, sizle yaşadığım kadar zor ikinci bir dönem yaşıyorum... Atalarımızın geri dönmüş olması. Nasrettin Hocamızın “Yeşil Destarlı Devasa Kavuğu “nu beklemeleri...
Biz hazır değiliz... Ama O hazır biliyorum..İnsan dostlarından ayrılamaz ya hani, sevdiği ile doğar sevdiği ile gider, işte öyle birşey, anlatılamaz.. Sizin, Latif amcadan ayrılmayışınız ve verdiğiniz sözü tutuşunuz gibi, ERlik bu demek. ER olmak lazım..
Biz babamıza dokunamaz ve yaklaşamazdık ama bilirdik. O öyle cömertti ki Hz. İbrahim O’nda tecelli etmişti.. Bu öyle bir cömertlik ki sevgili BABALARIM; ikiniz de, aileleriniz ve dostlarınıza kendinizi KURB-AN etmiştiniz..Bu nasıl bir erdem?. Bu nasıl babalık..? Kaç babayiğit bunu yapar?
Kendi muhteşem manalarının debdebesini yaşamayıp, ailelerinde ve dostlarında bunu yaşatmayı zevk edinmiş kaç kişi olabilir bu alemde?.
Siz sır küpleri, siz alemleri omuzlarında taşıyıp, hastalıklardan gözlerini açamayıp bir kere bile sızlanmayanlar, bize hakkınızı helal ediniz..
Nefes-i Rahman’ın tecellisi olmasaydı ben bunları anlayıp bilemezdim. Bir İnsan-ı Kamil’in ne demek olduğunu öğrenemezdim, bir İnsan-ı Kamilin aynasını kırıp kendisini bine bölmesini anlayamazdım..
EN BÜYÜK PUT MÜRŞİD-İ KAMİL’İN KENDİSİYMİŞ, SİZ PUTLARINIZI YIKIP ÖYLE GİDEN ER’LENDENSİNİZ.. KINAMAYAN VE KINAYANA ALDIRMAYAN ER’LER..
Öyle cesur ve deli yürek.. Herkesin yazacağı şeyleri yazmak istemiyorum.. Neler yazacaklarını hepimiz çok iyi biliyoruz...
Dedemizin lakabı AYKIRI idi bizim.. Babam lakabı aykırı olan bir adamın, en AYKIRI oğludur.. Babamdaki aykırılık, kural tanımaz, meşreb tutmaz yapı genetik olarak hepimize sanki sıçramıştır.. Ama bu tüm kuralları yıkan-bozan bir yapı; işin garibi, aynı zamanda tüm manaları CEM de edebiliyor. Her şey O’nun elinde kolayca BİRlenebiliyor ve bu aykırı insanda kimse bunu tuhaf bulmuyor.. Nasreddin Hocalık da bu olsa gerek.. Biz bu aykırı olan adamın nesli olmaktan kıvançlıyız.. O’ndan ve bize tanıştırdığı cömert dostlarından onurluyuz.. Hak etmediğimiz herşeyi, şefkatle önümüze serdiği içinde hüzünlüyüz..Yazmanın sonu yok, az söz çok cömertlik olsun istiyoruz...KOCA BİR GÖNÜL UMMANI OLAN ARŞ-I RAHMAN’DA BİR VE BERABERİZ:)
* * *
BA-BA-MA(Annemi babamdan ayrı görmediğim için X ve y OLana)
Senden oldum ama senden değildim
Ya da hep sendendim veya sendim
Senle doğdum ve senle büyüdüm
Hep birdik ama inanılmaz da ayrıydık
Sen yaklaşılamayandın
Bizler ise yaklaşamayanlardık
Biz senin neslindik
Senin üretkenliğin
Cömertlik denizinde besin deryasında boğulanlardık
Biz senin genetik sırrındı
Ve sırlarından bir sır da bendeydi
Yazacak çok şeyim var aslında
Ama otokontrol uyguluyorum elime
Çünkü her an herşey değişiyor biliyorsun
Sende çok değiştin ve silkelendin
Sen değişirken ve silkelenirken
Bizler de birer taşken
Ufalanıyor ve kum olmaya doğru yol alıyorduk
Sen bu alemde tüm kuralları yıktın
Ama bir de diğer alem var biliyorsun
Orada iyi bir haldesin
Ve bir rüyamdan müjde vereyim mi sana
Rıdvan Melek var ya, Rıdvan Melek
O bile sana hizmet etmekten mutlu
Sen bu alemde imtihandın
En zorlu sınavdın karşına çıkan herkese
Sivrilikleri yuvarlıyordun belki de
Bu esnada sende yuvarlanıyordun kendine
Biz senin sırlarından birer sırdık
Ve senin kutsallığından sana selam verdik
Şimdi dünyasal bir kaç kelam yazacağım
Sen BAbamdın
Ve daima BAbam OLacaksın
Elma TAM OLmalı değil mi?
Ve biz hep TAM ELma OLacağız değil mi?
Seni seviyorum
Sevgimi harflerle sınırlamayacağım
Gönlümden sana YOLlayacağım
Hem bel- hem neseb evladın..
Nur Cihan
DOSTUMUZDAN HATIRALAR medya haberleri
İnsan her şeyi yavaş yavaş idrak edebiliyor..Hele idrak ettiğinin; “Ne O”lduğunun anlanmaya başlanması ile açığa çıkanın ,“bilinmekliği istenmiş HAZİNEY-İ A’Lİ”nin muazzam gücü karşısında, tüm acziyetiniz ile kul olabilmeye niyet ediyorsunuz..işte yaşayarak tanıdığımız bir zamanın babasının kaydedilmiş özel hatıralarından yansıyanlar..Biz sadece alıntıladık ve yeni öğrendiğimiz manalarla kendimizin de BİR-ER “alıntı” olduğumuz gerçeği ile HÜzünle “kopya”lıyoruz...
DOSTUMUZDAN HATIRALAR
Hz.İnsan Ali Öztaylan efendiyi ziyarete gittiğimde bana şiir söylemesini rica etmiştim.. Şimdi buraya taç olacak şu şiirleri okudu, bendeniz de yazdım..
KUDÜMÜNLE MÜŞERREF KIL BUYUR BİZE HABERSİZCE
NE DEVLETTİR Kİ KİŞİNİN SEVDİĞİ GELİR HABERSİZCE
* * *DOKUNMA GÖNLÜME ÇOK İNCEDİR KIRILIR
ORASI MABETTİR ORADA IŞK(GÖZYAŞI)KIRILIR
* * *GELENLER HER ASİTANE EVLİYAYE
GALİP ONLAR DAVETTEDİR ZEVKİ SEFAYA
* * *
MEDYADA HATIRASINA ÇIKAN HABERLERDEN ALINTILAR
Yıllar önce bir grup gazeteci arkadaşlarla İstanbul'dan Bandırma'ya gittik. İlk uğrak yerimiz Bandırma iskelesi karşısındaki muhallebici dükkanı oldu. Çevresinde bilinen ismiyle 'Tatlıcı Ali Efendi'nin yıllarca bilfiil işlettiği 'Öz Bandırma Sütevi'nin nefis muhallebileri kadar tefrişi de bizi etkiledi. Estetik kaygı gözetilerek dekore edilmiş dükkanda Ahmet Yakupoğlu'nun yağlıboya tabloları, ünlü hattatlarımıza ait hüsn-ü hatlar duvarları süslüyor, muhallebi yemeğe gelenlerin önce gözlerine ziyafet çekiyordu.
CÜMLE ALEMLE BARIŞIKTIDükkandan telefon ederek ilerleyen yaşında uzleti ihtiyar eden Ali Amca'nın evine gittik. Kapıda karşılandık. Duvarları kitap ve hüsn-ü hat eserleri ile dolu bir misafir odasına alındık. Tanışma ve hoşamediden sonra her cümlesi 'Efendim'le başlayan, 'Öyle değil mi efendim'le biten sohbetini dinlemeye başladık. Adeta başka bir zaman boyutunda idik. Ali Amca'nın üslubu, ifadesi ve tabii Türkçesi çok başka idi. Osmanlı'nın son ve Cumhuriyet'in ilk ulemasıyla ahbablık etmiş, Osmanlı kültür ve irfanını yaşayarak öğrenmiş, İstanbul'daki bütün kültür ocaklarını tanımış, o muhitlerde senelerini geçirmişti. Kendi iç âlemindeki kavgaları sona erdirdiğinden cümle âlemle barışıktı.
Neyi Neyzen Tevfik'ten dinleyen, hattı Necmeddin Okyay'dan öğrenen, Fuat Köprülü, Şemseddin Günaltay, İbn-ül Emin Mahmut Kemal, Necip Fazıl, Rıza Tevfik, Hasan Basri Çantay'ın yakın dostu olmuş, Süheyl Ünver'in ise hanegiri olarak en yakınında bulunmuş, Şeyh Hacı Ali Rıza El Bezzaz'dan, Ahıskalı Ali Haydar Efendi'den Hacı Sami Efendi'den feyz almış, eski kültürümüzü onlardan tevarüs etmiş, şimdi ise onu şahsında temessül ettiren edeb ve tevazu deryası bir kamil insan ile karşı karşıyaydık.
GÜZELLİK NEREDEYSE ARAR BULURDU
Muhammed Hamidullah'ın elini öpmek için bir günlüğüne Paris'e giden, lale bahçelerini görmek için Hollanda'ya gidip gelmekten çekinmeyen bir güzellik arayıcısı Ali Öztaylan, cumhurbaşkanı ve birçok siyaset adamı tarafından aranıp görüşülen bir güzel insan. Kısacık sohbetimizde bahsetmediği kimbilir daha nice Hak dostunun muhabbeti, hakikat sırları gizliydi gönlünde.
Ailesi Balkan Savaşı'ndan bu yana on şehid vermiş, aslen Üsküplü olan Bandırmalı Tatlıcı Ali Efendi'nin. Ailenin en son şehidi Güneydoğu'da bir operasyon sırasında alnından vurulup şehid olan yeğeni. Yeğeninin, kendi eli ile giydirdiği hırka sırtındayken şehid olduğunu gözyaşlarıyla söylüyor. “Dayıcığım inşaallah bu hırka sırtımdayken şehid olurum ve beni böyle defnedersiniz” diyerek dua ettiğini belirterek “Allah dualarını kabul etti” diyordu.
ÜSKÜP KOKULU ADAM
Osmanlı Coğrafyasında en çok gezen ve bilen Ayasofya Müzesi Başkanı Haluk Dursun, Ali Öztaylan ile tanıştıktan sonra devlet-i aliyenin yaşayan izlerini müşahede ettiğini söylüyor ve onu “Bandırma'dan yayılan Üsküp Kokusu” olarak vasıflandırıyordu. Ali Öztaylan Beyefendi Müslümanlığı kaal değil hal dini olduğunun isbatı olarak yaşadı. Farkındamıyız bilmiyorum; Cumhuriyetin 85. yılında artık Osmanlı'yı gören “sırlı” kimseler aramızdan bir bir izzet-i ikbal ile çekiliyor…
*ALİ SATAN(YENİ ŞAFAK)
* * *Ali Öztaylan gibiler zaten her nesilde kibrit-i ahmer hükmünde nadirattan idiler. Ama bizim nesilde giderek daha da azalıyorlar. Bu zevata Mevlânâ, ‘zamanın Cüneyd’i’ derdi. Cüneyd bütün güzelliklerin camisi ve hakkın serdengeçtisidir. Hak erlerinin diğer ismi Cüneyd idi. Mevlânâ’ya kadar hikmetten nasibi olanlara zamanın Cüneyd’i denilirdi. Mevlânâ’dan sonra da zamanın Mevlânâ’sı tabiri yerleşmiştir. Cüneyd alperendir. Sırların ve sınırların bekçisi. Arapça Mehmetçik’in karşılığıdır. Cüneyd rical-i gaybın ve erenlerin önde gelen isimlerinden birisidir. Cüneyd ‘seyyidu’t taife’ yani erenlerin piridir. Ali Öztaylan’ın da bu makama bakan bir yüzü olmalı. Zaman’daki ölüm haberinden öğrendiğimize göre Ali Öztaylan, Cüneyd ahvalini takınmış bir insandı. Ali Efendi, yıllar önce Ali Haydar Efendi hakkında ulaşabildiği malûmatı toplayıp bir deftere kaydetmek isteyen ve bunun için kendisine de müracaat eden bir gence şu cevabı vermişti: “Ricalin hangi halini kaydedeceksiniz? Onlar bir anda sayısız âlemleri seyrederler. Yazılıp çizilenler kuru kuruya zahiri malûmattan ileriye gidemez. Yine de bu hususları ciddî mânâda araştırıp kayda geçirmek lâzımdır…” Bu Cüneyd’in de cevabıdır. Ali Öztaylan’ın cevabı Cüneyd’i kendisine tevhidden soran birisine verdiği aynı cevaptır. Birisi Cüneyd’e tevhidin sırrını sorar. O cevabını verir ve çok hoşuna gider ve söylediği sözü kaydetmek ister. Sözünü tekrar etmesini istirham edince bu defa Cüneyd başka bir makamda başka bir cevap verir. Bunun üzerine soran kişi (sail) öncekini yazamadığını söyler. Bunun üzerine Cüneyd tevhidle alâkalı bir üçüncü makamdan bahseder. Bunun üzerine soran der ki; ‘Ne yapayım kaydedemiyorum siz birinci makamda kalın…” Bunun üzerine Cüneyd dile gelir ‘Söz benden sadır olsa ve ezberimden olsa hay hay. Ama öyle değil…” Cüneyd muhatabına sözlerinin sunûhat tarzı olduğunu anlatmak ister.
* * *
San'atçı da böyledir. İlhamla yazar ve yapar. Zahirde bir hattat hep aynı tarzda yazar. Fakat derin tetkik ettiğinizde hepsinin ayrı ayrı olduğunu görürsünüz. Tornadan çıkmış gibi değildir. Makamdan içeri makam vardır. İbn-i Arabi bu sırra ‘halk cedid’ der... ‘Tecdidu’l halk fi külli anat”: Her anda; salise, rabia ve hamiselerde yani saniyenin bölümlerinde dahi yeni yaratmalar vardır. Mevlânâ ve ondan sonra Şeyh Galip’in ‘Cancağızım şimdi yeni şeyler söylemek zamanıdır…” demesi de işte bu sırrı ifade eder Kur’ân-ı Kerim de hep bize yeni şeyler söyler. Çünkü o lisan-ı gaybdır. Kur’ân-ı Kerim’in bu özelliğini en güzel Üzeyir Garih ifade etmiştir. Şöyle der: “Herkes kendine göre tefsir ediyor âyetleri. Arapça çok zengin bir lisandır. Piyanoda, ‘do’ ile ‘re’ arasında bir diyez ve bir bemol vardır. Halbuki, kemanda ‘do ile ‘re’ arasında, yorumlama durumuna göre, sonsuz aralıklar bulunur…”
Kur’ân kemana değil keman Kur’ân’a benzetilebilir. Yine keman kaşlı değil ama keman sözlü şahsiyetlerden birisi de Cüneyd idi. O bütün makamlardan seslenirdi. Dolayısıyla sözleri tekrar değildi ve dinleyene asla bıkkınlık vermezdi.Bugün Cüneyd’i anlattık yarın Cüneydleri anlatalım.
MUSTAFA ÖZCAN(YENİ ASYA)
* * *“Bir genci kurtarmak vatan kurtarmaktan mühimdir” diyerek, nesil yetiştirmenin önemini vurguluyor. “Her ilmin başı edeptir, hiçbir hafiflik göstermeyin” diyerek nasihat ediyor. Geleceğe ait beklentilerini kaybetmiş yaşlı insanların dualarının geriye çevrilmeyeceğine dikkat çekerek, bu yüzden “yaşlılara kayıtsız şartsız hürmet” etmemizi tembihliyor. Osmanlı irfanı ve kültürü için Osmanlıca öğrenmenin şart olduğunu, diğer yabancı dilleri öğrenmenin yanında mutlaka Osmanlıca bilmenin her Türk münevverinin görevi olduğunu söylüyor...
M.ALİ EREN-TUNCAY OPÇİN(AKSİYON)
* * *
“96 yıllık ömründe babam ne vakit namazlarını kazaya bırakmış ne de oruçsuz günü olmuştur. Bizler ona layık birer evlat olamadık. Evlatlığımız biyolojik evlatlıktan öteye geçmedi. Bizlere dua edin biz evlatları da onun gibi olalım.Biz babamızın ayağının bastığı toprağın tozu olamayız..
CEMAL ÖZTAYLAN
* * *Dünya yeni bir güne başlamakta, “Dükkân kapısı, Hak kapısı” diyerek kepenklerini kaldıran Bandırma esnafı işyerlerinin önünü temizlemektedir. Kim bilir hangi derdine takılıp içkiden medet uman bir ‘akşamdan kalma’, yalpalaya yalpalaya yürürken bir muhallebici dükkânının önünde durur, önüne çıkan çöp tenekesine sövüp sayarak tekmeyi indirir.
Dükkân sahibi aynıyla mukabele etmek yerine gayet nazik hareketlerle zavallı sarhoşun elinden tutar, ‘Buyrunuz efendim’ diyerek içeriye alır, iskemleye oturtur. Padişah huzurunda hizmet eden bir enderunluyu andıran hürmetkâr tavırlarla masaya ikramlarını yerleştirir. Bir müddet sonra kapıya kadar uğurladığı misafiri belki ömründe hiç muhatap olmadığı bu iltifattan dolayı şaşkınlık ve mahcubiyet içindedir.
Bandırmalı Tatlıcı Ali Efendi yıllar önce yaşadığı bu hadiseyi naklederken, “Öyle değil mi efendim?” der, “Kim bilir ne derdi vardı zavallının. Aynı şekilde karşılık verseydim belki de bir cinayet işlenecekti. Öyle mahcup oldu ki bir daha ağzına içki koymamıştır.”
..... Ali Efendi, ne tanınmış bir siyasetçiydi, ne ünlü bir sanatçıydı, ne şairdi, ne yazardı, ne de müzisyendi... Bandırma’yı mekân tutmuş Üsküplü bir muhallebiciydi. Ancak “Allah bir kulunu sevdiği zaman, Cibril’i çağırıp ‘Ben falan kulumu seviyorum, sen de onu sev’ der. Cibril de onu sever ve sonra gökyüzünde şöyle seslenir: ‘Allah, falan kimseyi seviyor, siz de onu sevin!’ bundan sonra göklerdeki bütün melekler onu sever. Sonra o kul yeryüzünde de herkes tarafından sevilip kabul görür.” müjdesinden nasiplenmiş bahtiyarlardan olmalı ki kendini her görenin gönlüne muhabbeti yerleşmişti
...... Konuşması, oturması, kalkması bambaşkaydı. Serâpâ edep numunesi, ‘Edep nedir?’ sualinin yaşayan cevabıydı. Her cümlesi ‘Efendim’le başlar, ‘Öyle değil mi efendim’le nihayete ererdi. Güzelliğin, zarafetin, mahviyetkârlığın, tevazuun timsaliydi. Hazreti Mevlânâ’nın meşhur kıssasını naklederken kullandığı “Şükür, tevazuda da papazları geçtik.” cümlesi en çok onun ağzına yakışıyordu. Her halinden gönül âleminin de bu mahviyet perdesi altında sırlı olduğu anlaşılıyordu. Kendi ifadesiyle ‘öğle namazının son sünnetini dört rekat kılmak müstehaptı, ama zinhar camide değil’. “Eskiden muallim derlerdi. Şimdi ise öğretmen diyorlar. Onlar da nun harfini mim yapıp ‘Öğretmem’ diyorlar ve hiçbir şey öğretmiyorlar efendim.” derdi. Her şeyin gönülle başlayıp gönülle bittiğini anlatır, ilave ederdi: “Aradığın şey yaban yerde biten yemiş değildir.”
AHMED DOĞRU(ZAMAN)
* * *"Eski Türkçe'de" diyor, "göz'ün noktasını koymazsanız 'kör' olur, 'âile'ye nokta koymaya kalkarsanız 'gâile' olur.""Nokta deyip de geçmeyin" demek istiyor, karşısında oturduğumuz 'pür insan'. Adeta, "Melek de, şeytan da ayrıntıda gizlidir" demeye getiriyor. Dikkatimizi kalemin en küçük ameli olan 'nokta'ya çekmekle, hayatın yapıtaşlarına atıfta bulunuyor. Yani, nefesi dikkate almayan hayatı, çakıl taşını dikkate almayan binayı, hücreyi dikkate almayan insanı, habbeyi dikkate almayan kubbeyi, damlayı dikkate almayan denizi gereği gibi anlayamaz, demek istiyor.Eyvallah! 'Göz'deki 'zel'in noktasını 'aile'nin 'ayn'ına koyarsanız, her ikisini de anlamından etmiş olursunuz. Hatta anlamlarının zıddına döndürmüş olursunuz. Gözünüz "kör" olur, huzur ve mutluluk kaynağı aileniz başınıza musallat olmuş bir "gaileye" dönüşür. Evet, "hikmet" bir şeyi yerine koymaktır, bir şeyi yerinden etmeye ise "zulüm" adı verilir.
İşte bana bunları hatırlatan girişteki cümlenin sahibi kelimenin tüm olumlu çağrışımlarıyla bir "bey" ve bir "efendi" olan, baba dostu Ali Öztaylan. Çağların imbiğinden süzülüp gelen İslam irfanının 'edep' suretinde dondurduğu bir sima. Haliyle, yüzüyle, gözüyle, duyan bir yüreği olana özüyle konuşuyor. Bütün bunların üzerine ipek bir şal gibi örtüyor sözü; sözüyle konuşuyor.
Nureddin Şirin'i ziyaret için gittiğim Bandırma'da, "Allah için ziyaret" gibi unutulmaya yüz tutmuş bir ibadetin hemen ödenmiş 'ücreti' olarak algıladım bu buluşmayı. Nureddin'i göremedim, "postu ziyaret dostu ziyarettir" deyip bir parça buruk dönerken, böyle bir teselli armağanıyla ödüllendirildiğimi düşündüm.
"86 yaşındayım" diyor Ali Beyefendi Amcamız. Bana "münkirin kocası hiç olur, mü'minin kocası koç olur" sözünü hatırlatıyor: Duru bir hafıza, uyanık bir şuur, keskin bir zeka.Osmanlı'dan Cumhuriyet'e miras kalan, fakat Cumhuriyet neslinin babadan kalma serveti har vurup harman savuran mirasyedi evlat gibi israf ettiği "bakıyye" etrafında dönüp dolaşıyor sohbetimiz. Ben, daha dün sayılabilecek kadar bize yakın olan bir adım gerimiz konusunda ne kadar bilgi yoksulu olduğumuzu biliyorum. Bu konudaki açığımı hatırat kitapları okuyarak gidermeye çalışmışımdır hep. Ama işte karşımda, canlı bir tarih oturuyor. Bu ne nimet!Muhatabım titrek ve usûl sesiyle "Hepsi de zarif insanlardı" dediği eski dostlarını anlatıyor. Bunlardan biri ünlü Mesnevi Şarihi ve İstiklal Mahkemesi'nde İskilipli Atıf Hoca'yla birlikte yargılanan ve son anda ipten dönen Tahiru'l-Mevlevi (Ongun). Onun kendisi için yazdığı uzun şiiri hiç teklemeden okuyor. Hafızasına ben de orada bulunan herkes gibi şaşırıyorum. Mevlevi'nin bu şiiri bir kitabına aldığını söylüyor.
Söz, ünlü İslam yazısı âşığı Süheyl Hoca'ya, yani Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver'e geliyor. Birbirlerine gelip-gidecek kadar ahbap olduklarını anlatıyor. Onun için de "zarif insandı" diyor. Dostunun uğradığı bir haksızlığı nasıl izale ettiğini de aktarıyor bu arada:
Meal sahibi ünlü alim H. Basri Çantay, Prof. Ünver'in mason olduğu kanaatindedir ve bunu yazmaktan da geri durmaz. Çantay Hoca'yla bir beraberliklerinde Üstad konuyu açıyor ve bizzat Süheyl Ünver'den dinlediği hatırasını naklediyor: "Bir gün Süheyl Hoca masonlardan söz açtı ve dedi ki: "Bu uğursuzların hepsi beni tanır ben de onları tanırım." Masonluğun içyüzünü ve karanlık yapısını anlattıktan sonra "ABD'de de üzerime çok düştüler, fakat Allah'a hamdolsun ki hiçbirine de hain niyetini bana açma cesareti vermedim." Çantay Hoca hemen oracıkta nedamet edip özür dileyecektir.
Neyzen Tevfik'le ilk karşılaşması hayli ilginç: Üstad Neyzen'in ziyaretine gider. Neyzen yine kör-kütüktür. Hatta Mehmet Akif'in Safahat'a düştüğü "Bu, Neyzen'in 2400. Kez tevbesini bozması üzerine" notunu hatırlatır. (Allah taksiratını affetsin, Neyzen'in her tür 'akıl örtücüyü' kullandığını da öğrenmiş oluyoruz.) Melami meşrep Neyzen, müziksever zannederek "Niçin beni ziyarete geldiniz; ben ne konservatuar hocasıyım, ne de mezunuyum!" der. Üstad "Efendim, ben Mehmet Akif'i severim, onun sevdiklerini de severim. Onun sizi sevdiğini bildiğim için geldim" der. Neyzen, çıldırmış gibi hıçkıra hıçkıra ağlamakta, kafasını duvarlara vurarak "Gidin, Allah aşkına gidin! Ben ayyaşın, ben sarhoşun biriyim! Beni adamdan saymayın!" diye bağırmaktadır. Ne kadar kötü sıfat varsa hepsini üzerine almaktadır. Üstad, "O ağladı, ben ağladım; 'Aman efendim kendinizi heder etmeyin, biz sizi üzmeye gelmedik!" dedimse de nafile."
Neyzen'le son görüşmelerini şöyle anlatıyor: "Neyzen'le son görüştüğümüzde, sizi bir zaman çok üzmüştüm, bugün falan yere gelin de size bir veda neyi üfleyeyim, ödeşelim" dedi. Gittim. Kimler yok ki: İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Süheyl Ünver, Ebulula Mardin, Eşref Edip, Mahir İz ve daha birçok zarif insan. Beni karşısında bir yere oturttu. Ney üflerken neyle beraber o da ağlıyordu, dinleyenler de ağlamaya başladı. Meğer gerçekten 'veda neyi' imiş. On gün sonra vefat etti."
Şeyh Şamil'in torunuyla olan hatıralarına da değindi Üstad. Sultan Abdulhamid'in kızı Ayşe Sultan'la ilgili hatırası bende farklı bir iz bıraktı. Şahbaba'da gördüğümüz Avrupalı madamlara benzeyen hanım sultanların portresinden hayli farklı bir portreydi onun çizdiği Ayşe Sultan portresi. Ya "Kabe Arabın olsun / Çankaya bize yeter" diyen Behçet Kemal'in, bu hezeyanını hatırlatan Üstad'a, "redd-i miras" edercesine, bir ayıp kapatma telaşıyla "Rica ederim, rica ederim efendim; onları kapatalım, onları bırakalım!" deyişini.
Siz de benim gibi düşünmüyor musunuz: Aramızda canlı tarihler dolaşıyor da, farkında değiliz? Yakınlarının yerinde olsaydım, Ali Öztaylan Beyefendi Amcayı, hatıralarını yazmaya ikna ederdim. Çünkü, noktayı yerine koymak için buna şiddetle ihtiyaç var.
MUSTAFA İSLAMOĞLU-YENİ ŞAFAK(5 Mayıs 2000)
* * *Ali Efendi hazretleri bir efsane idi. Ricalullahtandı, ehlullahtandı... Kesinlikle iddia ederim, iyi Müslüman, iyi insandı. Aynı zamanda iyi vatandaştı. Kimsenin kalbini kırmamıştır, kendisine kötülük edenlere iyilik etmiştir.O gizli bir hazine idi. İyi taraflarını göstermez, bildirmezdi.
Din-i Mübin-i İslâm'a sımsıkı bağlıydı. Şeriat-ı Garra-yı Ahmediyye'ye mütemessik idi. Resul-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya efendimizin sünnetini hayata uygulardı. Halim ve selim bir tabiata sahipti.
O bir muhabbet fedaisi idi. Temiz kalbinde husumete yer yoktu.Rakik bir kalbi vardı, edib ve nezih bir kimseydi. İflâh olmaz muannid ve harbî kâfirler dışında hiçbir insanı hor görmezdi. Daima güler yüzlü idi. Kâmil olduğu için en mütevâzı o idi.
Kendileri hakkında min gayri haddin çok hüsn-i zan etmekteyim. İnşaallah hayat imtihanını başarılı bir şekilde vermiş ve Dar-ı Hesab ve Ceza'ya mutlu bir şekilde gitmiştir.Efendimiz, Kurtarıcımız, Büyük Önderimiz Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem “Âhirzamanda benim sünnetimle amel etmek avucunda kızgın kor tutmaya benzeyecektir” diyerek Şeriata ve Sünnete bağlı olmanın sıkıntı ve zahmetlerini dile getirmekte ve bizleri uyarıp müjdelemektedir. Ne mutlu Şeriata ve Sünnete ihlâsla, garazsız ivazsız, sırf Allah rızası için bağlananlara. Onların akıbeti iyi olacaktır inşaallah.
Ali Öztaylan Efendi hazretleri vefat etti, toprağa sırlandı. Bu hem Bandırma, hem bütün Türkiye için büyük bir ziyandır. Onun yeri doldurulamaz.Kendileri rıhlet ettiler ama yolu hep açıktır. Bu yolun özellikleri şunlardır:
* İslâm'a bağlılık.* Kur'ân'a bağlılık.* Şeriata bağlılık.* Sünnete bağlılık.* Pîran efendilerimizin mübarek feyizli yollarından gitmek.* Hep iyilik, hayır hasenat yapmak, sadaka vermek. Açları doyurmak, fakirleri kollamak, kederlileri teselli etmek.* İnsanların hidayeti için uygun bir şekilde çalışmak. İnsanlara hayırlı ve nurlu öğütler vermek.* Kötülük yapanlara iyilik etmek.* Tebessüm etmek.* Kâlû belâda verilen ahd ü misaka sadık kalmak.
Ali Öztaylan efendi hazretleri için rahmet ve mağfiret diliyorum. İnşaallah mekân-ı Cennet olsun, Cennet'te Resulullah efendimize komşu olsun..
ŞEVKET EYGİ(TİMETURK)
* * *
Nur Cihan
DOSTUMUZDAN HATIRALAR
Hz.İnsan Ali Öztaylan efendiyi ziyarete gittiğimde bana şiir söylemesini rica etmiştim.. Şimdi buraya taç olacak şu şiirleri okudu, bendeniz de yazdım..
KUDÜMÜNLE MÜŞERREF KIL BUYUR BİZE HABERSİZCE
NE DEVLETTİR Kİ KİŞİNİN SEVDİĞİ GELİR HABERSİZCE
* * *DOKUNMA GÖNLÜME ÇOK İNCEDİR KIRILIR
ORASI MABETTİR ORADA IŞK(GÖZYAŞI)KIRILIR
* * *GELENLER HER ASİTANE EVLİYAYE
GALİP ONLAR DAVETTEDİR ZEVKİ SEFAYA
* * *
MEDYADA HATIRASINA ÇIKAN HABERLERDEN ALINTILAR
Yıllar önce bir grup gazeteci arkadaşlarla İstanbul'dan Bandırma'ya gittik. İlk uğrak yerimiz Bandırma iskelesi karşısındaki muhallebici dükkanı oldu. Çevresinde bilinen ismiyle 'Tatlıcı Ali Efendi'nin yıllarca bilfiil işlettiği 'Öz Bandırma Sütevi'nin nefis muhallebileri kadar tefrişi de bizi etkiledi. Estetik kaygı gözetilerek dekore edilmiş dükkanda Ahmet Yakupoğlu'nun yağlıboya tabloları, ünlü hattatlarımıza ait hüsn-ü hatlar duvarları süslüyor, muhallebi yemeğe gelenlerin önce gözlerine ziyafet çekiyordu.
CÜMLE ALEMLE BARIŞIKTIDükkandan telefon ederek ilerleyen yaşında uzleti ihtiyar eden Ali Amca'nın evine gittik. Kapıda karşılandık. Duvarları kitap ve hüsn-ü hat eserleri ile dolu bir misafir odasına alındık. Tanışma ve hoşamediden sonra her cümlesi 'Efendim'le başlayan, 'Öyle değil mi efendim'le biten sohbetini dinlemeye başladık. Adeta başka bir zaman boyutunda idik. Ali Amca'nın üslubu, ifadesi ve tabii Türkçesi çok başka idi. Osmanlı'nın son ve Cumhuriyet'in ilk ulemasıyla ahbablık etmiş, Osmanlı kültür ve irfanını yaşayarak öğrenmiş, İstanbul'daki bütün kültür ocaklarını tanımış, o muhitlerde senelerini geçirmişti. Kendi iç âlemindeki kavgaları sona erdirdiğinden cümle âlemle barışıktı.
Neyi Neyzen Tevfik'ten dinleyen, hattı Necmeddin Okyay'dan öğrenen, Fuat Köprülü, Şemseddin Günaltay, İbn-ül Emin Mahmut Kemal, Necip Fazıl, Rıza Tevfik, Hasan Basri Çantay'ın yakın dostu olmuş, Süheyl Ünver'in ise hanegiri olarak en yakınında bulunmuş, Şeyh Hacı Ali Rıza El Bezzaz'dan, Ahıskalı Ali Haydar Efendi'den Hacı Sami Efendi'den feyz almış, eski kültürümüzü onlardan tevarüs etmiş, şimdi ise onu şahsında temessül ettiren edeb ve tevazu deryası bir kamil insan ile karşı karşıyaydık.
GÜZELLİK NEREDEYSE ARAR BULURDU
Muhammed Hamidullah'ın elini öpmek için bir günlüğüne Paris'e giden, lale bahçelerini görmek için Hollanda'ya gidip gelmekten çekinmeyen bir güzellik arayıcısı Ali Öztaylan, cumhurbaşkanı ve birçok siyaset adamı tarafından aranıp görüşülen bir güzel insan. Kısacık sohbetimizde bahsetmediği kimbilir daha nice Hak dostunun muhabbeti, hakikat sırları gizliydi gönlünde.
Ailesi Balkan Savaşı'ndan bu yana on şehid vermiş, aslen Üsküplü olan Bandırmalı Tatlıcı Ali Efendi'nin. Ailenin en son şehidi Güneydoğu'da bir operasyon sırasında alnından vurulup şehid olan yeğeni. Yeğeninin, kendi eli ile giydirdiği hırka sırtındayken şehid olduğunu gözyaşlarıyla söylüyor. “Dayıcığım inşaallah bu hırka sırtımdayken şehid olurum ve beni böyle defnedersiniz” diyerek dua ettiğini belirterek “Allah dualarını kabul etti” diyordu.
ÜSKÜP KOKULU ADAM
Osmanlı Coğrafyasında en çok gezen ve bilen Ayasofya Müzesi Başkanı Haluk Dursun, Ali Öztaylan ile tanıştıktan sonra devlet-i aliyenin yaşayan izlerini müşahede ettiğini söylüyor ve onu “Bandırma'dan yayılan Üsküp Kokusu” olarak vasıflandırıyordu. Ali Öztaylan Beyefendi Müslümanlığı kaal değil hal dini olduğunun isbatı olarak yaşadı. Farkındamıyız bilmiyorum; Cumhuriyetin 85. yılında artık Osmanlı'yı gören “sırlı” kimseler aramızdan bir bir izzet-i ikbal ile çekiliyor…
*ALİ SATAN(YENİ ŞAFAK)
* * *Ali Öztaylan gibiler zaten her nesilde kibrit-i ahmer hükmünde nadirattan idiler. Ama bizim nesilde giderek daha da azalıyorlar. Bu zevata Mevlânâ, ‘zamanın Cüneyd’i’ derdi. Cüneyd bütün güzelliklerin camisi ve hakkın serdengeçtisidir. Hak erlerinin diğer ismi Cüneyd idi. Mevlânâ’ya kadar hikmetten nasibi olanlara zamanın Cüneyd’i denilirdi. Mevlânâ’dan sonra da zamanın Mevlânâ’sı tabiri yerleşmiştir. Cüneyd alperendir. Sırların ve sınırların bekçisi. Arapça Mehmetçik’in karşılığıdır. Cüneyd rical-i gaybın ve erenlerin önde gelen isimlerinden birisidir. Cüneyd ‘seyyidu’t taife’ yani erenlerin piridir. Ali Öztaylan’ın da bu makama bakan bir yüzü olmalı. Zaman’daki ölüm haberinden öğrendiğimize göre Ali Öztaylan, Cüneyd ahvalini takınmış bir insandı. Ali Efendi, yıllar önce Ali Haydar Efendi hakkında ulaşabildiği malûmatı toplayıp bir deftere kaydetmek isteyen ve bunun için kendisine de müracaat eden bir gence şu cevabı vermişti: “Ricalin hangi halini kaydedeceksiniz? Onlar bir anda sayısız âlemleri seyrederler. Yazılıp çizilenler kuru kuruya zahiri malûmattan ileriye gidemez. Yine de bu hususları ciddî mânâda araştırıp kayda geçirmek lâzımdır…” Bu Cüneyd’in de cevabıdır. Ali Öztaylan’ın cevabı Cüneyd’i kendisine tevhidden soran birisine verdiği aynı cevaptır. Birisi Cüneyd’e tevhidin sırrını sorar. O cevabını verir ve çok hoşuna gider ve söylediği sözü kaydetmek ister. Sözünü tekrar etmesini istirham edince bu defa Cüneyd başka bir makamda başka bir cevap verir. Bunun üzerine soran kişi (sail) öncekini yazamadığını söyler. Bunun üzerine Cüneyd tevhidle alâkalı bir üçüncü makamdan bahseder. Bunun üzerine soran der ki; ‘Ne yapayım kaydedemiyorum siz birinci makamda kalın…” Bunun üzerine Cüneyd dile gelir ‘Söz benden sadır olsa ve ezberimden olsa hay hay. Ama öyle değil…” Cüneyd muhatabına sözlerinin sunûhat tarzı olduğunu anlatmak ister.
* * *
San'atçı da böyledir. İlhamla yazar ve yapar. Zahirde bir hattat hep aynı tarzda yazar. Fakat derin tetkik ettiğinizde hepsinin ayrı ayrı olduğunu görürsünüz. Tornadan çıkmış gibi değildir. Makamdan içeri makam vardır. İbn-i Arabi bu sırra ‘halk cedid’ der... ‘Tecdidu’l halk fi külli anat”: Her anda; salise, rabia ve hamiselerde yani saniyenin bölümlerinde dahi yeni yaratmalar vardır. Mevlânâ ve ondan sonra Şeyh Galip’in ‘Cancağızım şimdi yeni şeyler söylemek zamanıdır…” demesi de işte bu sırrı ifade eder Kur’ân-ı Kerim de hep bize yeni şeyler söyler. Çünkü o lisan-ı gaybdır. Kur’ân-ı Kerim’in bu özelliğini en güzel Üzeyir Garih ifade etmiştir. Şöyle der: “Herkes kendine göre tefsir ediyor âyetleri. Arapça çok zengin bir lisandır. Piyanoda, ‘do’ ile ‘re’ arasında bir diyez ve bir bemol vardır. Halbuki, kemanda ‘do ile ‘re’ arasında, yorumlama durumuna göre, sonsuz aralıklar bulunur…”
Kur’ân kemana değil keman Kur’ân’a benzetilebilir. Yine keman kaşlı değil ama keman sözlü şahsiyetlerden birisi de Cüneyd idi. O bütün makamlardan seslenirdi. Dolayısıyla sözleri tekrar değildi ve dinleyene asla bıkkınlık vermezdi.Bugün Cüneyd’i anlattık yarın Cüneydleri anlatalım.
MUSTAFA ÖZCAN(YENİ ASYA)
* * *“Bir genci kurtarmak vatan kurtarmaktan mühimdir” diyerek, nesil yetiştirmenin önemini vurguluyor. “Her ilmin başı edeptir, hiçbir hafiflik göstermeyin” diyerek nasihat ediyor. Geleceğe ait beklentilerini kaybetmiş yaşlı insanların dualarının geriye çevrilmeyeceğine dikkat çekerek, bu yüzden “yaşlılara kayıtsız şartsız hürmet” etmemizi tembihliyor. Osmanlı irfanı ve kültürü için Osmanlıca öğrenmenin şart olduğunu, diğer yabancı dilleri öğrenmenin yanında mutlaka Osmanlıca bilmenin her Türk münevverinin görevi olduğunu söylüyor...
M.ALİ EREN-TUNCAY OPÇİN(AKSİYON)
* * *
“96 yıllık ömründe babam ne vakit namazlarını kazaya bırakmış ne de oruçsuz günü olmuştur. Bizler ona layık birer evlat olamadık. Evlatlığımız biyolojik evlatlıktan öteye geçmedi. Bizlere dua edin biz evlatları da onun gibi olalım.Biz babamızın ayağının bastığı toprağın tozu olamayız..
CEMAL ÖZTAYLAN
* * *Dünya yeni bir güne başlamakta, “Dükkân kapısı, Hak kapısı” diyerek kepenklerini kaldıran Bandırma esnafı işyerlerinin önünü temizlemektedir. Kim bilir hangi derdine takılıp içkiden medet uman bir ‘akşamdan kalma’, yalpalaya yalpalaya yürürken bir muhallebici dükkânının önünde durur, önüne çıkan çöp tenekesine sövüp sayarak tekmeyi indirir.
Dükkân sahibi aynıyla mukabele etmek yerine gayet nazik hareketlerle zavallı sarhoşun elinden tutar, ‘Buyrunuz efendim’ diyerek içeriye alır, iskemleye oturtur. Padişah huzurunda hizmet eden bir enderunluyu andıran hürmetkâr tavırlarla masaya ikramlarını yerleştirir. Bir müddet sonra kapıya kadar uğurladığı misafiri belki ömründe hiç muhatap olmadığı bu iltifattan dolayı şaşkınlık ve mahcubiyet içindedir.
Bandırmalı Tatlıcı Ali Efendi yıllar önce yaşadığı bu hadiseyi naklederken, “Öyle değil mi efendim?” der, “Kim bilir ne derdi vardı zavallının. Aynı şekilde karşılık verseydim belki de bir cinayet işlenecekti. Öyle mahcup oldu ki bir daha ağzına içki koymamıştır.”
..... Ali Efendi, ne tanınmış bir siyasetçiydi, ne ünlü bir sanatçıydı, ne şairdi, ne yazardı, ne de müzisyendi... Bandırma’yı mekân tutmuş Üsküplü bir muhallebiciydi. Ancak “Allah bir kulunu sevdiği zaman, Cibril’i çağırıp ‘Ben falan kulumu seviyorum, sen de onu sev’ der. Cibril de onu sever ve sonra gökyüzünde şöyle seslenir: ‘Allah, falan kimseyi seviyor, siz de onu sevin!’ bundan sonra göklerdeki bütün melekler onu sever. Sonra o kul yeryüzünde de herkes tarafından sevilip kabul görür.” müjdesinden nasiplenmiş bahtiyarlardan olmalı ki kendini her görenin gönlüne muhabbeti yerleşmişti
...... Konuşması, oturması, kalkması bambaşkaydı. Serâpâ edep numunesi, ‘Edep nedir?’ sualinin yaşayan cevabıydı. Her cümlesi ‘Efendim’le başlar, ‘Öyle değil mi efendim’le nihayete ererdi. Güzelliğin, zarafetin, mahviyetkârlığın, tevazuun timsaliydi. Hazreti Mevlânâ’nın meşhur kıssasını naklederken kullandığı “Şükür, tevazuda da papazları geçtik.” cümlesi en çok onun ağzına yakışıyordu. Her halinden gönül âleminin de bu mahviyet perdesi altında sırlı olduğu anlaşılıyordu. Kendi ifadesiyle ‘öğle namazının son sünnetini dört rekat kılmak müstehaptı, ama zinhar camide değil’. “Eskiden muallim derlerdi. Şimdi ise öğretmen diyorlar. Onlar da nun harfini mim yapıp ‘Öğretmem’ diyorlar ve hiçbir şey öğretmiyorlar efendim.” derdi. Her şeyin gönülle başlayıp gönülle bittiğini anlatır, ilave ederdi: “Aradığın şey yaban yerde biten yemiş değildir.”
AHMED DOĞRU(ZAMAN)
* * *"Eski Türkçe'de" diyor, "göz'ün noktasını koymazsanız 'kör' olur, 'âile'ye nokta koymaya kalkarsanız 'gâile' olur.""Nokta deyip de geçmeyin" demek istiyor, karşısında oturduğumuz 'pür insan'. Adeta, "Melek de, şeytan da ayrıntıda gizlidir" demeye getiriyor. Dikkatimizi kalemin en küçük ameli olan 'nokta'ya çekmekle, hayatın yapıtaşlarına atıfta bulunuyor. Yani, nefesi dikkate almayan hayatı, çakıl taşını dikkate almayan binayı, hücreyi dikkate almayan insanı, habbeyi dikkate almayan kubbeyi, damlayı dikkate almayan denizi gereği gibi anlayamaz, demek istiyor.Eyvallah! 'Göz'deki 'zel'in noktasını 'aile'nin 'ayn'ına koyarsanız, her ikisini de anlamından etmiş olursunuz. Hatta anlamlarının zıddına döndürmüş olursunuz. Gözünüz "kör" olur, huzur ve mutluluk kaynağı aileniz başınıza musallat olmuş bir "gaileye" dönüşür. Evet, "hikmet" bir şeyi yerine koymaktır, bir şeyi yerinden etmeye ise "zulüm" adı verilir.
İşte bana bunları hatırlatan girişteki cümlenin sahibi kelimenin tüm olumlu çağrışımlarıyla bir "bey" ve bir "efendi" olan, baba dostu Ali Öztaylan. Çağların imbiğinden süzülüp gelen İslam irfanının 'edep' suretinde dondurduğu bir sima. Haliyle, yüzüyle, gözüyle, duyan bir yüreği olana özüyle konuşuyor. Bütün bunların üzerine ipek bir şal gibi örtüyor sözü; sözüyle konuşuyor.
Nureddin Şirin'i ziyaret için gittiğim Bandırma'da, "Allah için ziyaret" gibi unutulmaya yüz tutmuş bir ibadetin hemen ödenmiş 'ücreti' olarak algıladım bu buluşmayı. Nureddin'i göremedim, "postu ziyaret dostu ziyarettir" deyip bir parça buruk dönerken, böyle bir teselli armağanıyla ödüllendirildiğimi düşündüm.
"86 yaşındayım" diyor Ali Beyefendi Amcamız. Bana "münkirin kocası hiç olur, mü'minin kocası koç olur" sözünü hatırlatıyor: Duru bir hafıza, uyanık bir şuur, keskin bir zeka.Osmanlı'dan Cumhuriyet'e miras kalan, fakat Cumhuriyet neslinin babadan kalma serveti har vurup harman savuran mirasyedi evlat gibi israf ettiği "bakıyye" etrafında dönüp dolaşıyor sohbetimiz. Ben, daha dün sayılabilecek kadar bize yakın olan bir adım gerimiz konusunda ne kadar bilgi yoksulu olduğumuzu biliyorum. Bu konudaki açığımı hatırat kitapları okuyarak gidermeye çalışmışımdır hep. Ama işte karşımda, canlı bir tarih oturuyor. Bu ne nimet!Muhatabım titrek ve usûl sesiyle "Hepsi de zarif insanlardı" dediği eski dostlarını anlatıyor. Bunlardan biri ünlü Mesnevi Şarihi ve İstiklal Mahkemesi'nde İskilipli Atıf Hoca'yla birlikte yargılanan ve son anda ipten dönen Tahiru'l-Mevlevi (Ongun). Onun kendisi için yazdığı uzun şiiri hiç teklemeden okuyor. Hafızasına ben de orada bulunan herkes gibi şaşırıyorum. Mevlevi'nin bu şiiri bir kitabına aldığını söylüyor.
Söz, ünlü İslam yazısı âşığı Süheyl Hoca'ya, yani Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver'e geliyor. Birbirlerine gelip-gidecek kadar ahbap olduklarını anlatıyor. Onun için de "zarif insandı" diyor. Dostunun uğradığı bir haksızlığı nasıl izale ettiğini de aktarıyor bu arada:
Meal sahibi ünlü alim H. Basri Çantay, Prof. Ünver'in mason olduğu kanaatindedir ve bunu yazmaktan da geri durmaz. Çantay Hoca'yla bir beraberliklerinde Üstad konuyu açıyor ve bizzat Süheyl Ünver'den dinlediği hatırasını naklediyor: "Bir gün Süheyl Hoca masonlardan söz açtı ve dedi ki: "Bu uğursuzların hepsi beni tanır ben de onları tanırım." Masonluğun içyüzünü ve karanlık yapısını anlattıktan sonra "ABD'de de üzerime çok düştüler, fakat Allah'a hamdolsun ki hiçbirine de hain niyetini bana açma cesareti vermedim." Çantay Hoca hemen oracıkta nedamet edip özür dileyecektir.
Neyzen Tevfik'le ilk karşılaşması hayli ilginç: Üstad Neyzen'in ziyaretine gider. Neyzen yine kör-kütüktür. Hatta Mehmet Akif'in Safahat'a düştüğü "Bu, Neyzen'in 2400. Kez tevbesini bozması üzerine" notunu hatırlatır. (Allah taksiratını affetsin, Neyzen'in her tür 'akıl örtücüyü' kullandığını da öğrenmiş oluyoruz.) Melami meşrep Neyzen, müziksever zannederek "Niçin beni ziyarete geldiniz; ben ne konservatuar hocasıyım, ne de mezunuyum!" der. Üstad "Efendim, ben Mehmet Akif'i severim, onun sevdiklerini de severim. Onun sizi sevdiğini bildiğim için geldim" der. Neyzen, çıldırmış gibi hıçkıra hıçkıra ağlamakta, kafasını duvarlara vurarak "Gidin, Allah aşkına gidin! Ben ayyaşın, ben sarhoşun biriyim! Beni adamdan saymayın!" diye bağırmaktadır. Ne kadar kötü sıfat varsa hepsini üzerine almaktadır. Üstad, "O ağladı, ben ağladım; 'Aman efendim kendinizi heder etmeyin, biz sizi üzmeye gelmedik!" dedimse de nafile."
Neyzen'le son görüşmelerini şöyle anlatıyor: "Neyzen'le son görüştüğümüzde, sizi bir zaman çok üzmüştüm, bugün falan yere gelin de size bir veda neyi üfleyeyim, ödeşelim" dedi. Gittim. Kimler yok ki: İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Süheyl Ünver, Ebulula Mardin, Eşref Edip, Mahir İz ve daha birçok zarif insan. Beni karşısında bir yere oturttu. Ney üflerken neyle beraber o da ağlıyordu, dinleyenler de ağlamaya başladı. Meğer gerçekten 'veda neyi' imiş. On gün sonra vefat etti."
Şeyh Şamil'in torunuyla olan hatıralarına da değindi Üstad. Sultan Abdulhamid'in kızı Ayşe Sultan'la ilgili hatırası bende farklı bir iz bıraktı. Şahbaba'da gördüğümüz Avrupalı madamlara benzeyen hanım sultanların portresinden hayli farklı bir portreydi onun çizdiği Ayşe Sultan portresi. Ya "Kabe Arabın olsun / Çankaya bize yeter" diyen Behçet Kemal'in, bu hezeyanını hatırlatan Üstad'a, "redd-i miras" edercesine, bir ayıp kapatma telaşıyla "Rica ederim, rica ederim efendim; onları kapatalım, onları bırakalım!" deyişini.
Siz de benim gibi düşünmüyor musunuz: Aramızda canlı tarihler dolaşıyor da, farkında değiliz? Yakınlarının yerinde olsaydım, Ali Öztaylan Beyefendi Amcayı, hatıralarını yazmaya ikna ederdim. Çünkü, noktayı yerine koymak için buna şiddetle ihtiyaç var.
MUSTAFA İSLAMOĞLU-YENİ ŞAFAK(5 Mayıs 2000)
* * *Ali Efendi hazretleri bir efsane idi. Ricalullahtandı, ehlullahtandı... Kesinlikle iddia ederim, iyi Müslüman, iyi insandı. Aynı zamanda iyi vatandaştı. Kimsenin kalbini kırmamıştır, kendisine kötülük edenlere iyilik etmiştir.O gizli bir hazine idi. İyi taraflarını göstermez, bildirmezdi.
Din-i Mübin-i İslâm'a sımsıkı bağlıydı. Şeriat-ı Garra-yı Ahmediyye'ye mütemessik idi. Resul-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya efendimizin sünnetini hayata uygulardı. Halim ve selim bir tabiata sahipti.
O bir muhabbet fedaisi idi. Temiz kalbinde husumete yer yoktu.Rakik bir kalbi vardı, edib ve nezih bir kimseydi. İflâh olmaz muannid ve harbî kâfirler dışında hiçbir insanı hor görmezdi. Daima güler yüzlü idi. Kâmil olduğu için en mütevâzı o idi.
Kendileri hakkında min gayri haddin çok hüsn-i zan etmekteyim. İnşaallah hayat imtihanını başarılı bir şekilde vermiş ve Dar-ı Hesab ve Ceza'ya mutlu bir şekilde gitmiştir.Efendimiz, Kurtarıcımız, Büyük Önderimiz Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem “Âhirzamanda benim sünnetimle amel etmek avucunda kızgın kor tutmaya benzeyecektir” diyerek Şeriata ve Sünnete bağlı olmanın sıkıntı ve zahmetlerini dile getirmekte ve bizleri uyarıp müjdelemektedir. Ne mutlu Şeriata ve Sünnete ihlâsla, garazsız ivazsız, sırf Allah rızası için bağlananlara. Onların akıbeti iyi olacaktır inşaallah.
Ali Öztaylan Efendi hazretleri vefat etti, toprağa sırlandı. Bu hem Bandırma, hem bütün Türkiye için büyük bir ziyandır. Onun yeri doldurulamaz.Kendileri rıhlet ettiler ama yolu hep açıktır. Bu yolun özellikleri şunlardır:
* İslâm'a bağlılık.* Kur'ân'a bağlılık.* Şeriata bağlılık.* Sünnete bağlılık.* Pîran efendilerimizin mübarek feyizli yollarından gitmek.* Hep iyilik, hayır hasenat yapmak, sadaka vermek. Açları doyurmak, fakirleri kollamak, kederlileri teselli etmek.* İnsanların hidayeti için uygun bir şekilde çalışmak. İnsanlara hayırlı ve nurlu öğütler vermek.* Kötülük yapanlara iyilik etmek.* Tebessüm etmek.* Kâlû belâda verilen ahd ü misaka sadık kalmak.
Ali Öztaylan efendi hazretleri için rahmet ve mağfiret diliyorum. İnşaallah mekân-ı Cennet olsun, Cennet'te Resulullah efendimize komşu olsun..
ŞEVKET EYGİ(TİMETURK)
* * *
Nur Cihan
AÇ KAPIYI GİR İÇERİ-GÖNLÜM BEKLİYOR SENİ
AÇ KAPIYI GİR İÇERİ-GÖNLÜM BEKLİYOR SENİ
* * *
Can Dost Ey Sevgili, Merhaba
Hz. İnsan Ali Öztaylan Efendi Hazretlerine:)
Size yine mektup yazıyorum.. Diğeri ayrılışımızın habercisiydi, bu ise vuslatın.. Bugün gidişinizin yedinci günüydü.. Ve ben hiç birşey yapmadan sadece bekliyorum.. Sizin için günlük ritüellerimin haricinde hiçbir şey yapamıyorum çünkü ne yapsam yetmeyeceğinin idrakinden boşluktayım.. Sadece sizi seviyor ve çok özlüyorum.. Öğrendim ki, o ateş ayrılığın ateşi imiş. Aşıkların gittikçe büyüyen (o ateşsiz olmazmış) özlem ateşiymiş..
Siz yuvanıza döndünüz, biliyorum ki benim de artık yuvama dönmem gerek.. Şimdilik bir sorun yok.. Şaşkınım.. Himmet Ya Hz. Pir....
Size herşeyi baştan yazacağım.. Arabacı İsmail Efendi için sürekli anlattığınız şeyin ne anlama geldiğini anladım şükür..
Herşey KELAMdı ya ve söz eyleme geçiyordu.. Ölüm Tad-ılıyordu ama asıl unutulmak ölümdü.. Ve gönüllerde ölen kimbilir, hakikatte de ölüyordu.. Biz de sizi Arabacı İsmail Efendi ve diğer sevdiklerinizi andığınız gibi anarak kalplerimizde diri tutabilecektik..Şimdi sizin; size emanetlerini teslim edenlere yaptığınız gibi, nasıl “güle güle” OLduğunuzu yazmak istiyorum.. Tabii bu benim acizane uzaklardan bir bakışım olacak..
Bundan iki ay önce,(LATİF Amcanın akabinde ) hayalimde elime verilen beyaz sayfadaki EBU’L VAKTin veda edeceği haberi ile ağlayarak size gelmiştim.. Beni bırakmayın diyerek sarılmıştım.. Siz çok mutluydunuz..
Aynı bardaktan çay içip, aynı tabaktan börek yemiştik... Öyle neşeliydiniz ki her bardaklar boşalışında “BİR SULTAN “gibi ellerinizi çırpıp bize çay doldurtuyordunuz..
Daha sonra bana Muhabbet-i A’li Muhammed’i yaşattınız..Evime dönerken tekerlekli iskemlenizi mutfaktan geri geri sürerek, bana VEDA bakışıyla baktınız.. Ben kapıdaydım.. Öyle büyük bir sevgi ve şefkatle bakıyordunuz ki, size nazar boncuğu kadar güzel olduğunuzu söylemiştim. Tekrar dönüp sarıldım.. Son veda gibiydi...
Daha sonra size geleceğimiz sabah İnsan-ı Kamil BE-Teknesi denizde, Güneş’in doğduğu yere gidiyordu ve size geldik hastanedeydiniz..
Yüzükleriniz artık parlamıyordu.. Anladım... Ama siz iyiydiniz şükür.. Hastaneden çıktıktan birkaç saat sonra bir daha görmek için size geri döndük.. Siz dediniz ki: ”Mademki siz döndünüz, bizi seveni üzmek olmaz, biz de dönelim.” Ve giyinmek istediniz, sürekli ”taksi çağıralım, eve dönelim, neden buradayız“ demeye başladınız..
Ve ertesi gün eve döndünüz.. Bir kaç güne tekrar hastalandınız yoğun bakıma alındınız.. Bir kez daha yoğun bakımdan çıktınız işte o zaman sizi hastaneye ziyarete gelmiştim..
O gün çok telaşlıydınız.. Cenaze töreniniz varmış hani.. Çok kalabalık bir cemaat ve dostlarınız sizi bekliyorlarmış.. Hümeyra Abla ile size hayali gusül aldırdık, defalarca hayali kevser suyu ile abdest de aldırdık.. Siz memnun kaldınız.. Siz giyinmek istediniz, biz de sizi hayali giydirdik.. Dostlarınız acele ediyordu; vakit geçiyormuş, cenaze namazı kılınması gerekmiş..”Ve Allahü Ekber deyip kendi cenaze namazınıza niyet ettiniz....”. . .
”Ertesi gün ziyafet vermişsiniz hani.. Her misafirle tek tek ilgilenip çay-kahve ve ikramlarını yeyip yemediklerini kontrol etmişsiniz.”.Ve ertesi gün artık çıkmayacağınız yoğun bakımdaydınız.. ”Kabirdeyim” demişsiniz...Birkez daha ziyarete geldik.. Yoğun bakımdaydınız. Hareket edemiyordunuz aletlerden dolayı.. Göğsünüze bir gül koydum.. Sağ gözünüzden bir damla yaş geldi onu ağlayarak öptüm... İçtim......
Tabii bu arada bendeniz de acizane, can pazarı denen şeyin bu yaşadıklarınız olduğunu hissediyordum.. Manada Kıyamet-Tufan kopmuştu.. ”Siz sevdikleriniz için can satmış karşılığında ölesiye pazarlığa tutuşmuştunuz.” Yer çok sallanmadı bölük bölük yüksek derecelerle atlattık inşallah, teşekkür ederiz.. Ve en sıcak geçecek yaz diye beklenen havaları Rahmana çevirdiniz, teşekkür ederiz.. Hala muhteşem bir serinlik esiyor ve O Nefesi’n içinde olmak muhteşem birşey....
Tam 40 gün sürmüş hastalığınız.. Ne güzel rakam değil mi.. Zaten gidiş tarihiniz de 4-8-2008 toplamında 4 ü veriyordu.. 4 Unsur Muhammediyedi ve 40+1 tüm sistem Nefes-i Rahman’ın üfürmesi ile hareket buluyordu:) Bakın inşallah doğru anlamışımdır... Vakti gelince anlayacağımı söylemiştiniz ya..(aslında başka sonsuz anlamı olduğunu biliyorum ama ben herşeyi sizde öğrenebiliyorum dostum)
Siz gitmeden bir hafta evveli size gelmek istedim ama tufan yağmurunda ıslanıp geri döndüm gelemedim, özür dilerim.. En son geleceğim sabah size Nefes-i Rahmanı yazdım çünkü yazdığım şeyler gerçekleşiyordu ve son hamleyi yazmam lazımdı.. Artık geri dönemeyeceğim bir noktaya getirmiştiniz beni. Evet en eğlenceli kitap ben oluyordum ama sizdiniz aslında o A’li Kitabı..
İlk yazımda ruhumu yağmalayamayacağımı bunu kendisinin yapması gerektiğini yazmıştım ya işte aynen oldu galiba..Ve yazıdan yarım gün sonra Nefes-i Rahman’a kavuşmuştunuz...
NEDEN demeyeceğime söz verdiğim için DEMiyorum... DEM BU DEM çünkü..
Bana yolda kalmayacağımı ve yolun sonuna dek gideceğimi söylemiştiniz.. Yolun sonuna gitmem için bir KURB-AN=KALP YAKINLIĞI lazımdı.. Ve ben cömertlikte sizle yarışamıyordum.. Meğer ne kadar cimriymiş gönlüm benim.. Teşekkür ederim.. Yolun sonunu görebilmem için sizin gidişinizi görmem lazımdı ve siz lutfettiniz..
İşte Dostum, Nefes-i Rahman’da yazdığım gibi bize dünyada veda ettiniz.. Ben sizin vedanızı öğrenince hemen gönülhanemize gittim.. İstedim ki O sizin son yolculuğunuza gelsin.. Baba ve Oğul.. Usul vardı ve semazenler Şeb-i Aruz yaptılar.. Arada size dualar edildi.. Medine’den Mekke’den gelen hatimler bağışlandı.. Ve meşk başladı.. Meşkteki musiki coştu, dost coştu biz ağladık.. Size düğün yapıyorduk.. Meşkten sonra sizin için sohbet yapıldı..
”Sevgiliyi özlediğinde O’nu AN ve O’nun sevdiği şeyleri yap O’nunla OLursun" dendi:)
İşte ilk kutsal emanet gibi kendimizi O’na teslim ettik.. O’ndaki manaya hürmetlerimizi sunduk ve kutladık.. Elini öptüm... Yaptığım çalışmaları anlattım, ”yeni birşey ekleme bu kadar yeter“ denildi.. Ve beni kime yollarsanız yollayın hep- daima size geri gönderildiğim gibi, yine bizi serbest bıraktılar.. Artık sonsuza dek beraber OLabileceğiz.. Zira bir kalbe iki AŞK sığmaz değil mi?
Çıkarken: “Sizi sordum, Ali Amcama” dedim.. ”Depremleri olarak” şöyle dedi sizin için.. ”O’nun gibiler yüzü suyu hürmetine bu alem ayakta duruyor...” dedim..”Estafirullah“ dedi “estafirullah..”
Ertesi gün size Be-yaz bir gül aldım.. Be-be-ğimizin cibinliğinden, Ba-ba-mıza duvak hazırladım.. Medine toprağımız bile vardı..Ertesi gün, bizlere hazırlanmış hediye Nuh’un Gemisine bindik.. Gerçekten tüm ikramlar kusursuzdu.. Ba-ndırma böyle bir cenaze görmemişti.. SÜTEVİnizde yemek dağıtılıyordu- evinizde ayrı ikramlar vardı.. Sanki düğün evi gibiydi.. Ba-ndırma Rahman’ın Gelini’ni uğurluyordu..
Cenazenizdeki konuşma olay oldu.. Dostumuz sevdiklerinizi kırmadı ve geldi.. Size olağanüstü bir konuşma yaptı..”O’na hak helal edilmez, O bize hakkını helal etsin diye dua edelim“ dedi.. O Ali Efendi değildir, O Hz.. Ali Efendi Hazretleri’dir“ dedi.. Ve ne güzel dedi.. Ama anlayamayan diplomalı gafil-cahil-perdeliler -o manadan yoksunlar; kaos çıkartmak için çok uğraştılar.. Buna izin vermeyeceğinizi bildiğim için yazıyorum..(Demiştiniz ki onlar zaten anlayamazlar ve unuturlar...)
Caminin içi ve dışı ve sokaklar doluydu. 15.000 Kişi olduğu yazıldı.. Bence tüm kainat o törendeydi.. Göremesem de öyle olduğuna iman ediyorum.. İnsanlar bilsinler bilmesinler İmam’larının ardında –Liva’ül Hamd Sancağının altında birleşmişlerdi.. Camiiden toprağa verileceğiniz yer olan ilk mürşidiniz(uğruna türbeleri açtırmanızı sağlayan aşk) Ali Rıza el-Bezzaz Hz.lerinin yanına(700 m. varmış ve yokuşluktu.) Tüm ara sokak ve caddeler tıkabasa insan seliydi.. Siz toprağa verilirken muhteşem sesli kişiler Kur'an okuyorlardı.. Öyle okuyorlardı ki bir ara harflerin beni vakumlayıp çektiğini hissettim ve yere sıkıca bastım.. Hala çok korkakım değil mi?
Belki iki saat, binlerce insan sessiz büyük bir huşu ile ayakta(kıyamet-kıyamında)o Kur’an-ı dinledi.. Siz toprağa verilirken inanılmaz bir rüzgar çıktı -serinlik ve kokular.. Herkes farklı muhteşem kokular aldı. Bense hiç duymadığım bir “yıkanma-arınmışlık kokusu” aldım.. Ama bunu tanımlayabileceğim birşey olmadığı için tarif edemiyorum dostum..
Hani anlatırdınız ya; sizin sütevinde yapılan mamulleri sabah yiyenler o gün hiçbir kötü iş yapamazlarmış, o yiyecekler bedenlerinden terk olana dek.. İşte o gün binlerce insan, saatlerce hiçbir kötü eylem yapamadılar sayenizde..Bende basiret gözü henüz açılmadığı için birşey göremedim ama görenlerden çok güzel şeyler dinledim, ne mutlu onlara... Bilelim bilmeyelim, herkesin üstüne saatlerce Rahmanın Nur’u yağmıştı....
Kalabalık çekilince dostlarımızla sizi ziyaret ettik.. Muhsin bir Dost, Beyaz Gül’ümüzü –Medine Toprağı ile başucunuza dikti.. Ben Duvağınızı taktım.. Orada hiç birşey hissedemedim ve size dua bile edemedim. Çünkü orada olmadığınızı biliyorum..Giderken bile her an öğretiyordunuz ya....
”HİÇ” i anlamıştım ama “HEP”i anlayamıyordum.. İşte siz orada bana bunu da öğrettiniz, teşekkür ederim Ey Sevgili..
HİÇ=TOPRAKtı.. HEP=NEFES-İ RAHMANdı..
”Ve siz O Nefes-i Rahman’da artık sonsuza dek HEPdiniz...:)”
Bunları anlayınca bir gülüp bir ağlıyordum.. Sizi özleyince ağlıyorum ama aldığım Nefesin içinde olduğunuzu hatırlayınca sevinçten çığlıklar atıp OL-EY... OL-EYYY diye bağırmak istiyorum..
Ev aradığınızı yazmışsınız, bekliyoruz efendim.. Yıkıp yıkıp yaptığınız evlerden hangisini beğenirseniz buyrunuz... KAPI ve EV sizsiniz...
Bu arada siz gittiğinizden beri herşeyi farklı algılıyorum-okuduğum, duyduğum herşeyi de.. Bu sabah “salat-ı muhabbetteyken”, “sohbet-manaların ne kadar çok gelirse gelsin dibsiz bir kovaya döndüğüm için yetmeyeceğini anladım... Ve hayallerimde artık sular akıyor.. Az evvel yazımı yazmadan kahve yaptım, düşünmeye ihtiyacım vardı.. Kahve fincanı elimde kaldı.. Altı çıkan fincan beni hayrete düşürmedi çünkü dipsiz kova olmuştu:) Teşekkür ederim..Ölene dek size teşekkür edeceğim Ey Sevgili Dost, Ey Mürşidi Kamilim, Ey Rehberi Ayn’ım..
Bu arada bazen gözlerime bakıyorum ve ürküyorum.. Onlara ne yapıyorsanız devam ediniz Efendim, muhteşem oluyorlar. Ve teşekkür ederim.. Size gene yazacağımı umuyorum..
Şimdilik SİZİ HÜÜÜ YA EMANET EDİYORUM.. EY DOSTTT... EY EFENDİ bekliyoruz efendim..
Teşekkür ederim....
Nur Cihan
* * *
Can Dost Ey Sevgili, Merhaba
Hz. İnsan Ali Öztaylan Efendi Hazretlerine:)
Size yine mektup yazıyorum.. Diğeri ayrılışımızın habercisiydi, bu ise vuslatın.. Bugün gidişinizin yedinci günüydü.. Ve ben hiç birşey yapmadan sadece bekliyorum.. Sizin için günlük ritüellerimin haricinde hiçbir şey yapamıyorum çünkü ne yapsam yetmeyeceğinin idrakinden boşluktayım.. Sadece sizi seviyor ve çok özlüyorum.. Öğrendim ki, o ateş ayrılığın ateşi imiş. Aşıkların gittikçe büyüyen (o ateşsiz olmazmış) özlem ateşiymiş..
Siz yuvanıza döndünüz, biliyorum ki benim de artık yuvama dönmem gerek.. Şimdilik bir sorun yok.. Şaşkınım.. Himmet Ya Hz. Pir....
Size herşeyi baştan yazacağım.. Arabacı İsmail Efendi için sürekli anlattığınız şeyin ne anlama geldiğini anladım şükür..
Herşey KELAMdı ya ve söz eyleme geçiyordu.. Ölüm Tad-ılıyordu ama asıl unutulmak ölümdü.. Ve gönüllerde ölen kimbilir, hakikatte de ölüyordu.. Biz de sizi Arabacı İsmail Efendi ve diğer sevdiklerinizi andığınız gibi anarak kalplerimizde diri tutabilecektik..Şimdi sizin; size emanetlerini teslim edenlere yaptığınız gibi, nasıl “güle güle” OLduğunuzu yazmak istiyorum.. Tabii bu benim acizane uzaklardan bir bakışım olacak..
Bundan iki ay önce,(LATİF Amcanın akabinde ) hayalimde elime verilen beyaz sayfadaki EBU’L VAKTin veda edeceği haberi ile ağlayarak size gelmiştim.. Beni bırakmayın diyerek sarılmıştım.. Siz çok mutluydunuz..
Aynı bardaktan çay içip, aynı tabaktan börek yemiştik... Öyle neşeliydiniz ki her bardaklar boşalışında “BİR SULTAN “gibi ellerinizi çırpıp bize çay doldurtuyordunuz..
Daha sonra bana Muhabbet-i A’li Muhammed’i yaşattınız..Evime dönerken tekerlekli iskemlenizi mutfaktan geri geri sürerek, bana VEDA bakışıyla baktınız.. Ben kapıdaydım.. Öyle büyük bir sevgi ve şefkatle bakıyordunuz ki, size nazar boncuğu kadar güzel olduğunuzu söylemiştim. Tekrar dönüp sarıldım.. Son veda gibiydi...
Daha sonra size geleceğimiz sabah İnsan-ı Kamil BE-Teknesi denizde, Güneş’in doğduğu yere gidiyordu ve size geldik hastanedeydiniz..
Yüzükleriniz artık parlamıyordu.. Anladım... Ama siz iyiydiniz şükür.. Hastaneden çıktıktan birkaç saat sonra bir daha görmek için size geri döndük.. Siz dediniz ki: ”Mademki siz döndünüz, bizi seveni üzmek olmaz, biz de dönelim.” Ve giyinmek istediniz, sürekli ”taksi çağıralım, eve dönelim, neden buradayız“ demeye başladınız..
Ve ertesi gün eve döndünüz.. Bir kaç güne tekrar hastalandınız yoğun bakıma alındınız.. Bir kez daha yoğun bakımdan çıktınız işte o zaman sizi hastaneye ziyarete gelmiştim..
O gün çok telaşlıydınız.. Cenaze töreniniz varmış hani.. Çok kalabalık bir cemaat ve dostlarınız sizi bekliyorlarmış.. Hümeyra Abla ile size hayali gusül aldırdık, defalarca hayali kevser suyu ile abdest de aldırdık.. Siz memnun kaldınız.. Siz giyinmek istediniz, biz de sizi hayali giydirdik.. Dostlarınız acele ediyordu; vakit geçiyormuş, cenaze namazı kılınması gerekmiş..”Ve Allahü Ekber deyip kendi cenaze namazınıza niyet ettiniz....”. . .
”Ertesi gün ziyafet vermişsiniz hani.. Her misafirle tek tek ilgilenip çay-kahve ve ikramlarını yeyip yemediklerini kontrol etmişsiniz.”.Ve ertesi gün artık çıkmayacağınız yoğun bakımdaydınız.. ”Kabirdeyim” demişsiniz...Birkez daha ziyarete geldik.. Yoğun bakımdaydınız. Hareket edemiyordunuz aletlerden dolayı.. Göğsünüze bir gül koydum.. Sağ gözünüzden bir damla yaş geldi onu ağlayarak öptüm... İçtim......
Tabii bu arada bendeniz de acizane, can pazarı denen şeyin bu yaşadıklarınız olduğunu hissediyordum.. Manada Kıyamet-Tufan kopmuştu.. ”Siz sevdikleriniz için can satmış karşılığında ölesiye pazarlığa tutuşmuştunuz.” Yer çok sallanmadı bölük bölük yüksek derecelerle atlattık inşallah, teşekkür ederiz.. Ve en sıcak geçecek yaz diye beklenen havaları Rahmana çevirdiniz, teşekkür ederiz.. Hala muhteşem bir serinlik esiyor ve O Nefesi’n içinde olmak muhteşem birşey....
Tam 40 gün sürmüş hastalığınız.. Ne güzel rakam değil mi.. Zaten gidiş tarihiniz de 4-8-2008 toplamında 4 ü veriyordu.. 4 Unsur Muhammediyedi ve 40+1 tüm sistem Nefes-i Rahman’ın üfürmesi ile hareket buluyordu:) Bakın inşallah doğru anlamışımdır... Vakti gelince anlayacağımı söylemiştiniz ya..(aslında başka sonsuz anlamı olduğunu biliyorum ama ben herşeyi sizde öğrenebiliyorum dostum)
Siz gitmeden bir hafta evveli size gelmek istedim ama tufan yağmurunda ıslanıp geri döndüm gelemedim, özür dilerim.. En son geleceğim sabah size Nefes-i Rahmanı yazdım çünkü yazdığım şeyler gerçekleşiyordu ve son hamleyi yazmam lazımdı.. Artık geri dönemeyeceğim bir noktaya getirmiştiniz beni. Evet en eğlenceli kitap ben oluyordum ama sizdiniz aslında o A’li Kitabı..
İlk yazımda ruhumu yağmalayamayacağımı bunu kendisinin yapması gerektiğini yazmıştım ya işte aynen oldu galiba..Ve yazıdan yarım gün sonra Nefes-i Rahman’a kavuşmuştunuz...
NEDEN demeyeceğime söz verdiğim için DEMiyorum... DEM BU DEM çünkü..
Bana yolda kalmayacağımı ve yolun sonuna dek gideceğimi söylemiştiniz.. Yolun sonuna gitmem için bir KURB-AN=KALP YAKINLIĞI lazımdı.. Ve ben cömertlikte sizle yarışamıyordum.. Meğer ne kadar cimriymiş gönlüm benim.. Teşekkür ederim.. Yolun sonunu görebilmem için sizin gidişinizi görmem lazımdı ve siz lutfettiniz..
İşte Dostum, Nefes-i Rahman’da yazdığım gibi bize dünyada veda ettiniz.. Ben sizin vedanızı öğrenince hemen gönülhanemize gittim.. İstedim ki O sizin son yolculuğunuza gelsin.. Baba ve Oğul.. Usul vardı ve semazenler Şeb-i Aruz yaptılar.. Arada size dualar edildi.. Medine’den Mekke’den gelen hatimler bağışlandı.. Ve meşk başladı.. Meşkteki musiki coştu, dost coştu biz ağladık.. Size düğün yapıyorduk.. Meşkten sonra sizin için sohbet yapıldı..
”Sevgiliyi özlediğinde O’nu AN ve O’nun sevdiği şeyleri yap O’nunla OLursun" dendi:)
İşte ilk kutsal emanet gibi kendimizi O’na teslim ettik.. O’ndaki manaya hürmetlerimizi sunduk ve kutladık.. Elini öptüm... Yaptığım çalışmaları anlattım, ”yeni birşey ekleme bu kadar yeter“ denildi.. Ve beni kime yollarsanız yollayın hep- daima size geri gönderildiğim gibi, yine bizi serbest bıraktılar.. Artık sonsuza dek beraber OLabileceğiz.. Zira bir kalbe iki AŞK sığmaz değil mi?
Çıkarken: “Sizi sordum, Ali Amcama” dedim.. ”Depremleri olarak” şöyle dedi sizin için.. ”O’nun gibiler yüzü suyu hürmetine bu alem ayakta duruyor...” dedim..”Estafirullah“ dedi “estafirullah..”
Ertesi gün size Be-yaz bir gül aldım.. Be-be-ğimizin cibinliğinden, Ba-ba-mıza duvak hazırladım.. Medine toprağımız bile vardı..Ertesi gün, bizlere hazırlanmış hediye Nuh’un Gemisine bindik.. Gerçekten tüm ikramlar kusursuzdu.. Ba-ndırma böyle bir cenaze görmemişti.. SÜTEVİnizde yemek dağıtılıyordu- evinizde ayrı ikramlar vardı.. Sanki düğün evi gibiydi.. Ba-ndırma Rahman’ın Gelini’ni uğurluyordu..
Cenazenizdeki konuşma olay oldu.. Dostumuz sevdiklerinizi kırmadı ve geldi.. Size olağanüstü bir konuşma yaptı..”O’na hak helal edilmez, O bize hakkını helal etsin diye dua edelim“ dedi.. O Ali Efendi değildir, O Hz.. Ali Efendi Hazretleri’dir“ dedi.. Ve ne güzel dedi.. Ama anlayamayan diplomalı gafil-cahil-perdeliler -o manadan yoksunlar; kaos çıkartmak için çok uğraştılar.. Buna izin vermeyeceğinizi bildiğim için yazıyorum..(Demiştiniz ki onlar zaten anlayamazlar ve unuturlar...)
Caminin içi ve dışı ve sokaklar doluydu. 15.000 Kişi olduğu yazıldı.. Bence tüm kainat o törendeydi.. Göremesem de öyle olduğuna iman ediyorum.. İnsanlar bilsinler bilmesinler İmam’larının ardında –Liva’ül Hamd Sancağının altında birleşmişlerdi.. Camiiden toprağa verileceğiniz yer olan ilk mürşidiniz(uğruna türbeleri açtırmanızı sağlayan aşk) Ali Rıza el-Bezzaz Hz.lerinin yanına(700 m. varmış ve yokuşluktu.) Tüm ara sokak ve caddeler tıkabasa insan seliydi.. Siz toprağa verilirken muhteşem sesli kişiler Kur'an okuyorlardı.. Öyle okuyorlardı ki bir ara harflerin beni vakumlayıp çektiğini hissettim ve yere sıkıca bastım.. Hala çok korkakım değil mi?
Belki iki saat, binlerce insan sessiz büyük bir huşu ile ayakta(kıyamet-kıyamında)o Kur’an-ı dinledi.. Siz toprağa verilirken inanılmaz bir rüzgar çıktı -serinlik ve kokular.. Herkes farklı muhteşem kokular aldı. Bense hiç duymadığım bir “yıkanma-arınmışlık kokusu” aldım.. Ama bunu tanımlayabileceğim birşey olmadığı için tarif edemiyorum dostum..
Hani anlatırdınız ya; sizin sütevinde yapılan mamulleri sabah yiyenler o gün hiçbir kötü iş yapamazlarmış, o yiyecekler bedenlerinden terk olana dek.. İşte o gün binlerce insan, saatlerce hiçbir kötü eylem yapamadılar sayenizde..Bende basiret gözü henüz açılmadığı için birşey göremedim ama görenlerden çok güzel şeyler dinledim, ne mutlu onlara... Bilelim bilmeyelim, herkesin üstüne saatlerce Rahmanın Nur’u yağmıştı....
Kalabalık çekilince dostlarımızla sizi ziyaret ettik.. Muhsin bir Dost, Beyaz Gül’ümüzü –Medine Toprağı ile başucunuza dikti.. Ben Duvağınızı taktım.. Orada hiç birşey hissedemedim ve size dua bile edemedim. Çünkü orada olmadığınızı biliyorum..Giderken bile her an öğretiyordunuz ya....
”HİÇ” i anlamıştım ama “HEP”i anlayamıyordum.. İşte siz orada bana bunu da öğrettiniz, teşekkür ederim Ey Sevgili..
HİÇ=TOPRAKtı.. HEP=NEFES-İ RAHMANdı..
”Ve siz O Nefes-i Rahman’da artık sonsuza dek HEPdiniz...:)”
Bunları anlayınca bir gülüp bir ağlıyordum.. Sizi özleyince ağlıyorum ama aldığım Nefesin içinde olduğunuzu hatırlayınca sevinçten çığlıklar atıp OL-EY... OL-EYYY diye bağırmak istiyorum..
Ev aradığınızı yazmışsınız, bekliyoruz efendim.. Yıkıp yıkıp yaptığınız evlerden hangisini beğenirseniz buyrunuz... KAPI ve EV sizsiniz...
Bu arada siz gittiğinizden beri herşeyi farklı algılıyorum-okuduğum, duyduğum herşeyi de.. Bu sabah “salat-ı muhabbetteyken”, “sohbet-manaların ne kadar çok gelirse gelsin dibsiz bir kovaya döndüğüm için yetmeyeceğini anladım... Ve hayallerimde artık sular akıyor.. Az evvel yazımı yazmadan kahve yaptım, düşünmeye ihtiyacım vardı.. Kahve fincanı elimde kaldı.. Altı çıkan fincan beni hayrete düşürmedi çünkü dipsiz kova olmuştu:) Teşekkür ederim..Ölene dek size teşekkür edeceğim Ey Sevgili Dost, Ey Mürşidi Kamilim, Ey Rehberi Ayn’ım..
Bu arada bazen gözlerime bakıyorum ve ürküyorum.. Onlara ne yapıyorsanız devam ediniz Efendim, muhteşem oluyorlar. Ve teşekkür ederim.. Size gene yazacağımı umuyorum..
Şimdilik SİZİ HÜÜÜ YA EMANET EDİYORUM.. EY DOSTTT... EY EFENDİ bekliyoruz efendim..
Teşekkür ederim....
Nur Cihan
NEF-e-S-İ RAHMAN=İNSAN-I KAMİL=SIRR-I BE
NEF-e-S-İ RAHMAN= İNSAN-I KAMİL= SIRR-I BE
HAYAL
Tufan koptu
çünkü devri alemin batıni yöneticileri el değiştirdi
yenilendi sistem
ve emanetler ehillerine teslim edildi
Nuh’un Gemisi yapıldı
Gemi=İnsan-ı Kamil=Ra’nın kayığı=BE teknesinde ELİF kendisi
bir asırlık ömründekileri gemisine yükledi
ve pazarlıkların tufanı koptu
melametin gri hırkaları havada uçuştu
Yeni Güneş batı-N-dan doğdu(bu yıl İki Güneş doğdu, biri zahire biri batına)
Nuh’un Gemisi(Ra'nın kayığı=İnsan-ı Kamil teknesi) güneşin doğduğu yere gitti
Nuh suyun dönemsel döngüsüydü belki de
herşey bir atımlık Sudan değil miydi?
ve Suda hayat vardı
Su kendisini yine Su ile temziliyor demek ki
İlahi Nefes’in şiddeti tufan koparıyordu
Ateşi Ateş’in temizlediği gibi....
MADDE
Yerin altı da üstüne geldi
gizlilikler-hazineler dışarı çıktı
ortalık kaostu ama aydınlanıyordu
yer habire sallandı- durdu
Batın ve Batıl silkelendi
ayıklanma zamanı
yeni emanetçi geldi
eskiden kalanları sahiplendi
sahiplenmediklerini silkeledi
Hak ile Batıl ayrıldı
yağmur yıkadı geçti
Kurban kabul olmuştuKurban kabul olmuştu
* * *
HAYAL
Gökyüzünü kaplayan gri bir NEF-e-S-i RÜZGAR
esiyordu, boydan boya esiyordu
sevdiğimin Nefes'ini almış gidiyordu
tüm ERenLERİN Ruhlarının yanına
esiyordu NEF-e-S’i rüzgar
RAHMANın Nefes'i herşeyi kuşatmıştı
Yenilenmiş bir Nefesti
Yeni emanetçinin hükmünde esiyordu
sevdiğim –dostum Nefes-i Rahman’a kavuşmuştu
Azrail muhteşem esiyordu
çocuk yeryüzünde koşuyordu
Nefes’in altında koşuyordu
nereye..? nereye.......?
çocuk hayretle Nefes’e bakıyor, bağırıyordu
Allahümme salli alaaaaa seyyidinaaaa Muhammedinnebiii
ve alaaaaaaaaAllahü ekber Allahü ekber lailahe illAllah Allahü ekber Allahü ekberrrrrrrr
UYANIŞ
Perdeler uçuşuyordu
cennetin seherinden esen rüzgar pencereden giriyordu
soğuğu çok severdi, sevindi
Rüzgar şiddetlendi hızlandı
hava döndü –ortalık karardı
soğuk arttı
İstanbul’a tufan yağmuru geldi
o gün -bugün esen Rahman’ın Nefesi’nden esintiydi
o günden beri yağan göğün gözyaşlarıydı
Rahman’ın bereketiydi
yağmur yıkadı geçti
Kurban kabul olmuştuKurban kabul olmuştu
*
ANLAYIŞ
Dehşetle titriyordu
ve ağlıyordu
duyduğu HAŞYETti
sahi HAŞYET ne demekti ki???
içine doğan sadece HAŞYETti...
* * *
İNCİNMEDİ Kİ İNCİTSİN
Yer sallanıyor son zamanlarda
yavaş yavaş aheste aheste
madde ve mana içini dışına çıkartmıştı
İNCİNMEDİ Kİ İNCİTSİN
Bir insan-ı kamil göç ettiğinde
O Dağ hallaç pamuğu gibi savrulurdu
Dağın içindekiler yeni dağları çıkartırlardı
aynı volkanların denizdeki adaları meydana getirmeleri gibi
Aşk’ın ateşi dayanılmaz olduğunda
”demir erirdi toprak olurdu” işte böyle...
İNCİNMEDİ Kİ İNCİTSİN
acıtmadı kimseyi aslında
herşey olması gerektiği gibi nezaketle yapıldı
uyutulduğu yerden bedeni
tüm ÖZgürlüğü ile
Ruh’unu HÜ-Rleştirmişti
tüm kainat bir Nefes'miş
Bir Beden- Bir Kişi meğer
İNCİTMEDİ Kİ İNCİNSİN
öğretmekti O’nun işi
ve O öğretmeye devam ediyordu
Şimdi ve sonrada daima sözünüz var unutmayın!!!
HAYat devam ediyormuş öğrendim
ve hepimiz O nefesin içindeyiz
aldığım nefes-verdiğim nefes”
içinde yüzdüğüm ama farkında olmadığım Nefes-i Umman’mış”
İNCİNMEDİM HİÇ İNCİNMEDİM
A’liyyül Ömer’in adaleti gelmiş
kurtla kuzunun yan yana yaşayacağı “Altın Zaman”
ehline teslim edilmiş emanetler
seyretmek lazım -keyfetmek lazım
NE İNCİNDİK NE İNCİTİLDİK
AFFETMEK LAZIM
FOTON KUŞAĞI- NUR-U A’Lİ GELDİ
ÖMER’İN ADALETİ SANCAĞI ESDİ GELDİ...
NE İNCİNDİK NE İNCİTTİK AFFETMEK ZAMANI GELDİ
* * *
YORMUYORUZ
Düşünmemek lazım ya hani
düşünmmüyoruz
hayalinde hayaliz ya hani
ve vehmin fısıltılarında sessiz
ya da sesli düşünceleriz
yorma diyorlar yorma!!
neden?”OL”a dönüşüyor
”YORMA”
yormadan duramıyoruz
Senaryo kayıyor mu acaba?
18 bin yorumdan
birine mi kayıyorum
ama yine de vehmim durmuyor
yoruyorum
ve çok yoruluyorum
varlığın bir tek oluşu ne tuhaf
peki tüm bunca şey nedir diyorum:)
........?!!!!!(hayret)
dememeliyim
diyorumyoruyorum
ve çok yoruluyorum
OLlarımı yorduğum için beğenmiyorum
teslim olabildiğimde
ait olduğum nefesin içinde
Rahman'ın kuşatmasında
tek Nefes-tek soluk-tek nabız
OLacağız.
düşünmekten kaçıyorum
vehmimden yoruluyorum
sakinceOL diyorum. OL........
Nasıl dilersen öyle OL.........
* * *
"Dostumuz-Öğretmenimiz Ali Öztaylan Efendi bir ayı AŞKın ZAMANIdır yoğun bakımdadır.. Dualarınızı bekleriz efendim....."( 4-8-2008 sabahı)
Nur Cihan
*ALİ ÖZTAYLAN EFENDİ EBEDİYYEN HAY OLDU..HAKKA YÜRÜDÜ..O ZAMANIN BABASI-İMAMÜL GAVSDI....
dualarınız için allah razı olsun..(4-8-2008 ikindi vakti)
HAYAL
Tufan koptu
çünkü devri alemin batıni yöneticileri el değiştirdi
yenilendi sistem
ve emanetler ehillerine teslim edildi
Nuh’un Gemisi yapıldı
Gemi=İnsan-ı Kamil=Ra’nın kayığı=BE teknesinde ELİF kendisi
bir asırlık ömründekileri gemisine yükledi
ve pazarlıkların tufanı koptu
melametin gri hırkaları havada uçuştu
Yeni Güneş batı-N-dan doğdu(bu yıl İki Güneş doğdu, biri zahire biri batına)
Nuh’un Gemisi(Ra'nın kayığı=İnsan-ı Kamil teknesi) güneşin doğduğu yere gitti
Nuh suyun dönemsel döngüsüydü belki de
herşey bir atımlık Sudan değil miydi?
ve Suda hayat vardı
Su kendisini yine Su ile temziliyor demek ki
İlahi Nefes’in şiddeti tufan koparıyordu
Ateşi Ateş’in temizlediği gibi....
MADDE
Yerin altı da üstüne geldi
gizlilikler-hazineler dışarı çıktı
ortalık kaostu ama aydınlanıyordu
yer habire sallandı- durdu
Batın ve Batıl silkelendi
ayıklanma zamanı
yeni emanetçi geldi
eskiden kalanları sahiplendi
sahiplenmediklerini silkeledi
Hak ile Batıl ayrıldı
yağmur yıkadı geçti
Kurban kabul olmuştuKurban kabul olmuştu
* * *
HAYAL
Gökyüzünü kaplayan gri bir NEF-e-S-i RÜZGAR
esiyordu, boydan boya esiyordu
sevdiğimin Nefes'ini almış gidiyordu
tüm ERenLERİN Ruhlarının yanına
esiyordu NEF-e-S’i rüzgar
RAHMANın Nefes'i herşeyi kuşatmıştı
Yenilenmiş bir Nefesti
Yeni emanetçinin hükmünde esiyordu
sevdiğim –dostum Nefes-i Rahman’a kavuşmuştu
Azrail muhteşem esiyordu
çocuk yeryüzünde koşuyordu
Nefes’in altında koşuyordu
nereye..? nereye.......?
çocuk hayretle Nefes’e bakıyor, bağırıyordu
Allahümme salli alaaaaa seyyidinaaaa Muhammedinnebiii
ve alaaaaaaaaAllahü ekber Allahü ekber lailahe illAllah Allahü ekber Allahü ekberrrrrrrr
UYANIŞ
Perdeler uçuşuyordu
cennetin seherinden esen rüzgar pencereden giriyordu
soğuğu çok severdi, sevindi
Rüzgar şiddetlendi hızlandı
hava döndü –ortalık karardı
soğuk arttı
İstanbul’a tufan yağmuru geldi
o gün -bugün esen Rahman’ın Nefesi’nden esintiydi
o günden beri yağan göğün gözyaşlarıydı
Rahman’ın bereketiydi
yağmur yıkadı geçti
Kurban kabul olmuştuKurban kabul olmuştu
*
ANLAYIŞ
Dehşetle titriyordu
ve ağlıyordu
duyduğu HAŞYETti
sahi HAŞYET ne demekti ki???
içine doğan sadece HAŞYETti...
* * *
İNCİNMEDİ Kİ İNCİTSİN
Yer sallanıyor son zamanlarda
yavaş yavaş aheste aheste
madde ve mana içini dışına çıkartmıştı
İNCİNMEDİ Kİ İNCİTSİN
Bir insan-ı kamil göç ettiğinde
O Dağ hallaç pamuğu gibi savrulurdu
Dağın içindekiler yeni dağları çıkartırlardı
aynı volkanların denizdeki adaları meydana getirmeleri gibi
Aşk’ın ateşi dayanılmaz olduğunda
”demir erirdi toprak olurdu” işte böyle...
İNCİNMEDİ Kİ İNCİTSİN
acıtmadı kimseyi aslında
herşey olması gerektiği gibi nezaketle yapıldı
uyutulduğu yerden bedeni
tüm ÖZgürlüğü ile
Ruh’unu HÜ-Rleştirmişti
tüm kainat bir Nefes'miş
Bir Beden- Bir Kişi meğer
İNCİTMEDİ Kİ İNCİNSİN
öğretmekti O’nun işi
ve O öğretmeye devam ediyordu
Şimdi ve sonrada daima sözünüz var unutmayın!!!
HAYat devam ediyormuş öğrendim
ve hepimiz O nefesin içindeyiz
aldığım nefes-verdiğim nefes”
içinde yüzdüğüm ama farkında olmadığım Nefes-i Umman’mış”
İNCİNMEDİM HİÇ İNCİNMEDİM
A’liyyül Ömer’in adaleti gelmiş
kurtla kuzunun yan yana yaşayacağı “Altın Zaman”
ehline teslim edilmiş emanetler
seyretmek lazım -keyfetmek lazım
NE İNCİNDİK NE İNCİTİLDİK
AFFETMEK LAZIM
FOTON KUŞAĞI- NUR-U A’Lİ GELDİ
ÖMER’İN ADALETİ SANCAĞI ESDİ GELDİ...
NE İNCİNDİK NE İNCİTTİK AFFETMEK ZAMANI GELDİ
* * *
YORMUYORUZ
Düşünmemek lazım ya hani
düşünmmüyoruz
hayalinde hayaliz ya hani
ve vehmin fısıltılarında sessiz
ya da sesli düşünceleriz
yorma diyorlar yorma!!
neden?”OL”a dönüşüyor
”YORMA”
yormadan duramıyoruz
Senaryo kayıyor mu acaba?
18 bin yorumdan
birine mi kayıyorum
ama yine de vehmim durmuyor
yoruyorum
ve çok yoruluyorum
varlığın bir tek oluşu ne tuhaf
peki tüm bunca şey nedir diyorum:)
........?!!!!!(hayret)
dememeliyim
diyorumyoruyorum
ve çok yoruluyorum
OLlarımı yorduğum için beğenmiyorum
teslim olabildiğimde
ait olduğum nefesin içinde
Rahman'ın kuşatmasında
tek Nefes-tek soluk-tek nabız
OLacağız.
düşünmekten kaçıyorum
vehmimden yoruluyorum
sakinceOL diyorum. OL........
Nasıl dilersen öyle OL.........
* * *
"Dostumuz-Öğretmenimiz Ali Öztaylan Efendi bir ayı AŞKın ZAMANIdır yoğun bakımdadır.. Dualarınızı bekleriz efendim....."( 4-8-2008 sabahı)
Nur Cihan
*ALİ ÖZTAYLAN EFENDİ EBEDİYYEN HAY OLDU..HAKKA YÜRÜDÜ..O ZAMANIN BABASI-İMAMÜL GAVSDI....
dualarınız için allah razı olsun..(4-8-2008 ikindi vakti)
EN YÜCE’YE AİT OLAN İÇİN”DOSTUMA”
EN YÜCE’YE AİT OLAN İÇİN”DOSTUMA”
Bunu yazmamak için çok bekledim sevmeyi başardığım tek dostum, çok bekledim.. Bunu yapmamak için direndim ama sizin bunu beklediğinizi hissediyorum, üzgünüm yazıyorum...Büyük bir ciddiyetle yüzümü tutarak “bana gözyaşları ile dua et “demiştiniz.. Avucunuzu öpmüştüm. Şimdi gözyaşları ile yazıyorum..
Size gene içimden geldiği gibi mecazlarımızla yazacağım.. Bunlar sizden ve en iyi siz anlıyorsunuz zaten.. “Sizi çok az kişi anlayacak” demiştiniz.. Ben de size: “Sadece siz anlayın yeter “demiştim.. Sadece sizin için; size ait olandan hayali hatıralar yansıtmak istiyorum.....
Büyük bir sevinçle; sabahında size geleceğim geceydi.. Karanlığı yırtan ruh kuşum bedenime hızla girdi, uyandım... Yıldızların altında tesbihimi çektim... Ve denize karşı uyudum... Güneş doğarken gözlerim açıldı "Lübbü'l-lüb" (sırrın sırrı) kitabındaki İNSAN-I KAMİL dersini anlatıyordum.. Ve gözlerim açıktı.. Denizde bir kayık vardı, güneşin doğduğu yere gidiyordu. Kayığın tam ortasında bir kayıkçı ayakta, güneşten parlıyordu.. Elinde küreğini dimdik Elif gibi suya batırmıştı.. Anlatıyordum bilmeden.. ”Bu İnsan-ı Kamil Be teknesidir ve İnsan-ı Kamil Elif gibidir. Bu Be’nin sırrrıdır.... Dersin gerisini hatırlamıyorum dostum... O gün sizi evinizde ziyarete geleceğiz sanırken hastanede bulduk.. Size yaşadığımı anlattım “O Ben’miydim” dediniz.. Gerçekleşmesin diyerek “Bilmiyorum “ dedim “bilmiyorum”...
Ve parmaklarınıza gözüm takıldı.. ”Mürşidiniz Ahıskalı Ali Haydar Efendinin(Ahıskalı Ali Haydar Efendi sizin anlattığınız gibi, üç padişaha huzur hocalığı yapmış Müftü-ü sekaleyn=insanların ve cinlerinde mürşidiymiş) en kıymetli talebesine emanet ettiği üç tel gümüş yüzüğünüz solmuştu”.. Hayretle hep yüzüğünüze baktım.. Anladım ama erteledim, nasılsa siz gitmek isteyene dek bizimle kalabilirdiniz.. Ve siz hiç kimseyi incitemezdiniz...
Bunları yazıyorum çünkü sizi tutarak sizi incittiğimizin farkındalığından dolayı huzursuz oluyorum..Sizinle, sizin bendeki bu tezahürünüzle tecelli ettiğinizi anlıyorum.. Çünkü sizi sevdim..Sizi sizlerin sayesinde sevebildim. Yoksa bu benden değildir...Bu arada size haberlerim var.. Ve sizin rahatsızlığınızdan dolayı anlatamadığım yeni hayallerim..
A’li Kitabımızın ikinci bölümü bittiğinde bu sefer:
Ateşperestlerin beyaz nuru ateşi gözüktü..Önce karanlık bir perde geçti daha sonra beyaz çerağı....
Yeşil ışık geldi..
Sevgililer gününde gelen saman rengi, kırmızı mühürlü kutularımızdan biri açıldı dostum..
İçinde bembeyaz bir melek kuzu vardı..Elimde bir bıçak.. Yapamazdım..Kutuyu kapattılar, acımayacak buradan dediler
..................................................
Kan akmadı hiç ve acımadı inan...
canım efendim sevdiğim dostum....
ve tufan koptu
öyle bir tufan ki can dostlar kaçıştılar..
çarşı pazar kurulmuşmuş-pazarlıkların rüzgarıymış
sizin emanetçinizden öğrendim...
melametin gri hırkaları uçuşuyordu
elden ele geçiyordu
emanetçiler değişiyordu
canım dostum nuhun gemisi çok güzeldi
aynı siz kadar zarifti..
Sevda’nın evinin perdelerini nakkaş işliyormuş
öyle bir nakışçıydı ki,abdest ve besmele ile işleyen bir komutan eşiymiş
o işlediği nakışı henüz gözler görmemiş...
bu küçük kızları soydular efendim..
ama sonra pantaloncu terziler giydirdiler..
öncelikler tanımış terzi efendiler....
ve onlar çok cahil ve korumasızdılar..
dostları onları tam donanıma kavuşturmuşlar..
Yıldız-tabya tepesinden ardına bakan küçük izci kız gülüyordu....
***
A’li Kitabı’nın neden yazıldığını şimdi daha iyi anladım, siz öylesine büyük bir sevgi ve şefkate sahiptiniz ki;Her koşulu değerlendiriyordunuz..Benim sizdeki manayı ancak sözlük anlamında öğrenmem ve sizi tutkuyla sevmem kıskançlığı gerektiriyordu.. belki başkası olsa sizi kimse ile paylaşamazdı.. Ben de, bazen içim parçalanarak sizi herkesle paylaştım.. Sizi hiç haketmeyecek olanlarla bile.. Anlamasalar da.. Çünkü onların elinde değildi öyle olmak.. Sizin geçtiğiniz yerde sizin işaretleriniz oluyordu.. Ve sizin rüzgarınız onlara değsin istiyordum.. Biz İbrahim’in(a.s) cömertliğine bulanmıştık ya bir kez...
Yazıyordum.. Yazıya değen gözler ve okuyan her kişi bu oyuna eşlik ediyordu.. Onlar anlamasalarda biz biliyorduk.. Ve onlar sizin Ali ruhlu çocuklarınız olmayı seçebilsinler diye yazıyorduk..Siz heryerdeydiniz.. Bizlerin rüyalarında, düşüncelerindeydiniz..Sizi seviyorum.. Ama biliyorum ki, sizin kadar sevemem.. Beni evladınızla aynı yaptınız.. Bunu dünyada hak edemem ama yaşattığınız “A’li ruhumla evet aynıyız...”
Siz beni özgürleştirdiniz.. Sorduğum hemen herşeye “siz zaten biliyorsunuz evladım neymiş“ dediniz.. Sadece ipuçları verirdiniz.. Ve ipuçları kendi kendine akar aydınlanırdı.. Sanırdım ki ben bildim başlarda.. Artık ben değil sizin bendeki tecellinizle bu derslerin okunduğunu biliyorum..
İnsan, insanı tanımalı.. Herşey insandan geçiyordu... Bir insanı çok sevmeliydik.. Ama o sevdiğimizi herşeyden çok sevebilmeliydik. ”Benim” sandığımız tüm maddi değerler alınıyordu başta.. Ne ağlamıştım değil mi dostum ne ağlamıştım... Oysa onlar bana taaaaa en başta söylendiği gibi alınmayacak bir köşede, başarana dek beni bekleyeceklerdi.. Bildiğim halde kendi kendimi çok acıttım çokkk..Şimdi bakıyorum ve şöyle diyorum.. ”Yüzlerce aynı acı üst üste olsa sadece sizi tanımış olmam bile herşeye değerdi.. teşekkür ederim...Siz bana vaad edilendiniz.. Rüyamda gelecektiniz.. Ak saçlı pir-i fanim olacaktınız.. Ve ben sizi çok ama çok sevecektim.. Rüyamda öğretecektiniz.. Ve siz, herkesin önünde eğildiği en saygın olan olacaktınız.. Bir peri masalı gibiydi, inanmamıştım(aslında herşeye inanırım akıllı gözükmek için söyledim:) ama yine de unutmayayım diye bir yere yazmıştım..
Gerçek bir masal yaşattınız bana.. Tüm hayallerimi gerçekleştirdiniz.. Daha gerçekleşecek olanlar ise sırada.. Benim sınır tanımaz hayal gücümü canlandırdınız.. Hayal görürdüm; siz canlısını yaşattınız.. Ve hala yaşatıyorsunuz..
Yazıların başlarındayken gördüğüm bir miraç rüyam vardı ya.. ”Tek nokta yanında, iki nokta üst üste yanında, üç nokta üst üste devam eden noktalar zinciri.. Noktaların miraç derecelerini anlatıyordu hani.. İşte siz de demiştiniz ki.. ”Bu Allah’ın rahmetidir.. İnsan bilsin-bilmesin her an miraç eder.. Ve çok çeşitli miraç vardır. ”Şu anda siz mesela bana yeni bir miracı öğretiyorsunuz... Hastanedesiniz.. Ayetteki gibi tersine yeni doğmuş bir bebek gibi oldunuz.. Ve sonra ciğerleriniz artık bu dünya havası ile çalışmadığı için anne karnındaki gibi oldu.. Oksijene bağlandınız.....
Aşağıya inmeden evvel ki ilk halinize uruçtasınız.. Madden de hala sürekli öğretmektesiniz... Bize dönemlerinizden arada haberler yolluyorsunuz.. sizinle artık aynileşmekte olan kızınızla... Sizin yorulmanızdan çok mahcubum efendim çok, ne olur dinlenin..
..........................................................
O gün cenaze merasiminiz varmış.. Tüm dostlarınız gelmişti hani.. Ve vakit geçiyor; çabuk, çabuk diyordunuz.. Cenaze namazınıza el kaldırdınız...Ertesi gün ziyafetinizi tertip edip tüm dostlarınızla tek tek ilgilenmişsiniz..Ve daha sonra, kabirdeyim demişsiniz...Canınız hiç yanmıyor biliyorum.. Ama benim canım çok yanıyor.. Siz yoktunuz şu sıralar.. Koca bir boşluk vardı... Kimsesizdim... Konuşabileceğim kimsem kalmamıştı. Sizsiz ne yapacağım.. O yüzden tahammülüm kalmadığı için yazıyorum..
”Yüce, en yüksek, en yüce
Biz yaşayan ölüleriz
Vazife devam edecek şimdi ve sonra da daima“ demiştiniz...
Bunu hatırlatmak istedim... Kendimi hatırlatmak istedim... Sizi hatırlamak istedim..Göğsünüze koyduğum bir gül gibi olabilmek isterdim..Gözünüzden akan gözyaşını öptüğüm gibi sonsuza dek dudağınızdaki
tanıdık tevazu gülümseyişinizi öpüyorum..
YAZDIĞIM İÇİN ÖZÜR DİLERİM.. DAYANAMADIM...
(22-7-2008)
Nur Cihan
Bunu yazmamak için çok bekledim sevmeyi başardığım tek dostum, çok bekledim.. Bunu yapmamak için direndim ama sizin bunu beklediğinizi hissediyorum, üzgünüm yazıyorum...Büyük bir ciddiyetle yüzümü tutarak “bana gözyaşları ile dua et “demiştiniz.. Avucunuzu öpmüştüm. Şimdi gözyaşları ile yazıyorum..
Size gene içimden geldiği gibi mecazlarımızla yazacağım.. Bunlar sizden ve en iyi siz anlıyorsunuz zaten.. “Sizi çok az kişi anlayacak” demiştiniz.. Ben de size: “Sadece siz anlayın yeter “demiştim.. Sadece sizin için; size ait olandan hayali hatıralar yansıtmak istiyorum.....
Büyük bir sevinçle; sabahında size geleceğim geceydi.. Karanlığı yırtan ruh kuşum bedenime hızla girdi, uyandım... Yıldızların altında tesbihimi çektim... Ve denize karşı uyudum... Güneş doğarken gözlerim açıldı "Lübbü'l-lüb" (sırrın sırrı) kitabındaki İNSAN-I KAMİL dersini anlatıyordum.. Ve gözlerim açıktı.. Denizde bir kayık vardı, güneşin doğduğu yere gidiyordu. Kayığın tam ortasında bir kayıkçı ayakta, güneşten parlıyordu.. Elinde küreğini dimdik Elif gibi suya batırmıştı.. Anlatıyordum bilmeden.. ”Bu İnsan-ı Kamil Be teknesidir ve İnsan-ı Kamil Elif gibidir. Bu Be’nin sırrrıdır.... Dersin gerisini hatırlamıyorum dostum... O gün sizi evinizde ziyarete geleceğiz sanırken hastanede bulduk.. Size yaşadığımı anlattım “O Ben’miydim” dediniz.. Gerçekleşmesin diyerek “Bilmiyorum “ dedim “bilmiyorum”...
Ve parmaklarınıza gözüm takıldı.. ”Mürşidiniz Ahıskalı Ali Haydar Efendinin(Ahıskalı Ali Haydar Efendi sizin anlattığınız gibi, üç padişaha huzur hocalığı yapmış Müftü-ü sekaleyn=insanların ve cinlerinde mürşidiymiş) en kıymetli talebesine emanet ettiği üç tel gümüş yüzüğünüz solmuştu”.. Hayretle hep yüzüğünüze baktım.. Anladım ama erteledim, nasılsa siz gitmek isteyene dek bizimle kalabilirdiniz.. Ve siz hiç kimseyi incitemezdiniz...
Bunları yazıyorum çünkü sizi tutarak sizi incittiğimizin farkındalığından dolayı huzursuz oluyorum..Sizinle, sizin bendeki bu tezahürünüzle tecelli ettiğinizi anlıyorum.. Çünkü sizi sevdim..Sizi sizlerin sayesinde sevebildim. Yoksa bu benden değildir...Bu arada size haberlerim var.. Ve sizin rahatsızlığınızdan dolayı anlatamadığım yeni hayallerim..
A’li Kitabımızın ikinci bölümü bittiğinde bu sefer:
Ateşperestlerin beyaz nuru ateşi gözüktü..Önce karanlık bir perde geçti daha sonra beyaz çerağı....
Yeşil ışık geldi..
Sevgililer gününde gelen saman rengi, kırmızı mühürlü kutularımızdan biri açıldı dostum..
İçinde bembeyaz bir melek kuzu vardı..Elimde bir bıçak.. Yapamazdım..Kutuyu kapattılar, acımayacak buradan dediler
..................................................
Kan akmadı hiç ve acımadı inan...
canım efendim sevdiğim dostum....
ve tufan koptu
öyle bir tufan ki can dostlar kaçıştılar..
çarşı pazar kurulmuşmuş-pazarlıkların rüzgarıymış
sizin emanetçinizden öğrendim...
melametin gri hırkaları uçuşuyordu
elden ele geçiyordu
emanetçiler değişiyordu
canım dostum nuhun gemisi çok güzeldi
aynı siz kadar zarifti..
Sevda’nın evinin perdelerini nakkaş işliyormuş
öyle bir nakışçıydı ki,abdest ve besmele ile işleyen bir komutan eşiymiş
o işlediği nakışı henüz gözler görmemiş...
bu küçük kızları soydular efendim..
ama sonra pantaloncu terziler giydirdiler..
öncelikler tanımış terzi efendiler....
ve onlar çok cahil ve korumasızdılar..
dostları onları tam donanıma kavuşturmuşlar..
Yıldız-tabya tepesinden ardına bakan küçük izci kız gülüyordu....
***
A’li Kitabı’nın neden yazıldığını şimdi daha iyi anladım, siz öylesine büyük bir sevgi ve şefkate sahiptiniz ki;Her koşulu değerlendiriyordunuz..Benim sizdeki manayı ancak sözlük anlamında öğrenmem ve sizi tutkuyla sevmem kıskançlığı gerektiriyordu.. belki başkası olsa sizi kimse ile paylaşamazdı.. Ben de, bazen içim parçalanarak sizi herkesle paylaştım.. Sizi hiç haketmeyecek olanlarla bile.. Anlamasalar da.. Çünkü onların elinde değildi öyle olmak.. Sizin geçtiğiniz yerde sizin işaretleriniz oluyordu.. Ve sizin rüzgarınız onlara değsin istiyordum.. Biz İbrahim’in(a.s) cömertliğine bulanmıştık ya bir kez...
Yazıyordum.. Yazıya değen gözler ve okuyan her kişi bu oyuna eşlik ediyordu.. Onlar anlamasalarda biz biliyorduk.. Ve onlar sizin Ali ruhlu çocuklarınız olmayı seçebilsinler diye yazıyorduk..Siz heryerdeydiniz.. Bizlerin rüyalarında, düşüncelerindeydiniz..Sizi seviyorum.. Ama biliyorum ki, sizin kadar sevemem.. Beni evladınızla aynı yaptınız.. Bunu dünyada hak edemem ama yaşattığınız “A’li ruhumla evet aynıyız...”
Siz beni özgürleştirdiniz.. Sorduğum hemen herşeye “siz zaten biliyorsunuz evladım neymiş“ dediniz.. Sadece ipuçları verirdiniz.. Ve ipuçları kendi kendine akar aydınlanırdı.. Sanırdım ki ben bildim başlarda.. Artık ben değil sizin bendeki tecellinizle bu derslerin okunduğunu biliyorum..
İnsan, insanı tanımalı.. Herşey insandan geçiyordu... Bir insanı çok sevmeliydik.. Ama o sevdiğimizi herşeyden çok sevebilmeliydik. ”Benim” sandığımız tüm maddi değerler alınıyordu başta.. Ne ağlamıştım değil mi dostum ne ağlamıştım... Oysa onlar bana taaaaa en başta söylendiği gibi alınmayacak bir köşede, başarana dek beni bekleyeceklerdi.. Bildiğim halde kendi kendimi çok acıttım çokkk..Şimdi bakıyorum ve şöyle diyorum.. ”Yüzlerce aynı acı üst üste olsa sadece sizi tanımış olmam bile herşeye değerdi.. teşekkür ederim...Siz bana vaad edilendiniz.. Rüyamda gelecektiniz.. Ak saçlı pir-i fanim olacaktınız.. Ve ben sizi çok ama çok sevecektim.. Rüyamda öğretecektiniz.. Ve siz, herkesin önünde eğildiği en saygın olan olacaktınız.. Bir peri masalı gibiydi, inanmamıştım(aslında herşeye inanırım akıllı gözükmek için söyledim:) ama yine de unutmayayım diye bir yere yazmıştım..
Gerçek bir masal yaşattınız bana.. Tüm hayallerimi gerçekleştirdiniz.. Daha gerçekleşecek olanlar ise sırada.. Benim sınır tanımaz hayal gücümü canlandırdınız.. Hayal görürdüm; siz canlısını yaşattınız.. Ve hala yaşatıyorsunuz..
Yazıların başlarındayken gördüğüm bir miraç rüyam vardı ya.. ”Tek nokta yanında, iki nokta üst üste yanında, üç nokta üst üste devam eden noktalar zinciri.. Noktaların miraç derecelerini anlatıyordu hani.. İşte siz de demiştiniz ki.. ”Bu Allah’ın rahmetidir.. İnsan bilsin-bilmesin her an miraç eder.. Ve çok çeşitli miraç vardır. ”Şu anda siz mesela bana yeni bir miracı öğretiyorsunuz... Hastanedesiniz.. Ayetteki gibi tersine yeni doğmuş bir bebek gibi oldunuz.. Ve sonra ciğerleriniz artık bu dünya havası ile çalışmadığı için anne karnındaki gibi oldu.. Oksijene bağlandınız.....
Aşağıya inmeden evvel ki ilk halinize uruçtasınız.. Madden de hala sürekli öğretmektesiniz... Bize dönemlerinizden arada haberler yolluyorsunuz.. sizinle artık aynileşmekte olan kızınızla... Sizin yorulmanızdan çok mahcubum efendim çok, ne olur dinlenin..
..........................................................
O gün cenaze merasiminiz varmış.. Tüm dostlarınız gelmişti hani.. Ve vakit geçiyor; çabuk, çabuk diyordunuz.. Cenaze namazınıza el kaldırdınız...Ertesi gün ziyafetinizi tertip edip tüm dostlarınızla tek tek ilgilenmişsiniz..Ve daha sonra, kabirdeyim demişsiniz...Canınız hiç yanmıyor biliyorum.. Ama benim canım çok yanıyor.. Siz yoktunuz şu sıralar.. Koca bir boşluk vardı... Kimsesizdim... Konuşabileceğim kimsem kalmamıştı. Sizsiz ne yapacağım.. O yüzden tahammülüm kalmadığı için yazıyorum..
”Yüce, en yüksek, en yüce
Biz yaşayan ölüleriz
Vazife devam edecek şimdi ve sonra da daima“ demiştiniz...
Bunu hatırlatmak istedim... Kendimi hatırlatmak istedim... Sizi hatırlamak istedim..Göğsünüze koyduğum bir gül gibi olabilmek isterdim..Gözünüzden akan gözyaşını öptüğüm gibi sonsuza dek dudağınızdaki
tanıdık tevazu gülümseyişinizi öpüyorum..
YAZDIĞIM İÇİN ÖZÜR DİLERİM.. DAYANAMADIM...
(22-7-2008)
Nur Cihan
Sal salli alaaaaaa seyyidinaaaa A’liii Muhammeeeeed
Sal salli alaaaaaa mürşidinaaa Şah-ı Velayeeeeeeeeet
Ey gönül, sakın gama kendinde yol verme, kendini kedere kaptırma.
Cihanda, ruhen sana yakın olmıyanların, nâ mahremlerin sohbetine katılma.
Madem ki, kuru ekmekte, tereyi yeter buluyor; bunlarla kanaat ediyorsun,
el âlemin mağrur bakışlarına, bıyık bükmelerine zerre kadar değer verme.
* * *
Aşk odur ki, halkı neşelendirir, sevinç içinde bırakır. Aşk odur ki, neşelere neşe katar. Bizi, anamız doğurmadı. Bizi o aşk doğurdu. Bizi doğuran o anaya yüzlerce rahmet, yüzlerce aferin!
* * *
Her tarafı keder, üzüntü kaplasa, bütün insanlar kederli olsalar, aşka sıkıca tutunan kişi, kedersizdir. Zerreye bak o zerre aşka ayak bastı da, öyle bir hâle geldi ki, o zerre bir cihan oldu, iki cihanı da tuttu,
Hz. Mevlâna Muhammed Celaleddin-i Rûmî (k.s.)
* * *
ZAMAN’IMIN BABASINA(Ali ÖZtaylan için)
Daima dediğiniz gibi ”kar zarar A’li yi sevdik.”İsmimiz Ali olabilir..Ali’ yi sevmek kolay ..Maksat A’Lİ(en yüce) ye varmak “diyordunuz...Ben sizi sevdiğim için hep kardaydım..Zararım kar üstüne kardı..Muhabbeti A’lim Nur üstüne Nur’u Muhammed’di..
Masalımız başladığı gibi bir Arabi hayali ile sanki sonlandı..
Ya da herşey yeniden başladı
Yeni hayalimizdeki Arabi kitabının adı “Lübbül Lüb-Öz’ün Öz’ü”ydü..
Hayalden gözlerini açınca kitabın ilk gelen sayfasına baktı...
Sayfa başlığı İnsan-ı Kamil’di..
Düştü gene yollara
Nuh’un gemisi ile “B” sırrına
Kavuştu iki dost
Can ile Canan
Bu kavuşma da sırrın sırrı
Özün özü açılacaktı
Garip bilmez, sadece neş’e deydi o
Hoş sohbetler oldu..
Yazılar okundu..
Ağlandı..
Sarınıldı..
Eller öpüldü de öpüldü..
İki Can çay içtiler bol bol
Bardaklar değişildi
Çaylar karıştı
Şekerler boşaldı
Herşey sanki sarhoştu
Mestlik buymuş
O Pir-i Muğan’ın elindeki çaydan sarhoştu
Rahat ve teklifsiz bir muhabbetti
Bu muhabbet-i A’li den Nur Muhammed hasıl olacaktı
Beklenen an, beklenen aşk nihayet teşrif edecekti
Ali kapısında beklemişti
Hane’ye girmek için sabırla
ve hep korku ile ümit arasında
Ali kapısında uzun uzadıya,
Belki de bir AN kadar kısa tutulmuştu
Ahh dost, ahh sevgili bak ne yaptı..
Bir an da
Uzattı kolunu
Çekti kendine evladını
Ve yasladı çocuğun başını Kalbine
Buram buram Kabe kokuyordu Secdagahı
O Mihrabtı
O Mihrab-ı Resul-ü Aba
Mabed’i Kabe’ydi
İmam’ı Kabe’ydi
Zaman’ın Babası Kabe’ydi
Canlı Kur’an- ı Kabe’ydi
Dini İmanı Kabe’ydi
Kalbinde ağlıyordu
Babası ağlıyordu
Çocuk Ya Resullah (s.a.v.)diyordu
Canlı capcanlı yaşıyordu
Bana herşeyi capcanlı yaşattınız diyordu
Hayal değildi....
Hayal değildi....
O Ali kapısı, Mabed-i Resul olmuştu
O Mihrabtı, O A’ba
Öyle şefkatli bir Baba
Hem eşi, hem anası, hem evladı bir Pençe-i Aba
Gözyaşları sevinçtendi
Burada hüzün değil neşe vardı..
Huzur ve saadet-i bayram
Yaşayan Ölüler vardı
Bu Tek Vücud’un Kalbindeki
”Kalbinin bir köşesindeki"
O Bahri Umman’ın İncilerinden biri olabilirdi
Ait olduğu yer
ZAT’en kendisinden başkası değildi
Ahhh herşey ne güzelmiş
Ne saadet ve zevk
Artık ferah bahar, cennet, gül ve lale
Danseder hepsi Sema ile Sema‘da
Benim dostum Hay’dır
O Cami’ül Esma’dır
O’dur Mabed’im
Bastığı yer Kıblem
Yattığı yer Vatanım
Bedeni Bedenimdir
Yaşamayan bilemez
Yaşamak için ölmek lazım
Kınamayın sakın Bizi
Biz kınanandan ve kınayandan değiliz
Biz kuralların ötesindeyiz
Ölüden diri -diriden ölü çıkartırlarmış
Can dan Canan -Canandan Can çıkarırlarmış
Bir çocuk daha Babasına kavuştu
Yetimken kalbini buldu
Kimsesizken tüm kainat aynı oldu
Muhabbetten Nur Muhammed hasıl oldu...
* * *
Sal salli alaaaaaa seyyidinaaaa A’liii Muhammeeeeed
Sal salli alaaaaaa mürşidinaaaa Şah-ı Velayeeeeeeeeet
*
KENDİMİZ İÇİN AÇIKLAMA:
İlk 11 bölümlük yazı ile A’li Kitabı bitti sanmıştım.. Şimdi anladım ki; ”2. Kitapta NUR(foton kuşağı) ile başlayan A’li Kitabının açıklaması sandığım,(yine 11 nüsha olan birinci de anlatılan herşeyin daha açık yazıldığı) 2. bölümde sona erdi...: ”Yani ilk başladıgıçtaki Nur’un hayat bulması ile sonlandı.. Okuyan herkese mübarek olsun..:)
Yazılar daima canlıdır.. Onlara hayat verense bizim inancımızdır..
Kendi inandığımız –iman ettiğimiz, hayallerimiz-dinimiz de canlıdır.. Kendimizi sınırlamayalım lütfen.. Sınır bize göre sınırsızdır...
Daima Zamanın Emanetçisi A’li bir Ruh’a emanetiz.. Amin...
Nur Cihan
bugün doğum günümüz
bugün diriliş günümüz
bugün 40+1 günümüz
bugün tüm sistem bununla olur denilen günümüz
hadi uyan ,uyan hadi
sağ gözünüzden akan gözyaşı damlasını
öptüğüm gibi
tevazu ile ile tanıdık gülümseyen dudağınızdan
sonsuza dek öpüyorum..
ve yazmaya korkuyorum..
gerçekleşen yazılardan
"ol"a dönüşen kelimelerden ürküyorum..
en son dediğiniz gibi
"a'li -en yüce-en yüksek
vazife devam edecek şimdi ve sonra da ,daima"
sizi kalbimde ,bedenimde taşıyacağım
şimdi ve sonsuza dek beraberce:)
nur cihan17-7-2008(40+1)
Sal salli alaaaaaa mürşidinaaa Şah-ı Velayeeeeeeeeet
Ey gönül, sakın gama kendinde yol verme, kendini kedere kaptırma.
Cihanda, ruhen sana yakın olmıyanların, nâ mahremlerin sohbetine katılma.
Madem ki, kuru ekmekte, tereyi yeter buluyor; bunlarla kanaat ediyorsun,
el âlemin mağrur bakışlarına, bıyık bükmelerine zerre kadar değer verme.
* * *
Aşk odur ki, halkı neşelendirir, sevinç içinde bırakır. Aşk odur ki, neşelere neşe katar. Bizi, anamız doğurmadı. Bizi o aşk doğurdu. Bizi doğuran o anaya yüzlerce rahmet, yüzlerce aferin!
* * *
Her tarafı keder, üzüntü kaplasa, bütün insanlar kederli olsalar, aşka sıkıca tutunan kişi, kedersizdir. Zerreye bak o zerre aşka ayak bastı da, öyle bir hâle geldi ki, o zerre bir cihan oldu, iki cihanı da tuttu,
Hz. Mevlâna Muhammed Celaleddin-i Rûmî (k.s.)
* * *
ZAMAN’IMIN BABASINA(Ali ÖZtaylan için)
Daima dediğiniz gibi ”kar zarar A’li yi sevdik.”İsmimiz Ali olabilir..Ali’ yi sevmek kolay ..Maksat A’Lİ(en yüce) ye varmak “diyordunuz...Ben sizi sevdiğim için hep kardaydım..Zararım kar üstüne kardı..Muhabbeti A’lim Nur üstüne Nur’u Muhammed’di..
Masalımız başladığı gibi bir Arabi hayali ile sanki sonlandı..
Ya da herşey yeniden başladı
Yeni hayalimizdeki Arabi kitabının adı “Lübbül Lüb-Öz’ün Öz’ü”ydü..
Hayalden gözlerini açınca kitabın ilk gelen sayfasına baktı...
Sayfa başlığı İnsan-ı Kamil’di..
Düştü gene yollara
Nuh’un gemisi ile “B” sırrına
Kavuştu iki dost
Can ile Canan
Bu kavuşma da sırrın sırrı
Özün özü açılacaktı
Garip bilmez, sadece neş’e deydi o
Hoş sohbetler oldu..
Yazılar okundu..
Ağlandı..
Sarınıldı..
Eller öpüldü de öpüldü..
İki Can çay içtiler bol bol
Bardaklar değişildi
Çaylar karıştı
Şekerler boşaldı
Herşey sanki sarhoştu
Mestlik buymuş
O Pir-i Muğan’ın elindeki çaydan sarhoştu
Rahat ve teklifsiz bir muhabbetti
Bu muhabbet-i A’li den Nur Muhammed hasıl olacaktı
Beklenen an, beklenen aşk nihayet teşrif edecekti
Ali kapısında beklemişti
Hane’ye girmek için sabırla
ve hep korku ile ümit arasında
Ali kapısında uzun uzadıya,
Belki de bir AN kadar kısa tutulmuştu
Ahh dost, ahh sevgili bak ne yaptı..
Bir an da
Uzattı kolunu
Çekti kendine evladını
Ve yasladı çocuğun başını Kalbine
Buram buram Kabe kokuyordu Secdagahı
O Mihrabtı
O Mihrab-ı Resul-ü Aba
Mabed’i Kabe’ydi
İmam’ı Kabe’ydi
Zaman’ın Babası Kabe’ydi
Canlı Kur’an- ı Kabe’ydi
Dini İmanı Kabe’ydi
Kalbinde ağlıyordu
Babası ağlıyordu
Çocuk Ya Resullah (s.a.v.)diyordu
Canlı capcanlı yaşıyordu
Bana herşeyi capcanlı yaşattınız diyordu
Hayal değildi....
Hayal değildi....
O Ali kapısı, Mabed-i Resul olmuştu
O Mihrabtı, O A’ba
Öyle şefkatli bir Baba
Hem eşi, hem anası, hem evladı bir Pençe-i Aba
Gözyaşları sevinçtendi
Burada hüzün değil neşe vardı..
Huzur ve saadet-i bayram
Yaşayan Ölüler vardı
Bu Tek Vücud’un Kalbindeki
”Kalbinin bir köşesindeki"
O Bahri Umman’ın İncilerinden biri olabilirdi
Ait olduğu yer
ZAT’en kendisinden başkası değildi
Ahhh herşey ne güzelmiş
Ne saadet ve zevk
Artık ferah bahar, cennet, gül ve lale
Danseder hepsi Sema ile Sema‘da
Benim dostum Hay’dır
O Cami’ül Esma’dır
O’dur Mabed’im
Bastığı yer Kıblem
Yattığı yer Vatanım
Bedeni Bedenimdir
Yaşamayan bilemez
Yaşamak için ölmek lazım
Kınamayın sakın Bizi
Biz kınanandan ve kınayandan değiliz
Biz kuralların ötesindeyiz
Ölüden diri -diriden ölü çıkartırlarmış
Can dan Canan -Canandan Can çıkarırlarmış
Bir çocuk daha Babasına kavuştu
Yetimken kalbini buldu
Kimsesizken tüm kainat aynı oldu
Muhabbetten Nur Muhammed hasıl oldu...
* * *
Sal salli alaaaaaa seyyidinaaaa A’liii Muhammeeeeed
Sal salli alaaaaaa mürşidinaaaa Şah-ı Velayeeeeeeeeet
*
KENDİMİZ İÇİN AÇIKLAMA:
İlk 11 bölümlük yazı ile A’li Kitabı bitti sanmıştım.. Şimdi anladım ki; ”2. Kitapta NUR(foton kuşağı) ile başlayan A’li Kitabının açıklaması sandığım,(yine 11 nüsha olan birinci de anlatılan herşeyin daha açık yazıldığı) 2. bölümde sona erdi...: ”Yani ilk başladıgıçtaki Nur’un hayat bulması ile sonlandı.. Okuyan herkese mübarek olsun..:)
Yazılar daima canlıdır.. Onlara hayat verense bizim inancımızdır..
Kendi inandığımız –iman ettiğimiz, hayallerimiz-dinimiz de canlıdır.. Kendimizi sınırlamayalım lütfen.. Sınır bize göre sınırsızdır...
Daima Zamanın Emanetçisi A’li bir Ruh’a emanetiz.. Amin...
Nur Cihan
bugün doğum günümüz
bugün diriliş günümüz
bugün 40+1 günümüz
bugün tüm sistem bununla olur denilen günümüz
hadi uyan ,uyan hadi
sağ gözünüzden akan gözyaşı damlasını
öptüğüm gibi
tevazu ile ile tanıdık gülümseyen dudağınızdan
sonsuza dek öpüyorum..
ve yazmaya korkuyorum..
gerçekleşen yazılardan
"ol"a dönüşen kelimelerden ürküyorum..
en son dediğiniz gibi
"a'li -en yüce-en yüksek
vazife devam edecek şimdi ve sonra da ,daima"
sizi kalbimde ,bedenimde taşıyacağım
şimdi ve sonsuza dek beraberce:)
nur cihan17-7-2008(40+1)
MANA BABAMA
(BANDIRMALI TATLICI ALİ EFENDİME)
Selamün aleyküm ey güzel dostum..
Sizi sevmeme izin verdiğiniz için, ne kadar teşekkür etsem asla yetmeyeceğini biliyorum.. Siz, beni sevmeseyi dilemeseydiniz, size ulaşmam imkansız olurdu zaten..
İçimden geldiği için size mektup yazmak istedim.. Eski zaman insanları gibi.. Ya da sizin zamaneliğiniz zamanları gibi.. Latif Amcanın ebediyyen Hay olması ile kalbime düşen vaktimizin çok az kaldığı idi.. Allahu Teala, O’nun duasını kabul etmiş ve hep istediği gibi sizden evvel emanetini; sizin kollarınızda vererek Hak’ka yürümüştü..
Size cenazesinden birşeyler yazmak isterim.. Tabutu aynı ilmin tadı portakal kabuğu suyu tadında kokuyordu.. Cenaze merasimi konuşmasını yapan bey: ”Osmanlı’nın son halkalarından birini daha kaybettik“ dedi.. Camiden çıkışta şehrinizin “Kuş Festivali“ şenlikleri dolayısı ile gelmiş olan mehteran takımı, milli giysileriyle dünya halk dansları toplulukları sessiz ve saygılı yürüyüşü ile sanki son kalanlardan nadir bir Osmanlıyı uğurluyordu.. Bu törende tüm mecazlar toplanmıştı, ne harika bir mana değil mi?..
Kabrinin başında O’nu ve sizi sevenler buluştular.. Ve bazı dostlar daire oldular.. ”Hay Hay Huuu.. Hay Hay Huuuu.. Ve davet ettiler dünyanın yedi diyarının pirlerini, erlerini.. Allah... Allah... Allah..... İllallah..." Rahmetlerini yağdırdılar dostlarına. Hay Hay Huuuuuuu.
Aslında hediyeleri veren sizlerdiniz... Dönüşümüzde efeler zeybek oynuyorlardı... Gerçek bir düğün ve şenlik oldu O ebedi dirilik, Latif Baltutan’a..
Zaten bizim kadınlarımızın ve erkeklerimizin en latif kalpleri sizdeydi.. Kalplerimiz birbirini bir kere sevmişti..Size bir türlü ulaşamıyordum başlarda.. Her derdimi Latif Amcama anlatıyordum.. O da tüm sabrı ve akıl almaz ince nezaketi ile beni teselli etmeye çalışıyordu..Birgün kapıdan çıkarken bana şöyle dedi.. ”Ali Amcanın bir kaç kişilk kontenjanı vardır merak etme..:) Ve artık rüyalarını onunla beraber göreceksin korkma“...
O olmasaydı ben size belki de asla ulaşamayacaktım.. Yani Ali kapısına gelebilmek için Latif kapısından geçmem lazımdı.. Çok şükür ki sizlerin himmeti ile sizi sevebildim.. Yoksa benim taş kesmiş kalbime aşk nasıl yerleşebilirdi ki..
Latif amcamın gitmesi ile vaktimizin daraldığını biliyorum.. Ve yer sallanıyor.. Hz Mevlana’nın dediği gibi büyük lokmayı istiyor... ”Lütfen yere söyleyin çok sallamasın olur mu, lütfen..!!..”
Sizsizliğe dayanamayacağımı biliyorum, hep başından beri korktuğumla yüzleşeceğim.. Elimi uzattığım her şeyin yok olmasına çok alıştım oysa sizin yokluğunuza alışamayacağım.. O yüzden de sizi kalbime kazıyorum.. Gözlerimi kapattığımda görebileyim diye sizi gözlerime yazıyorum...
Tevbe veriliyor, aşk veriliyor, zikriniz hallediliyor ama aşkı yaşatacak öğretmenim olan siz beni tutuşturup öyle gidiyorsunuz.. Her şey yerli yerinde ve merkezinde biliyorum lakin işte hayat acı ve dramatik oynanıyor..
Siz bana “Daimi Neş’enin de mekanını öğrettiniz ve daraldığımda kalkıp Sıla-i Rahim’de Sema’mı da yapıyorum... Mekan bizim, aşk bizim, hepimiz aynı biziz ama gözlerimi açtığımda ve müzik durduğunda sihir de bozuluyor...Daimi bir hüzün var sanki.. Bu yalnızlık, derin ve içsel yalnızlık çok zevkli...
Şimdi içimden geldiği gibi yazarak dağıtmak istiyorum.. İstediğim herşeyi yazmam konusunda izinli olduğumu ve korkmamamı söylemiştiniz.. Şimdi bu sözünüzü yerine getireceğim. Çünkü iplerin ne benim ne de başkalarının elinde olmadığını anladım.. İpin ucu nasılsa, hatalarımız da çekilir... Harfleri nasıl sevdiğimi ve onlardan aldığım lezzeti biliyorsunuzdur... Beni kalbinizle okuduğunuzu söylüyorsunuz ve baştan beri öyle olduğunu biliyorum.. Hümeyra abla size yazıları okurken de onu “bir meleğin sesi” gibi dinlediğinizi de.. Ne mutlu O’na..
Geçen gün Lütfi Filiz’in “Noktanın Sonsuzluğu” adlı kitabının 3. cildinin sonunda harflerin ilmi vardı.. Allah'tan çok kısa bir bölümdü, inanılmaz keyifliydi Ali Amcacığım.. Harfler dayanılmaz güzel ve iştah açıcı derinlikte anlamlara sahiptiler.. Okurken sanki hepsi açılıp açılıp, gel gel diyorlardı.. Birgün harflerin içine girip seyahat edeceğime hep inandım.:) Sayenizde ve himmetinizle inşallah ve amin...
Sizle yıldızların arasındaki işaret tabelalarına ve Mavi Davut Yıldızına dek seyahat edebilmeyi isterdim.. İnşallah ve amin...
Siz başıma gelen en güzel şeydiniz.. Baktığınız her şeyi eriten tevazuya sahiptiniz.. Sizin karşınızda insan: ”Acaba ben insan mıyım?” diyor.. Ve siz ömrünüz boyunca; içimizdeki hayvani huylarımızı insan kılıfı ile kapayan bizleri, gerçek insan haline getirmek için hizmet etmiştiniz ve halen de öyle.. Ve sonsuza dek de öyle ...
Benim anlattıklarımı ya da yazdıklarımı pek kimseler anlamıyor hoş ben de anlamıyorum ya.. Siz peki, beni nasıl benden daha iyi anlayıp çözebiliyorsunuz? Kendimi öğrenmem ve kendime seyahat edebilmem için sizin rehberliğinize muhtacım..Bana yaşattığınız o bir namazlık hakikatin anlamının ciltler dolusu kitap olduğunu söylemiştiniz.. Ve dediğinizden beri yazıp durduğum hatırlama mektuplarından çok şey hatırladım şükürler olsun.. Lakin parçalarım tamamlanmadı.. Hatırlamak istediğim o esas andan henüz haber yok.. Esenlik yurduna gömülen İbrahim'in a.s.ın ayakları gibi birbirine dolanmış, bembeyaz ve o çok güzelden hala haber yok!!....
Eskiden bir sembolde onlarca mana bulduğumda, çılgınca heyecana kapılır ve herkese anlatmak isterdim.. Şimdi sayenizde her şeyde MuhammedAli’ yi anlıyorum başka da mana yok zaten.. Artık heyecanlarım kalmadı.. Her anlam sanki içime çöküyor ve içimde yoğunlaşan muazzam bir güce dönüşüyor.. Aynı bir kara delik gibi içe çöktüğümü hissediyorum, sanki büyük patlamam olacak ve ben artık bundan hiç korkmuyorum.. Sakince bekliyorum, sayenizde.. Bendeki tüm korkuları temizlediğiniz için Allah sizi çıkılacak en yüce manalara çıkarsın diliyorum..
Her hafta yazdığımda; benim aslında hiçbir ilmim yok.. Nasıl yazıyorum ki, haftaya yazacak birşeyim olmayacak diyorum.... Haftaya bakıyorum ki gene yazıyorum.. Aslında sizin de bildiğiniz gibi “ben sadece size yazıyorum”.. Siz, beni kalbinizle okuduğunuz için ve bana hayalimde vermiş olduğunuz “A’li Kitabını” iyi okuyabilmiş miyim diye merakla yazıyorum..
Yazdıklarımı en çok ben okuyorum, acaba ne demek istemişim diye.. Ve sürekli hatırlıyorum hatırlıyorum.. Sizin semboleriniz rüyalarıma, kelimeleriniz gönlüme doğuyor..
Bu A’li kitabını bana okuttuğunuz için size minnettarım, biliyorum ki bedeli asla ödenemeyecektir. A’li ruhlu çocuklara masal sandığım kitabımız; aslında sizin bize yaşattığınız, masalınıza dönüştü.. Bizde, sizin A’li ruhlu çocuklarınız var... Bizim ailelerimizi aşıladınız.. Ve aşı tuttu.. Emanetleriniz daim emrinizde.. Estafirullah diyeceğinizi bildiğim için sonsuz kere sonsuz estafirullah diyorum...
Latif amca ile en son cuma günü telefonda görüşmüştük.. İki senedir O’nunla görüştüğüm en neşeli halindeydi.. Vuslatın müjdesinden sanırım öyleydi.. Biliyorsunuz O nerede ise hiç yemek yemiyordu.. Biraz yemek yerse daha iyi olabileceğini söylediğim bir keresinde: ”Ama ben o kadar lezzetli nimetlerle besleniyorum ki, onları (dünya nimetlerini) yiyemiyorum“ demişti..Ve son görüşmemizde “size yazdığım bu yazıların asla kirlenmeyeceğini ve kirletilemeyeceğini“söyledi.. ”Çünkü onlar öyle temiz–saf bir kaynaktan gelen sütlerdir ki; o kaynak asla bulanamaz, kimseye de zarar veremezler korkma” dedi..
İlk yazmaya başladığımda ne yazdığımı anladığım ilk ayın sonunda dehşetten evden çıkamaz olmuştum Ali amcacığım.. Kalbime gelen manaları kabul etmek çok zordu.. Hep ağlıyordum.. Ve ortaya çıkan anlamların özetini, bana çok kızar sandığım Latif amcama da anlattım.. Gülerek: “Hepsi doğru.. Sakın korkma, yaz hiç birşey olmayacak” demişti.. Akabinde siz de 'korkma, yaz' dediniz..İşte hep beraber yazıyoruz.. Ama ne yazdığımı ben, henüz tam bilmiyorum..:)Bilmemeyi de sevmek hoş geliyor bazen.. Zaten aslında hiçbir şey de bilmiyoruz değil mi?
Şimdi harflerle dans ederek size bir sema gösterisi sunmak istiyorum.. Bunu kendimde yeni oturttuğum için size gösteri yapmak istiyorum..
1.PERDE
Ve Allah arş’a istiva etti -Ayan-ı sabitede Rahmanın damlaları
2. PERDE
Babada incirdeki çokluk-er suyuyuz
3. PERDE
Anne Rahiminde yumurta içinde aynı varlıkız
4. PERDE
Ve latif kalbim, gönlümün incileri
5.PERDE
Arş-ı rahman olmuş A’Lİ kalbinizi
6. PERDE
Latif kalbimdeki incilerle selamlıyorlarVe eğiliyorlar, secde ediyorlar................................
7. PERDE.............SONSUZ ..................................
Bunları okuyan güzel ve tertemiz insan.!!.... Sizlerle bizleri tek bir aile yaptılar... Artık ebediyyen tek aile, tek kardeş olduk inanın.. Baştan beri yapılan da buydu.. Cömertliğin zirvesi... Merhametin zirvesi de buydu işte.. Hep başkası için çalışan aslında kendisini ve kendine ait olan herşeyi kazanıyordu, hem de ebediyyen.. Ama bunu farkında olmadan yapmak gerekiyordu.. Cömertlik karşılıksız olmalıydı, o manasını zamanla getiriyordu işte..
Ali amcama Allah’ın bir lutfu ile kalbimin kırıldığı birgün; hiç anlamını bilmeden ettiğim bir cömertlik niyeti ile ulaşabildim.. O niyet beni onunla Beyt’ül Mamur’a çıkarmıştı.. Hem de “tüm ümmet erguvani niyetimin kadınlarıydı.”
Tek güzel bir niyetin kapsadığı alan buysa ömrümüz boyunca yapacağımız iyi ve cömert hallerin ümmetleri acaba ne kadar olacaktır..?
Ali Amcacığım bana yaşattığınız muhteşem güzellikler için, sizi sevmeyi başarabilmem için yaptığınız dua çalışmaları için Allah sizden razı olsun daima ve ebediyyen.. Siz gerçek “Kul“ olmayı başarmış nadide kişilerdensiniz, öğrendim.. Mananızın önünde saygıyla eğiliyorum.. Çünkü önemli olan tek şey sevmeyi öğrenmektir.. Sevince herşey, kendiliğinden çekim gücünü zaten oluşturuyordu.. Baştaki o uzaklık bu çekim için gerekliydi şimdi daha iyi anlıyorum..
Avcılar daima avı avlarlar.. Sizin avınız olduğum için Allah’a şükrediyorum.. Siz benim gönlümde ebediyyen yaşayacaksınız..Benim kural tanımaz, edeb bilmez, meşreb tutmaz yapıma hiç -bir –şey-siz yaklaştınız...
Ben sizin hiçliği yaşayışınızdaki tevazuyu, yaşamanızdaki o A’li ilminizi sevdim..
Ben sizdeki CemAli’ yi sevdim...Sizi kendim gibi sevdim.. Hatta kendimden daha çok sevdim... Hatta sizi kendim bildim..:)
Hiçbir zaman size veda etmeyeceğim.... Hiç...... Hiç.... Hay Hay Huuuuuuu
* * *
Nur Cihan
(BANDIRMALI TATLICI ALİ EFENDİME)
Selamün aleyküm ey güzel dostum..
Sizi sevmeme izin verdiğiniz için, ne kadar teşekkür etsem asla yetmeyeceğini biliyorum.. Siz, beni sevmeseyi dilemeseydiniz, size ulaşmam imkansız olurdu zaten..
İçimden geldiği için size mektup yazmak istedim.. Eski zaman insanları gibi.. Ya da sizin zamaneliğiniz zamanları gibi.. Latif Amcanın ebediyyen Hay olması ile kalbime düşen vaktimizin çok az kaldığı idi.. Allahu Teala, O’nun duasını kabul etmiş ve hep istediği gibi sizden evvel emanetini; sizin kollarınızda vererek Hak’ka yürümüştü..
Size cenazesinden birşeyler yazmak isterim.. Tabutu aynı ilmin tadı portakal kabuğu suyu tadında kokuyordu.. Cenaze merasimi konuşmasını yapan bey: ”Osmanlı’nın son halkalarından birini daha kaybettik“ dedi.. Camiden çıkışta şehrinizin “Kuş Festivali“ şenlikleri dolayısı ile gelmiş olan mehteran takımı, milli giysileriyle dünya halk dansları toplulukları sessiz ve saygılı yürüyüşü ile sanki son kalanlardan nadir bir Osmanlıyı uğurluyordu.. Bu törende tüm mecazlar toplanmıştı, ne harika bir mana değil mi?..
Kabrinin başında O’nu ve sizi sevenler buluştular.. Ve bazı dostlar daire oldular.. ”Hay Hay Huuu.. Hay Hay Huuuu.. Ve davet ettiler dünyanın yedi diyarının pirlerini, erlerini.. Allah... Allah... Allah..... İllallah..." Rahmetlerini yağdırdılar dostlarına. Hay Hay Huuuuuuu.
Aslında hediyeleri veren sizlerdiniz... Dönüşümüzde efeler zeybek oynuyorlardı... Gerçek bir düğün ve şenlik oldu O ebedi dirilik, Latif Baltutan’a..
Zaten bizim kadınlarımızın ve erkeklerimizin en latif kalpleri sizdeydi.. Kalplerimiz birbirini bir kere sevmişti..Size bir türlü ulaşamıyordum başlarda.. Her derdimi Latif Amcama anlatıyordum.. O da tüm sabrı ve akıl almaz ince nezaketi ile beni teselli etmeye çalışıyordu..Birgün kapıdan çıkarken bana şöyle dedi.. ”Ali Amcanın bir kaç kişilk kontenjanı vardır merak etme..:) Ve artık rüyalarını onunla beraber göreceksin korkma“...
O olmasaydı ben size belki de asla ulaşamayacaktım.. Yani Ali kapısına gelebilmek için Latif kapısından geçmem lazımdı.. Çok şükür ki sizlerin himmeti ile sizi sevebildim.. Yoksa benim taş kesmiş kalbime aşk nasıl yerleşebilirdi ki..
Latif amcamın gitmesi ile vaktimizin daraldığını biliyorum.. Ve yer sallanıyor.. Hz Mevlana’nın dediği gibi büyük lokmayı istiyor... ”Lütfen yere söyleyin çok sallamasın olur mu, lütfen..!!..”
Sizsizliğe dayanamayacağımı biliyorum, hep başından beri korktuğumla yüzleşeceğim.. Elimi uzattığım her şeyin yok olmasına çok alıştım oysa sizin yokluğunuza alışamayacağım.. O yüzden de sizi kalbime kazıyorum.. Gözlerimi kapattığımda görebileyim diye sizi gözlerime yazıyorum...
Tevbe veriliyor, aşk veriliyor, zikriniz hallediliyor ama aşkı yaşatacak öğretmenim olan siz beni tutuşturup öyle gidiyorsunuz.. Her şey yerli yerinde ve merkezinde biliyorum lakin işte hayat acı ve dramatik oynanıyor..
Siz bana “Daimi Neş’enin de mekanını öğrettiniz ve daraldığımda kalkıp Sıla-i Rahim’de Sema’mı da yapıyorum... Mekan bizim, aşk bizim, hepimiz aynı biziz ama gözlerimi açtığımda ve müzik durduğunda sihir de bozuluyor...Daimi bir hüzün var sanki.. Bu yalnızlık, derin ve içsel yalnızlık çok zevkli...
Şimdi içimden geldiği gibi yazarak dağıtmak istiyorum.. İstediğim herşeyi yazmam konusunda izinli olduğumu ve korkmamamı söylemiştiniz.. Şimdi bu sözünüzü yerine getireceğim. Çünkü iplerin ne benim ne de başkalarının elinde olmadığını anladım.. İpin ucu nasılsa, hatalarımız da çekilir... Harfleri nasıl sevdiğimi ve onlardan aldığım lezzeti biliyorsunuzdur... Beni kalbinizle okuduğunuzu söylüyorsunuz ve baştan beri öyle olduğunu biliyorum.. Hümeyra abla size yazıları okurken de onu “bir meleğin sesi” gibi dinlediğinizi de.. Ne mutlu O’na..
Geçen gün Lütfi Filiz’in “Noktanın Sonsuzluğu” adlı kitabının 3. cildinin sonunda harflerin ilmi vardı.. Allah'tan çok kısa bir bölümdü, inanılmaz keyifliydi Ali Amcacığım.. Harfler dayanılmaz güzel ve iştah açıcı derinlikte anlamlara sahiptiler.. Okurken sanki hepsi açılıp açılıp, gel gel diyorlardı.. Birgün harflerin içine girip seyahat edeceğime hep inandım.:) Sayenizde ve himmetinizle inşallah ve amin...
Sizle yıldızların arasındaki işaret tabelalarına ve Mavi Davut Yıldızına dek seyahat edebilmeyi isterdim.. İnşallah ve amin...
Siz başıma gelen en güzel şeydiniz.. Baktığınız her şeyi eriten tevazuya sahiptiniz.. Sizin karşınızda insan: ”Acaba ben insan mıyım?” diyor.. Ve siz ömrünüz boyunca; içimizdeki hayvani huylarımızı insan kılıfı ile kapayan bizleri, gerçek insan haline getirmek için hizmet etmiştiniz ve halen de öyle.. Ve sonsuza dek de öyle ...
Benim anlattıklarımı ya da yazdıklarımı pek kimseler anlamıyor hoş ben de anlamıyorum ya.. Siz peki, beni nasıl benden daha iyi anlayıp çözebiliyorsunuz? Kendimi öğrenmem ve kendime seyahat edebilmem için sizin rehberliğinize muhtacım..Bana yaşattığınız o bir namazlık hakikatin anlamının ciltler dolusu kitap olduğunu söylemiştiniz.. Ve dediğinizden beri yazıp durduğum hatırlama mektuplarından çok şey hatırladım şükürler olsun.. Lakin parçalarım tamamlanmadı.. Hatırlamak istediğim o esas andan henüz haber yok.. Esenlik yurduna gömülen İbrahim'in a.s.ın ayakları gibi birbirine dolanmış, bembeyaz ve o çok güzelden hala haber yok!!....
Eskiden bir sembolde onlarca mana bulduğumda, çılgınca heyecana kapılır ve herkese anlatmak isterdim.. Şimdi sayenizde her şeyde MuhammedAli’ yi anlıyorum başka da mana yok zaten.. Artık heyecanlarım kalmadı.. Her anlam sanki içime çöküyor ve içimde yoğunlaşan muazzam bir güce dönüşüyor.. Aynı bir kara delik gibi içe çöktüğümü hissediyorum, sanki büyük patlamam olacak ve ben artık bundan hiç korkmuyorum.. Sakince bekliyorum, sayenizde.. Bendeki tüm korkuları temizlediğiniz için Allah sizi çıkılacak en yüce manalara çıkarsın diliyorum..
Her hafta yazdığımda; benim aslında hiçbir ilmim yok.. Nasıl yazıyorum ki, haftaya yazacak birşeyim olmayacak diyorum.... Haftaya bakıyorum ki gene yazıyorum.. Aslında sizin de bildiğiniz gibi “ben sadece size yazıyorum”.. Siz, beni kalbinizle okuduğunuz için ve bana hayalimde vermiş olduğunuz “A’li Kitabını” iyi okuyabilmiş miyim diye merakla yazıyorum..
Yazdıklarımı en çok ben okuyorum, acaba ne demek istemişim diye.. Ve sürekli hatırlıyorum hatırlıyorum.. Sizin semboleriniz rüyalarıma, kelimeleriniz gönlüme doğuyor..
Bu A’li kitabını bana okuttuğunuz için size minnettarım, biliyorum ki bedeli asla ödenemeyecektir. A’li ruhlu çocuklara masal sandığım kitabımız; aslında sizin bize yaşattığınız, masalınıza dönüştü.. Bizde, sizin A’li ruhlu çocuklarınız var... Bizim ailelerimizi aşıladınız.. Ve aşı tuttu.. Emanetleriniz daim emrinizde.. Estafirullah diyeceğinizi bildiğim için sonsuz kere sonsuz estafirullah diyorum...
Latif amca ile en son cuma günü telefonda görüşmüştük.. İki senedir O’nunla görüştüğüm en neşeli halindeydi.. Vuslatın müjdesinden sanırım öyleydi.. Biliyorsunuz O nerede ise hiç yemek yemiyordu.. Biraz yemek yerse daha iyi olabileceğini söylediğim bir keresinde: ”Ama ben o kadar lezzetli nimetlerle besleniyorum ki, onları (dünya nimetlerini) yiyemiyorum“ demişti..Ve son görüşmemizde “size yazdığım bu yazıların asla kirlenmeyeceğini ve kirletilemeyeceğini“söyledi.. ”Çünkü onlar öyle temiz–saf bir kaynaktan gelen sütlerdir ki; o kaynak asla bulanamaz, kimseye de zarar veremezler korkma” dedi..
İlk yazmaya başladığımda ne yazdığımı anladığım ilk ayın sonunda dehşetten evden çıkamaz olmuştum Ali amcacığım.. Kalbime gelen manaları kabul etmek çok zordu.. Hep ağlıyordum.. Ve ortaya çıkan anlamların özetini, bana çok kızar sandığım Latif amcama da anlattım.. Gülerek: “Hepsi doğru.. Sakın korkma, yaz hiç birşey olmayacak” demişti.. Akabinde siz de 'korkma, yaz' dediniz..İşte hep beraber yazıyoruz.. Ama ne yazdığımı ben, henüz tam bilmiyorum..:)Bilmemeyi de sevmek hoş geliyor bazen.. Zaten aslında hiçbir şey de bilmiyoruz değil mi?
Şimdi harflerle dans ederek size bir sema gösterisi sunmak istiyorum.. Bunu kendimde yeni oturttuğum için size gösteri yapmak istiyorum..
1.PERDE
Ve Allah arş’a istiva etti -Ayan-ı sabitede Rahmanın damlaları
2. PERDE
Babada incirdeki çokluk-er suyuyuz
3. PERDE
Anne Rahiminde yumurta içinde aynı varlıkız
4. PERDE
Ve latif kalbim, gönlümün incileri
5.PERDE
Arş-ı rahman olmuş A’Lİ kalbinizi
6. PERDE
Latif kalbimdeki incilerle selamlıyorlarVe eğiliyorlar, secde ediyorlar................................
7. PERDE.............SONSUZ ..................................
Bunları okuyan güzel ve tertemiz insan.!!.... Sizlerle bizleri tek bir aile yaptılar... Artık ebediyyen tek aile, tek kardeş olduk inanın.. Baştan beri yapılan da buydu.. Cömertliğin zirvesi... Merhametin zirvesi de buydu işte.. Hep başkası için çalışan aslında kendisini ve kendine ait olan herşeyi kazanıyordu, hem de ebediyyen.. Ama bunu farkında olmadan yapmak gerekiyordu.. Cömertlik karşılıksız olmalıydı, o manasını zamanla getiriyordu işte..
Ali amcama Allah’ın bir lutfu ile kalbimin kırıldığı birgün; hiç anlamını bilmeden ettiğim bir cömertlik niyeti ile ulaşabildim.. O niyet beni onunla Beyt’ül Mamur’a çıkarmıştı.. Hem de “tüm ümmet erguvani niyetimin kadınlarıydı.”
Tek güzel bir niyetin kapsadığı alan buysa ömrümüz boyunca yapacağımız iyi ve cömert hallerin ümmetleri acaba ne kadar olacaktır..?
Ali Amcacığım bana yaşattığınız muhteşem güzellikler için, sizi sevmeyi başarabilmem için yaptığınız dua çalışmaları için Allah sizden razı olsun daima ve ebediyyen.. Siz gerçek “Kul“ olmayı başarmış nadide kişilerdensiniz, öğrendim.. Mananızın önünde saygıyla eğiliyorum.. Çünkü önemli olan tek şey sevmeyi öğrenmektir.. Sevince herşey, kendiliğinden çekim gücünü zaten oluşturuyordu.. Baştaki o uzaklık bu çekim için gerekliydi şimdi daha iyi anlıyorum..
Avcılar daima avı avlarlar.. Sizin avınız olduğum için Allah’a şükrediyorum.. Siz benim gönlümde ebediyyen yaşayacaksınız..Benim kural tanımaz, edeb bilmez, meşreb tutmaz yapıma hiç -bir –şey-siz yaklaştınız...
Ben sizin hiçliği yaşayışınızdaki tevazuyu, yaşamanızdaki o A’li ilminizi sevdim..
Ben sizdeki CemAli’ yi sevdim...Sizi kendim gibi sevdim.. Hatta kendimden daha çok sevdim... Hatta sizi kendim bildim..:)
Hiçbir zaman size veda etmeyeceğim.... Hiç...... Hiç.... Hay Hay Huuuuuuu
* * *
Nur Cihan
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)